Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ali Hakan Altınay yazdı: Muhabbete dair

Daha önce de Silivri ikametgâhımın dokuz bininci saati vesilesiyle, mahpusluk deneyiminin sürprizleri, bilinmeyenleri üzerine yazmıştım. Yargımızın üstün performansı sayesinde 12 bin saat eşiğini de aştık. 12 bin saat nediri anlamak, hissetmek isteyenleri Meriç Kahraman’ın 7 Eylül’de HalkTV’deki 60 saniye deneyini izlemelerini ve sonra da onu 720 bin ile çarpmalarını önerebilirim. Ben bugün sizlere 9 bin saatte fark etmeyip 12 bin saatte fark ettiğim bir meseleden bahsetmek istiyorum: Muhabbetin hikmeti. 

Eğer Marmara 9 No’lu Cezaevi’nde ikamet ediyor iseniz, aileniz, dostlarınız, sevdikleriniz ile konuşmak için haftada bir tane 10 dakikalık telefon görüşmeniz, bir tane de 60 dakikalık yüz yüze görüşme hakkınız var. Sonuçta 7 günde 10 + 60 = 70 dakika iletişim imkânınız var. Yani günde 10 dakika… 5 dakika onları dinlemek, 5 dakika da anlatmak için. Zaman son derece sınırlı olduğu için konuşulacak şeyleri önceden düşünmek, planlamak, o an aklına bir şey gelirse onu söylemeyip sistematik şekilde bir sonraki konuya geçme disiplini önemli. Bu pratiğe çok isim verilebilir ama muhabbet etmek denemez çünkü muhabbet açık uçlu, insani, karşındakini duymaya, hissetmeye, onunla evrilmeye dayanan bir faaliyet. Kısacası mahpusluğun bir yanı da muhabbet mahrumiyeti, sevdiklerinizle hemhal olma, onlarla insan olmaktan mahrum bırakılmak. 

Sevgili eşim Hande kocaman yüreği ve bilgeliğiyle tutukluluğumun 500. gününe dair tweetinde bu dönemde bizimle duranlara teşekkür edip “beraber insan kalabildik” demiş! Ne kadar doğru! İnsan kalabiliyorsak bunu ancak beraberce yapabiliyoruz. Thomas Hobbes’un bir tür kabusu tarif etmek için kullandığı ve siyaset bilimcilerin iyi bildiği bir hayat tanımı vardır, “short, nasty and brutish” (kısa, kötücül ve kavga dolu). Bu üç sıfattan önce gelen ve çoğu zaman unutulan bir dördüncü sıfat ise solitary (yalnız)’dir. Kabus müştereksiz ve muhabbetsizdir… İyi, güzel ve doğru ise müştereken ve muhabbette inşa edilir.   

Daha evvel de buradaki yazılarda birkaç kez en insani, en büyülü faaliyetimizin muhabbet etmek olduğunun lafı geçmişti. Bu sefer, dilerseniz, muhabbetin İngilizce karşılığı olan “conversation”ın etimolojik kökeninden başlayalım. Conversation beraber değişmek anlamına gelen iki kelimenin birleşmesinden oluşuyor. İlginç değil mi? Bilgi, malumat alışverişi değil esas mesele… Aynı anda -illa aynı yöne değil- değişme olasılığı. Peki, bizim “Laf lafı, laf kalbi açar” deyişine ne demeli? Kalbe giden yol muhabbetten geçiyor olabilir mi? O yüzden mi “Muhabbet olmadan, merhamet olmaz” denmiş? Gazali konusundaki kitabında Mustafa Çağrıcı, Gazali’nin kelam erbabına, münazaralarda rakiplerini yenme şehvetiyle esas meselelerin kalp ile ve sevgiyle anlaşılacağını unuttukları eleştirisini anlatır. Çok benzer bir duyarlılık Dilthey ve Wittgenstein’da da var: Sahici anlama bir miktar sempati olmadan gerçekleşmiyor.

Mevlana, Mesnevi’sinde muhabbetin bakırı altın yaptığını söyleyerek muhabbetin simyasal karakterine dikkat çeker. 21. yüzyılın bir sürü külfetine rağmen bize sunduğu olağanüstü imkanlardan bir tanesi kadim tespitlerin, tezlerin veri temelli teyidini yapabilmek. Bilimsel çalışmalar bize keyifli sahici bir muhabbet içindeki kişilerin bedensel mekanizmalarının senkronize olduğunu gösteriyor. Ne kadar ilginç değil mi? Tasavvufta vuslat, tevhid olarak bildiğimiz meseleyi artık veri temelli görebiliyoruz. Tam da bu çalışmaların tespit ettiği yanları nedeniyle muhabbet en insani, en büyülü faaliyetimiz. Ve ondan mahrum kalmak büyük bir eziyet, haksızlık ve zulüm.

