Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ve Ruşen Çakır ile Haftaya Bakış (142): İmamoğlu’na hapis cezası, Altılı Masa’nın yol haritası

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na siyaset yasağını da kapsayacak şekilde iki yıl yedi ay 15 gün hapis cezası verildi. İmamoğlu’nun çağrısıyla dün binlerce vatandaş, Altılı Masa’daki beş siyasi parti genel başkanı ve CHP’li büyükşehir belediye başkanları Saraçhane’de buluştu.

İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucularından Yusuf Ziya Gümüşel’in, altı yaşındaki kızı H.K.G.’yi müritlerinden 29 yaşındaki Kadir İstekli ile “imam nikahıyla evlendirmesi” hakkında açılan davaya Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı müdahil oldu. Yusuf Ziya Gümüşel ve Kadir İstekli tutuklandı.

Ruşen Çakır ve Kemal Can, Haftaya Bakış’ta değerlendiriyor.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Kemal Can’la yine haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba. 

Kemal Can: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Bu haftanın en öne çıkan olayı İsmailağa Cemaati’nde 6 yaşındaki kız çocuğuna cinsel istismar olayıydı. Ardından Ekrem İmamoğlu’na verilen cezâyla beraber işin rengi değişti. Biz bugün ikisinden de bahsedeceğiz. Ama öncelikle tabiî ki Ekrem İmamoğlu meselesini ve dün Saraçhâne’deki mitingi, buluşmayı konuşalım. İzleme şansın oldu mu bilmiyorum ama, bugün Bekir Ağırdır’la, yeni çıkan kitabından hareketle bir yayın yaptık ve bu konuları da konuştuk. Ben açıkçası İmamoğlu’na verilen hapis ve siyâset cezâsıyla başlayan süreçte kazananların İmamoğlu ve Akşener olduğunu söylemiştim. Bekir onlara ek olarak, Canan Kaftancıoğlu’nu ve dünkü konuşması nedeniyle Ali Babacan’ı da ekledi. Sen ne dersin? Kaybedenlere sonra gelelim, kimlerin kazandığıyla başlayalım.

Kemal Can: Evet, doğru. Aslında Akşener’in özellikle dün değil ondan önceki gün, karârın çıktığı gün inisiyatif almakla çok önemli bir politik hamle yaptığını kabul etmek lâzım. Ayrıca dünkü mitingin zeminini oluşturanın da o olduğunu düşünebiliriz. Yani eğer önceki gün o hızlı hamleyi yapmasaydı, belki dünkü yine olurdu, ama hem o kadar güçlü olmazdı belki, hem de olmayabilirdi. En azından onu zorladığını kesinlikle söyleyebiliriz. Bu anlamda öne çıkması, takdir toplaması, dikkat çekmesi, özellikle İmamoğlu ile sahnede ve öncesinde kurduğu ilişkinin medyaya yansıması açısından, Akşener’in zâten zaman zaman sağlayabildiği popülaritesine çok şey kattığı çok açık. Ayrıca önümüzdeki günlerdeki gelişmelerde bu hamlesiyle ağırlığını ve etkisini de artırabilir, böyle bir tablo ortada. Kamuoyundaki algı açısından kazandığına hiç kuşku yok. 

İmamoğlu’nun daha karar çıkmadan yaptığı çağrı, ondan sonra yaptığı konuşma, Akşener’in verdiği destek, dün İmamoğlu’nun arkasında altı liderin ve pek çok büyükşehir belediye başkanının birlikte destek göstermesi, ayrıca sosyal medyada biraz adaylık tartışmalarına da uzanan, İmamoğlu’nu öne çıkartan bir havanın oluşması, zâten çok belirleyici faktörler. Yani “İmamoğlu bir süredir adaylıkla ilgili tartışmalarda geriye mi düştü?” denirken, bu olay ve bu olay sonrasında verilen tepkilerle birlikte, başka bir zemine oturdu. Bu anlamda iki kazanan var. Ama ben de kısmen Bekir Ağırdır’a katılıyorum. Bu tablonun içerisinde yer alıp, buna biraz katkı vermeye çalışan ve bunun dışında kalmayan herkes, aslında bu genel tablonun faydasından kazanan olarak nemâlanma hamlesini yaptılar. Meselâ İmamoğlu’yla bir süredir sorunlu olduğu düşünülen ya da kulislere böyle aktarılan Kaftancıoğlu’nun, bu destek operasyonunda ve özellikle miting organizasyonundaki etkisi îtibâriyle bir şey kazandığını söyleyebiliriz. Diğer liderlerin de, yani Altılı Masa’nın burada yer alma biçimleri ve yaptıkları konuşmalarla fayda sağladığı görülüyor. Zâten Altılı Masa’nın çeşitli olaylarda da birlikte harekete geçmeleri, birlikte bir şey söylemeleri hep bir beklentiydi. Bunun gerçekleşmiş olması, “Altılı Masa’yı şu inşâ etti, bu inşâ etti. Kim daha çok kazandı?” tartışmasıyla birlikte oraya katılan ve dâhil olan herkese bir nebze olsun fayda sağladıysa, bu hâdise de bence öyle. Dışında kalmayan, katılan, burada pozisyon alan herkese fayda sağlayabilir.

