Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ve Ruşen Çakır ile Haftaya Bakış (157): İYİ Parti’ye silahlı saldırı | Muharrem İnce olayı | Bahçeli’nin liste çıkışı

Zeytinburnu’nda bulunan İYİ Parti İstanbul İl Başkanlığı binasına bugün (31 Mart) saat 05:43’te silahlı saldırı düzenlendi. Binaya üç mermi sıkıldı. Mermilerden ikisi il başkanlığına, biri ise yan binaya isabet etti. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak ve AKP İstanbul İl Başkanı Osman Nuri Kabaktepe, İYİ Parti İstanbul İl Başkanlığı’na gelerek saldırıyı kınayan açıklamalar yaptılar.

Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı ve CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile bugün Ayazağa Kasrı’nda görüştü. Görüşme yaklaşık bir saat sürdü.

Haftanın diğer öne çıkan gelişmelerinden biri de iki cumhurbaşkanı adayı, Muharrem İnce ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun görüşmesi ve Yüksek Seçim Kurulu’nun verdiği sürenin dolması nedeniyle İnce’nin isminin oy pusulasında yer almasının kesinleşmesiydi. Öte yandan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Twitter hesabı üzerinden yaptığı “ayrı liste ve ayrı logoyla seçime girme” çıkışı da gündemin üst sıralarında yer aldı.

Ruşen Çakır ve Kemal Can, Haftaya Bakış’ta geride bıraktığımız haftanın önemli siyasi gelişmelerini yorumladı.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Kemal Can’la yine haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Ama önce bir açıklama yapayım: Sesim acayip çıkıyor farkındayım. Dişlerimdeki implant nedeniyle yayın öncesinde bir sorun yaşadım.

Kemal Can: Ben bir şey yapmadım. 

Ruşen Çakır: Sen bir şey yapmadın, evet. O yüzden ben az konuşacağım, Kemal’e daha çok söz vereceğim. Zaten hep öyle oluyor diye de bir lâf atayım.

Kemal, İYİ Parti İstanbul binâsına silâhlı saldırı ve ardından yaşananlar var; ama en sıcak olayla başlayalım: Kılıçdaroğlu Abdullah Gül’ü ziyâret etti. Dün de Ahmet Necdet Sezer’i ziyaret etmişti. Ahmet Necdet Sezer Kılıçdaroğlu’na açık desteğini beyan etti. Abdullah Gül bir saate yakın süren görüşmenin ardından başarılar dileğini iletmiş. Hiç şaşırmadım. Kılıçdaroğlu’nun birer gün arayla yaptığı bu ziyâretler bence anlamlı. Bugün burada arkadaşlarla konuşurken, “Abdullah Gül desteğini dile getirir mi?” diye sordular. Ben “Hayır getirmez. Getirse yer yerinden oynar” dedim. Ve tabiî ki Abdullah Gül yeri yerinden oynatmadı. Ne dersin? 

Kemal Can: Senin söylediğini söylerim. Abdullah Gül, “yer yerinden oynasın” hamleleri yapmanın ötesinde, cumhurbaşkanlığı döneminde de, daha önceki başbakanlık döneminde de ve daha sonraki süreçlerde de, açıkçası cesurca ve radikal çıkışlar değil, yapması gereken standart çıkışlar konusunda bile çok cimri davranan bir siyâsetçi. Bunun da politik karşılığını görüyor aslında. Adı her dolaşıma çıktığında herhangi bir heyecâna neden olmamasının da bununla çok yakından ilgisi var. Ayrıca bu tür hamlelerde pozisyon alması, sâdece memleketi düşünmek ya da pozitif katkısı açısından değil, bence ağırlığı açısından da önemli. Ama hiçbirinde böyle yapmadı. Dolayısıyla şimdi de yapmasını beklemek için bir nedenimiz yok. Meselâ neyi yapsaydı? Temel Karamollaoğlu’nun yaptığını, yani kendi partisinin, Saadet Partisi’nin önünde çıkıp, Kılıçdaroğlu’nun adaylığını açıklama cesâretini göstermiş olsaydı, bambaşka bir şey olurdu. Bunun matematiksel karşılığı çok önemli değil. Üstelik biraz sonra konuşacağımız gibi birtakım parti merkezlerinin kurşunlandığı, Cumhurbaşkanı’nın Anayasa Mahkemesi üyelerini arayarak bir parti üzerine verilen kararlarla ilgili görüşlerini beyan ettiği bir zeminde, daha önce bu ülkede cumhurbaşkanlığı yapmış bir insan olarak bile daha fazla pozisyon alması ve söyleyeceği bir şeyin olması beklenir. Yani illâ Kılıçdaroğlu desteği olması gerekmez bunun.

