Ölümünün 42. yılında oğlu Özdemir Asaf’ı anlattı: “Eğer bir yazıda ustalık eksikliği varsa, ona ait değildir”

“Çiçek Senfonisi”, “Lavinia”, “Benden Sonra Mutluluk” adlı kitapların da aralarında olduğu çok sayıda unutulmaz esere imza atan şair, yazar Özdemir Asaf’ın vefatının üzerinden 42 yıl geçti. Asaf’ın ölümünün 42. yıl dönümünde, oğlu Gün Arun ile Özdemir Asaf üzerine bir söyleşi yaptık.

  • Özdemir Asaf’ın oğlu olmak nasıl bir duygu? Onu bir şairden öte bir baba olarak tanımak size nasıl hissettiriyor?

Annem bir keresinde gülümseyerek babamın gözlerine bakıp “Zor bir eş, ama çok iyi bir baba” demişti. Hem Özdemir Asaf’ın hem Yıldız Moran’ın oğlu olmak çok değerli bir şey. Her sorduğumuz soruya en zengin şekilde cevap alan, gözlerinin içine bakılarak konuşulan çocuklardık biz.

Çok kaliteli insanlardı ikisi de ama biz onların kaliteli insanlar olduklarını bilmiyorduk. Daha sonradan yaşam bize çeşitli yansımalar ile ne derece kaliteli ve anlamı insanlar olduklarını öğretti. Paylaşımların ne kadar zengin, yaşam çevrelerinin ne derece sıradışı, tanıdığımız insanların ne kadar ışıltılı olduklarını anlamıyorduk. Ama biz bu zenginleştirici ortamda büyüdük. 

  • Özdemir Asaf nasıl bir baba figürüydü? Baba-oğul ilişkiniz ve aile yaşantınız nasıldı?

Babamızın dizinde çok zıplamazdık. Babam yoğun bir insandı, hayat yoğunluğu yaşardı. Evde geçirdiği zamanlar, diğer alışılmış babalara göre çok daha kısıtlıydı. Bazen günlerce gelmiyordu, geldiği zamanlar da acayip saatlerde gelmesi yaygındı. Sanatçıların kendine özgü bir yaşamı var, iki sanatçı bir arada olunca da kolay değil tabi. Babam ile konuşmalarımızı istisnasız her biri, yaşam boyu kalacak mesajlar bırakırdı. Bunu ders verir gibi yapmazdı. Doğal bir şekilde paylaşırdı. Öyle bir şey söylerdi ki, o bizim aklımıza değil, içimize işlerdi. Farkına bile varmadan o bizim yaşam çizgimiz olurdu.

“Doğruluktan şaşmayın, doğru olun, yanlışınız varsa o an söyleyin ve bedelini ödeyin” derdi. Böyle büyüyen bir çocuk bir daha asla hayatını yalanlar ile kurmaz. Bir tehlike olursa, kendisini her zaman tehlike ve çocukları arasında konumlandırırdı. Bu bir koruma iç güdüsünden öte, çocuğa ve yaşama saygıydı. Küçük hataları doğmadan önlemek saygısına, doğru çizgiyi yaşamak öğretisine sahipti. Yaptığı işe, beraber olduğu insana, içinde bulunduğu ortama saygı duyan bir babaydı. Her anlamda çok doğru, çok iyi bir insandı. Çok iyi bir eşti, annemle yüce bir dostlukları ve birliktelikleri vardı. Bu paylaşımları görmek çok değerli ama biz klasik anne baba figürüyle büyümedik, başka türlü yaşadık.

  • Asıl ismi Halit Özdemir Arun olmasına rağmen neden biz kendisini Özdemir Asaf olarak tanıyoruz? 

Atatürk, İsmet İnönü’ye Mehmet Asaf’ın çocuklarını da İstanbul’a götürmesi ve en iyi okullara yerleştirmesi için talimat veriyor, bu çocuklar babam ve ikizi Özgönül’dü. İstanbul’a geldiklerinde, Galatasaray Lisesi’ne “Özdemir Asaf” adıyla kaydoluyor. Babam, 11 yaşındayken soyadı kanunu çıkıyor ve babaannem soyadı seçmek için ağabeyi ile beraber muhtarlığa gidiyor. Muhtarlıkta defteri açıyor ve iyi kişilik özellikleri ile bilinen kişiler anlamına gelen Arun kelimesi ile karşılaşıyor. Soyadlarını Arun olarak kaydettiriyorlar.

Hatta abisi de iki harfin yerini değiştirerek, yaptığı işi iyi yapan anlamına gelen Uran soyadını alıyor. Eve geliyorlar ama Özdemir Asaf “r” harfini söyleyemediği için kendi soyadını telaffuz edemiyor. Bu yüzden yazılarını yayımlamaya başladığında çeşitli soyadları deniyor. Birkaç sene sonra Servet-i Fünun dergisinde Kemal Harun, Esat Sadun ve Özdemir Arun beraber bir bölümde yayınlanacak oluyorlar. Soyadlarının kafiyeli olması üzerine şair bir soyadı arayışı içine giriyor. Bunun üzerine Oktay Akbal, “Asaf”ı kullanmasını öneriyor ve bu şekilde babamı herkes Özdemir Asaf olarak tanıyor. 

