Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ali Hakan Altınay yazdı: Muasır medeniyet ve biz

Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasının 100. yılını arkamızda bıraktık. Cumhuriyet’in 100. yılına ise 400 gün kadar var. 100. yıl hiç azımsanmayacak bir kilometre taşı ve doğası itibarıyla hem geçmişe dair bilançolarımızı hem de geleceğe yön verme denemelerini cesaretlendiriyor. Bu çabalara Silivri’deki bir koğuştan yeltenmenin garipliğini görmezden gelip, muasır medeniyeti yakalama, aşma meselesini birlikte düşünmeyi önereceğim sizlere.

Ülkelerin, toplumların uzun erimli ülkülerinin göreceli hedefler olması işin doğası gereği galiba. Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) 1776 tarihli Bağımsızlık Bildirgesi “daha mükemmel bir birlik”ten (“a more perfect union”) bahseder. Avrupa Birliği (AB) ise “ever closer union” (daha yakın bir birliktelik) hedefini koyar. Bizimkisi ise muasır medeniyeti yakalamak ya da aşmak. Olimpiyatlardaki rekorlarda, rekor egale edildiğinde o rekor yine size ait olur; biz de bu tartışma açısından yakalamak ve aşmaya aynı şey muamelesi yapabiliriz. Amerika için daha mükemmel birliğin ne anlama geldiğine o dönemin Amerikalılar’ı karar verebileceği gibi ya da daha yakın birliğin tam neye karşılık geldiğinin cevabını o dönem AB vatandaşları vereceği gibi, muasır ya da çağdaş medeniyetin ne olduğuna da o dönemin Türkler’i karar verir.

1776 yılında ABD Bağımsızlık Bildirgesi’nin ilanı (John Trumbull, 1818)

Cumhuriyet’in ilk döneminde çağdaş medeniyet tahayyülümüzde, Batı’nın ağırlıklı bir referans olması kaçınılmazdı. Batı hem azılı askeri hasmımızdı hem de iyi/güzel/doğruya dair herkesten çok söz üretiyordu ve bizim Afrikalı, Çinli, Hintli dostlarımızın bu sorulara verdiği cevapları öğrenebilmemiz hiç kolay değildi. Tam burada küçük bir hatırlatma yararlı olabilir: Eşitsizlik bahsinde neredeyse her zaman gelir eşitsizliğine dikkat kesiliyoruz ama küresel ölçekte hesaba katmamız gereken en az üç eşitsizlik daha var: Servet, hayat beklentisi ve eğitim. 1870 yılında dünya eğitim açısından, 1870-2020 arasındaki en yüksek gelir eşitsizliğinden de daha eşitsizdi. Bu veri o kadar çarpıcı ki birkaç kez üst üste okumayı gerektirebilir: Dünya gelir olarak, 1870’de eğitimde olduğu kadar eşitsiz hiç olmadı. Tam da bu derin eşitsizliğin hemen sonrasında geldiği için 1870-1929 arasındaki 60 yılın Batı’nın en kibirli, en üstünlükçü olduğu dönem olduğunu hatırımızda tutmamız önemli. O dönem Batı referanslı bir muasır medeniyet tanımlaması ne kadar kaçınılmazsa, güç mimarisinin dramatik şekilde değiştiği 21. yüzyılda çok daha kapsayıcı bir muasır medeniyet tanımı o derece mümkün ve zorunlu.

İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasına denk gelen dönem ise Türkiye için daha farklı. Bir defa Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi gibi birlikte nasıl yaşayacağımıza dair normların üretildiği kurumların ilk halkasında kurucu olarak varız. Başka bir deyişle, çağdaş uygarlığın neyi içerdiğine karar verilen masalarda ev sahibiyiz. Her zaman aktif bir norm üreticisi olduğumuzu söylemek zor ve üretilen normlara uyumumuz sorunsuz değil ama ilk 25 yıllık dönem ile niteliksel bir fark var artık.