Ruşen Çakır: Ama “Kabul ettiğine göre herhalde soğuk bakmıyor” denecek.

Kemal Can: Evet, ama Abdullah Gül zâten kendisi hakkında birilerinin, kendi söylemediği bir kanaate sâhibi olmasıyla bir politik pozisyon edinmeye çalışıyor. Bu tercih edilebilir bir şey olabilir, ama sonuç verici ya da siyâsette karşılığı olan bir şey değil. Ne yazık ki şu anda yaşanan gerilim, aslında bir zamanların önemli bir sloganı, “Taraf olmayan bertaraf olur”un tam da karşılığı olan bir şey. Çünkü gelinen hatta, iktidârın yarattığı kutuplaşmada taraf olmak, bir politik pozisyondan başka içerikler taşıyor artık. Dolayısıyla bu önemli bir şey. Ya bu hattı tamâmen reddeden, bunun üzerinde bir pozisyon alacaksınız ya da burada taraf olmak zorundasınız; çünkü bu artık, herkesin söylediği gibi kritik bir eşik olmanın ötesinde, Türkiye’de demokrasi ihtimâlini canlı tutmak için çok önemli. “Demokrasiyi canlı tutmak için” diyemeyeceğimiz bir aşamaya geldiğimiz için, demokrasi ihtimâlini canlı tutabilmek için önemli bir eşik. Bu, herkese lâzım bir eşik. Hani Meral Akşener’in, “Bugün bize, yarın size” diyerek herkese söylediği şey. 

Ruşen Çakır: Şimdi “olay yeri” diyeceğim, çünkü aslında suç mahalli orası. Meral Akşener, oğlunun kullandığı araçla korumasız olarak partisinin İl Merkezi’ne gitmiş. Bu olayla ilgili çok açık ve net bir şekilde Erdoğan’ı sorumlu tuttu, hiç tereddütsüz. 

Kemal Can: Doğrudan ona hitâben konuştu.

Ruşen Çakır: Evet. Ve Erdoğan’a, “Tehditlerini vazîfe bilerek üzerimize gelen kurşunları çek; geleceksen sen gel” dedi. Bu, bir tarafıyla duruş olarak çok net, ama esas önemli yönü de, bence 6 Mart’tan sonra kendisinin ve partisinin yaşadığı büyük çöküşten kurtulma ihtimâli. Aslında Erdoğan ona daha önce sataşarak –ki Akşener bunu tehdit olarak tanımlamıştı– bir anlamda cankurtaran simidi atmış gibi oldu. Bu tür kapışmalar riskli biliyorsun; iki taraf da kaybedebilir. Ya da, büyük bir şevkle atıldığınız kapışma sizin imajınızı çok kötü etkileyebilir. Ama an îtibâriyle baktığımda, Akşener’in daha çok pozitif olarak etkilediğini görüyorum. Ömer Çelik hemen, “Cumhurbaşkanı böyle bir şey yapmaz, Akşener provokasyon yapıyor” minvâlinde açıklama yaptı; ama Akşener’in söyledikleri, doğrudan Erdoğan’ı sorumlu tutması hiç yabana atılacak şeyler değil.

Kemal Can: Evet, değil. Bu işin iki tarafı var. Biri, senin söylediğin gibi Akşener’le ilgili kısmı. Akşener bir siyâsî portre olarak kendi seçmeninde de genel kamuoyunda da imaj olarak hem kadın kimliğini öne çıkartan hem de hızlı reaksiyon veren, atak bir portre olarak ilgi çekiyor ve destek buluyor. 