Dün “Adını Koyalım”ın özel yayınında https://medyascope.tv/2022/12/15/adini-koyalim-85-ekrem-imamogluna-ceza-ozel-yayini/  da etraflıca konuştuğumuz gibi; her türlü imkân, her türlü beklenti, fayda umudu, politika söz konusuysa bâzı riskleri içeriyor. Bu kazançlarını doğru yönetmeleri ve bütün resmin içerisinde ilerletmeleriyle kalıcılaşacağını da unutmamak lâzım. Evet, ilk resimde bir kazananlar listesi çıkartılabiliyor; ama sürecin devâmında bunun nasıl yönetileceği o kazananlar listesinin sıralamasını değiştirebiliyor. O yüzden süreç belirleyici olacak.

Ruşen Çakır: Peki, kaybedenlere gelecek olursak, kaybedenlerin tekrar kazanca çevirebilme ihtimâli var mı? Bana göre en büyük kaybeden Erdoğan’ın kendisi. Birçok kişi buna asla inanmıyor. “Erdoğan yapmadı, FETÖ’cüler yaptı” gibi komplo teorilerini bir kenara bırakalım. Hattâ Erdoğan’ın Bahçeli’yle karardan önce bir araya geldiklerini de biliyoruz — bilgileri dâhilinde olan bir şey. Yani yargı bağımsız değil, bunu biliyoruz. Erdoğan burada değişik beklentiler içerisinde olabilir. Beklentileri ne derece karşılandı bilmiyorum, ama onun işine yaramayacak ölçüde muhâlefete bir dinamizm kazandırdığı kanısındayım. Hattâ kendi içlerindeki rahatsızlıklar da ortaya çıktı. Aslında her zaman olduğu gibi kendilerini açıkça ifâde edemiyorlar; ama bu sefer, “Bu kadarı da fazla artık. Biz bunu nasıl savunacağız?” duygusu da oluştu. Ama esas belirleyici olan, muhâlefete getirdiği dinamizm.

Bir diğeri de, Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisi. Bunu özellikle tekrar söylemek lâzım. Kılıçdaroğlu’nun olay sırasında Saraçhâne’de değil Berlin’de olması başlı başına bir olay. Sonrasında, “Biz beraat bekliyorduk” demiş olması da ayrı bir olay. Bu, Kılıçdaroğlu’nun onca zamandır gösterdiği birçok çabayı bayağı gölgede bıraktı bence. Kendi adaylığını benimsetmek anlamında yaptığı birçok hamleyi riske attı. Ama şunu da duydum — ki bu ilginç bir şey ve pek de şaşırtmadı: Yakın çevresinin, bu olayın Kemal Bey’in elini güçlendirdiği analizini Kılıçdaroğlu’na sunduklarını duyuyorum. Eğer böyleyse, durum hakîkaten ilginç bir hal alır demektir. Kaybedenler meselesine ve olay sonrası bunu toparlama meselesine ne dersin? 

İlk gün îtibâriyle kaybetmiş olan Kılıçdaroğlu, dün bunu telâfî etme şansına sâhipti, ama konuşmasını çok başarılı bulmadım. Sen de bahsettin; Meral Akşener’le Ekrem İmamoğlu’nun dün akşam birlikte verdikleri fotoğrafı, Ekrem İmamoğlu kendi genel başkanı Kılıçdaroğlu ile veremedi. Yoksa vermedi mi? Bence daha çok “veremedi”. Yani böyle bir imkân olsaydı herhalde mutlulukla onu da verirdi. Böyle acayip bir durum var.

Kemal Can: Evet, tarzlarından dolayı da biraz farklı. Burada Akşener’in hakkını teslim edelim. Onun politik dili insanlara daha sıcak geliyor. İmamoğlu’nun politik diliyle Akşener’in politik dili, hattâ beden dilleri de daha kolay uyuşuyor; yan yana daha uyumlu duruyor. Bu iki günde bunu gördük. Tabiî dediğin gibi, İmamoğlu’nu hâlâ belediye başkanı olarak işâret etme konusunda… Yani belediye başkanı olarak bir politik saldırıya uğradığı doğru. Ama onun altını biraz fazla çizince, bu başka biçimde yorumlanıyor. O açıdan da hem konuşmanın hem açıklamalarının bâzı sorunları vardı. 

