Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

2022 Dünya Kupası: İngiltere, B Grubu’ndan lider çıktı | “Şövalye” geri döndü!

Katar’da düzenlenen 2022 Dünya Kupası, 20 Kasım’da başladı. İngiltere Milli Takımı’nı takip eden PFSA Lisanslı Futbol Analisti Alper Şahin, izlenimlerini Medyascope için kaleme aldı.

Şövalye geri döndü!

Eylül ayında UEFA Uluslar Ligi A Grubu’ndan düşen İngiltere Milli Takımı’nın patronu Gareth Southgate, beklendiği gibi eleştirilerin odak noktası oldu. The Sun veya Daily Mail gibi “yangına körükle giden” bir kısım medya dışında, aklı selim basın organları ve futbol otoriteleri, kaliteli oyuncu grubunun, üretken bir bütün olarak hareket edememesinden şikayet ediyordu. Daha önce de belirttiğimiz gibi, 1.3 milyar euroluk market değeri olan bu takım, kendi futbol coğrafyasının örneklerini sergilemekte zorlanmamalıydı.

İran karşına beklendiği gibi 4’lü savunma ile çıkan Southgate’in iki kararı tartışıldı. Bunlardan birincisi Harry Maguire tercihiydi. Manchester United’da formasını kaptıran İngiliz oyuncu, fiyat/performans oranının altında çok ezildi. Bonuslar ile beraber 90 milyon euroyu bulan maliyeti ve devasa fiziği ile eleştirilen Maguire’ı yine ilk 11’de görünce, ben de dahil bir çok futbolsever çok şaşırdı. Buna rağmen, İran karşında iyi bir mücadele veren ve 70 dakika oyunda kalan Maguire, yüzde 89 pas oranıyla ve yaptığı asistle bizleri haksız, Southgate’i haklı çıkardı. İkinci en çok tartışılan karar ise Foden’ın neden ilk 11’de başlamadığı konusu oldu. Manchester City Akademisi’nin en gözde mezunlarından biri olan Phil Foden, özellikle bu sene Premier Lig’de 14 maçta, maç başına 65 dakika sahada kaldı ve 10 gol katkısı ile herkesin takdirini kazandı. Şunu da söylemekte fayda var, Jack Grealish ve Riyad Mahrez gibi kanat oyuncularını yedek bekletecek performansı göstermek çok kolay değil. Ancak buna rağmen Southgate’in kanatlarda Sterling ve Saka’yı tercih etmesi bizleri çok şaşırtsa da 6–2’lik İran galibiyetinden sonra bu tartışmalar çok fazla su yüzüne çıkmadı. 

Genel olarak, İngiltere oynaması gerektiği gibi oynadı, topu aldı (%78) ve direkt boş alanlara yaptığı toplu ve topsuz koşularla İran’ın canını neredeyse her atakta acıttı. 2.11 xG’den (gol beklentisi) 6 gol çıkaran İngiltere, bir sonraki maça daha pozitif bakıyordu. 2020 Avrupa Şampiyonası’ndan büyük bir travma ile çıkıp ırkçı saldırılara maruz kalan Marcus Rashford oyuna fırtına gibi girip, daha isminin anonsu bitmeden golü buldu. Bu sonuca rağmen, maç sonu açıklamalarında yenilen iki gol Southgate tarafından eleştirildi ve alınan yüksek skorun, takımın defansif aksiyonlardaki ciddiyetine negatif yansıdığı teşhisini koydu. 