MHP kongreleri sürecinde, polisin bariyerlerle çevreleyip salona sokmadığı yerde, o bariyerleri tutarak, “Beni buradan kimse sökemez” dediğinde yarattığı popülarite, herkesin çok riskli bir hamle bulduğu “Hayır” kampanyasının parçası olduğunda, partisini kurduğunda, daha sonra Millet İttifâkı hamlesini yaparak önemli bir aşama kaydettiğinde, daha sonra kimi zaman dâvetle kimi zaman tehditle kendisinin sokulmak istediği hatlara çok sert karşılıklar vererek, onları reddederek tutum aldığında, İmamoğlu dâvâsının sonrasında Saraçhâne’ye gelişiyle ve özellikle Erdoğan’ı doğrudan karşısına alarak bu tür reaksiyonlar verdiğinde… Buna karşılık, depremin ilk günlerinde yaptığı gibi ya da muhâlefet krizinde olduğu gibi, geri çeken, durduran, engelleyen pozisyonlar aldığında ise kaybeden bir aktör. 

Şimdi senin söylediğin denklem Akşener’e yeniden aktif bir aktör olarak öne çıkmasını sağlıyor.

Ruşen Çakır: Muhâlif olduğunu göstermeye yarıyor. 

Kemal Can: O fırsatlar her zaman Akşener’in hem kendisinin hem de partisinin popülaritesini ve motivasyonunu artıran şeyler. Çünkü İYİ Parti hâlâ büyük ölçüde Akşener’in popülaritesi ve onun sürükleyiciliği üzerinden gidiyor. Aslında hep taban diye bir şeyden bahsediyorlar. Ve tabiî ki bir parti olmaya çalışan bir yapının buna hakkı var; ama henüz tabanı olmamış bir seçmeni var. O seçmen Akşener’in bu tür çıkışlarından gördüğü imkânı seviyor. Yani onun güçlü bir muhâlefet aktörü olarak önemli noktalarda harekete geçme kabiliyeti ve burada durma kararlılığını seviyorlar. Dolayısıyla Akşener, senin dediğin nedenlerle ya da başka nedenlerle, kendisi de aday olmadığı için bu kampanyanın içerisinde pozisyon alması zorlaşan aktörlerden biriydi. Erdoğan’ın sözlerine verdiği tepkiyle başlayan şeyi devam ettirirken… 

Ruşen Çakır: Papatya çayını önermesi gibi.

Kemal Can: Evet. Çünkü orada da, Erdoğan’ı böyle hafif alaya alırken aslında yine bir cesâret gösterisiyle bundan geri adım atmayacağını gösterdi. Şimdi de böyle. Ama orada ikinci tarafına bakarsak: Evet, bu Akşener için böyle bir fırsat. Genel olarak, muhâlefet meselesinde de, birtakım insanların, “Erdoğan çok rahat, kendinden gayet emin” yorumlarının da çok doğru olmadığını, tuhaf bir saldırganlık içinde olduğunu görüyoruz. Düşünsene, seçime 1,5 ay kalmışken, her zaman anayasal bir suç olan bir işi, üstelik böyle bir zamanda, bunun sızma ihtimâli varken, Anayasa Mahkemesi üyelerine tutup, “Siz niye HDP’nin yardımının blokesini kaldırdınız?” diye hesap sorduğu bilgisinin ortalıkta dolaşması ve bunun henüz yalanlanmamış olması çok önemli bir şey. 

Yine Akşener’in söylediği, “Bugün bize, yarın size” meselesine gelince: İYİ Parti ilk defâ saldırıya uğramıyor. İYİ Partililer de ilk defâ saldırıya uğramıyor. Meral Akşener, kendisi de bizzat saldırıya uğradı. Zâten konuşmasında, “Evimi basmaya da kalktınız, linç etmeye de kalktınız, hakaret de ettiniz, hedef de gösterdiniz” diye tek tek saydı bunları. Ayrıca pek çok İYİ Partili’ye de… hattâ 2018 seçimlerinde İYİ Parti’nin pek çok merkezine, seçim bürosuna saldırılar olmuştu. İYİ Parti’ye yakın gazetecilerin çoğuna ve siyâsetçilere saldırıları oldu. Bunların hepsini gördük. Ama bu saldırı serisi… en çarpıcısı, HDP’ye dünya kadar saldırı var, cinâyetle sonuçlanan var; meselâ Sinan Ateş cinâyeti gibi bir politik saldırı var. Ama bunların hepsinin evveliyatında Kılıçdaroğlu’na linç girişimi var. Zâten oradan başlıyor “Bugün bize, yarın size” meselesi. Kayyum politikasından Kılıçdaroğlu lincine, Akşener’i hedef gösterip saldırı yapılmasından Anayasa Mahkemesi’ne tâlîmat verilmesine kadar, giderek dozu artan ve dozu sâdece şiddet anlamında değil fütursuzluk ve aslında yasadışılık anlamında artan bir durum… Çünkü o müdâhale çok önemli bir anayasal suç aslında. Değil seçime bu kadar zaman kalmışken politik bir müdâhale için yargıyı kullanmak, bu pozisyonu hiçbir zaman kullanamayacak bir aktörün, yani Cumhurbaşkanı’nın, değil Anayasa Mahkemesi’ni, herhangi bir yerin hâkimini arayıp karârıyla ilgili sorgulamaya tâbi tutması mümkün değil. Ama bütün bunları yaşıyoruz. 

