Toplumsal bir olgu olarak özel okullar basiret eksikliklerimizin, kör noktalarımızın bir aynası. Bu hırçın yargımı temellendirmeye çalışayım:
1990’ların başında ilkokul öğrencilerinin yüzde 1’i bile özel okullara gitmezken, bu sayı şimdi 10 kat artmış durumda. Eğitimin aşamaları arttıkça özel okullardaki öğrenci sayısı da artıyor. Akla gelecek ilk soru, bir toplumun tarihi boyunca temel fırsat eşitliği kulvarı ve ana sosyal mobilite kanalı olarak gördüğü eğitim alanında, paranın ayrıcalık satın alabilmesini nasıl ve niçin bu kadar çabuk kabul edebildiği.
Burada şu itiraz gelebilir: Paranın ayrıcalık satın almasına rıza gösterdiğimiz tek alan eğitim değil. Çok yazık ki bu itiraz doğru. Daha evvel de konuştuğumuz üzere ülkemizde yurtiçi bedelli diye bir ucube var. Paranız varsa askercilik oynama ayrıcalığınız var; paranız yoksa vatan hizmeti, vatanın korunması, şehit düşme ayrıcalığı size rezerve edilmiş. Bunda en küçük ahlak kırıntısı bulabilen, bunu yüzü kızarmadan savunabilen var mı bilemiyorum. Türk milliyetçiliğin iki partisinden sadece birisi bu uygulamaya itiraz ediyor. Daha önemlisi bedelliye parası yetmeyenlerin bu vahşi eşitsizliğe itiraz ettiğine dair bir belirti bulmak da zor. İlk dert etmemiz gereken konu bu: Niçin bu ağır ve ahlaksız eşitsizliğe itiraz edecek irade bu kadar seyrek? Yüz yıllık Cumhuriyet vatandaşlarında böylesi bir yurttaş onurunun alt yapısını niçin oturturamadı? Nasıl oluyor da 20 yaşından önce insanlarımızı eşit ve değerli hissetirecek ortamları, bunun kas hafızasını yaratmıyoruz? Bunu kendine dert eden bir karar verici sınıfın en ufak ipucunu son zamanlarda gören oldu mu?
İkinci mesele üst sınıfların ayrıcalık taleplerinde bu kadar utanmaz olması. Bu konuda dünyada yalnız değiliz. Niccolo Machiavelli’den, Herbert Spencer’dan başlayan Milton Friedman’a uzanan bir hat dünyanın bilebildiğimiz, veri üreten her köşesinde üst sınıfların bencilliği bir hak olarak görmesinin taşlarını bir güzel döşedi. Yine de bazılarının yüzü biraz olsun kızarıyor, bazıların yüzü ise hiç kızarmıyor. Murathan Mungan’ın veciz tespitiyle, “Memleketimizde her şey oluyorsunuz, bir tek rezil olmuyorsunuz çünkü sizin ayıplaması gerekenler bu görevi yerine getirmiyor”.
Orta sınıfın üst katmanlarının da burada vebali var. Sorsanız çocuklarını Milli Eğitim eliyle muhafazakârlaştırmadan kaçırmak için özel okullara yöneldiklerini söyleyecek bir sürü üyesi var bu grubun. Aynı grup Yunan adalarına gittiklerinde Türkiye’de para vererek halletmeye alıştıkları -plajların temiz ve medeni olmasını sağlamak gibi- işlerin başka yöntemlerle -mesela müştereklere iştiraken ve yarenlik ile müdahil olma kasının zinde olması/tutulması gibi- halledilebildiğini görüp, başka bir boyuta ayan insanların derin şaşkınlığı ile yurda dönüyorlar. Evet dostlar devlet okullarının okul aile birliklerine girip işin ucundan tutarsanız müştereklerin akranlarla idaresi anlamına gelen medeni kasımız gelişir ve önümüze de çokça yeni kapı açılabilir. İngiliz folklorunun önemli temalarından birisi olan Camelot’un mottosu belki bir şeyler ifade eder: “It is in serving one another that we remain free (Birbirimizi kolladığımız için özgürüz).” Sırası gelmişken, mahallerindeki devlet okullarının iyi işlemesi için kollarını sıvayan Hazal Acar, Suat Özçağdaş gibi dostlara da selam olsun. İyi ki varsınız.
