Geldi çattı aday mevsimi. Sanki hiç yaşanmamış gibi adaylık tartışması da yeniden başladı, bereketli olsun inşallah. Bu tartışma neticesinde daha seçimler gerçekleşmeden kazananlar ve kaybedenler belli olacak. Şahsen en başında nerede duruyorsam orada duruyorum. Bilmeyenler olabilir, Medyascope maceram Ruşen Çakır’a attığım bir okur mektubu “Bir 28 Şubat mağduru, Kemal Kılıçdaroğlu’na oy verir mi?” yazısı ile başladı. İsimsiz olarak yayınlanmasını rica ettiğim bu yazının ardından gelen tepkiler sonucu başlayan Medyascope köşe yazarlığı sürecimde başından beri Kemal Bey’in adaylığını savunan yazılar yazdım. CHP’li miyim, değilim. Kemal Kılıçdaroğlu hayranı mıyım, değilim. Erdoğan’ın karşısında aday hiç önemli değil, ana muhalefet partisi lideri o, o yüzden mi destekliyorum, hayır. Stokholm sendromu mu? :)
2014 yılındaki Ekmeleddin İhsanoğlu mağlubiyeti sonrası Adalet Yürüyüşü’nden beri Kemal Beyde bir farkındalık oluşmaya başladı. Ancak hislerinden çok da emin değildi. Bir yandan bu zorba düzenle mücadele etmek için azmi artmıştı, bir yandan toplumun sağ siyasetçi eğilimi onun kafasını karıştırıyordu. Malum sağcılar kavga çıkacağına düzenin bozuk da olsa devam etmesini arzularlar, “dövüşmen guzum” derler. E karşısında bunca arsız, azgın azınlık varken kavga etmeden nasıl mücadele edecek? O kendine yakıştırdığı gibi usul usul cevap verdikçe, arsızlar pis kahkahalarla birbirlerini dürtüklüyorlar, kurnaz seçmenleri “aha bunlar mı bizi yönetecekmiş” diye soruyorlar. Çünkü bu güruh aksırıncaya, tıksırıncaya kadar doysa bile yemek ister, bu güruh anayasaya değil, orman kanununa uymak ister. Kemal Bey kanun adamıdır, huzurlarını bozar. O yüzden “istemezük” derler.
Tıpkı Yakup Kadri’nin Yaban romanında bahsettiği gibi Mustafa Kemal Paşa’nın yurdu işgal eden düşmanlarla değil de Batılı Kraliçe ve Yeşil Sarıklıların koruması altındaki padişahla savaştığını düşünürler. Ah, bu cehalet bir gram değişmedi. Hala Salih Ağa’lar kendi payına düşen beş kuruş için düşman ordusuna yol tarif eder, hala “parasını vereceklermiş” diyerek elinde avucunda ne varsa az sonra gelinine tecavüz edecek adamlara balını, kaymağını, yumurtasını verir. Yaban, bir başına laf anlatamaz, uzak bir kulübeden gözlemeye başlar ama dayanamaz bir başına haklılığa. Böyle devam ederse romandaki gibi laf anlatamadığı insanlar gözünün önünde yakılacak, yıkılacak, yağmalanacak, tecavüze uğrayacaktır. Bunların hepsi de yaşandı. Öyleyse terk-i diyar eylemektense inatla mücadele etmeli. Romanın finalini bu devirde değiştirmeye çalışacağız.
Ancak değişim çabasına rağmen sağcı seçmene sağcı aday önermek yanlışında ısrar edildi, haliyle manzara hiç değişmedi, değişmeyecek. Onlara anlayacakları dilden değil, anlamadıkları dilden konuşmalı, yüzlerine yüzlerine. Kazanmak gayretiyle değil, alışmaya başlasınlar diye.
Temmuz ayında yazmaya başladığımdan beri sağ mahalleyi ikna etmek için sağcı dili kullanmanın bir şey kazandırmayacağını anlatmaya çalışıyorum. Çünkü gözünüzü korkutan AKP kitlesi sağcı adaya değil, Erdoğan’a oy veriyor. Erdoğangillere. Onun kuralsızlığını ve imkânlarını yaşamak istiyor, gittiği yere kadar gitsin, bizden sonrası tufan diyor. Madem dertleri sağcı adaymış, neden DEVA, Gelecek, Saadet ve İYİ Parti oy patlaması yapamıyor? Bu kitleyi elde etmeye çalışmak yerine AKP yönetimi yüzünden 90 üzeri puan aldığı halde atanamayan insanlara, kendinden cahil amirlerine tahammül eden gençlere, malına çökülen köylüye seslenmelisiniz. Bu örnekler uzar gider %70 seçmen kitlesini bulur. Bırakın %30 avantacı takım orada dursun. Onlara vaat edebileceğiniz tek şey refah içerisinde bir Türkiye, bu kadar.
Meral Hanım deprem sonrası bunca felaketten sonra “kazanacak aday” lafzını tekrar ettiği programda bir de “AKP’li kardeşlerinin” oylarına talip oldu, ne kadarını alabilecek göreceğiz.