  • Özdemir Asaf şiirlerini nasıl yazardı? Özellikle yazmayı tercih ettiği bir zaman veya bir yer var mıydı? Yazım aşamasında veya sonrasında şiirlerini paylaşıp fikir alır mıydı?

Elinin altında her zaman bir kalem bulunurdu, defterlere, peçetelere, kağıt parçalarına yazardı. Kimi sanatçılar, disiplinli bir şekilde yazarlar. Babam, disiplinli bir şekilde, o disiplinsiz yaşamını yaşıyordu. Belli bir kuralları olmayan yaşamının akışı içinde nice buluşmalar, olaylar, dürtüler, düşünceler, gözlemler vardı ve babam bunları kağıda döküyordu. Sürekli, herhangi bir zaman yazardı. Sonra eve gelir, o kağıt parçalarını çıkarır ve çalışmaya başlardı. Bizim evde o çalışmaya başlandı mı sonu gelmezdi. Bazen akşam çalışmaya başlardı sabah aynı şekilde bulurduk. Defterlerinin üzerinden geçer, bir şeyler değiştirirdi. Çok ama çok güzel bir şiirin, başını ve sonunu olduğu gibi çizip sadece iki satır bıraktığını arşivde gördük ve o iki dize şu anda herkesin bildiği sözler. Babam bir sözü işlemenin en üst düzeyine ulaşırdı. Bir şiiri yıllarca bekletirdi. Yıllar sonra, onca yaşam deneyiminin ardından o şiir hala kuvvetli bir anlam yükü taşıyor ise kitaba girerdi. Hiç acele etmezdi. 

Babam bizim fikrimizi sormadığı sürece ne annem ne de biz çocuklar onun kağıtlarına dokunurdu, göz bile atmazdık. Yasak değildi ama eserlerine saygımızdan yapardık bunu. Çünkü belki hazır değillerdi, üzerinden tekrar tekrar geçilmiş de olsa hazır olmayabilirdi eserler. Bazen bizim evimizde şiirler paylaşılırdı. Babam hiçbir şiirini ezbere okumazdı, bir virgülün bile hakkını vermek için bakarak okurdu. Özellikle annemle yalnız kaldıklarında şiirleri üzerine sohbetler, yorumlar yapılırdı. Bir kere böyle bir akşamda, yanlarından ayrılırken kaset çaları gördüm. İçindeki kasetin ne olduğuna bile bakmadan ters çevirip kaydı açtım. Sabah dinlediğimde çok güzel bir sohbet olduğunu fark ettim. Ne yazık ki şu an o kayıt kayıp ve hala aramama rağmen yıllardır bulamıyorum. 

  • Özdemir Asaf’ın şiirleri arasında hiç sizden bahsettiği bir eseri var mı? 

Biz Bebek’te bir bar işletiyorduk, oraya “dükkan” derdik. Duvarlarında babamın ve başka şairlerin el yazısı şiirleri yazardı. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun, Nuri İyem’in tabloları asılıydı. Biz yaz geceleri orada çalışırdık. Bir gece saat 01.00 gibi babam ve ben dükkanı kapattık, temizledik, kapıları örttük. Ben Galatasaray Lisesi’nden 7 derste ikmal sınavlarına kalmıştım, çalışacak çok dersim vardı. Mutfağın arkasında bir bölüme oturduk, babamla aramızda sadece bir perde vardı. Babam tek kişilik masasına oturdu, kağıtlarını çıkardı, mumunu yaktı, kedimiz geldi onun sol koluna yattı ve çalışmaya başladı. Her zamanki gibi şiirlerini temize çekiyor, üzerlerinden geçiyordu. Üç saat boyunca babamla tek bir kelime etmeden çalıştık, konuşmadığımız hakkında bile konuşmadık. Saat sabah 05.00 gibi işim bitince kalktım, babam da gitmişti. Masasında bir kağıt gördüm, büyük harflerle yazılmış “Mum Aleviyle Oynayan Kedi” başlığını gördüm. Biz, hiç babamın kağıtlarına bakmazdık, bu şiiri de ilk görüşüm dışında üzerine bile düşünmedim. Daha sonra babam o şiiri, neredeyse hiç değiştirmeden yayımladı. İşte o “Mum Aleviyle Oynayan Kedi’nin Öyküsü” adlı şiirin ikinci bölümünde “Bir gecenin tam ortasında, Bir evin bir odasında, Göz-göze susan, İki insan.” der. O iki insandan biri benim ve bu çok büyük bir mutluluk benim için.

  • Siz kendi babanızın şiirlerini okuduğunuzda neler hissediyorsunuz? 