Senin sıralamanla konuları değerlendireyim. Önce Erdoğan’dan başlayayım: AKP çevrelerinde, senin de işâret ettiğin gibi, “Bu, Erdoğan’a yapılmış bir komplo, FETÖ’cü işi” diyenler var. Hattâ İYİ Parti’nin yargıya uzanan elinin operasyonu olduğunu söyleyenler de var. Yani Erdoğan’a zarar vermek için yapılmış bir iş görüntüsü ya da böyle bir yorum üretmek konusunda birtakım çabalar var. Ama şu açık: Erdoğan ve Bahçeli’nin, İmamoğlu’nun önünü keserek, seçime kadar önemli bir rakibin kafasının üzerinde sallanacak bir Damokles Kılıcı yaratarak, onun adaylığıyla ilgili irâdeyi kendi eline almak, muhâlefetin elinden yargı sopası ile kendi tarafına geçirme hamlesi yaptığı doğru. Bu hamleyi yaparken, kendi seçmeni ya da muhâlefet seçmeninin bütününde oluşacak etkilerden çok, muhâlefet blokunun tepesinde yaratılacak dalgalanmanın hedeflendiği fikrindeyim. Yani bir süredir, iktidârın muhâlefete dönük hamleleri, seçmeni etkilemeye dönük değil. Tam tersine, seçmenin kafasını karıştırmaya ve yukarıdaki aktörleri de belirsizliğe ve bâzen de çatışmalara, problemlere doğru itme amacı taşıyor. İYİ Parti’yi dâvet olayında da böyle düşündüm, şimdi bu olayda da öyle düşünüyorum. Hatta bu anayasa değişikliği paketi meselesinde de böyle. Son bir iki ay içerisinde gelişen bu olayların hepsi, muhâlefet cephesinde, zâten kısmen ucunu gördüğümüz bâzı problemleri, ama genellikle yukarıdaki problemleri öne çıkarmaya yönelik. Yani ana aktörlerin ya da muhâlefet elitlerinin kendi içlerindeki gerilim ya da rekabette, onların elini güçlendiren, zayıflatan, birini öne çıkartan, birbirleri arasındaki çelişkileri kışkırtan birtakım hamleler olduğunu düşünüyorum. Bunların ne kadar hesaplı olduğu ayrı bir tartışma konusu.

Meselâ şu açık: Bu olay sonrasında, senin de söylediğin gibi, Erdoğan’ı ve Cumhur İttifâkı’nı “kaybeden” safına sokan şey, muhâlefet seçmeninin gösterdiği reaksiyon ve bu reaksiyona uyan liderlerin birlik görüntüsüyle birlikte, bir türlü üretilememiş o ortak heyecânın ve belki de umûdun, yeniden ateşlenmesi. Hattâ belki de bu dâvâ, seçim sürecini başlatan işâret fişeğine dönüşecek; böyle bir sonucu olacak. Bu da, hem Cumhur İttifâkı’nı hem Erdoğan’ı “kaybeden” safına sokuyor.

Ama buna karşılık, demin bahsettiğim gibi, bu işin risk kısmında oluşabilecek gerilimler, daha önceki başka hamlelerde olduğu gibi, Erdoğan’ın fayda umabileceği imkânları ya da kendi hamle alanlarını genişleten sonuçlar da doğurabilir. Bu da ayrı bir şey. Meselâ İmamoğlu meselesinde çok net bir şey var: İki türlü yorum yapılıyor. Aynı kuvvetle hattâ çok yüksek bir biçimde, “Bu olay yüzünden İmamoğlu’nun siyâsî olarak önü açıldı” yorumu da yapılıyor. Aynı şekilde, “Önü kesildi” de denebiliyor ve ikisinin de mümkün olabileceği bir zemin oluşmuş durumda.

Ruşen Çakır: Ama “Önü kesildi” diyenler, olayı tamâmen hukukî açıdan söylüyorlar. Yani son anda İstinaf’tan döner, Yargıtay karârı çıkar vs.. Ama onlar da siyâseten önünün açıldığını kabul ediyorlar.

Kemal Can: Adaylık meselesi açısından söylüyorum.

Ruşen Çakır: Ama bu karârın İmamoğlu’na siyâseten yaradığı tespitinde, neredeyse herkes birleşiyor. Bence AKP’liler de böyle düşünüyor.

Kemal Can: Ama iktidar uzun vâdede İmamoğlu’nun siyâseten önünü açıp açmamasıyla ne kadar ilgili, ondan emin değilim. Yani o, yakın vâdedeki seçime göre yapılan bir hamle. Dolayısıyla uzun vâdede, İmamoğlu’nun önü açılmış mı açılmamış mı konusuyla onlar çok da ilgilenmiyorlar.

Ruşen Çakır: Ama meselâ Bahçeli attığı tweet’lerde, “Bunun, zamanında Sayın Cumhurbaşkanı’nın yaşadığı olaya benzetilmesi yakışıksızdır” dedi. Bugün SETA Başkanı Burhanettin Duran’ın yazısını okudum. O da bir cümleyle “farklı” diyor. Farklı olduğu kesin. Bu, çok daha uyduruk bir dâvâ. Ama Erdoğan’ın olayında ne olmuştu? Erdoğan belediye başkanlığını kaybetti, siyâsî yasaklı oldu, ama birkaç sene sonra çok güçlü bir şekilde geldi ve 20 yıllık bir iktidar tesis etti. Yani sonuçta uzun vâde dediğimiz şey, Erdoğan’ın olayında 3 yıl falandı. Burada da Türkiye pekâlâ benzer bir süreci yaşayabilir. Sonuç olarak, Türkiye’nin siyâsetteki uzun vâdesi 10 yıl sonrası, 20 yıl sonrası olmayabiliyor. 