Derin birkaç nefes alıp devam edelim: Muhabbet etmek çok insani, insanı insan yapan bir faaliyet ise, biz de hasbel kader bunun farkındalığını, hikayesini demlemiş bir kültür isek, Türkiye Yüzyılı vesilesiyle ya da başka vesilelerle dünyaya anlatmak istediğimizin bir yerlerinde, merkezinde muhabbet medeniyetinin neye benzediği olmalı mı? Böyle bir iddia risksiz bir hamle değil. İlk akla gelebilecek risk, bundan önceki hamasi tezlerimizin içini doldurmakta zorlandığımız gerçeği. Mesela bir vakıf medeniyetinin varisi olduğumuzu söylemeyi seviyoruz. Turgut Cansever, Osmanlı Şehri kitabında Osmanlı’da şehir merkezlerinin nasıl vakıflara ait olduğunu ve bu sayede artı (ya da katma) değerin vakıflar yoluyla yine kamu yararına kullanıldığını, herkesin evini komşusuyla mutabık kalarak yaptığını anlatır. Lakin, 2023 Türkiye’si Osmanlı nakit vakıflarının vakfiyesini Vakıfbank eliyle hazineye gelir yazmış, müşterekleri iştiraken yönetmek konusunda becerikli olduğumuzu iddia etmenin kolay olmadığı bir fotoğraf sunuyor bizlere.

Ben yine de bir muhabbet medeniyeti olma, bunun yararlarını, hikmetini dosta, düşmana gösterme ülküsünü seviyorum. “Bu cüretin temeli, nedeni ne?” derseniz, size anlamlı, şüphelerinizi giderecek bir cevap veremem. Galiba buna cüret etmenin hayırlı bir heves, gayret olduğuna inanıyorum. Bill Gates birçok zor sorun için “Bu konuya biraz daha IQ (zeka) uygulamamız lazım” diyor… Ben de bizim zor sorunlara muhabbet uygulayarak çözen bir toplum olmamıza öykünüyorum.

Söylemeye gerek yok herhalde ama böyle bir ufuk sadece iktidar partisinin derdi olamaz; eğer böyle bir iddiamız olacaksa bu iktidarıyla, muhalefetiyle, futbol taraftarıyla, muhtarıyla, sanatçısıyla, mimarıyla hepimizin, çoğumuzun önemsediği bir ülkü olmak durumunda. Olabilir mi? Olabilmeli.

Komşu kapısı tabirini duymuşsunuzdur. Ben örneğini Bergama’daki yamaç mahallesinde gördüm. O mahallede evlerin yol üstündeki kapıları bildiğimiz, alıştığımız türden anahtarla açılan ev kapısı. Evlerin arkasında ise bahçeler var ve bahçelerde birbirine açılan kapılara komşu kapısı deniyor. O kapılar kilitsiz. Komşu komşuya uygun bulduğu zamanda gelebiliyor. Muhtarlar niçin komşu kapısı ismini verdikleri mekanlar kurmasınlar? Oralarda mahalle sakinlerinin, annelerin diledikleri zaman gelip sohbet etme, çocuklarının bakımını birbirleriyle paylaşma imkanı olmasın? İmkan ile aynı kökten gelen mekanın muhabbete elvermesi, desteklenmesi, mayalanmasının gereklerini mimarlarımız, şehir plancılarımız niçin düşünmesin? Siyaset erbabından birisi çıkıp tüm rakipleri için bir hayırlı tespit yapma cesaretini niçin göstermesin? Açık yüreklilikle söyleyeyim, bunları ve benzerlerini yapabilmek, dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girmekten çok daha fazla ilgilendiriyor beni. “Peki sen bu konuda ne yaptın?” diye sorma hakkınız tabi, var. Ben de karınca kararınca şu ortamın oluşmasına emek, gönül verdim:

Biz hele bu ülküyü önemseyelim, arkası mutlaka gelir. Daha evvel de konuşmuştuk: Türkiye Yüzyılı öncelikle yürek gerektiriyor.

e-mail: haltinay@globalcivics.net

Mektup adresi:
Ali Hakan Altınay
Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü
Semizkumlar Mah. Çanta Cad. No: 162
Silivri Kapalı Cezaevi (9 no’lu Cezaevi), Koğuş: A47
İstanbul

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.