Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Adını Koyalım (100): Muhalefet ve iktidar cephelerinde saflar netleşirken

100. bölüme ulaşarak “dalya” diyen Adını Koyalım’da bu hafta; Ruşen Çakır, Ayşe Çavdar ve Edgar Şar, bugün (29 Mart) gerçekleşen Muharrem İnce-Kemal Kılıçdaroğlu görüşmesinin ne gibi sonuçlar doğuracağını, Muharrem İnce’nin adaylıktan vazgeçip vazgeçmeyeceğini, İYİ Partili Yavuz Ağıralioğlu’nun istifasını, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin dün Twitter hesabı üzerinden yaptığı açıklamaların Cumhur İttifakı açısından nasıl yorumlanması gerektiğini değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Edgar Şar: İyi akşamlar, “Adını Koyalım”dan herkese merhaba. Ruşen Çakır ve Ayşe Çavdar ile birlikteyiz. Bugün “Adını Koyalım”ın 100. programı. Zâten tanıtımlarımızda da gördünüz; “Adını Koyalım bu hafta dalya diyor” şeklinde çıktık. Tabiî, keşke bu 100. yayına gelmesinde çok büyük katkısı olan Burak Bilgehan Özpek ve Kemal Can da aramızda olabilseydi. Kemal Abi maalesef ailevî bir meseleden ötürü aramızda değil; ama gelecek hafta inşallah yine burada olacak. Yayın açısından baktığımız zaman da, konularımız 100. programa yakışan konular. Seçim gündemine baktığımız zaman, heyecanlı gidiyor. Dolayısıyla biz de bugün seçim gündemini, hem iktidarda hem muhâlefet cephesinde safların ne durumda olduğunu konuşacağız. Hoş geldiniz Ruşen Abi, Ayşe.

Çavdar- Çakır: Merhaba.

Edgar Şar: Kılıçdaroğlu Millet İttifâkı’nın cumhurbaşkanı adayı olarak şimdiye kadar bir sürü partiyle görüştü. Muharrem İnce ile görüşüp görüşmeyeceği merak konusuydu. Birkaç saat önce bu görüşme de sonlandı. Kılıçdaroğlu Memleket Partisi genel merkezine gitti. Sonrasında bir açıklama yaptılar. Hem Kılıçdaroğlu hem İnce birtakım enteresan konulardan bahsettiler, ama açıklamalarında herkesin beklediği konuya pek yanıt vermediler. Biliyoruz ki yarın, yani ayın 30’unda, mesâî saatinin bitimiyle birlikte, cumhurbaşkanı adaylarının kesin listesi açıklanacak ve 31 Mart Cuma günü de bu isimler Resmî Gazete’de yayınlanacak. Bu da, cumhurbaşkanlığı seçimleri için pusulanın netleşmesi anlamına geliyor. Dün Kılıçdaroğlu’nun Ankara dışında bir programı olduğu için, bu görüşme bugün sanki son güne kalmış gibi görünüyordu. Nitekim Kılıçdaroğlu’nun dün Konya Ereğli’de Ruşen Çakır’a söylediği gibi, Muharrem İnce ile bu görüşmeyi bugün yaptı, ama ne görüşüldü burada tam olarak bilmiyoruz. 

Ruşen Abi, ilk olarak seninle başlamak istiyorum. Dün Kılıçdaroğlu ile bir görüşme yaptın, aldığın izlenim neydi? Herkesin beklentisi, Kılıçdaroğlu bir şeyler teklif edecek, Muharrem İnce de ona göre adaylıktan çekilecek ya da çekilmeyecek. Bugünkü görüşmede böyle bir şey olmadı gibi duruyor, ama belki de olmuştur. Devam eden bir müzâkere olduğunu iddia eden gazeteciler var. Sen nasıl bir izlenim aldın?  

Ayşe Çavdar: “Hiçbir şey olmadıysa bile, bir şey oldu” mu demek istiyorsun Ruşen?