Kemal Can: Dolayısıyla ben bunun, “uzun vâdeleri etkiler“ diye hesap yapanların başkaları, kısa vâdeli sonuçlarıyla hesap yapanların başkaları olma ihtimâlini ve bu ihtimallerin bir ortak faydada buluşması olasılığını da çok dışarıda tutmuyorum. Ayrıca bugün Bahçeli’nin açıklamasında başka bir şey var. Demin söylediğim, muhâlefetin üst tarafında, tepesinde yaşananlara ilişkin hesaplar meselesi açısından Bahçeli’nin söylediği ilginç bir şey var. Meselâ AKP’liler “Erdoğan’a komplo” diyorlar. Ama buna karşılık Bahçeli, ilginç biçimde komplonun Kılıçdaroğlu’na yapıldığını söylüyor. Bugünkü tweet’lerinde, “Bu komplo, İYİ Parti tarafından Kılıçdaroğlu’na yapılmıştır” diyor. Bahçeli’nin bugünkü açıklaması, bu işin, muhâlefetin tepesindeki gerilim ve rekabetlere dönük hesaplarla ilişkisini daha fazla gösteriyor. 

Ruşen Çakır: Şunu da bir konuşalım: Orada dün, “Hadi bugün adayınızı açıklayın. Demokrasimizin adayınızı bilmeye ihtiyâcı var” demişti. Açıkçası şundan çok şüpheliyim, sen ne düşünüyorsun? Yani adayın bir an önce açıklanması iktidârın isteyeceği bir şey midir? “Bir an önce açıklayın da onu bir güzel yıpratalım” diye düşündüklerini sanmıyorum. Bence adayın açıklanması değil, muhâlefetin adaylık üzerinden enerji tüketmesi olayı söz konusu.

Kemal Can: Adayı bir an önce açıklamalarını istemek değil, muhâlefette adayın açıklanmamasından doğan gerilimi kışkırtmak — dert bu. Demin de söylediğim bu. İktidar bir süredir, muhâlefete dönük hamlelerini seçmeni etkilemek için yapmıyor. Muhâlefet seçmenini kazanmak için yapmıyor. Muhâlefet seçmeninin birbiriyle problemlerini büyütmek için de yapmıyor. Onu biraz denediler. HDP üzerinden İYİ Parti’yi sıkıştırma hamleleri öyleydi. Ama o hamleler çok çok kuvvetli sonuçlar vermedi. Muhâlefetin kendi içinde birtakım oy kaymaları oldu; ama kendi tarafına doğru büyük bir oy kaymasını ya da geriye dönüşü yeniden yaratamadılar. Ama hâlâ verimli gördükleri şey, muhâlefetin tepesinde yaratabilecekleri problemler. Bu anayasa değişikliği meselesinde de önümüze geliyor. Şimdi “HDP ile yeniden görüşeceğiz” de demişler. Sürekli, her aktörün birbiriyle ilgili şüphe duymasını sağlayacak şeyler ortaya atıyorlar. 

Şimdi Bahçeli’nin “Kılıçdaroğlu’na komplo yapıldı” demesi, Akşener’in dâvet edilmesi, HDP ile görüşme, “HDP yeniden AKP’yle anlaşır” kulislerinin ortada dolaşması, İYİ Parti’nin Kılıçdaroğlu’nun arkasından iş çevirdiği iddiaları, tamâmen muhâlefet blokunun tepesine dönük gerilimler ve bunlar dolaylı olarak, orada yarattığı etkilerle aşağıya yansıyor. Aşağıda, seçmen nezdinde bâzen dalgalanmalar, tereddütler, bâzen de moral bozuklukları yaratıyor. 

Fakat buna karşılık, bu olayda yine öyle bir hamle yapılmış olmasına rağmen, genel olarak seçmenin verdiği reaksiyon ve ne olursa olsun Altılı Masa’nın buna uygun bir tamamlayıcı hamle yapması –dünkü ortak miting– bu tabloyu biraz değiştirdi. Bence bu öne çıkabilecek gerilimleri ikinci plana attı ve muhâlefet seçmenini hem konsolide eden hem de bir tür öfke yapıştırıcılığıyla yeniden hareketlendiren bir sonuç doğurdu. Hatırlarsan, seninle daha önce yaptığımız yayınlarda da söylediğim şuydu: İktidârın seçmenindeki konsolidasyona bakılıyor, ama seçim sonuçlarını muhâlefet seçmeninin konsolidasyonu belirleyecek. Dolayısıyla bu açıdan verdiği sonuç, iktidârı, kaybeden safına getiriyor. İktidârın, Bahçeli örneğinden yola çıkarak, Kılıçdaroğlu’nun kaybettiği görüntüsünü biraz daha kurcalayacağını tahmin ediyorum; orayı biraz daha kaşıyacaklar diye düşünüyorum. Tabiî burada, başta Kılıçdaroğlu olmak üzere muhâlefet liderlerinin bu süreci nasıl yönetecekleri, şu andaki tabloyu, kaybedenler-kazananlar resmini değiştirebilir.

