Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can yazdı: İmamoğlu kararı, imkan ve riskler

Ekrem İmamoğlu’na mahkumiyet kararı ve sonrasında verilen -verilmeyen- ilk tepkilere bakılarak çok keskin değerlendirmeler yapıldı, yapılıyor. “Bu saatten sonra..” diye başlayan çıkarımlar ortaya kondu. Talimat ve tehdit içeren talepler dile getirildi. Kim yaptı? Neden yaptı? Kim kazandı? Kim kaybetti? Ne olur? Ne yapmalı? Bütün bu sorulara acil cevaplar verme yarışı başladı, sürüyor. Geçtiğimiz hafta Medyascope’taki “Adını Koyalım” ve “Haftaya Bakış”  programlarında, bu gelişmenin bir final resmi olmadığını, sürecin başlangıcı olarak ele alınması gerektiğini söyledim. Hala aynı fikirdeyim hatta bu başlangıcın yönü konusunda bile erken sonuçlara varmamak gerektiğini düşünüyorum. Olayın hukuki bir mesele olmadığına ilişkin herhangi bir şüphe yok. Yargı prosedürü açısından yine maksatlı biçimde sürdürülen belirsizlik (temyiz süreci ve hızı) hala geçerli. Üç yıl önce zamanı geldiğinde kullanılmak üzere başlatılmış bu davanın, seçime birkaç ay kala getirildiği nokta, rastlantısal olmadığı gibi, süren belirsizlik de bir usül meselesi değil. Bunlara ek olarak davanın seyri, mahkeme heyetinde yapılan değişiklikler, kararın -tıpkı daha önce olanlar gibi- hazırlanmış olduğunu gösteriyor. İktidarın siyasi operasyonlarda yargıyı kullanma örnekleri, fail hakkında şüpheden daha kuvvetli kanaat yaratıyor. Ancak muhalefet tarafındaki bu konulardaki yüksek mutabakata rağmen, olayın nedeni (gerekçesi) ve sonuçları hakkında ciddi bir ayrışma söz konusu. 

“İktidar, İstanbul’un kaybından sorumlu tuttuklarından intikam alıyor. Önce Canan Kaftancıoğlu sonra Ekrem İmamoğlu”. “Erdoğan en ciddi rakibini yargı eliyle devre dışına çıkarmak, hiç olmazsa önünü kesmek istiyor.” “İktidar 2023 seçimlerine İstanbul elinde olmaksızın girmek istemiyor.” “Yenilgi kokusunu almış iktidar korku ve panikle, kendi aleyhine olabilecek hamleler yapıyor. Gerçekle bağı kopmuş, düşünemiyor.” Bir kısmı -içerideki yaygınlıkları nedeniyle- dış basında da yer bulan bu yorumları çok sık duyuyoruz. Bu değerlendirmelerin kısmen ve tamamen doğru olmaları kuvvetle muhtemel. Ancak tablonun mimarlarının asıl niyetlerini ve beklentilerini iyi anlamak için kalkan trenin hangi vagonuna takıldıklarına da bakmak gerek. Kararın açıklandığı gün iktidar cephesinde kafalar karışıktı. Özellikle İmamoğlu’nun Saraçhane çağrısı ve Akşener’in çağrıya coşkulu cevabı, iktidara dönük komplo iddialarını gündeme getirdi. “Rakibimizi yargı belirledi” diyenler çıktı. Erdoğan’ın bundan habersiz ve kararın karşısında olacağı bile ileri sürüldü. Muhaliflerin son zamanlarda duymayı pek sevdikleri Hüseyin Çelik, Bülent Arınç ve Cemil Çiçek gibi isimler hayretlerini dile getirdiler. Fakat kısa bir süre sonra Erdoğan, uçaktaki gazetecilere, karara hiç de hayret etmediğini söyledi. Ardından bu işlere bakan başdanışmanı Mehmet Uçum, benzer bir yaklaşımla “Yargıtay da onar” değerlendirmesi yaptı. Son olarak Erdoğan Mardin’de bizzat “Bizansvari oyunlara bizi alet etmesinler” diyerek tavrını ortaya koydu. 

Her zaman olduğu gibi iktidarın rotasını tayin eden çıkış, Devlet Bahçeli’den çoktan gelmişti zaten: “İmamoğlu’nun durumuyla Sayın Cumhurbaşkanımız’ın geçmişte maruz kaldığı hukuksuzluk arasında bağlantı kurmak, benzerlik oluşturmaya çalışmak bir defa akıl tutulması, ileri düzeyde bir tutukluk ve tuhaflıktır.” Bahçeli, kararın muhalefete mağduriyet dopingi olmasının önünü kesme yanında, iktidarın bir süredir yoğunlaştığı imkanı ve sürecin yöneltileceği rotayı işaret ediyordu: “Operasyonun hedefi CHP Genel Başkanı’dır. Kılıçdaroğlu’nun adaylığına soğuk ve şaşı bakanların Saraçhane tantanasına can havliyle sarılması, İP Başkanı’yla İmamoğlu’nun sevinç içinde kucaklaşmaları, ‘Bu şarkı burada bitmeyecek’ nakaratları tam bir düzenbazlıktır.” Bahçeli, beka sorunu olarak gördüğü Kılıçdaroğlu’nu yerli-milli saymaya başladığından veya adaylığını çok arzu ettiğinden bunları söylemiyordu elbette. Muhalefetin adaylık tartışması etrafında iyice açık ettiği gerilimlere ve kırılma hatlarına dokunma hevesiyle söylüyordu bunları. Tıpkı Akşener’i geri çağırırken veya bazılarının ittifakı bozup erken seçim çağrısı yapacağı iddiasına rağmen AKP- HDP görüşmesine verdiği destekte olduğu gibi. Bu perspektif iktidar medyasını da rahatlatmış, olayı nasıl vereceklerini bilemezlerken, Akşener ile İmamoğlu kucaklamasını stüdyoda canlandırmaya başlamışlardı (CNNTürk Gece Görüşü programında Hande Fırat ile Melik Yiğitel performansı). İmamoğlu meselesini iktidar için tehdit ve sıkıntı olmaktan çıkarıp muhalefet içi gerilim olarak sunmaya başladılar. 