Ruşen Çakır: Ankara temsilcimiz Hıdır Göktaş ve Halk TV’den İsmail Saymaz’la birlikte Kılıçdaroğlu ile söyleşi yapma imkânımız oldu. Dün akşam Gökçe Çiçek Kösedağı ve Gülçin Karabağ’la yaptığımız yayında da anlattım. Kılıçdaroğlu bu görüşmeyi hiç de öyle sıradan, diğer partilerle yaptıkları türden bir görüşme olarak aktarmadı bize; önemsediği belli oluyordu ve belli ki pazarlık edeceğini biliyordu. Ama neleri önereceğini söylemekten çekindi. Kendisine sorduk, ama görüşme öncesi bunu belirtmesinin doğru olmayacağını söyledi. Belli ki bir şeyleri gündeme getirecekti, öyle anlıyorum. Ve sanki bu iş olurmuş gibi bir havası var gibi geldi bana. Hatta kendisine, “Sizce bu iş birinci turda bitecek mi?” diye sorduğumda, kesinlikle birinci turda biteceğini söyledi. Birinci tur meselesi, Muharrem İnce ile çok doğrudan alâkalı bir mesele olarak görülüyor. Açıkçası, Muharrem İnce konusunda sorunu çözmeye daha yakınmış gibi geldi bana. Ama bugünkü buluşmanın çıkışında, Kılıçdaroğlu değil de Muharrem İnce’ye bakınca, sanki işler yolunda gitmiyormuş gibi bir hava var. Aslında tam da net konuşmadılar. Bu da işin garip tarafı. Çünkü tüm Türkiye bu görüşmenin sonucunu merak ediyor. Tüm Türkiye derken, sadece muhâlefet değil. “Muharrem İnce adaylıkta devam edecek mi etmeyecek mi, anlaştılar mı anlaşmadılar mı?” meselesini, belki de daha fazla iktidar merak ediyor. Şu hâliyle sanki anlaşmamışlar gibi gözüküyor. Ama sen de söyledin Edgar, daha önümüzde yarın var; 30 Mart Perşembe günü mesâî saati bitimine kadar bir süre var. Cumhurbaşkanı adaylarının kesin listesi Cuma günü Resmî Gazete’de yayımlanacak. Kulis bilgisine sâhip olduğumdan değil, ama muhtemelen karşılıklı ellerini gösterip bir pazarlık payı bırakmış olabilirler. 

Türkiye’de daha önce de değişik dönemlerde, değişik seçimlerde böyle son dakika hamleleri çok olmuştur. Bu seçimde bugüne gelene kadar da böyle hamleler oldu biliyorsunuz. Yeniden Refah Partisi’nin Cumhur İttifâkı’yla anlaşamayıp çıkması ve tekrar geri dönmesi. Doğu Perinçek’in Cumhur İttifâkı’na girememesi, cumhurbaşkanı adaylığı için 100 bin imzâ toplama konusunda bazı adayların imzâları geç toplayabilmesi, Yavuz Ağıralioğlu’nun İYİ Parti’den istifâ etmesi… Önümüzdeki günlerde bu tür başka şeyler de yaşayacağız anlaşılan; ama perşembe gününü de atlatmamız gerekiyor. 

Şu andaki tabloya baktığım zaman, sanki Muharrem İnce adaylığını sürdürmek istiyormuş gibi geldi bana. Hele o söylediği, “Atatürk’ü tartıştırmayız. PKK’sına, FETÖ’süne, DHKP-C’sine, Hizbullah’ına karşıyız” açıklaması, buluşmanın atmosferine ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun nezâketli üslûbuna yakışan şeyler değildi. Belli ki Muharrem İnce’nin birtakım gerekçelere ihtiyâcı var; o gerekçeleri de böyle sundu. Açıkçası tam ne olduğunu anlayabilmiş değilim, ama şunu çok iyi biliyorum: Muharrem İnce adaylıktan vazgeçmez ve seçimlere katılırsa, bu seçimler muhtemelen ikinci tura kalacak. Ancak CHP çevresi ve CHP’ye destek veren diğer çevreler, hattâ konuştuğum bazı kamuoyu araştırmacıları, bu oyların seçime doğru azalabileceğini, bu ihtimâlin çok güçlü olduğunu söylüyorlar. Yine de arada bu kadar çok büyük farkın olmadığı bir seçim serüveninde, Muharrem İnce’nin, tabiî aday olarak bir de Sinan Oğan var, birisinin 1 puan, diğerinin 3 ya da 4 puan alması durumunda bile seçimler ikinci tura kalacak gibi gözüküyor. Hele bazı kamuoyu araştırmacılarının Muharrem İnce’ye atfettiği gibi, %5’in üstünde veya %10’a yakın bir oy gelecek olursa, seçim kesinlikle ikinci tura kalacak. İkinci tura kalan seçimde de Erdoğan’ın iddiası artacak. Şu anda bütün kamuoyu araştırmaları Erdoğan’ın ilk turda kazanma ihtimâlinin olmadığını gösteriyor. 

