Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can yazdı: İttifak koalisyona dönüşür mü?

Dün CHP’nin “İkinci yüzyıl” vizyon sunumu vardı. Bu hamleye ilişkin görüşlerimi Pazartesi günü 5 Soru 10 Cevap’a saklıyorum. Ancak meselenin zaten yazmayı tasarladığım bu yazıyla alakalı tarafları var. Çünkü Kılıçdaroğlu, vizyon sunumunun sonunda yine “ben” diyerek tamamladığı kapanış konuşmasında, Altılı Masa’ya güçlü göndermeler yaptı. Biraz örtülü bir imayla bile olsa, ittifak ortaklarına daha önce partilere yaptığı türden “yanımda olacaklar” ve “birlikte başaracağız” dedi. Biraz geriden gelerek partisinin ayrıntılı vizyonunu sunarken, ittifakın kritik rolünün altını özellikle çizmek istedi. İttifak masasının henüz bir mutabakat halini almamış yol haritasında, liderler heyetine seçim sonrasında ciddi bir misyon yükleme eğilimi olduğu ve bunun bazı sıkıntılar yarattığı artık pek gizlenmiyor. Ancak bu konuda açık müzakereden hala kaçılıyor. Bunun altında pek çok siyasi hesap ve endişenin yanında, yıllarca sistemli biçimde itibarsızlaştırılmış koalisyon fikrinden uzak durmak var. Oysa koalisyonlar, ittifaklara göre daha itibarsız ortaklıklar değil, ayrıca -benim tanımıma uymasa da- reel siyasetin ruhuna daha uygun ve seçmen tarafından daha kolay anlaşılıyor. 

Türkiye bir kere daha kritik bir seçimin arifesinde. Gerçi yıllardır kritik olmayan herhangi bir seçim yapılmadı. Hepsi dönüşü olmayan “tarihi eşik” kabul edildi. Yüksek heyecanlı bir seçim atmosferinin işaretleri henüz mevcut değil ama yüksek endişenin ağırlığı her iki tarafta ve her alanda hissediliyor. İktidar iktidardan gitmekten, karşısında olanların hepsi onun iktidarda kalmasından korkuyor. Aslında sadece Türkiye’nin yaşadığı bir sıkışma değil bu. Dünyada otoriter iktidarlar ve faşizan tırmanışa karşı olanların en büyük korkusu, sürekli yenilgi ya da ötekilerin -tekrar-kazanması. Sadece demokrasisi arızalı ülkeler değil, temsili demokrasinin “örnek” ülkelerinde de böyle yaşanıyor. Siyasi bir iddia veya kaygının yenilgiden korkması, yaklaşan ciddi tehlikenin kazanma ihtimalini kabus gibi görmesi elbette anlaşılır bir durum. Ancak bu krizli ara dönemin her şeyi yöneten duygusu korku, siyasette öyle bir hükümranlığa sahip ki bütün refleksler, bu verimsiz duygunun içine hapsediliyor. 

Muhalefet seçmeni açısından yenilgi korkusunun zihni iktidarını tazeleyen önemli dönemeçler oldu. Oysa aynı dönem bu iktidarın yenilmez olmadığı gösteren bir okumaya da müsait. 2015 Haziran-Kasım farkı, iktidarın arkasına yerleştirilen dev sağ blok, peşinden gelen Allah’ın lütfu 15 Temmuz  ve ardından 2017 referandumu geri döndürülemez bir süreç gibi algılanmıştı. Fakat önüne gelen her şeyi ezip geçebilecek ve yenilmesi imkansız görünen bu dalganın göründüğü kadar güçlü olmadığı dört yıl bile geçmeden ortaya çıktı. Zaten daha başlangıç noktasında (öncesi de böyleydi aslında) iktidarda kalmak için sıkıntılı ittifaklara mecbur kalanın Erdoğan olduğu anlaşıldı. 2011 dönemecinden hemen sonra, ülkenin pek çok sayısal göstergesiyle birlikte AKP desteğinde gevşemenin başladığı bugün daha iyi anlaşılıyor. Bu iktidarı yenilgiye uğratmak için karşısındakilerin ittifak kurması mecburiyeti -ilk muhalefet tarafından denenmiş (2014) olsa da- aslında iktidarla kalmanın yarattığı mahkumiyet olduğu o tarihlerde pek anlaşılmadı. “Artık partiler önemsiz, 50+1 bütün dengeleri değiştirdi” söylemiyle, ittifak mecburiyeti muhalefetin kaderi gibi kurgulandı. 