Ben benzer bir kırılmanın 21. yüzyıl başı ile birlikte yaşandığı kanısındayım. İddiam, 21. yüzyılın başına gelecekten bakıldığında, Batı’nın üstünlüğünün bittiği dönem olarak anılacağı. Bu iddia çok orijinal ya da cesur bir iddia değil aslında… Amerika için orta vadeli projeksiyonlar yapmakla görevli resmi kuruluşlar herkese açık raporlarında bunu tartışma götürmeyecek bir netlikte yazıyorlar. Bu bitişin alt aşamaları var: Irak Savaşı, Amerika’nın dünyada kalan son kredisini fena tüketti. 2008 finans krizi Amerika’nın marifet gösterdiği varsayılan bir alanda ne kadar kof olduğunu herkesin keşfetmesinin fırsatı oldu… Dileyen buna Euro’nun dizaynındaki hataları ve Brexit meselesini de ekleyebilir. Son olarak da Batı modernitesinin en tekamül etmiş projesi olan Amerikan Cumhuriyeti’nin başına Donald Trump gibi cahil bir şarlatanın geçebilmesi konunun kapanmasına neden oldu. Batı paradigmasının karizması bütün dünya için geri dönülmez şekilde örselendi. Becerebilirsem, bunun hem dünyanın kalanı hem de Batı’nın kendisi için hayırlı bir gelişme olduğunu göstermeye yelteneceğim.

Tabii “Hangi Batı?” sorusunu da sormalıyız. 2020’de yayımlanan “The WEIRDest People in the World” adlı kitabında Harvard Üniversitesi’nden bilim insanı Joseph Henrich, modern Batı’nın insan tanımının hem coğrafi hem de tarihi bir istisna olduğunu son derece ikna edici şekilde betimler ve bunun arkasındaki toplumsal süreçleri araştırır. Henrich’e göre, Batı’nın insanı gayet bireyselci, otonomisi konusunda kıskanç ve mal-mülk konusunda sahipçidir. Uzun zaman evrensel insan modeli olarak sunulmuş bu istisnai tanımın sadece toplumsal değil, fikri arka planı var tabii. Descartes’ın 17. yüzyılda “ben ve öteki”, “akıl ve beden” arasında çok keskin çizgiler çektiğini hatırlayanlar vardır herhalde. Hobbes bize “İnsan insanın kurdudur” tespitini verdi. Adam Smith, akşam yemeğimizi bakkalın, kasabın merhametine değil de çıkarına hitap ederek sağladığımızda herkesin daha müreffeh yaşayacağını vaaz etti. Charles Darwin ve Herbert Spencer doğadaki acımasız rekabetin insan ilişkileri için de norm olarak kabul edilmesini sağladılar. Milton Friedman ise açgözlülüğün iyi bir şey olduğunu buyurdu.

Fransız filozof, bilim insanı ve matematikçi René Descartes (1596-1650)

René Descartes’tan Milton Friedman’a uzanan bu hat bize, son derece atomize bireyleri, onların bedensel hazlardan oluşan çıkarlarını, o çıkarları hesaplayan rasyonel aklımızın meta hikayesini anlatır. Bu meta anlatıda atomize bireylerin toplumu oluşturan diğer hemşerileriyle ilişkileri; doğayla olan bağları; parçası oldukları toplumsal ve ekolojik ağların dirliğinin önemi, duygular, sanat, dostluk gibi hayatı yaşanmaya değer kılacak şeyler yoktur. Bu hattın Ken Loach filmlerindeki distopyadan başka bir şey çıkaramayacağı sonucuna varmak işten bile değildir. Eğer ciddi bir rota düzeltmesi olmazsa gelecek nesiller çok daha sert yargılara varacaktır. Bunun baskın bir sebebi iklim krizi. Rasyonel olmakla övünen meta anlatının göz göre göre insanlığın sonunu getirdiği sonucuna ulaşmamıza çok az kaldı. Bu yüzyıl içinde ortalama sıcaklığın 8 derece artması olasılık dahilinde. Marshall Sahlins, “The Western Illusion of Human Nature” (Batı’nın İnsan Doğası Yanılsaması) isimli kısa kitabının sonunda “Batı’nın insan tanımı yanlış varsayımlar üzerine kuruldu ve dünyanın sonunu getirdik” der. Toplumu Descartes-Friedman çerçevesinde organize etmenin olumsuz sonuçları sadece ileride göreceğimiz gelişmelerden ibaret değil. Bugünün Amerikası’nda ortanca yani kendisinden zengin ve kendisinden yoksul aile sayısının eşit olduğu ortanca ailenin bankada 1000 dolardan az parası var. Bu da son derece gaddar ve para merkezli bir sistemde insanların yarısının olağanüstü kırılgan bir şekilde yaşamasının makul ve meşru bulunduğu, bu vahim duruma bir çare geliştirme çabasının olmadığı anlamına geliyor.