Bir diğer gördüğümüz nokta da Kılıçdaroğlu’nun önde olduğu. Muharrem İnce’nin tabanının –tabanı değil aslında, seçmeninin diyelim; çünkü Muharrem İnce’nin bir tabanı yok bence–, seçmeninin de normal şartlarda muhâlefete yakın olduğunu varsayarsak, Muharrem İnce’nin de desteklediği Kılıçdaroğlu’nun ilk turda kazanma ihtimâli hayli yüksek. Ama şu an îtibâriyle, iktidârın, Erdoğan’ın istediği bir pozisyondayız. 1 gün içerisinde bu olabilir mi onu göreceğiz. Biliyorsunuz, normal şartlarda yarını geçtikten sonra da adaylıktan çekilebilir, ama çekilse bile pusulada ismi kalacak. Dolayısıyla kendisi aday olmasa bile, herhangi bir adayın –bu Erdoğan da olabilir, Kılıçdaroğlu da, Sinan Oğan da–, Cuma gününden sonra çekilmesi durumunda, isimleri pusulada kalacak. Dolayısıyla Perşembe günü adaylıktan çekilme olmazsa, o zaman, “Acaba son anda çekilir mi? Acaba pazarlıklar sürüyor mu?” kulisleri olacak. Tabiî böylesine hayâtî bir seçimin en göbeğindeki meselenin Muharrem İnce’nin adaylığı olması da başlı başına ilginç ve aslında acı bir durum. Bir ay önce bunu konuşmuyorduk.  İki ay önce hiç konuşmuyorduk. Ama şimdi bunu konuşur bir hâle geldik, bu da çok mânîdar.

Edgar Şar: Evet, şimdi Ayşe’ye soracağım aynı şeyi. Tabiî bir de şöyle bir şey var: Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendine olan güveni nereden geliyordu ona bakmak lâzım. Daha önce bâzı gazetecilerin, CHP Genel Merkezi’nin Muharrem İnce konusunda ihtiyatlı ama o kadar da endîşeli olmadığına dâir kulis haberleri vardı. Ben de Kemal Kılıçdaroğlu’nun Muharrem İnce ile görüşmesi gerektiğini düşünenlerdendim. Çünkü yarın öbür gün, hele ki listeler çıktığı zaman ve CHP’nin özellikle ittifaktaki diğer küçük partilere anlamlı sayıda kontenjan verme ihtimâli durumunda –ki ben böyle olacağı kanısındayım–, Muharrem İnce bunu zâten kullanmak isteyecekti ve seçmenlerine de, “Bakın, adı bile duyulmamış partilere gittiler, bana onu bile yapmadılar” diyecekti. Bu belki de o başlattığı îtirâzı meşrûlaştırmak için bir sebep olacaktı. Bence Kılıçdaroğlu’nun, hiçbir şey teklif etmeyecekse bile gitmesi gerekiyordu. Nitekim de gitti. Ama ne kadar ciddî bir şey teklif edebilirdi bilmiyorum. Hele ki 7 cumhurbaşkanı yardımcısı ve bakanların olduğu bir düzende, yürütmeden bir şey teklif etmesi bana pek olası gelmiyordu. Kılıçdaroğlu belki milletvekilliği teklif edebilirdi. Muharrem İnce’den de, “Ben hayâtım boyunca milletvekili olabilirdim. Niye ayrıldım o halde?” cevâbı gelebilirdi. Ama bu cevap seçmenini iknâ etmeye yetmeyebilirdi. Yani seçmeninden, “Tamam kardeşim, sen de… Bak adam geldi sana, seni kaale aldı o kadar. Ama şimdi sen de onu kabul etmiyorsun. Ne istiyorsun?” tepkisi gelebilirdi. Bâzı anketlere göre Muharrem İnce’nin şu anda %5-10 arası görünen oyu, bu durumda 0 ile %5 arasında gerileyebilirdi. Ben CHP’nin stratejisinin buna yakın bir şey olduğunu düşünüyorum. Kemal Kılıçdaroğlu hiçbir şey teklif etmediyse bile, sırf bu ziyâreti yaparak, Muharrem İnce’yi destekleyen seçmen nezdinde bir moral üstünlük, bir haklılık ve gerekeni yapmış olmanın verdiği “büyüklük” elde etmiş gibiydi sanki. Ayşe, sen nasıl okudun bunu.

Ayşe Çavdar: Ben görüşmeden sonra ikisinin yan yana yaptıkları açıklamayı izledim. Muharrem İnce bir tuhaf görünüyordu açık söylemek gerekirse. Yani ne söylediğinden bağımsız olarak, hâli, tavrı, şekli şemâili biraz tuhaf görünüyordu. Kemal Bey de gayet kendinden emin bir şekilde, özellikle Muharrem İnce’nin ilkelerle ilgili tuhaf, alelacayip konuşmasında söylediklerini –ki az önce Ruşen onların ne olduğunu söyledi– sabırla ve gülümseyerek, gülümsemesini hiç bozmadan dinledi. Ben Faik Öztrak ve Özgür Özel’in yüz ifâdelerine de baktım; gerçekten iyi siyâsetçilermiş, içeride ne olduğuna dâir hiçbir şekilde renk vermediler. Konuşma esnâsında da ne bir mimik verdiler ne de başka bir şey. 