İttifak, kendini değil karşısındakini tarif eden birliktelik olduğu için savunma stratejisi olarak daha elverişli ama tehlikeli bir zihni kapan olma riski de yüksek. İttifaklar, siyaset gündemini kendisinden ibaret hale dönüştürebiliyor. İttifak içinde ve çevresindeki her gerilim önemli sonuçlar yaratabilir elbette ama tartışmalar ve analizler, bu sınırları fazlasıyla aşarak, sanki bütün siyasi arka plan ittifaklardan ve ittifaklara göre biçimleniyormuş havasına sokuldu. Sanki, Türkiye siyaseti çok uzun bir süredir iyice kökleşmiş ittifaklar tablosunun üzerinde şekilleniyor. Sanki, seçmenlerin tamamı, oy verme davranışını ittifaklara göre yeniledi. Oysa, ortaya çıkan krizler ve alınan sonuçlar, ittifaklı bir siyaset tablosunun seçmen davranışlarını tamamen yönettiğini söylemiyor. Sadece -seçilecek- aday tartışmalarına bakmak bile bunu anlamak için yeterli. Yaşanan bütün sıkıntılar ve ittifakların devamını garanti eden gelişmeler, tablonun dengesizliğinden, oturmamasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla, ittifaklardan çok partilerin temsil ettiği tabanların nasıl hareket ettiğine bakılarak daha fazla şey anlaşılabilir. Muhalefetin, ittifakı korumanın yanına sürdürülebilir iktidar görüntüsünü eklemesi gerekecek. 

Türkiye’nin alışık olduğu koalisyonlar, geniş bir çevre tarafından hep itibarsızlaştırıldı ve pek çok sorunun nedeni olarak işaret edildi. Bu itibarsızlaştırma “istikrar” önceliğini dayatan 12 Eylül’ün en önemli iddiaları arasındaydı, ANAP tarafından uzunca süre avantaj olarak kullanıldı. Başkanlık rejimi gibi ucube bir sistemi dayatırken AKP koalisyon düşmanlığını yeniden tazeledi ve bolca kullandı. Koalisyonlar kötü, ittifaklar hayırlı gösterildi. Oysa farklı siyasi görüşlerin ortaklık kurması, asgari müştereklerde uzlaşmalarının Türkiye’deki bilinen, tanınan formu koalisyonlardı. Artık seçmenin çok büyük bir kısmı koalisyon pratiklerini hatırlamıyor olabilir ama kurumsal hafıza daha dayanıklı. Siyasi geleneklerin tutucu unsurları, özellikle “teşkilatlar” güç rekabetine daha yatkın. Herkesin gücünün sınırlarını gördüğü seçimlerin ardından yaşanan pazarlıklarla ortaya çıkan koalisyonlar, aldığı desteğe göre etkinliği belirlenen tercihler, “siyasetin gereklerine” çok daha uygun. Koalisyonlar pazarlıkçı niteliği ile kaba bulunsa ve önceki deneyimler nedeniyle kötü tatlar hatırlatsa da ittifaklar kadar muğlak (kaçak oyunlara müsait) ve onlar kadar dayatmacı değil. 

İttifak zorunluluğuna sıkıştırılmış siyasetin Türkiye’de (aslında hiçbir yerde) hayırlı sonuçları olmadığı ortada. Siyasetin zemini sadece iktidarın uyguladığı baskılarla değil bu muğlak mecburiyetle de iyice daraldı. Bugün -aksi iddia edilse bile- ittifaklı düzene asıl borçlu olan iktidar. Bahçeli’nin “iki dönem yetmez, üç dönem olsun” demesine neden olan bir cephe ihtiyacı. Buna karşılık ittifak, muhalefet için iktidarı devirme imkanı olmakla birlikte, iktidar alternatifi olmak için çok uygun bir form sayılmaz. Muhalefet partilerinin birer birer açıkladığı vizyon ve somut programlar, artık ittifak aklının yerini koalisyon pratiğinin almasını gerekli hale getiriyor. Her partinin seçmenin karşısına çıkacağı vaatlerini gerçekleştirmesi ve aralarındaki ölçülebilir ağırlık sorununu çözmeleri için yavaş yavaş koalisyon aklına gelmeleri gerekecek. En azından, koalisyondan bahsetmeyi bile yasaklayan zihni cendere artık kırılmak, bu mahcubiyet bırakılmak zorunda. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.