Bunlara baktığımızda, rahat, kendinden emin, sonuçtan emin bir iktidar tablosu görmüyorum ve artık bunlarla ürkütebileceği, sıkıntıya sokabileceği, geri adım attıracağı ya da motivasyonunu düşüreceği bir muhâlefet de yok, öyle bir muhâlefet seçmeni de yok. Sâdece şuna neden oluyor: Buna da daha çok iktidârın yaptıkları değil, muhâlefet cephesinde hâlâ üzerlerinden atılamayan endîşeler eşlik ediyor. “Bunlar daha da fazlasını getirebilir” korkusu. Akşener de bugünkü açıklamasında, “Bizim korkacağımız bir şey yok, ama bizi korkutmak için yapmıyorlar zâten, bu korku iklimini yaratmak için yapıyorlar” dedi. Yine baharlar gelecekse, o korku ikliminin yeniden gelmemesi, tek tek burada korkutulmaya çalışılan aktörlerin değil, bunun seyircisi olan seçmenin de bundan korkmaması gerek. 

Ruşen Çakır: Zâten Millet İttifâkı’ndan bayağı destek de geldi. Sen Çarşamba günü yoktun, biz Adını Koyalım’da Bahçeli’nin ortak liste konusundaki çıkışı üzerine konuştuk. Sen, “Tamâmen ortak listeyle bile girebilir” diyordun. Şimdi hiçbir şekilde ortak listeye yanaşmayan bir Bahçeli var. Buradan geriye dönüş olabilir, tamam. Ama bunu kamuya açık bir şekilde, bu kadar sert dile getirmiş olması, bir meydan okuma, bir rest çekme. 

Kemal Can: Ama hatırlatayım, daha önce de “İttifaksız giriyoruz” açıklamaları yapılmıştı. Onun için oraya bir rezerv koymak lâzım. 

Ruşen Çakır: Evet, ona bakarsan Yeniden Refah Partisi de önce vazgeçti, sonra tekrar girdi. 

Kemal Can: Bahçeli ve Erdoğan örneğini kastetmiştim. Daha önce, “İttifaksız gidiyoruz” diye açıklama yaptılar ve sonra döndüler. 

Ruşen Çakır: Ama normalde, daha yeni görüşmüş olan iki liderin, telefonda ya da yüz yüze görüşüp, “Niye bunlar böyle yapıyor? Biz zor durumda kalıyoruz” diyebilmesi lâzım. Bahçeli Erdoğan’a söyledi de olumlu cevap almayınca mı bunu yaptı? Yoksa hiç konuşmadan, doğrudan kamuoyu üzerinden mi bu resti çekti? Ben Bahçeli’nin o tweet’ini ilk gördüğümde Konya Ereğli’deydik. İsmail Saymaz bahsetti bana da. Önce ne dediğini anlamadım. Tweet’i okuyunca ilk tepkim, “Bahçeli seçimi kaybettiklerini kabul ediyor sanki” dedim. Sen ne düşünüyorsun?