Sen biraz önce Kılıçdaroğlu’nun bâzı danışmanlarının farklı yorumlar, değerlendirmeler yaptığını söyledin; ama o danışmanların beraat karârı çıkabileceği konusundaki bilgilendirmesini de biliyoruz. Onları dinleyerek ilerleyecekse, süreci biraz daha zor yönetir diye düşünüyorum. Çünkü burada aslında şöyle bir şey var: “Neden Almanya’ya gittin?” sorusuna verilen cevap, özrü kabahatinden büyük denir ya, tam da o. O zaman da öngörü açısından ciddî bir problemle karşı karşıya kalıyorsunuz. “Niye burada değildin?” sorusuna “Beraat çıkacağını düşündüğüm için gittim” diye kolay bir cevap veriyorsanız, o zaman hemen ikinci soruyla karşılaşmanız kaçınılmaz. “Nasıl böyle bir şey öngörebiliyorsunuz? Bu ülkenin mevcut durumunu nasıl algılıyorsunuz ki böyle bir şeyin çıkacağını varsayabildiniz — üstelik de iktidâra adayken?”

Ruşen Çakır: Ya gitmesi yanlıştı, ya dönmesi yanlış. Yani öyle bir şey olur ki, “Tamam, olabilir, ama bu planladığımız gezi yapılmalıydı” dersin, ama o zaman da dönmezsin. Yani bu verdiği cevap işleri iyice karıştırdı. “Biz beraat bekliyorduk” deyince, orada işin rengi iyice değişti. Bu kadar doğru zamanda yanlış yerde olmak nasıl olabilir? Almanya gezisi daha önce yapılacaktı biliyorsun. Anayasa değişikliği açıklaması diye ertelendi. O geziye pekâlâ 1 gün sonra gidebilirdi. Gerçekten akıl alır gibi değil. Orada çok büyük bir hesap hatâsı var. Sen “Bundan sonra ne yapacağına bağlı” diyorsun. Meselâ şimdi ne yapabilir? Olay eninde sonunda şuna döndü: Kim aday olacak? Kılıçdaroğlu’nun adaylığı düştü mü, İmamoğlu’nun adaylığı çıktı mı? Bu arada, bütün bu süreçte Mansur Yavaş ihtimâlini bence hiç yabana atmamak gerekiyor. Hâlâ onun aday gösterilme potansiyelinin çok güçlü olduğunu düşünüyorum. Ama Altılı Masa’daki dengelerde ve Meral Akşener’in bu son çıkışlarında, Kılıçdaroğlu neyi nasıl yapacak? İlk gün, yani dün akşam îtibâriyle yaptıkları, telâfîye çok kapı aralayan şeyler değildi. Neyi nasıl yapacak? Açıkçası çok merak ediyorum. Bir gazeteci merâkıyla bakıyorum. Yine birtakım kurumların önüne mi gidecek? Yine evinden birtakım videolar mı yapacak? Yeni helâlleşme hamleleri mi olacak? Meselâ bütün bu olayın ardından, anayasa değişikliğiyle ilgili söylediği “Bir bakarız” duruşu mu olacak? Yoksa sert bir çıkış mı olacak? Açıkçası öngöremiyorum, öyle söyleyeyim.

Kemal Can: Şöyle açmazlar var: Kılıçdaroğlu, bir yandan aslında bunu nasıl yöneteceğiyle ilgili bütün kararların elinde olmadığı bir açmazın da içinde. Evet, Erdoğan ya da iktidar, kaybeden safında. Ama hâlâ birtakım hamle olanaklarına da sâhip. Neden dolayı sâhip? Yargı, doğrudan bu noktada önemli bir araç olarak elinde. Meselâ önümüzdeki dönemde, İmamoğlu’nun yasak riski yüzünden aday yapılmaması üzerine kurgulanmış bir çözüm formülü tekrar üretilir, böyle ilerlenmeye çalışılırsa, diyelim bir ay sonra, İstinaf bu karârı bozarsa ne olacak? Yani adaylığının önündeki hukukî engel de kalkmış ve Meral Akşener ile genel kamuoyunun desteğini almış, yargı eliyle önü kapatılmış görünen ya da kapatılmaya çalışıldığı düşünülen İmamoğlu’nun önüne nasıl geçilecek? Yani “önüne geçilecek”ten kastım, onun adaylığı dışındaki bir seçeneği kabul ettirmek nasıl mümkün olacak? Kılıçdaroğlu açısından söylüyorum. Ya da tersi… Savcının da başvurduğunu biliyoruz. İstinaf’ın, süreci hızlandırma ihtimâlinden de bahsediliyor. Buna Demirtaş Dâvâsı gibi çeşitli örnekler de veriliyor. İstinaf’tan onaylama çok hızlı biçimde çıkarsa ve aday süreci henüz tartışmaya açılmamışken, şimdi İmamoğlu’nun üzerinde oluşturulan mutabakat nasıl bir şeye evrilecek? Yani Altılı Masa’daki aday tartışmalarında nasıl bir denklem ortaya çıkacak? Dolayısıyla bu konularda iktidar hâlâ belirleyici. Bu yüzden atılacak hamlelerin, bütün bu seçenekleri cevaplayabilecek biçimde ya da bunlar karşısında geliştirilecek cevapları hazırlayarak yapılması lâzım. Kılıçdaroğlu’nun telâfî etmesinden bahsediyoruz ya? Daha önce pek çok olayda, Ekmeleddin meselesinden başlayalım, dokunulmazlıkların kaldırılması, 2015’teki AKP ile sonuçsuz istikşâfî görüşmeler… Bu serilerin hiçbirinde aslında niyet edilenle o sürecin yönetilme biçimi…

Ruşen Çakır: Kemal, arada bağlantılarında sorun oluyor, bir donuyorsun. Donmuş hâlinle çok güzel görüntü veriyorsun.