Üçüncü çuvaldızım hayattaki en önemli ve en saf kamu malı olan bilginin aktarılması olan eğitimden para kazanmaya yeltenen özel sektörün basiret eksikliğine dair. Özel eğitimden para kazanmaya çalışmak yasal olabilir ama aslen ayıptır. Madem bu ayıbı işleyeceksiniz, bari bir katma değer yaratmaya çalışabilirsiniz. Bu kurumların öğretmenlerine yönelik cimriliği zaten belgeli. Benim dikkat çekmek istediğim nokta bu alanın özel girişimciliğe açılmasının topluma çeşitlilik, yaratıcılık sunma konusunda ne kadar güdük kaldığı. Amerika’nın günahları, ayıpları, suçları listesi uzun ama bir konuda hakkını teslim etmek lazım: Üniversite eğitimi alanında Amerikan kurumları Türkiye’deki özel okul yelpazesiyle karşılaştırılmayacak kadar yaratıcı ve yenilikçi işler yaptılar. Mesela Einstein’ın Amerika’daki kurumsal evi olan Institute for Advanced Studies en parlak bilim insanlarının ders verme zorunluluğu olmadan araştırmaya odaklanabilmeleri için kurulmuş ilk kurum ve özel sektör tarafından finanse edilir. Model çok başarılı bulunduğu için dünya farklı ülkelerinde benzerleri kurulur…doğru tahmin ettiniz, Türkiye bu ülkelerden birisi değil. Yaratıcı örnekler illa şöhret ve başarı merdivenin tepesine özgü değil. Mesela ilginç bir başka örnek, Deep Springs College. Yılda sadece 25 öğrenci alan, öğrencilerin tamamını para almadan ve yemek ve kalacak yer olanaklarını da ücretsiz sağlayan iki yıllık bir yüksekokul, Deep Springs College. Müfredatta el becerisi, kol gücü, sırt ağrısı gerektiren bir sürü zor iş de var, akşamları derin felsefe dersleri de…bir tür köy enstitüsü diye düşünebilirsiniz. 100 yıllık geçmişi olan bu yüksekokul kendini o kadar iyi kanıtlamış durumda ki mezunları, dilerlerse, Amerika’nın iyi üniversiteleri tarafında kapışılıp 3. sınıfa geçiş yapıyor. Bizde ne yazık ki bu tür deneysel işleri yapmaya cüret eden çıkmıyor. Böyle bir cesaret iddiasına belki biraz yaklaşan Sabancı Üniversitesi’nin kurucu rektörü Tosun Terzioğlu sonrası yaşadığı vasatlaşmayı bilen biliyor. Özel sektöre açılan bu alan kurumsal çeşitliliğe ve dirayete de vesile olmayacaksa, toplum bu alanın kâr hırsına açılmasına niçin izin versin?
Son 30 yıllık deneyimin ışığında benim önerim özel okul deneyinin muhasebesini yapmak ve cenazesini kaldırmak. Bu alandaki girişimciler toplumun kendilerine verdiği izni iyi kullanamadılar. Temel eğitimin ilk sekiz yılında özel eğitim kurumlarına izin vermenin toplumun geneline bir yararı yok ama zararı var. Herkes kendi mahallesindeki okula gitsin, komşularını, esnafını tanısın ve onlarla müşterekleri müzakere etmek becerisini artırsın. Bunun için 2-3 yıllık bir geçiş dönemi olması gerektiği aşikar. Vakıflar eğer tüm masrafları kendileri karşılayacaklarsa ve öğrencilerden hiç para talep etmeyeceklerse okul açabilmeli ama temel eğitimden para kazanma fikri artık meşru ve yasal olmamalı. Lise ve üniversiteler benzer bir yasak gelmesini önermiyorum ama şu andaki vakıf üniversitelerinden sadece beş tanesinin yıllık bütçelerinin en az yüzde 20’si yeni hibe olarak karşılama yükümlülüğünü muhasebe hilelerine başvurmadan yerine getirdiğini de bilen biliyor. Bu aşikâr hileye göz yumanların bunu niçin yaptığını bilebilmek benim için imkân dahilinde değil. Birçok konuda olduğu gibi bu alanda da yakınına pek uğramadığımız sahici bir müzakereye ve tabii hakikata ihtiyaç var.