Ben 40 yıla yakındır sürekli yolculuk yapıyorum ve her yolculuğumda babamın bir kitabını yanıma alırım. Şiirlerini her okuduğumda yeni anlamlarla karşılaşabilirim, yeni buluşmalar yaşayabilirim, kendimi zengin bir sohbet içinde bulabilirim. Bir kitabını elime alıp sayfalarını karıştırdığımda, daha önce anlamadığım veya başka türlü anladığım şeylere yeni değerler getiren anlamlı bir buluşma yaşarım.

Bu, bana yaşamın en zor anlarında çok kuvvetli anahtarlar sunar. Özdemir Asaf çok iyi bir sohbet ortağıdır. Ben de her okuduğumda bu sohbetler arasında yeni zenginlikler bulmaya devam ediyorum ve devam edeceğim. Hala bazen babamın dikkat etmediğim, ona ait olduğunu bilmediğim veya unuttuğum şiirleri ile karşılaşıyorum. Bunları keşfetmek bir mutluluk çünkü her şiir kendi içinde özeldir. Sorudan biraz uzaklaşarak şuna değineyim. Özdemir Asaf hakkında dijital mecralarda gerçekten çok fazla paylaşım yapılıyor. Bazen babama ait olmayan yazılar onun adıyla yayımlanıyor. Bilin ki, eğer bir yazıda ustalık eksikliği varsa, o Özdemir Asaf’a ait değildir. 

  • Özdemir Asaf “yalnızlık” temasında çok fazla yazıp çizen bir şair. Sizce babanız neden kendisini yalnız hissediyordu? Günlük hayatında yalnız mıydı?

“Uzağa değil usta, öteye, hep öteye gitti. Yalnızlığı ondandır” Özdemir Asaf, sanırım yalnızlığı çok iyi anlayan ve çok yaşamış bir insan. Ama o yalnızlığı yaşamış olmak, yalnız olmak anlamına gelmiyor. Yalnızlık duygusunu yaşayıp bunu hayatına yansıtmak bir sorun ama babam bunu yaşamadı ama yalnızdı. Yalnızlıkları çoktu ama durumun getirdiği yalnızlıktan şikayet ettiğini çok sanmıyorum. Bence bu bakış açısıyla, yalnızlık temasını Özdemir Asaf’ın gözünden okumak başka anlam kapıları açabilir.

Başka bir yandan ise hiçbir şiir akımına girmemiş, hiçbir akımın devamı olmamış ve kendisinden sonra hiçbir benzeri gelmemiş, edebiyat dünyasında yalnız başına, kendine ait bir yerde duran bir insan babam. Bu da onun yalnızlıklarından biri.

  • Babanızın çok bilinen ve hatta bestelenen şiiri “Lavinia”, aynı zamanda hakkında birçok hikayenin anlatıldığı bir eser. Siz bize “Lavinia” şiiri ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?

“Lavinia” aslında “Herkes bana aşıktı ama ben Özdemir’i sevmiyordum” diyen Mevhibe Beyat’tı. Çok güzel, çok hoş ve sevilmeye alışkın bir kadındı. Babam da geçmişte bir şekilde onu sevmişti herhalde. Zaten “Lavinia” bir kavramdı, bu şekilde değer buldu.

Özdemir Asaf hakkında bir sohbet varsa herkes direkt “Lavinia” diyor. Ama o sadece “Lavinia” değil. Babamın o kadar kuvvetli, anlamlı şiirleri var ki Özdemir Asaf’ı sevmek sadece “Lavinia”yı sevmek değildir. Kitaplarını okursanız, şiirleri arasında gerçekten çok güzel, çok yoğun, çok derin sohbet anları çıkacaktır. Buluşmalar çıkacaktır. “Lavinia” içinde anılar barındıran çok güzel bir şiirdir ama Özdemir Asaf’ı anlamak için sadece “Lavinia” şiirine bakmak yetmez.

  • Bu röportajı özellikle AKM’de yapmak istediniz, bunun babanızla alakası nedir?

Ben yatılı bir öğrenciyken Galatasaray Lisesi’nin karşısındaki postane binası yanmıştı. Aynı sene içinde bir gün, bir akşam babam okula geldi. Biz gencecik çocuklar olarak hiçbir şeyin farkında değildik ama şu anda içinde bulunduğumuz Atatürk Kültür Merkezi o esnada yanmaktaydı. “Gün, yangın başladığı zaman ben içerideydim” dedi. Bana bu konuşmasıyla bir ders de veriyordu.

Yangının başladığını görmüş, yerinden kalkıp çok sakin adımlarla kapıya yürüyüp çıkmış. “Ben böyle yürümeliydim çünkü insanların benim böyle yürüdüğümü görmeleri gerekiyordu. Sakin bir şekilde oradan çıkmak gerekiyordu” dedi. İnsanlar hayatta düzgün yürüyen babamın o andaki anlamlı, düzgün davranışını görerek, belki de çok büyük bir zararla sonuçlanabilecek o kazadan kurtulmuş oldu. Bildiğim kadarıyla o gün o kazada zarar gören kimse olmadı, bunda babamın o sakin yürüyüşle insanlara örnek olmasının çok büyük bir payı var. Bu anıyla zenginleşen bir kültür ortamı bu sohbet için en uygun yer bence.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.