Adıyaman’da yaşam çadırlarda devam ediyor, çadırlara giriyor ve yurttaşlarla konuşuyorum. Depremin üzerinden bir ay geçti, ilk günlerde konuştuğumuz birçok sorun çözüldü ancak hâlâ çözülmeyen sorunlar var. Çadır kentlerde veya mahalle aralarında konuştuğum yurttaşlar da böyle düşünüyor.
Mahalle aralarında hâlâ çadıra ihtiyacı olanlar var. Bu bölgelere seyyar tuvalet, mobil duş henüz gelmemiş. Çadır kentlerde yaşam ilk zamanlara göre daha iyi. Tuvaletler getirilmiş ancak bazı vatandaşlar tuvaletleri çoğu zaman temiz bulamadıklarını ve nüfusa göre yetersiz olduğunu dile getiriyorlar.
Yurttaşlar, birkaç gün öncesine kadar su sıkıntısı yaşadıklarını ancak bu sıkıntının şu an için çözüldüğünü söylediler. Yine de içme suyu sorunu hâlâ devam ediyor. Şebeke suyunu içemedikleri için içme suyunu şişelerle temin ediyorlar. Çadır kentlerde çocuklar için çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Çeşitli kurumlar getirdikleri ufak hediyelerle -örneğin pamuk şeker dağıtımına denk geldim- çocukları mutlu ediyorlar. Aynı zamanda çocuklar için çeşitli gösteriler düzenleniyor. Ancak bu durum mahalle arasında, çadırda yaşayan çocuklar için geçerli değil.
Çadır kentlerde yemek dağıtılıyor. Yurttaşlar uzun kuyruklardan ve beklemekten şikâyet etse de günde üç öğün yemeğe ulaşabiliyor. Mahalle arasında çadırda yaşayan yurttaşlar ise çadırlarından uzaktaki yerlere gidip yemeklerini alıyorlar.
“Sesimizi duyurun”
Adıyaman Valiliği’nin 200 metre ilerisinde bir yurttaş ile röportaj yapıyordum. Röportaj esnasında bir yurttaş gelip, “Siz X kanal mısınız?” diye sordu. “Hayır” deyince bana “Biz bu X kanala nasıl ulaşabiliriz?” dedi. Röportajı bırakıp, bana soruyu soran kişiye döndüm. “Ne yapacaksınız?” diye sordum. “Bizim köy çok hasarlı, gelip görsünler diyecektim” diye cevap verdi. Vatandaş tam gitmeye hazırlanırken, “X kanal yok ama ben buradayım” dedim. Yüzüme baktı, duraksadı. “Olur tabii, sesimizi duyurun” dedi.
Oturduğum yerden kalktım, yanına gittim. Sorunun ne olduğunu sordum. Hüseyin Coşkun, Adıyaman merkeze bağlı Uzunköy’ün muhtarıymış. Yaklaşık bir aydır köylerine hiçbir yardım gelmemiş.
Uzunköy, merkeze yaklaşık 35 kilometre uzaklıkta. Köye giden yol asfalt değil, toprak. Yurttaşlar depremden sonra yola düşen kayalar nedeniyle köylerine yardım ulaştırabilmek için kilometrelerce yol yürüyerek Adıyaman’a gelmişler. Coşkun ile telefonlaştık. Bir sonraki gün köylerine gitmek üzere sözleştik.
Köye giderken yolların bu kadar kötü olacağını tahmin etmemiştim. Köye ulaşım zor, özellikle deprem sonra yola düşen kayalar hâlâ büyük risk taşıyor. Köylüler depremden sonra Adıyaman’a yürüyerek gidip, yolun açılması için kendi imkanları ile vinç getirmiş.
Köylüler, hayvanlarının enkaz altında kaldığını ve hiçbir yardım gelmediğini söyledi. Köye gittiğimde bana bir kurtarıcı olarak baktılar, onlara yardım gelmesi için haber yapmamı istediler.
“Devlet, kimliğimizden dolayı buraya hizmet etmek istemiyor”
Uzunköy sakini Gazi Şahin, köyün depremden önce de hizmet almadığını söyledi, Erdoğan’ın helallik çağrısına ise şöyle cevap verdi:
“Burası normal şartlarda da hizmet almayan bir yer. Özellikle Kürt ve Alevi olmasından kaynaklanıyor. Adıyaman’da asfaltsız tek yer burası. Depreme çocuklarımla beraber Adıyaman’da yakalandık. Üç gün boyunca buraya ulaşamadık. Cenazelerimiz vardı, gelemedik. Devlet, kimliğimizden dolayı buraya hizmet etmek istemiyor. Devletin hiçbir imkânı bize ulaşmadı. Hiçbir şekilde hakkımı helal etmiyorum. Ne kendi hakkımı ne de çocuklarımın hakkını helal ediyorum. Ali Erdoğan üç gün boyunca annesiyle birlikte enkazın altında kaldı. Cenazeyi ilk çıkardığımızda karın altına bıraktık ki koku yapmasın. Bunlar unutulacak şeyler değil.”
Köyde işimi bitirdikten ve yurttaşlarla sohbet ettikten sonra yeniden merkeze doğru yola çıktım. Bu sefer durağım Karapınar Mahallesi’nde bulunan çadır kent… Bu sefer yurttaşlara siyaset soruyorum. Daha doğrusu gündemin bir anda siyasete kaymasına nasıl bakıyorlar, merak ediyorum. Sonradan öğreniyorum ki bakmıyorlar, daha doğrusu bakamıyorlar.
“Daha yaralarımızı bile sarmadılar hemen siyaset konuşulmaya başlandı. Bu kadar kolay mı? Biz burada canımızın derdindeyiz” diyor ilk konuştuğum yurttaş.
