Ali Hakan Altınay yazdı: Medenisi kaçmış siyasi

Norm ile normal aynı kökten türemiş ama zamanla anlamları bir miktar ayrışmış iki kelime. Bugün yaygın olan şeylere normal muamelesi yapıyoruz, öyle sınıflandırıyoruz. Eğer sık sık karşılaşıyorsak, onda bir anormallik yoktur diye düşünüyoruz. Norm ise, malum, ilke anlamına geliyor… norm olan şeylerin ilkesel olarak doğru olmasını bekliyoruz. Peki, yaygın olarak karşılaştığımız için normal muamelesi yaptığımız bir tarz-ı siyaset ilkesel olarak doğru değilse, nasıl bir yöntem izlemeli. Gelin konuya daha yakından bakalım.

Son bir yıldır iktidarın üst düzey yetkililerinden duyduğumuz bir çerçeve var: Siyaset dünyanın her yerinde alanını genişletmek ister. Siyaset alanını genişletirken alanına en sık girdiği rakibi hukuktur ve bunda pek de garipsenecek bir şey yoktur. Siyaset aynı zamanda rekabetçidir ve rekabetin üst sınırı olup olmadığı, mubah olmayan yöntemleri olup olmadığı net değildir. Rekabetin sonuçlarından yakınanlar – mesela siyasi rekabetin toplumsal kutuplaşmayı artırdığını iddia edenler – anti-siyaset ve dolayısıyla anti-demokratik bir duruşa sahiptir. Sonuçta Amerika’da da kutuplaşma var ama bu Amerika’nın bir demokrasi olmasının bir kanıtı ve sonucu. Totaliter sistemlerde kutuplaşma yok… dolayısıyla kutuplaşmadan şikayet edenler aslında gizli ya da açık bir totaliterlik özlemi içinde. Çerçeve az çok bu.

6 Ocak 2021’deki Kongre baskını, ABD’deki kutuplaşmanın zirve noktasıydı.

Aynı sıklıkta dillendirilmese de bu çerçeveye içkin varsayımlardan bir tanesi siyasetin çağlar boyunca yukarıda tarif edilen tür bir faaliyet olduğu. Sonuçta, Aristo’nun “insan siyasi bir hayvandır” tespitini siyaset bilimine giriş kitaplarını karıştıran herkes kolayca bulur. Siyaset binlerce yıldır böyle olduğuna göre bugün de böyle olması yanlış olamaz.

Gelin görün ki Aristo’nun ne dediğine yakından bakarsak pek bugünkü anlayışı teyit eder bir tespit ile karşılaşmıyoruz. Aristo’nun ifadesi “Antropos zoon politikon”… üçüncü kelimenin politik ya da siyasi diye çevrilmesi yaygın ama bence eksik, dolayısıyla yanlış. Daha doğru çevirinin “şehirli” olduğunu sanıyorum: İnsan şehirli bir hayvandır. Şehirliliğin tersi Aristo için köylülük, benzer bir tespit yapan İbn Haldun için bedevilik. Köyün belirleyici özelliği herkesin birbirini tanıyacağı kadar küçük olması. Köyden farklı olarak şehirde yabancı, tanımadık insanlar olması tanımının gereği. Şehirlilik tanımadığımız kişilerle iş tutabilme becerisine sahip olmak demek. Başka bir ifadeyle, şehirli olmak birbirimizle teması yoğun olan tanıdık ve tanımadık akranlarla müşterekleri yönetebilme irfanına sahip olmak demek. Farabi tam da bu yüzden Yunanca bir ifade olan politike episteme’yi “medeni ilim” olarak çevirmiş. Medineli olmanın adı olarak medeni. Batı’da politik olandan farklı, özgün bir eyleme biçimi olarak (Latince şehire dair anlamındaki ‘civicus’dan türeyen) civic’in kullanılması 17. yüzyılda başlıyor ama Farabi bu çok önemli ayrımı, vurguyu 11. yüzyılda yapıyor. Farabi, Bebek Parkı’ndan bize bakıyor ama galiba biz ona bakmıyoruz.