Kemal Can: Dediğim gibi bir rezervi koyuyorum. Bu her şeye açık. “Belirli yerlerde yapıyoruz, belirli yerlerde yapmıyoruz” denebilir ya da tamâmen ortak listeye de dönebilir. O rezervi her zaman koymak lâzım. Çünkü bunun daha önce örneğini gördük. Peki, bu neden yapıldı? Dediğin gibi, burada birkaç faktör etkili olabilir. Bu faktörlerden bir tânesi, bütün politik aktörlerin, yavaş yavaş, seçimde muhtemel bir değişimden sonrasının pozisyonlarını almasıyla ilgili. Aslında muhâlefet cephesinde de yaşadık bunu. Çünkü bu olasılık daha yüksek bir olasılık hâline geldi. Dolayısıyla aynı biçimde, iktidar tarafında da gayet anlaşılır bir argümana dönüştü bu olasılık.

İkinci bir faktör, 2015’ten îtibâren, yani o Haziran-Kasım arasında îtibâren, MHP oyununun bir kısmının AKP içerisine gömülü olarak geldiği bir tablo yaşıyoruz. Yani AKP oy kaybetti. İttifak toplam olarak oy kaybetti. MHP de oy kaybetti. Bu oy kaybı bir aşamada birbirlerine geçişerek gidiyordu. Ama bir aşamadan sonra ikisi berâber kaybetmeye başladılar. Ama hâlâ AKP’nin içerisinde gömülü bir MHP oyu var ve bence bunu MHP de gayet iyi biliyor; Bahçeli’nin de bildiği bir şey. Eğer ayrı listeyle girerse, bu toplam kayıptan kimin daha fazla kaybettiği ve siyâsî zeminde kimin devam etme imkânı olacağı meselesi önemli olacak seçimden sonra. İkincisi, biraz önce senin başka vesîleyle söylediğin: İYİ Parti’de kısmî bir gerileme yaşandığı için MHP bu fırsatı kullanmak istiyor olabilir. Tekrar o rakamı yakalaması zor, ama 2018’deki gibi… Hatırlarsan, 2018’de, bütün kopmaya rağmen ve İYİ Parti’ye büyük bir potansiyel aktif edilmesine rağmen denk oylar aldılar. Hattâ MHP yarım puan daha önde kapattı. 

Şimdi bir kez daha, İYİ Parti ile MHP’nin çok yakın yüzdelere gelebiliyor olması, birdenbire sonranın denklemini değiştirecek bir şey hâline dönüşebilir. Bence bu hesâbın da yapıldığını düşünebiliriz. Çünkü şöyle bir taraf var: Muhâlefet partilerinde ortak liste meselesinin kritik olmasıyla, iktidar partilerindeki kritiklik arasında biraz küçük bir fark var, o da şu: MHP ve AKP, aynı coğrafyada ve güçlü oldukları yerde, ikisi berâber büyük güç oluşturuyorlar. Çoğu yerde meselâ birinci ikinci parti çıkabilecek durumdalar. Dolayısıyla muhâlefetin kaybettiği kadar şey kaybetmeyebilirler ayrı listelerde. Benim “Ortak listeyle girebilirler” dememin nedeni, bunu yapabilme kabiliyetleriyle ilgili. Bunda hiç sıkıntı çekmezler ve bunu çok rahat yaparlar. Erdoğan da Bahçeli de teşkilâtlarına çok kolay kabul ettirir bunu. “Eğer muhâlefette bu tür sıkıntılar ortaya çıkarsa, bu fırsatı kullanarak çoğu yerde birinci parti olmayı hedefleyen bir strateji geliştirebilirler, bu da şaşırtıcı olmaz” diyordum. Şimdi muhâlefet tarafındaki denklem netleşmediği için, bu olasılık hâlâ açık. Dolayısıyla daha ortak bir coğrafyada ve birbirlerine kaybettirmeden bağımsız olma seçeneğini de kullanabilirler. Muhtemelen onlar da tıpkı muhâlefetin yaptığı gibi il il bir çalışma yapıyorlar. Ayrıca, şu anda Muharrem İnce gibi bir faktörü de kullanarak, muhâlefetin bâzı yerlerde olacağından daha geriye düşebileceğini düşünüyorlar. Birçok yerde öyle bir faktör olmasa, yani muhâlefet blok girse, kesinlikle blok girerdi iktidar. Ama şimdi o seçeneğe fazla prim veriyorlar.  Bence bu denklemde bu da bir faktör olarak düşünülmüş olabilir. 