“Farklı bir düşünce çıkar mı?” diye konuşmaya devam ediyorum, “Siyaset bizi ilgilendirmiyor. Bizi buradaki rezillik ilgilendiriyor. Gelip şov yapıp gittiler, tabii ki siyaset konuşacaklar” diyor bir başka yurttaş da.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Bu röportajları kameraya almaya ikna edemiyorum. “Bizi siyaset malzemesi olarak kullandılar, şimdi de koltuk yarışına düştüler. Çadırda yaşamı anlatayım ama siyasetçilere malzeme vermem” diye sitem ediyor bir yurttaş. Esasında hepsinin bu konuda kameraya konuşmak istememesinin sebebi aynı. Çadırda yaşamı, zorlukları anlatmak istiyorlar. Çünkü çadırda yaşam zor, hâlâ sorunlar tam anlamıyla çözülebilmiş değil. Ancak vatandaşlar artık kendi sorunlarının dile getirilmemesinden rahatsız.
“Senelerdir bu ülke için çalışıyorum bir ay bile bizi konuşamadılar”
“Şimdi siyaset konuşsunlar, oy zamanı gelecekler yanımıza. O zaman da biz konuşacağız” diyor 55 yaşındaki bir yurttaş. Yaşını özellikle vurguluyor ve “Senelerdir bu ülke için çalışıyorum bir ay bile bizi konuşamadılar, hemen siyaset konuştular. Gelen siyasetçiler sorunlarımızı çözmedi. Bize ne olacak? Biz niye oy kullanalım?” diye de ekliyor.
Teker teker her yurttaşın söylediklerini yazabilirim ancak buna gerek yok. Bir tane yurttaştan bile “Gündemin siyaset olması normal” diye bir cümle duymadım, tam aksine bu konudan çok rahatsızlar. Siyaset konuşmak için doğru bir zaman olmadığını söylüyorlar.
“Bizi bir ayda unuttular”
Yemek sırasında bekleyen bir yurttaş da şöyle diyor:
“Hâlâ enkaz başında bekleyen, çadır alamayan yurttaşlar var, binaların altında cenazeler duruyor. Su yok, çadırda yaşıyoruz, saatlerce yemek sırası bekliyoruz. Sence benim siyaset düşünecek halim mi var? Onlar sıcak evlerinde çocuklarıyla siyaset düşünebilirler, ben burada çocuğumu doyurmaya çalışıyorum. Gece defalarca kez uyanıp sobaya odun atıyorum. Duş alamıyorum, ‘Çocuklarımın geleceği ne olacak?’ diye düşünüyorum. ‘Ne yapacağım, aileme nasıl bakacağım, nerede çalışacağım?’ diye düşünüyorum. Bizi bir ayda unuttular, ben de seçimi unutacağım.”
Yemek sırasının karşısındaki kaldırıma geçiyorum. Bir önceki gün onlarla röportaj yapmamı isteyen çocuklardan biri geliyor yanıma. Dikkatimi bir grup genç çekiyor. Yanlarına gidiyoruz beraber. “Ne yapıyorsunuz?” diye sorduğumda cevabı duymadan anlıyorum.
Gençler tezgâh açmışlar ve tütün satıyorlar. “Ne kadara satıyorsunuz?” diye soruyorum. “14 Türk Lirası (TL)” diyorlar. Biraz konuşuyoruz ama ortam gergin, fazla durmuyorum, başka çadırlara yöneliyorum. Bir aileyle beraber oturup konuşurken aniden bağrışma sesleri duyuyoruz. Gençler ve çocuklar kavga ediyorlar, birbirlerine taş fırlatıyorlar. Çadırdaki yurttaşlar müdahale etmeye çalışıyor ancak gençlerin sayısı birdenbire artıyor. O esnada askerler geliyor ve olaya dahil oluyorlar.
İlk defa çadır kentte böyle bir kavgaya denk geliyorum. Beraber oturduğum aile ise bunun normal olduğunu, yemek sırasında plastik bardak için bile kavga çıktığını söylüyor. Askerler kavganın başkahramanı çocukları almış ve bir konuşma yapıyor. Çadırın önünden geçen bir teyze, “Çocukların psikolojisi bozuldu, ne yapsınlar, yapacak bir şeyleri yok, birbirlerine sataşıyorlar” diyor.
Daha sonra başka çadırlara doğru gidiyorum. O esnada karşımda duran iki kadın gözlerini dikmiş bana bakıyor. Ben kim olduklarını biliyorum ve gülümsüyorum, bunlar benim geçen haftalarda röportaj yaptığım yurttaşlar. Yanlarına yaklaşıyorum, Emine Abla ayağa kalkıyor ve sarılıyor, “Ne işin var burada, gitmedin mi hâlâ? Saçını kesmişsin az kalsın tanıyamıyordum” diyor.
Emine Abla ile depremin ilk ve üçüncü haftası konuşmuştuk. Zeynep Tezcan en son konuştuğumuzda kiracı olduğunu ve ne yapacağını bilmediğinden bahsetmişti. Kira sorununu dile getirmiştik çünkü tek kiracı ve endişeli o değildi, o sadece bir aracıydı.
Çadırına çağırıyor, çay içip, muhabbet ediyoruz. Bana yine bir sürü haber konusu söylüyor. “Geçen sefer söylemeyi unuttum içime dert oldu kredi çeken depremzedeler ne yapacaklar onun da haberini yapsana, keşke geçen sefer söyleseydim unuttum” diyor ve Medyascope yayınlarını ve kendisi ile yaptığımız röportajı Facebook’ta gördüğünü anlatıyor. “Dertlerimizi güzel anlatmışsın” deyip, teşekkür niyetine de sımsıkı sarılıyor.