Peki, siyasi ile medeni arasındaki fark tam olarak nedir? Siyasinin temel derdi güç ve iktidar iken, medeninin odağı müşterekler ve muhabbet. Derdi güç olan siyaset için dikey, hiyerarşik ilişkiler önemliyken, odağı müşterekler olan medeni için irfan, yatay ilişkiler, akranlık ve dostluk önemli. Prusyalı general Carl von Clausewitz, savaş siyasetin başka yollarla yapılmasıdır demiştir, medeninin başka yollarla yapılması değil. ‘Antropos zoon politikon’daki politikon medeni olarak başlayıp siyasiye doğru evrilmiştir. Sonuçta her sistemde, toplumda bunlar aynı anda bulunur. Dikey ilişkilere ve güce duyarsız bir medeni olamayacağı gibi, müştereklere, muhabbete kör ve sağır bir siyasi de tehlikeli, zehirli bir mutasyon olacaktır.

Başta tasvir ettiğim çerçevede sadece kavramsal değil empirik hatalar, eksikler de var. Siyaset her yerde alanını genişletmeye çalışmıyor. Yüzyılın başında tüm dünyaya en saygın siyasetçinin kim olduğunu sorsak Güney Afrikalı lider Nelson Mandela cevabını alırdık büyük ihtimalle. TBMM de kendisine Atatürk Ödülü’nü vermeye karar vermişti. Mandela’nın saygınlığının bir kısmı siyasi maksimalizme yeltenmemesinden, bir dönem sonra cumhurbaşkanlığını bırakarak süreçlerin, kurumların güçlenmesini tercih edebilmesinden geliyordu.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Christchurch saldırılarının ardından Yeni Zelanda’daki Müslüman toplumuna taziyeye ilk gidenlerden biri Jacinda Ardern’di.

Geçen hafta Yeni Zelanda Başbakanlığını bırakacağını açıklayan Jacinda Ardern de gücü son damlasına kadar kullanmayı seçmeyenlerden. Ülkesinde iki camiye saldırı olduğunda başörtüsü takıp camiye koşmaktan imtina etmemişti. Ardern, nasıl hatırlanmak istediği sorulduğunda “Hem güçlü, hem de kind (iyi, nazik, merhametli) olunabileceğini gösterebilmiş birisi olarak” cevabını verdi. Rahman, rahim ve ekber olmanın ayrılmaması gereken nitelikler olduğunu vaaz eden bir felsefeyi hatırlayan var mı? Ya da eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’nun “Mesleki hayatımın en zor anı Avrupalı bir devlet başkanının ‘İslam’ın en önemli değerlerini en iyi uygulayan ülke hangisi diye baktık, Yeni Zelanda çıktı’ dediği andı” tespitini hatırlayan ya da biraz düşünmek isteyen var mı?

Amerika’daki kutuplaşmayı işaret ederek, medenisi zayıf siyaset tarzını savunanların, kutuplaşma sayesinde başkan olan Donald Trump’ın savunma bakanı Jim Mattis’e neyin uykusunu kaçırdığı sorusu sorulduğunda Çin ya da Rusya ya da İŞİD değil de Amerika’daki kutuplaşma cevabını verdiğini biliyorlar mı ya da önemsiyorlar mı acaba? Türkiye’de ana muhalefet liderinin linç edilmesine ramak kalması bile birbirimize geçmiş olsun dememize neden olamadı. Acaba ne olduğunda sınır geçilmiş olacak? Peygamberin kendisini sevenlere Medine’deki ilk nasihatının selamlaşmayı artırmak olduğunu söylenir… biz en son ne zaman selamlaştık? Selamlaşmayı kesmenin siyasi getirisi medeni bedeline değiyor mu?

Neyse ki toplum ve iktidar partisi sadece güçperestlerden oluşmuyor. Kin ve kibir telkin edenler kendi tepkilerini de oluşturuyor; birileri de medeni olanı onarma işi için kolları sıvıyor. Geçen yazıyı marifet iltifat ilişkisiyle bitirmiştik… bugün de aynı sonuca varmamak zor. Ya hırpalanmış medeniyi sağaltıp, güçlendireceğiz ya da medenisi kaçmış siyasetin kanseri ile çürüyüp, çökeceğiz. Seçim, neyse ki, bizim, hepimizin.