Bir sonraki rakip gelişen ve değişen ABD oldu. ABD’nin oyuncu profillerine baktığımızda eskiye nazaran MLS odaklı bir takım görmüyoruz. Örneğin takımın yıldızı Christian Pulisic (24) Chelsea’nin hücum rotasyonunun bir parçası. Bir başka hücum oyuncusu, Timothy Weah (22) ise Lille’de bir şekilde rotasyona girebiliyor. Sağ bek Sergiño Dest (22) ise Barcelona’dan AC Milan’a sezon başında kiralandı ve 9 maçta Milan için bir opsiyon oldu. Amatör futbol scoutlarının yakından takip ettiği Dortmund’un genç yıldızı (zaten orada yıldızlar hep genç) Giovanni Reyna (20) sadece 7 dakika süre alabildi. Juventus’ta birçok maç tercih edilen Weston McKennie (24), Leeds’in değişilmez defansif orta sahası Tyler Adams (23) ve Arsenal Akademi’nin elinden kaçırdığı Yunus Musah (20). Keşke editorüme bir mesaj atsam ve konuyu ABD Milli Takımı’na çevirsek (Editörün notu: Mesajını aldım… Bir sonraki yazımız ABD Milli Takımı olsun). Bu sene olmasa bile bir sonraki turnuvada ABD’nin yarı final ya da final yapmasını bekliyorum. Uzun lafın kısası, ABD’de yapılan yatırımlar ve oyuncu ihracı milli takımına çok doğru yansıdı ve ellerindeki omurga ile iki-üç Dünya Kupası daha görebilirler. İşte İngiltere için gerçek sınav bu seviye ve bu seviyenin üstü milli takımlar.

Topun arkasında doğru durup takım şeklini asla bozmayan ABD’li oyuncular, İngiltere Milli Takımı’na neredeyse hiç boşluk bırakmadı. Benim Southgate’ten beklentim bu senaryoyu maç önü analizleri ile öngörüp, en azından Foden ve/veya Rashaford ile maça başlamasıydı. Sakatlık durumunu çok detaylı bilmemekle birlikte, Mount yerine daha yaratıcı Maddison tercih edebilirdi. Burada amacım oyunu oyuncu tercihleri üzerinden okumak değil ama eğer rakip size boş alan bırakmıyorsa ve çizgisel defansta derli toplu davranıyorsa, İngiltere’nin önünde iki seçenek var. Bunlardan birincisi serbest atışları çok efektif kullanmak. Şu ana kadar gördüğümüz tek aksiyon arka direğe Maguire’ı konumlandırıp onun içeri çevireceği toplarla gole gitmek. İkincisi ise top ile rakip defansın hattını kıran aksiyonları yapabilecek oyuncular ile başlamak; Foden, Rashford ve Maddision gibi. Zaten bu maçta Southgate’in üç oyuncu değiştirmesi çok eleştirildi. Topa %56 sahip olan İngiltere 0.77 xG’den gol çıkaramazken, ABD’nin 0.63’luk gol beklentisinde (1’i direkten dönen) iki tane daha olgun gelişen atak akıllarda kalıyordu. Maç sonu Southgate, takımının mücadelesinden memnun olduğunu söylerken ABD’nin oyunu zorlaştırdığından ve fiziksel olarak buna reaksiyon veremediklerinden bahsetti. Foden sorusunu ise 10 numara Downing Sokağı politikacılarına ders olacak şekilde geçiştirdi. İngiliz basınında ise esneyen ve uyuyakalan futbolseverlerin fotoğrafları paylaşılıyordu.

