Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ali Hakan Altınay yazdı: Uyuyan güzel olarak Türk vergi verenleri

Eğer haberlere arada sırada bakıyorsanız hükümete yakın mecralarda Gazze haberlerinden, hükümete mesafeli mecralarda da yüksek yargıdaki sorundan haberdar olabilirsiniz. Galiba hiçbir mecrada görmeyeceğiniz haber ise Türkiye’nin şu anda 2024 bütçesini Meclis’inde tartışıyor olduğu. Modern siyasetin, parlamentoların, katılımın ana ekseni olan bütçe meselesine bizim bu kadar ilgisiz olmamız üstüne düşünmek yararlı olabilir.

Mesela şu deneyi yapabiliriz: Türkiye’de siyasetle, ülkenin haliyle ilgili söz, iddia, tez üreten kişilerden Türkiye’nin bütçesinin büyüklüğünü tahmin etmelerini isteyin. Eğer birazcık bile yaklaşan birisi çıkarsa (en kaba büyüklükle devlet 2024’te bizlerden 8 trilyon TL gelir elde etmeyi ve 9 trilyon TL harcama yapmayı planlıyor) elini sıkın ve bundan sonraki tezleri daha ciddiye alın derim. Ya da İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve Başkanı konusunda olumlu ya da olumsuz herhangi bir görüşü olanlardan İBB bütçesini tahmin etmelerini isteyebilirsiniz. İştirakler dışında 100 milyarlık bir bütçeyi bilen herkese çay ısmarlama sözü verebilirsiniz, elinizi cüzdanınıza atmayacağınız kesin gibi. İBB bütçesinin 100 milyar değil de 10 milyar ya da 500 milyar olmasından bağımsız İmamoğlu’nun başarı ya da başarısızlığını konuşmak mümkün olmasa gerekir ama necip Türk milleti olarak biz bunu beceriyoruz. 

Bütçe büyüklükleri, süreçleri, kalemlerine dair ilgisizliğimiz, bütçenin bizden çıkan gelirlerden oluşmadığı yanılgısıyla ilgili olsa gerek. Herkes kendi dışında, kendisinden daha az uyanık birilerinin ödeme hatasını yaptığı gelirlerin harcandığını düşünüyor olabilir mi? Bunda yıllarca bize anlatılan “40 milyon seçmen ve 4 milyon vergi veren var” yanılgısının da bir payı olsa gerek. Halbuki Türkiye’de 85 milyon vergi veren var. Çünkü hiçbir gelir, kurumlar ya da servet vergisi vermeseniz bile sadece tüketim yaparak devletin harcadığı ana geliri siz yaratıyorsunuz. Bundan yıllar önce Ünal Zenginobuz ve ekibinin farklı tüketim tiplerine bakarak yaptığı çalışma, harcadığımız her 100 TL’nin 24 TL’sinin Ankara’ya vergi olarak gittiğini gösterdi. Son KDV zamları da düşünülünce bu oranın azalmayıp artığını varsaymak hata olmaz. Otomotiv gibi kalemlerde bu oran çok daha yükseliyor. Yine Zenginobuz ve arkadaşlarının hesaplamalarına göre ülkedeki en standart 1,6 litre motorlu arabayı alıp, milli ortalamalarda kullandığınızda beş yıllık harcamanızın yüzde 75’i esasen vergi. Başka bir deyişle siz bir araba alıp, beş yıl kullanırken aslında dört araba alıyorsunuz ama üçünü Ankara’ya verdiğinizde dördüncüyü beş yıl boyunca kullanma ayrıcalığına kavuşuyorsunuz. Yaşı tutanlar belki hatırlar, Turgut Özal benzinin litresini 1 Alman Markı seviyesine (tarihsel ortalama olarak 1 Amerikan dolarının 2 Alman Markı ettiğini varsayabiliriz) getirebilse, atacağı kalkınma hamlelerinin hayalini kurardı. Bugün benzinin fiyatı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için 1 Amerikan dolarını da geçti ve 1 İngiliz pounduna, yani Özal’ın hayal bile edemediği kadar vergi ödediğimiz düzeylere, geldi. Bu fiyatı uluslararası piyasada değişen fiyatlarla açıklamaya kalkanlara prim vermemenizi öneririm. Duyduğunuz uluslararası piyasa fiyatları varil için ve bir varil de 160 litre ediyor. 