Ruşen Çakır: Zaten AK Parti sözcüsü Ali İhsan Yavuz, “Millet İttifâkı da böyle yapmak zorunda kalacak” dedi. Yani “Millet İttifâkı ortak listeyle girerken, biz ortak listesiz giriyoruz” demiyor. “Böyle yapmak durumundayız, burada şaşırtıcı bir durum yok. Ama diğerleri de böyle yapıyor zâten, çok da abartmayın” diyor. Ama son anda Millet İttifâkı bir şekilde ortak listeyle giriyor havası çıkarsa, o zaman öteki taraf da apar topar bir çözüm arayacaktır.

Kemal Can: Evet. O fark, bu denklemi gerektirdiğinde, gene bundan bölünebileceğini düşünüyorum. Ama İYİ Parti gerilerken, MHP’yi ittifak içerisinde daha güçlü bir pozisyona taşımanın fırsatını görmüş de olabilir Bahçeli. Yani illâ tersinden, negatif bir nedenle, alamadığı için kızdığından değil, normalden fazlasını alma hevesinden pozitif bir motivasyonla bunu yapıyor olabilir.

Ruşen Çakır: Son olarak en sevdiğim konu, Muharrem İnce meselesine gelelim. Son yaptığı açıklamayı gördün mü? Uzun bir açıklama yaptı. “Kılıçdaroğlu ile pazarlık olmadı…” dedi.

Kemal Can: “Bana bir teklif getirilmedi” meselesi.

Ruşen Çakır: Ben onu şöyle okudum: “Zâten ben pazarlık yapmam” demiyor. “Şu târihte şu partiye, bu partiye bu târihte gidildi. Bana son anda geldiler” diyor ya? “Zâten benimle pazarlık etmek istemediler” demeye getiriyor. Ama hâlâ olayda bir belirsizlik var. Şimdi adı listeye girdi, ama adının pusulada olması adaylıkta ısrar edeceği anlamına gelmiyor. Son anda, “Ben vazgeçtim, Kılıçdaroğlu’nu destekliyorum” diyebilir. Ama pusulada da ona birileri oy verebilir. Bu ihtimal giderek azalıyor sanki. 

Bir diğer husus da, CHP’liler genellikle onun oyunun zamanla azalacağı üzerine hesap yapıyorlar. Orada şöyle ince bir husus var: Bir yandan, İnce’yi aşağılama, eski lâflarını ortaya çıkararak onu geriletme; bir diğeri de –bence en akıllıca olanı–, İnce’ye değil de ona oy vermesi söz konusu olan insanlara yönelme. O insanlar niye koptu? Kılıçdaroğlu “seçilemez” dediler ve Ekrem İmamoğlu ya da Mansur Yavaş’ın aday olmasını istediler. Sonra Kılıçdaroğlu aday olunca, seçilme ihtimâli fazla olmayan birisine tepki olarak gittiler. Ama Meral Akşener Kılıçdaroğlu’nun adaylığına iyice sâhip çıkarsa –ki öyle yapacağı görünüyor–, Kılıçdaroğlu’nun seçilebilirliği net olarak gözükürse, o gidenlerin bir kısmı, “Zâten Kılıçdaroğlu seçiliyor, çok da fazla abartmamak lâzım” deyip dönebilir. İş sanki öyle bir yere doğru gidiyor — muhâlefetin temennisi de o; çünkü Muharrem İnce’yle uğraşarak elde edecekleri çok fazla bir şey olduğunu sanmıyorum. 