Kemal Can: Verdiğim örnekler duyuldu mu bilmiyorum. Daha önce pek çok olayda, niyet edilenle, sürecin yönetilme biçimi arasında, Kılıçdaroğlu’nun hamlelerinde çok problem de oldu. Özellikle bu danışman ekibinin, bu tür meselelerde hızlı reaksiyon vermek ya da öngörüler konusunda bâzı problemleri olduğunu düşünüyorum. Bu olay onlardan biri olur mu bilmiyorum. Ama daha önceki örneklerde, niyet edilenle sonra ortaya çıkan süreci yönetme açısından, tam tersi, telâfî değil, sorunu büyüten sonuçlar ortaya çıkmıştı. Umalım ki bunda öyle olmasın.

Ruşen Çakır: Deniz Ülke Arıboğan’ın bir tweet’ini gördüm: “İmamoğlu karârı İstinaf’tan dönerse: 1- AKP karârın operasyonunun yükünü üstünden atar. 2- Olay İmamoğlu ile Meral Akşener kurgusuna dönüşür. 3- İmamoğlu başkanını arkadan vuran Brütüs, Meral Hanım operasyoncu pozisyonunda kalır (bir taşla iki kuş). 4- Altılı Masa’ya nifak girer.” Burada hep aynı şey var. Yani iktidar hâlâ oyun kurucu. Bence hakîkaten karar İstinaf’tan dönebilir. Bunun yanlıştan dönmeye çalışmaktan başka pek bir fonksiyonu olmaz. Yani karar İstinaf’tan döndükten sonra, “Olayı Meral Akşener düzenlemişti. Erdoğan olaya müdâhil oldu. Mahkemede İYİ Parti’li yargıçlar vardı, İstinaf’ta AK Partili yargıçlar olayı döndürdü” falan mı denecek? Çok baskın bir şekilde hâlâ bu akıl yürütmeler yapılıyor. Çünkü şu bir gerçek — sen de değindin: Muhâlefet biraz daha karışsın diyerek bunu murat ediyor olabilirler. Halbuki çok sâde bir şekilde bakıldığında: Erdoğan İstanbul seçiminin intikamını almak istiyor — bu kadar basit. 

Bekir’le (Ağırdır) de bunu konuştuk. Bence en önemli motivasyonu, 25 yıl sonra elinden giden bir İstanbul var ve bunu hâlâ kabullenemedi. Yine Bekir’in dediği gibi, o seçimi Binali Yıldırım kaybetmedi, Erdoğan kaybetti. Olayın açıklaması bu kadar basit. Şimdi burada, şunu yapmak, bunu yapmak, sonra İstinaf’a giderek bilmem ne yapmak… Bütün bunlar Erdoğan’a, elinde olmayan ve artık bir daha da olacağı mümkün olmayan güçleri atfetmekten başka bir şey değil. Bunu Deniz Ülke Arıboğan açısından söylemiyorum. Ama birçok konuda kendini muhâlif olarak tanımlayan insanların büyük bir kısmı böyle yapıyor. Erdoğancılar bile Reis’lerine o kadar güç atfedemiyorlar.

Kemal Can: Bu güç meselesi ayrı, o konuda da bir şey söyleyeceğim. Ama senin söylediğine çok katılmıyorum. Bunu sâdece yerel seçimin intikamı meselesinden ibâret olarak okuyacaksak, ciddî bir zamanlama meselesi var. 

Ruşen Çakır: Sadece değil, ama ilk motivasyonu kesin odur.

Kemal Can: Tamam, bu motivasyon var, ama zamanlaması bunu açıklamıyor. Çünkü o lâfı ettiği zamandan bu yana 3 yıl geçti. Yani bu dâvâ 3 yıllık bir mesele. Dâvânın açılmasının hızı, o intikamla ilgili dâvâ haline getirilip, bunun sonuçlandırılmasının hemen başkanlık seçimi ve adaylık tartışmalarının önünde bu kadar hızlı biçimde cereyan etmesi — o niyetin olmasını kabul ediyorum. Ama ek bir faydayı da yanına koymak istendiğini gösteriyor. Zamanlaması bize başka bir şey anlatıyor. Yani hedef, “Neden yapıldı?” sorusunun cevâbı açısından, dediğin doğru; ama bunun zamanlaması ve kurgusu açısından, adaylık meselesiyle bunun bir ilişkisi olduğu da açık. O zamanlama, sâdece intikamdan ibâret gibi durmuyor. Bunun böyle bir tarafı var, onu yok sayamayız.