Grubun son maçına Galler karşında çıkan “3 Aslanlar”ın ilk 11’i maç önü çok konuşuldu. Özellikle orta saha da Declan Rice, Jude Bellingham ve Jordan Henderson orta sahası çok defansif bulundu. Özellikle Jordan Henderson tercihinden dolayı hocayı tebrik etmek lazım. Neden mi? Jürgen Klopp bir röportajında “Jordan’ı sahada tutmak teknik ekipten birinin sahada olması gibi” sözünü hatırlar gibi oldum. Arkadaşları ile iletişimi son derece yüksek ve takımı sahiplenen bir oyuncu. Daha önce maçlarda ismini anmayarak haksızlık ettiğim Jude Bellingham bu maçta bir başka oynadı. İngiltere Milli Takımı’nın Premier Lig’de oynamayan tek oyuncusu Bellingham (19), pozisyonuna göre her şeyi yapan bir profil. Son yıllarda temel hareketlerini mükemmelleştiren Jude, her maç üstüne koyarak gidiyor. Turnuvanın en çok konuşulan oyuncularından biri olacak gibi duruyor. Hocanın özellikle hücum hattını çok doğru bir şekilde belirlediğini düşünüyorum, Foden – Kane – Rashford 3’lüsü sizlere hayal kurduruyor. Derine gelip yaptığı servislerle dikkat çeken Kane ve rakibi karşına alıp toplu ya da topsuz o boşlukları doldurabilecek olan Foden. Bakınız İngiltere’nin attığı 2. gol. Kane’den sert diagonal bir top ve Foden’dan arka direk koşusu. Foden işte bu yüzden çok özel bir oyuncu. Topla hızlı ve çabuk, topsuz gol koşusu ve arka direk koşusu atan bir profil. Ayrıca asla bekini kaçırmıyor, bilmiyorum başka ne tarz bir beklenti var 22 yaşındaki bu oyuncudan? 

İlk 45 dakikayı 0–0 bitirmeyi başaran Galler için çok fazla bir şey söylemeye gerek yok. İlk düdük ile birlikte İngiltere topu aldı ve oyuna tamamen hükmetti. Galler, ABD’nin sergilediği eforu ve takım bütünlüğünü sahaya yansıtamadı. İkinci yarıda gelen goller ile Galler’in gardı tamamen düştü. 1958’den beri ilk defa katıldıkları Dünya Kupası’ndan 1 gol atarak, Cardiff Havalimanı’nın yolunu tuttular. Önümüzdeki maça baktığımızda, İngiltere’nin Senegal’i sorunsuz geçeceğini düşünüyorum, asıl sınav 10 Aralık’ta Fransa’ya karşı olacaktır. 

Marcus Rashford’un bu maçtaki performansı bizleri Dünya Kupası finaline giden yolda heyecanlandırdı. Attığı frikik golü, kilidi açarken, 2. golünde ise tüm Galler defansını önüne alarak hız ve güç gösterisi yapıyordu. Marcus Rashford konusunda şahsi fikrim hiç değişmedi, İngiltere’nin son zamanlarda yetiştirdiği en iyi spor insanı. Onu anlatmaya paragraflar, sayfalar, makaleler yetmez. Neden mi? Sadece saha içi yaptıkları ile değil saha dışı duyarlılığı ile hepimize örnek oldu. Koronavirüs salgını zamanı evden eğitim gören çocukların okul yemeğinden mahrum kalmasını bir türlü kabul etmeyen Marcus, o dönemki Boris Johnson hükümetini karşısına aldı. Yarattığı kamuoyu etkisini gösterdi ve öğle yemekleri ihtiyaç sahibi çocuklara dağıtıldı. Ülkenin lojistik sınırlarını zorlamasının sebebini ise şu şekilde anlattı; “Ben çocukken çok aç uyudum, hiçbir çocuk aç uyumasın. Birleşik Krallık’ta hiçbir çocuk açlık ile yüzleşmemeli” dedi. Bu tutumundan dolayı, Kraliyet ailesi Marcus Rashford’a MBE (Member of the Most Excellent Order of the British Empire) Ödülü ile Şövalye unvanını verdi. Maalesef 2020 Avrupa Şampiyonası Finali’nde kaçan penaltılar ve bu penaltıların siyahi oyuncular tarafından kullanılması, ülkede birçok sanal ırkçı hareketi tetikledi. Milli takımı bırakma kararını bile gözden geçiren Marcus Rashford’ın bu maçtaki performansı bir maçlık ya da turnuvalık bir performanstan öteydi…. “Şövalye geri döndü”.

Yazan: Alper Şahin

Editör: Doğa Üründül

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.