Bahsettiğim paradigmanın kısa vadedeki şansı ve uzun vadedeki şanssızlığı kendisine meydan okuyan ana rakip olan Marksizm’in de benzer kör noktalarına sahip olması. Modernitenin ve pozitivizmin en küstah döneminde yaşamış ve yazmış olan Marx, Hindistan için İngiliz sömürgeciliğinin ilerici ve hayırlı bir durum olduğunu iddia edebilmişti, mesela.

Türkiye, sağıyla da soluyla da, betimlenen Descartes-Friedman anlatısını hiç ikna edici bulmadı. Bu paradigmaya katılım zorunlu olduğunda, katılımımız hep gönülsüz bir katılım oldu. Hazır bu paradigmanın albenisi iyice azalmışken, gönül ister ki daha derinlikli, dünyanın diğer coğrafyalarıyla kompleksiz bir ilişki içinde anlamlı bir alternatif ortaya koyalım. Bunun ana omurgası insanın ontolojik olarak ilişkileriyle var olduğu tespiti. Nazım’ın “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine. Bu hasret bizim” dizelerini hatırlamayan ya da her okuduğunda heyecan hissetmeyen var mı? Peki, burada bahsedilen İslamiyet için çok temel olan varlığın birliği (tevhid) anlayışı, değil mi? Nazım’ın ağaç-orman betimlemesi ile vahdette kesret, kesrette vahdet formülü arasında ne fark var? Sahi, birbirimizle didişmeye kısa bir ara versek, çok anlamlı bir hikaye hediye edemez miyiz insanlık ailesine? Bunu denemeye değmez mi?

“Lahana, otomobil, veba mikrobu ve yıldız

hep hısım akrabayız.

Ve ey güneş gözlü sevgilim, ‘Cogito, ergo sum’ değil

bu haşmetli ailede varız da düşünebilmekteyiz

ve

Sevgi aptallık değildir, zekayı aşan bir zeka, duyguyu aşan bir duyarlılıktır.

Yukarıdaki satırların yazarlarını bilen, siyasi tercihlerini tahmin edebilmeyi önemseyen var mı bilmiyorum ama insan kimdir, bu hayatı nasıl yaşamalıdır sorusuna verdikleri cevapların Descartes-Friedman hattından çok farklı olduğu konusunda hemfikir olabiliriz herhalde. Aşı da, ombudsman da bu topraklardaki uygarlıklardan esinlenerek geliştirilen çok önemli buluşlardır. Kin ve zulüm sarmalına ara verip, muhabbet temelli bir uygarlığın neye benzeyeceğini dünyaya göstermeye var mıyız?

Üstelik biz bunu yapabildiğimizde, Batılı dostlarımız her Descartes için bir Spinoza, her Hobbes için bir Bartolome de Las Casas, her Smith için bir Thomas Paine, her Herbert Spencer için bir Kropotkin, her Milton Friedman için bir Elinor Ostrom’un kendi hikayelerinin bir parçası olduğunu hatırlayabilecekler. Varlığa içkin temel hakikatı anlatmayı önemseyen dostlar, bu işe var mısınız? Bunu yapabilen Türkiye dünyada çok ilginç muhabbetlere vesile olacaktır. Böyle komplekssizce dünyalı bir Türkiye, Tagore ile Halide Edip’i karşılaştırabilen, Amitav Ghosh ile Desmond Tutu’yu beraber okuyan, Ursula LeGuin ile Engin Geçtan’ı karşılaştıran, Tu Weiming ile Dücane Cündioğlu’nu bir arada dinlemekten keyif alabilen bir Türkiye, sahi çok mu zor? Belki de değildir. Muasır medeniyet, bizim olmasını seçtiğimiz, gerçekleştirmeyi seçtiğimiz şeydir belki de. Muhtaç olduğumuz kudret, yanımızda oturuyor.

Mektup adresi:
Ali Hakan Altınay
Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü
Semizkumlar Mah. Çanta Cad. No: 162
Silivri Kapalı Cezaevi (9 no’lu Cezaevi), Koğuş: A47
İstanbul

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.