Bu, güç affetmekle ilgili de olmayabilir, onun için söylüyorum. Bu güç değil, çoğu zaman bu tür uyanıklıklar, bu tür hinlikler güçten kaynaklanmaz; bâzen zayıflıktan kaynaklanır. Pek çok aktör, refleks olarak, sıkışma anlarında pek çok aktör çok hamleler yapabilir. Erdoğan, bu konularda bir güç ya da yetenek sergilemekten çok, bu tür refleks hamleleri çok kolay yapıyor ve öyle bir tarafı var. Ama senin verdiğin örnekte olduğu gibi, bu çok hesaplanılmış ve kontrol edilebilen bir süreç olarak iktidar açısından gelişmeyebilir. Ama dediği olasılıkların ortaya çıkması da imkânsız değil. Onu konuştuk, yani mümkün. Çünkü ister böyle bir güç atfettikleri için, ister onun yapabileceklerinden endîşe duydukları için, ister birbirlerine güvenmedikleri için, bu tür meseleler muhâlefet seçmeni açısından birdenbire çok etkileyici, moral bozucu olabiliyor. Çeşitli partilerden oluşan bir blok olduğu için, birbirlerine ilişkin güvensizlik kolay kışkırtılabiliyor. Türkiye’de hep, “Yabancı güçler bizi karıştırmak istiyor” denir ya? İçinde karışıklık varsa, içinde birtakım zayıflıklar varsa, birileri bunu deşebilir. İktidarla muhâlefet arasındaki mesele de biraz böyle. Muhâlefet, ilkesel seviyede, içindeki meseleleri daha şeffaf biçimde birbiriyle konuşabilir ve birbiriyle ilgili güvensizlik sorunlarını ortadan kaldırabilirse, iktidar onlara bir şey yapamaz. Bu mesele çok önemli. Sen içini kuvvetli tutuyorsan, içinde çok fazla kırılgan alan bırakmıyorsan, bunu daha şeffaf ve açık biçimde yürütebiliyorsan, rekabet ediyorsan da yine birlikte yürürken, rekabetin çerçevesini birbirini ezecek ya da birbirinin arkasından iş çevirecek biçimde yapmıyorsan, bunu gerçekten iyi bir çerçeveye oturtmuşsan, o zaman iktidârın muhâlefete yapacağı kışkırtıcı hamleleri ya da “O öyle mi oldu? O mu yaptı? Acaba o arkasından böyle bir dolap mı çevirdi?” gibi şüpheleri de ortadan kaldırmış olur. O yüzden, muhâlefetin nasıl davranacağı, iktidârın ne yaptığından daha önemli bence. Hep böyleydi; şimdi daha da fazla böyle.

Ruşen Çakır: Son olarak, şu İsmailağa meselesine de bir değinelim. Birdenbire rüzgâr ters esti ve hızlı bir şekilde dâvâ öne alındı. Tutuklanma talebi oldu, tutuklanmalar oldu. Orada annenin değil de babanın ve eski eşin tutuklanmış olmasına özellikle dikkat çekelim. Ben ilk başta da, anneyi tutuklayacaklarını sanmadığımı dile getirmiştim. Çarşamba günkü Adını Koyalım’da  konuşmuştuk bunu, ama sen o yayında yoktun. 

Bu olayda bir şeyi kabullendiler: Aile Bakanı’nın yaptığı açıklamaya baktığım zaman, iktidar ve iktidârı destekleyenler, mağdurun durumunu şüpheye bırakacak tavırlardan uzak duruyor. Cemaatin kendisi de, avukatları aracılığıyla yaptıkları açıklamada, “Bizi bağlamaz” diyerek fâilleri açıkça kurban ettiler. Tek tük, adliyenin önüne gidip sâhip çıkma girişimleri oldu; ama esas merkezden, o avukatın yaptığı açıklama çok dikkatliydi. Biliyorsun, önce o açıkladı. Sonra Erdoğan Kabine toplantısı sonrası açıklama yaptı. Belli ki onlara da bir şekilde, “Siz de pozisyonunuzu ona göre alın” diye tâlîmat gitti. 

Bu olayı ilk başta beklenenin aksine hızlıca çözecekler, öyle gözüküyor. Ağır bir cezâ geleceğini tahmin ediyorum. Yani “Görüyorsunuz, biz bu tür olaylarda kimsenin gözünün yaşına bakmıyoruz” pozisyonu olacak. Ama diğer cemaatlerle ilişkiler bundan nasıl etkilenir? Karışık bir durum. Büyük bir ihtimalle, İsmailağa Cemaati de, iktidar da, bu olayı âdeta maşa ile alıp bir kenara atmayı düşünüyorlar. Ama olayın etkisi bence tahminlerinden daha fazla oldu ve olacak. Zâten müdâhil olmalarının, pozisyon almalarının da en önemli nedeni, bu hâdisedeki toplumsal infial. Şunu bir kere daha özellikle vurgulayalım: Bu iki yıldır olan bir olay. Gazeteciler yazdığı zaman ülkenin gündemine geldi. Kim bilir Türkiye’de böyle yazılmayan, yazılamayan, haberdar olunmayan neler oluyor.

