Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ali Hakan Altınay yazdı: İnsan hakları hangi işe yaramaz ama hangi işe yarar?

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 75 yıl önce bugünlerde kabul edildi. Ben Birleşmiş Milletler’in (BM) New York’taki merkezini 17 yaşımda ziyaret ettim. Oradaki kitapçıdan aldığım Evrensel Beyanname posteri uzun yıllar yatağımın üstünde asılı durdu. Pek bilinmese de herkesin Beyanname’de bahsi geçen haklarla donanmasına elverişli bir sosyal ve küresel düzene hakkı olduğunu söyleyen 28. maddesini derslerimde ve yazılarımda gündeme getirdim. Bunlardan bahsediyorum çünkü birazdan insan haklarının kör noktaları, yoksunluğu bahsini açacağım ve bunların insan hakları konusunda doğal ya da eski bir antipatiden kaynaklandığını varsaymadan değerlendirmenizi dilerim.

Birinci mesele her durumda ve sevmediklerimiz dahil herkes için geçerli haklar fikrinin genelde varsayılandan çok daha çetin bir hedef olması. Gazze’de yaşananlar, korkan ve hınçlanan bir toplumun neler yapabileceğini -ve dünyadaki cari düzenin bu vahşete karşı ne kadar etkisiz olduğunu- çok acı şekilde herkesin gözüne soktu. Dilediğiniz kadar gözünüzü kaçırın fakat bu yaşananların tortusu artık bizimle ve kolay kolay unutulmayacak. Soğuk Savaş’ın sonundan sonra liberal Batı kurumları mimarisinin aldığı en ağır darbe bu olabilir.

Eğer yaşananların sadece İsrail sağına has bir tutumun sonucu diye düşünen varsa, sizi rahatsız edecek örneklerim var: Sevdiklerimizin tutuklu yargılanmasına büyük ve çoğu zaman çok haklı itirazlarımız var. Peki sevmediklerimizin tutuklu yargılanmasına da aynı itirazları yapıyor muyuz? Ben yapmadığımıza çok sık şahit oldum. 

Bir de insan haklarının suskun olduğu ama fani insanlar için önemli olan konular var. Sanatın, edebiyatın, hatta masalların olmadığı ama iki dakikada bir alışveriş yapılan bir dünya düşünelim. Arkadaşlığın, yarenliğin, muhabbetin olmadığı, evliliklerin karşılıklı onayla sadece beş yıl sürdüğü bir dünya. Siyasetçilerin rakiplerinin fotoğraflarını tuvalet kağıdına bastırıp dağıttığı bir dünya. Ölenlerin gömülmek yerine gübre yapıldığı bir dünya. Büyük petrol şirketlerinin para kazanmak uğruna iklimi geri dönülmez şekilde değiştirdiği ve insanlığın -yazıyla sekiz milyar insanın- sonunu getirebildiği ve insan haklarına bağlı olduğuna yemin eden bir uluslararası düzenin elinden hiçbir şey gelmeyen bir dünya. Böyle bir dünyada illa insan hakkı ihlalinden bahsedilemez ama makul bir çok insan için kabul edilemez bir dünya bu. Peki sorun nerede?

Sorun nerede? Sorun, çatısı aslen 75 yıl önceki Batı aklınca çatılmış bir paradigmadan her türlü iyi-doğru-güzel tanımımıza cevap vermesini beklememiz ve diğer iyi-doğru-güzel tanımlarının bayağı hırpalanmış veya güdük kalmış olmasında. 20. yüzyılın en önemli antropologlarından Clifford Geertz, 1970’lerde tespit ettiği üzere* Batı’nın insan tanımı evrensel değil bayağı öznel ve tarihi olarak da, coğrafi olarak da istisnai. Aynı tespit, çok daha fazla veriyle bir başka antropolog Joseph Heinrich, tarafından 2020 tarihli WEIRDEST People In The World kitabında tekrarlandı: İngilizce koşanların merkezinde olduğu Batı dünyasının insanı ziyadesiyle atomize, analitik ve sahip olma ilişkisini çok önemsiyor; dünyanın kalanı ise hiç böyle değil. Dolayısıyla evrensel olması murad edilse de, evrensel olmayan ve düzenin kurucularının da daha sahici bir küreselliğin gerektireceği meraka ve açık fikirliliğe hiç ama hiç sahip olmadığı bir paradigmadan bahsediyoruz.

Aklımızda tutmamızda yarar olan bir başka mesele, insan haklarının günün sonunda son derece düşük bir eşik olduğu. Bu minimal haklar manzumesinin önemini artıran bu düşük standartlara bile uymayı beceremeyen sistemler. Kimseyi bağımsız, tarafsız mahkemeler tarafından yargılamadan özgürlüğünden mahrum bırakmayın önermesinde hiçbir cüretkâr, ütopik taraf yok. Gelin görün ki sadece Türkiye değil, Amerika da bu ilkeyi ihlal ediyor. “Kimseye eziyet etmeyin” de aynı şekilde makul bir kural ama Avrupa’nın yaşayan en önemli düşünürü Habermas bile İsrail’in zülmüne mazeret üretiyor, İsrail’i eleştirenlere ayar veriyor.

Daha evvelki yazılarda kapitalizmin kısa vadeli şansı ve uzun vadeli şanssızlığının Marksizm gibi derinliksiz ama kibirli bir rakibe sahip olduğundan dem vurmuştuk. Benzer şekilde insan hakları paradigmasının şansı, kendisine rakip olabilecek başka iyi-doğru-güzel tahayyülü olanların ısrarlı çapsızlığı. İnsan haklarının fazlasıyla atomize birey varsayımı üzerine kurulduğunu, bu nedenle insan olma haline en içkin toplumsal ve ekolojik bağlarını yadsındığını, dirlik tanımının son derece eksik ve yanlış olduğunu iddia etmek mümkün, hatta gerekli. Ama böyle düşünenlerin işaret edebileceği herhangi erdemli, doğa ile uyumlu bir toplum örneği var mı? Sosyalist soldan güncel bir itiraz, “çare gücün onlarda değil bizde olmasıdır”ın ötesine geçmiyor; güç bizde olursa herkese doğrumuzu dayatırız nasıl olsa… Güzel ülkemizin pek çok cenahı ziyadesiyle güç ve iktidarperest. Ya İslami bir iyi-doğru-güzel tanımı adına konuşma hakkını kendinde görenler? En bariz zulüme, çirkinliğe sesini ekleyemeyenlerin insanlığa başka bir hayal, daha üstün bir ülkü mümkün ve gerekli deme hakkı var mı sahiden? Suskunluğunuzu kimsenin fark etmediğini mi sanıyorsunuz? Türkiye Yüzyılı bahsinde sormuştuk, bir kez daha soralım: Cari insan hakları çerçevesini aşacak, onu yetersiz kılacak erdemli, mesut düzeni kurmanın gerektirdiği yürek kimde var? Eğer böyle bir yüreği barındıramıyorsanız, en azından şifanın değil sorunun parçası olduğunuzu kabul etme namusuna sahip olmanızı beklemek de mi mümkün değil?

*(“The Western conception of the person as a bounded, unique, more or less integrated motivational and cognitive universe; a dynamic center of awareness, emotion, judgment, and action organized into a distinctive whole and set contrastively both against other such wholes and against a social and natural background is, however incorrigible it may seem to us, a rather peculiar idea within the context of the world’s cultures” Clifford Geertz, Bulletin of the American Academy of Arts and Sciences, 1974)

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.