Vergi ile temsiliyetin ve siyasetin en yoğun şekilde ilişkilendirildiği ülkelerden birisi Amerika Birleşik Devletleri. Amerika’nın İngiltere’ye karşı verdiği bağımsızlık savaşının temel meşruiyeti rıza gösterilmeyen ve seçilmiş temsilcilere onaylatılmadan yürürlüğe konan vergiler. Bugün de sık rastlanan sloganları, “No Taxation Without Representation (Temsiliyet Olmadan Vergi Verilmez)”. Şunu da akılda tutmak isteyebilirsiniz: Bundan 100 yıl önce Amerikalılar bizlerin bugün ödediğinin onda biri kadar vergi veriyordu. 1900’lerin başında Amerikan devlet bütçesi o dönemin gayri safi milli hasılasının yüzde 2-3’ü civarındaydı, bugün bizim için bu oran yüzde 30. Yani büyük paralar ödedikleri için bütçe hakkı konusunda bu kadar talepkâr olmadı o toplumlar ya da biz onların tarihsel olarak ödediklerinden çok daha fazla vergi ödememize rağmen onlarla karşılaştırılamayacak kadar ilgisiziz bu meselelere. Amerikan demokrasisi için temel kurumlardan bir tanesi Congressional Budget Office denen mekanizma. Meclisin önemli ve çok saygın bir kolu olan bu ofis Amerikan meclisine sunulan her yasa tasarısı için bir maliyet öngörüsü ve bu değişikliğin orta vadeli refaha etkisi tahmini çıkarır ve tartışma o maliyet hesabı üzerinden yürür. Bütçe ofisinde çok yetkin iktisatçılar çalışır ve kimse de onların öngörülerini tartışmaya açma ve bu nedenle tiye alınma hatasını yapmaz. Böyle olunca ve bir tür bütçe kültürü kök salınca hiçbir ciddi siyasetçi seçim günü “Bizim iktidarımızda maçları ücretsiz yayımlanacak” gibi desteksiz atmaz. 

İtiraf edeyim siyaset sınıfının bu durumdan memnun olduğundan şüpheleniyorum. Karşınızda size 8 trilyon gibi bir kaynak yaratacak ama bunu yarattığının ayrımında olmayan bir toplum varsa, onu uyandırmanın bir gereği yok diye düşünebilirsiniz. Bu bütçeden dilediğiniz gruba ya da kişilere kaynak transfer edebilirsiniz (ya da transfer etmeyi vaat edebilirsiniz) ama bunu da kendi alicenaplığınızın sonucu olarak açıklayabilirsiniz. Mesela EYT’nin maliyeti ve fırsat maliyetini kimse sormaz, soran olursa da cevap vermemenin bir götürüsü olmaz güzel ve yalnız memleketimizde. Toplumsal adalet EYT ile mi yoksa kreşten 8. sınıfın sonuna kadar ücretsiz, kaliteli, zorunlu kamusal eğitimle mi artar sorusunu İşçi Partisi de, Liberal Demokrat Parti de sormaz.  Ya da e-devletin zengin veri havuzu zorunlu trafik sigortanızın dün bitmiş olduğunu keşfedip yolunuzdaki trafik polisince durdurulmanıza ve uyarılmanıza imkân verir ama yıl sonunda size bir e-posta ya da eski usul bir mektupla bu sene ailecek şu kadarı market alışverişi KDV’si, şu kadar benzin harcaması kaynaklı dolaylı vergi, şu kadar ödediğiniz kiradan kaynaklanan gelir vergisi, şu kadarı bordrodan kesilmiş gelir vergisi olmak üzere devlete toplam xyz kadar vergi ödediniz diye bir mektup göndermez ve bunu hiç olmazsa gelecek yıldan itibaren yapmayı AK Parti de, CHP de size vaat etmez. Acaba neden?

Birey ya da aile olarak kamu için yarattığımız kaynağın büyüklüğünün ayrımına vardığımızda korkarım mesele bitmiyor sadece başlıyor. Geçen yıl hakları konusunda arsızlık, sorumlulukları konusunda beleşçilik hali olarak lümpenlik üzerinde durmuştuk. Lümpenlerimizin ödedikleri vergilere dair yeni bilgilerle donandıklarında daha da arsız olacaklarını tahmin etmek zor değil ama bu meseleyi konuşmadan, bu alanda bir ehliyet geliştirmeden reşit bir toplum olma imkânımız olmadığı da çok açık. Sorumluluk duygusu nasıl kök salar meselesi sosyal bilimin eski, inatçı sorularından birisi. Benim anlayabildiğim kadar iki patika var: Ya büyürken etrafımızda iyi, erdemli, sorumluluk duygusu gelişkin insanlar (saygın bir aile üyesi, faziletli bir esnaf, irfanı yüksek bir öğretmen ya da komşu) görüp onu örnek alıyoruz ve büyüdükçe yaşadığımız hayal kırıklıklarını sağaltmamıza imkân veren bir toplumsal örüntü şansına sahip oluyoruz. Ya da sorumluluk sözünün kökünde olan sorulara içimize sinen cevaplar verme hedefimiz – ya da verememe utancını içimize yedirememe hali – bizi terbiye ediyor. Bunun olabilmesi için birbirimizi kaale almamız, birbirimizi görmemiz, duymamız, saymamız gerekiyor. Birbirimizin suallerini (mesuliyetin tohumu) önemsememiz, sorulmadıklarında bile sorulabileceklerini içimizde hissetmemiz, birbirimiz tarafından ayıplanmayı dert etmemiz gerekiyor. Ben, bütün çürüme, yozlaşma belirtilerine karşın geç olduğuna inanmıyorum. O nedenle uyuyan güzelin uyanması ve büyümesinden yanayım. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.