Kemal Can: Evet. Başka olaylarda da böyle oldu, daha önceki yurt olayında da benzer süreçler oldu. Bu tür olaylarda hep, önce olayı çok önemsemeyip küçültmeye çalışıp, sonra reaksiyon büyüyünce, birtakım daha daraltılmış fâiller bulup, onların üzerine bindirerek olayı iktidârın genel sorumluluğundan ve bu zeminin tartışılmasından kaçırmaya çalışıyorlar. Ama bu hâdisede galiba ekstra bir durum daha oldu. Bu anlamda, senin söylediğin manevraya biraz daha hızlı döndüler. Bunun nedeni de, şu anda görüşülmekte olan anayasa teklifi ve o referandumdan umdukları şeyle ilgili. Yani “birtakım sapkınlıklar”, LGBTİ deyip, “âile kurumu”, “âileyi korumak için bilmem ne yapıyoruz” diye bir toplumsal demagojik set kurup ya da bir duvar örüp, %50 – %50 meselesini o duvarların arkasına yerleştirip, bunu seçimin motoru yapma niyeti varsa; “İşte bu sapkınlık, biz âileyi koruyoruz” derken, tam da sapkınlığın şâhikası ile karşı karşıya kalınması ve bunun sâdece tablonun bir parçası olduğu, hattâ yargısından yönetimine kadar, iktidârın çeşitli unsurlarının, ya buna göz yuman ya da bâzı açılardan imkân sağlayan bir durumda kalması, bence bu reaksiyonu hızlandırdı. Bu takvimin içerisine geldiği için, çok hızlı bir dönüş yaparak daha erken tepki verdiler. “Yok, iftirâdır. Yok, bunun Müslümanlıkla, dinle ilgisi yoktur” diyerek bunu daha uzatabilirlerdi. Gerçi kanıtlar da çok somuttu, ama ben politik bir tarafının da olduğunu düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Burada Saadet Partisi’nin bir açığa düşmüş olması da çok trajik, dramatik, ne dersen de… Onların televizyonu kalktı, kardeşlere söz hakkı verdi. Şimdi o kardeşler ne diyecekler, aynı şeyleri nasıl söyleyecekler? Acayip bir durum… Temel Karamollaoğlu “Âile rahatsız oluyor” diyor, âilenin babası sonuçta tutuklandı. Onlar için böyle garip bir durum oldu. Altılı Masa’da, Saadet Partisi dışındaki, özellikle seküler düşüncedeki kişiler için de açıkçası çok şaşırtıcı oldu.

Kemal Can: Demin uzunca konuştuk. Yanlış zamanda yanlış reaksiyonu vermek, yanlış zamanda yanlış pozisyonda olmak, belki de bâzen aslında yanlış tarafta dururken, orada yakalanmak… Bâzen de öyle bir şey ortaya çıkıyor. Bâzen zâten yanlış tarafta duran, yaşanan bir olayda, turnusol gibi açığa düşüyor. Belki de böyle tarafı var. Çünkü cemaatlerle kurulan ilişkide bu tür gelişmelerin, “dine saldırı, dindarlara saldırı” refleksinde bir problem vardır. Belki ilk refleks olarak buradan bakmak, insanı bâzen kaçınılmaz bir hatânın içine düşürüyordur. Yani bu politik öngörüyle değil, bakış perspektifiyle ilgili bir problemdir.

Ruşen Çakır: Bu olayda, özellikle birtakım meslektaşların tavır değişikliğini de gördüm. Birdenbire vicdan sâhibi oldular. “Bu dâvâ bu kadar ileri târihe bırakılır mı kardeşim! Olur mu? Hepsi cezâ alsın” diyenler oldu. Ama orada çok ilginç bir mekanizma var, Kemal. Yani bu insanlar tâlîmat gelmediği zaman ne yapacağını bilmiyor ve teâmüllere göre hareket ediyor. Önce, “Bizim burada gazeteciyi suçlamamız gerekiyor” diye bir tavır alıyorlar. Ama sonra, “Yok, biz burada mağdurdan yanayız” işâreti gelince, hepsi bir toparlanıyor. Aklıma hep şu geldi: Roboski katliamı olduğunda, televizyon kanalları saatlerce haber veremediler. Sosyal medya yıkılıyor. Çünkü Ankara’dan bu haber görülecek mi, görülmeyecek mi tâlîmâtı gelmedi. Vâli açıklama yaptı. Vâliliğin açıklamasını bile vermeye korktular, veremediler.

Kemal Can: Bunun örneğini Berat Albayrak ve Soylu istifâlarında da görmedik mi? 

Ruşen Çakır: Evet, evet. “Bu galiba hakîkaten istifa etti, ama biz bunu ne yapacağız?” diye kara kara düşündüler. Ama sonra da kraldan çok kralcı oluyorlar. Neredeyse CHP’yi suçlamaya kadar gidebilirlerdi. Neyse ki frene bastılar. Evet Kemal, burada bitirelim. “Haftaya Bakış”ı burada noktalıyoruz. İzleyicilerimize de çok teşekkür ediyoruz, iyi günler.

Kemal Can: İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.