Kemal Can: Evet, bence de. Zâten Muharrem İnce’nin temel tezleri açısından tam olarak ayrımı târif edebildiğini söyleyemeyiz. O senin dediğin, çeşitli tepki gruplarına ilişkin küçük küçük parçalar ortaya atıyor. Bâzılarına DEVA ve Gelecek partilerine fazla imkân verilmesini, kimine Mansur Yavaş’la İmamoğlu’nun aday gösterilmemesini, kimine HDP’nin desteğini, birilerinin Kılıçdaroğlu’na ilişkin rezervleri… Zâten şöyle bir zorluk var: Her seçimde kendini, mevcut aktörlerin ya da mevcut siyâsî partilerin içerisinde temsil edilememiş hisseden bir grup olur. Çeşitli dönemlerde bu grup büyüyor. 2002’de AKP iktidar olurken de %7 ile bunu toplayan Genç Parti ve Cem Uzan vardı. Bu tür aktörler, sâhibi olmayan, göçmen meselesi gibi daha sert birtakım reaksiyon imkânlarını da kolay kullanıyorlar. Hani tuzu kuru derler ya? Meselâ kimse şu anda Muharrem İnce’ye, “Programın ne? Kadron kim?” diye de sormuyor. Cumhurbaşkanı olacak bu insan. Neye îtiraz ettiğini söylüyor ve aslında bunu anlatıyor. Onu destekleyenler de sâdece kendi îtiraz ettiklerini biliyorlar; ortak olarak istedikleri şeyin ne olduğunu tam olarak kendileri de ifâde edemiyor. Senin dediğin doğru: O seçmene konuşmak lâzım. Ama o seçmenin de bu amorfluğu yüzünden hangi tarafına konuşacaksın? Yapabileceğin şey, onların reaksiyonlarını, alerji duydukları şeyleri yumuşatmak. Muharrem İnce’ye oy vereceğini söyleyen seçmeni, muhâlefet aktörleri onlara ne söylerlerse iknâ eder? Bunun cevâbı yok aslında. Meselâ “Biz şu şu yasayı çıkartacağız, şu programı uygulayacağız” dediklerinde, hangisi onlar için câzip? Bunun cevâbını verebilecek kimse yok. Onlar, seçime yaklaştıkça tepki oylarına kanalize olan kesimlerin, pragmatik gerekçelerle kazanabilecek adaya doğru çekileceğini düşünüyorlar. 

Ben ise tersinden bakarak şunu söylüyorum: Şu ya da bu nedenle Kılıçdaroğlu’nun adaylığına ya da mevcut siyâsî tabloya reaksiyon duyan bir seçmem var. Çeşitli anketler çeşitli şeyleri ölçüyor; 3 ölçen var, 5 ölçen var, 7 ölçen var. Şu ya da bu nedenle, senin saydığın gerekçelerin herhangi biriyle ya da ekleyeceğimiz birkaç tâneyle, bunlar tepki duymuşlar; zâten duymuşlar yani. Onun üstüne, şu anda muhâlefete oy vereceğini söyleyenlerden birileri, neden tavır değiştirip yeni ne söyleyeceği için… Hani herkes, “Kılıçdaroğlu bu seçmeni iknâ edecek bir şey söylesin” diyor ya? Onun ne olacağının cevâbını bilmiyorum; ama ben de ters soruyu soruyorum: Muharrem İnce şu anda Kılıçdaroğlu’na oy vereceğini söyleyenlere ne söylediği için daha fazlası taraf değiştirecek? Neden Muharrem İnce’ye oy vermeye başlayacaklar? Muharrem İnce’nin oyu neden büyüyecek? Bunun cevâbının olmadığını düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Belki Muharrem İnce, diyelim ki Kılıçdaroğlu’nun Abdullah Gül ile buluşmasını da kullanacak.

Kemal Can: Tamam, kullanacak. Ama Abdullah Gül’le görüştüğü için reaksiyon duyacakların hepsi zâten duymuş durumda. O kullanılmış bir argüman zâten.

Ruşen Çakır: Yani sen, “Artık artmaz, ama azalır” diyorsun. 

Kemal Can: Bu tepki olaylarının her zaman seçimden önce, seçim sandığına gidildiği andan önce daha yüksek olması zâten doğası gereği. Anketlerde de olduğundan daha yüksek çıkar. Küçük partilerin oy oranlarını yakalamak zordur. Çoğu araştırma da onları zâten “kararsız” ya da “protesto” olarak grupluyor. O yüksektir. Anketlerde, “Sandığa gitmeyeceğim” diyeni çok bulursun. Ve her seçimden önce, “Sandığa gitmeyeceğim” diyenlerle katılım oranlarını karşılaştırdığında bunun gerçekleşmediğini görürsün.

Ruşen Çakır: Ben de katılımın yüksek olacağını düşünüyorum. Konuşma sorunum nedeniyle yayını burada bitirelim Kemal.

Kemal Can: Geçmiş olsun diyelim sana da. 

Ruşen Çakır: Sağ ol. “Haftaya Bakış”ı burada sonlandırıyoruz. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.