Daha önce “İYİP’in ipiyle kuyuya inilir mi? ve “Akşener’in ‘Kızıl Elma’sı” yazılarımda İYİ Parti’ye ne kadar güvenebileceğimizi sorguladım. Masayla ve Kemal Beyle sürekli mücadele halinde olan Meral Hanım bana pek de iyi niyetli görünmüyordu. Anlaşılan sadece Erdoğan için değil, Meral Hanım için de Kemal Bey, Bay Kemal’di, “Biliyorsunuz kendisi Alevi” idi. Ancak bu ötekileştirmeden, kin ve nefret söyleminden, laubali yönetimden sıdkı sıyrılan ve karşısında ciddi bir devlet yönetimi görmek isteyen muhalif seçmenin beklentisini göremiyordu. Onun da aklı yıllardır tavlamaya çalıştığı AKP seçmenindeydi. Karar alırken hep o tarafa bakıyordu. Böyle siyaset olmaz, anketlere bakarak siyaset olmaz. Anketlerdeki grafikleri oynatacak olan sizin siyasetiniz. Ancak Meral Hanım ne yaptı? Deprem bölgesine depremin beşinci günü gitti. Neden? Vatandaşı bu hale düşüren devlet işini yapamıyorken ayağına dolaşmamak için. Bunun için ağabeyinden peşinen aferin telefonunu da aldı. Bir seçmenle kavga etmediği kalmıştı, kazanacak aday söylemiyle, kendini masadan büyük görerek korkarım onu da yaptı. Çünkü aylar önce bitmesi ve artık mutabık kalınması gereken isme direnen tek kişiydi. Hâlbuki en başından Kemal Beyi desteklese, o ilk başta hedeflediği %25 oy onundu. AKP’den kaçan ve kararsız kümede bekleyen yüzergezer oyların büyük çoğunluğunu kendisine çekemedi çünkü karşı limana geçmek isteyen seçmen kitlesine verdiği kavga görüntüsü ile “burada görülecek bir şey yok, dağılın” diyordu. Neyse ki artık masadan kalktı, vallahi ne yalan söyleyeyim üzerimden bir saray kalktı sanki. Zira Meral Hanımın masadan ayrılmasındansa, masada kalıp kampanya sırasında seçim sürecini baltalayacak olması daha çok kaygılandırıyordu beni.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Sizce Meral Hanıma bu zamana kadar tolerans gösteren muhalif seçmende, Erdoğan devrine son vermek için ona güvenen kendi seçmeninde ve gözünü alamadığı AKP tabanında bu tavırlar nasıl karşılanmıştır? Acaba bu üç farklı grup, Erdoğan’ın hem suçlu hem güçlü olduğu anda, onun yüzünden yıkılan ve yardımların ulaşamadığı havaalanını Erdoğan’a rağmen tamir ettirten Kılıçdaroğlu’na mı kendini yakın hissetmiştir? Yoksa hesap sormak şöyle dursun, “devlet nerede” diye soranlara “devletimin yanındayım” diyen Meral Hanıma mı? Deprem bölgesine yaptığı geç ziyaret ve artık kesin kazanacağız denilen bir zamanda yeniden dile getirdiği kazanacak aday söylemi Meral Hanıma tanınan toleransın kapısını araladı ve insanlar birer ikişer salondan ayrılmaya başladı. İYİ Parti masadan ayrılıp, yalnız kurt olmaya kalktı. Gerçekten yalnız kurt olarak kalacaktır. Meral Hanım masadan kalkıp, olmaz ya hadi hayaller gerçek olsa diyelim, Ekrem Bey ya da Mansur Bey gibi o çok güvendikleri anketlerde birinci çıkan kişiler ile seçime gitse dahi kaybeder.
Kazanacak aday yerine kazanacak ekip ve kampanyayı değerlendirmemiz gerektiğini düşünenlerdenim. “Erdoğan’ın karşısına kim çıksa kazanır aday önemli değil, bu yüzden Kemal Bey de kazanır” demiyorum. Tam tersi, adayın kim olacağı ve kazandıktan sonra dönüşüm sürecindeki rolü, kararlılığı çok önemli olduğu için aday Kemal Bey olmalı diyorum. Erdoğan’ı ve onun talan düzenini yenmek için genel başkan olduğu günden beri başına gelmedik şey kalmayan, Erdoğan’ın en güçlü olduğu anda karşısına dikilip hesap vereceksiniz diyen Kemal Beyin değişim kararlılığı lazım bize.
Umarım adaylığı ilan edilirse Kemal Bey, Erdoğan’ın ölen öldükten sonra alana soktuğu iş makineleri ile satmaya çalışacağı inşaat kampanyası yerine, deprem bölgesinin yaralarını sardıktan sonra tüm Türkiye’de bir deprem dönüşüm planı hazırladıklarını duyurur. Akıllı, planlı, vicdanlı ve inatçı olmamız gereken bir kampanya bizi bekliyor.
Not: Bu yazıyı Meral Hanım masadan ayrılmadan önce yazmıştım. Sadece iki üç cümlenin eklerini ve sıralamasını değiştirdim o kadar. Siyaset olanı yorumlamak değil, olanı anlamak, olacaklar üzerine strateji kurmak ve plan yapmaktır.