Siyasette bazen kurgulanmış, bazen kendiliğinden gelişen kırılma anları oluyor. O anı öngörenler, iyi hazırlananlar kadar, olayı iyi kullananlar veya o ana “doğru” – “yanlış” noktada yakalananlar için kısa ve uzun vadeli sonuçlar ortaya çıkıyor. İmamoğlu ile ilgili mahkumiyet kararı beklenmedik, birdenbire ortaya çıkmış bir gelişme değildi. Kararın ne olacağı hakkında farklı seçenekler – o da tartışmalı ama neyse- düşünülse bile o gün bir karar çıkacağı belliydi. Bunun yaratacağı siyasi sonuçlar yanında buna verilecek ilk tepkilerin de önemli olacağı ortadaydı. Bu yüzden İmamoğlu kararı sonrasında hızlı verilen ve verilemeyen tepkiler, çarpıcı bir tablo yarattı ve kazananlar/kaybedenler listesi üretti. Ancak böylesi kırılma anları yarattığı ilk sonuçlar, sonrasında da etkiler yaratmaya devam ediyorlar. Bazen artçı sonuçlar, süreçlerin nasıl yönetildiği, hesapları alt üst edebildiği gibi ilk tablonun madalya sıralamasını bile değiştirebilir. Bu mahkumiyet kararının tıpkı İstanbul seçiminin iptali gibi bir ruh halini tetiklediği, muhalefet seçmeninde öfke takviyeli bir konsolidasyon ve dinamizm yarattığı kolaycı görülebiliyor. İmamoğlu’nun çağrısı ve Akşener’in hızlı hamlesi eşliğinde, adaylık ve muhalefet içindeki ağırlık tartışmalarında yeni dengeler oluşabileceği de anlaşılıyor. İktidarın bu olaya ilişkin -eğer varsa- başlangıç hesabı ile ortaya çıkan tabloya yaklaşımının ipuçları, yakın dönemin bazı hamleleriyle (HDP ziyareti, İYİ Parti’ye çağrı, anayasa değişikliği) fazlasıyla uyumlu. İktidar, siyasi mühendislik hesaplarını muhalefet seçmenine -hatta doğrudan seçmene- dönük olarak değil muhalefetin elitlerine yönelik kurguluyor.  

Yüzde altmış seviyesinde bir seçmen desteğinin muhalefette biriktiği, “Erdoğan’a asla oy vermem” diyenlerin yüzde elli sınırını aştığı, iktidarın küçük toparlanmalara rağmen desteği geri kazanamadığı bir tablo var. Ama muhalefet hala seçilebilecek aday tartışmaları ve kazanma tereddütleri içinde. Çünkü sayısal olarak kaybeden safına geçmiş iktidar, bütün enerjisini muhalefetin neredeyse tek kaybetme dinamiği olan potansiyel iç gerilimlerine yöneltmiş durumda. Muhalefet aktörlerinin kendilerine ve birbirlerine güvensizliklerini kaşıyacak her fırsatı kullanma ve yaratma konusunda peş peşe hamleler yapıyor. Ancak böyle şeyler söylenince, “Erdoğan’a güç atfetme, iktidarı fazla abartma” suçlaması hemen gündeme geliyor. Oysa bu gibi gelişmelerde ortaya çıkan risk, çoğunlukla iktidarın nasıl hamleler tezgahladığıyla, yetenekleri ve imkanlarıyla ilgili değil. Muhtemel sorunlar, muhalefetin böylesi gelişmelere nasıl cevap verdiği, böyle eşikleri nasıl geçeceği ve süreci nasıl yöneteceğiyle ilgili olarak gelişiyor. İmamoğlu davası bu hamlelerden biri olarak, olabilecekler öngörülerek dikkatlice mi hazırlandı yoksa gelişmelerin seyrine göre dümen hızla buraya mı çevrildi -benim bir fikrim olmakla birlikte- kesin bir şey söylemek doğru olmaz. Ancak bu gelişmenin adaylık tartışmalarından muhalefet içi ağırlıklara ve geliştirilecek stratejilere kadar her şeyi netleştirdiği iddialarının imkanlardan çok risklere göz kırptığını söyleyebiliriz. Bir tarafta hızlı aday ilanı baskısı, diğer tarafta “Adayımızı biz belirleriz” diklenmesi. Sürecin zamanlama butonunun hala iktidarın elinde olması ve Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Başkanı Muharrem Akkaya’nın , “Adayken ceza alırsa adaylığı düşmez, isterse yarışabilir ama seçilmesi durumunda mazbatası verilmez” sözleri ise kenarda bekliyor. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.