Dolayısıyla ben şöyle bir izlenim edindim: Muharrem İnce her ne istediyse alamadı, ama ona bir şey önerildi. O şeyin ona yeteceğini düşünüyor. CHP yönetimi sonunda belki, “Eyvallah” diyeceğini düşünüyor. Yetmezse de o kadar önemli görmüyor. Çünkü bugün CHP çevrelerinden kulislere şöyle bir şey de atıldı: “Biz Muharrem İnce’yi iknâ etsek bile, ona giden oylar eğer Kılıçdaroğlu’nun adaylığına îtiraz dolayısıyla giden oylarsa, o zaman da Sinan Oğan’a gidecekler. Dolayısıyla bu bize bir şey kazandırmaz”. Böylece Kılıçdaroğlu’na îtiraz oylarının Sinan Oğan’la Muharrem İnce arasında bölüneceği ve İnce’nin, esâsında hiçbir şekilde alternatifsiz olmadığı yönünde bir fikir atılmış oldu ortalığa. Üstelik bu, görüşmenin öncesinde atıldı. Dolayısıyla orada İnce’nin pazarlık payı bir miktar düşürülmüş oldu. Ama dediğim gibi, Muharrem İnce’nin hâli ve tavrı öyle bir şeydi ki, ne önerirse önerilsin… Bence, İnce’nin özellikle Millet İttifâkı civârında görünür bir pozisyonda olması, o açıklamadan sonra, Millet İttifâkı’nın toplamının ciddiyetine gölge düşürecek bir şey olur. Öncesini ve sonrasını karşılaştırarak söylüyorum. Öncesinde belki bir şeydi, ama oradaki pozisyondan sonra, hele sonunda Kılıçdaroğlu’na dönüp, arka arkaya “Hoş geldiniz ve güle güle” demesi hakîkaten tuhaftı. Sonuçta Muharrem İnce, 2018 seçimlerinde CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olmuş bir politikacı. Dolayısıyla nerede nasıl ne denir konusunda bir fikri vardır zannediyorum. Oradaki o söz sürçme değilse –sürçmeyse de tuhaf–, o türden bir hitap çok acayipti. O esnâda sorulan, “Adaylıktan çekilecek misiniz?” sorusuna da, “Ben öyle demedim” cevâbını verdi. Bu cevap, “Adaylıktan çekilmeyeceğim” anlamına gelebilir. Ben öyle okudum. Ama programdan önce sizinle konuşurken, “O anlama gelmeyebilir” dediniz siz. Yarın akşama kadar süre var. Eğer pusulaya girerse, bence çekilmesinin hiçbir anlamı yok, çünkü orada oy bir şekilde bölünmüş olacak. 

Fakat şunu da söylemek lâzım: Ben özellikle bu görüşmeden sonra almaya başladığı tavrın da İnce’nin oy miktârını ciddi şekilde etkileyeceğini düşünüyorum. Çünkü sonuçta CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu üzerlerine düşeni yapmış oldular, bir ziyâret gerçekleştirdiler. O sâdece büyüklükle ilgili değil, bir taraftan da siyâsetten ne anladığımızla ilgili. İnce çekilmeyi kabul etmediği durumda, ne olursa olsun bir tür negatif ses olarak kalacak orada. Sonuçta bu D’Hondt sistemi ve kaç gündür “Ortak listeler mi, ayrı listeler mi, nerede nasıl hesaplanacak?” üzerinden, seçmen de bir şekilde seçim sistemi uzmanı olmaya başladı. Zannediyorum ki “Oyum boşa gitmesin” hissiyâtı ve arzusu sonunda galebe çalacaktır ve hava değiştikçe, seçime doğru yaklaştıkça, İnce’nin ne dediğinden bağımsız olarak, dediğim gibi, “Oyum boşa gitmesin, oyum sayılsın” mevzûu ön plana çıkacaktır. İnce’nin hâliyle tavrıyla tutumuyla ilgili başka meseleler de var. Ama bu bile yeter onun toplam oylardaki, özellikle cumhurbaşkanlığında toplam oylardaki etkisini azaltmaya. O nedenle ben emin değilim ikinci tura kalacağından. Millet İttifâkı tarafında çok büyük bir hatâ olmadıkça, birinci turda hakîkaten bitme ihtimâli hâlâ var. Ancak bu koşulda, yani Millet İttifâkı hatâ yaparsa, İnce’ye de oy gelebilir. 

Sonuçta şu anda Yavuz Ağıralioğlu meselesiyle birlikte değerlendirirsek, biliyorsunuz bugün Tayyip Erdoğan kendi grup konuşmasından önce bir video izletti ve o videoda tam 4 kez Ağıralioğlu’ndan alıntı vardı. Zannediyorum ki öyle bir işlevi olur iktidar açısından. Özellikle, bugün görüşmeden sonraki ilke açıklamasına devam edecekse, muhâlefeti yıpratmak üzere iktidar açısından kullanışlı bir görüntüye dönüşür. Yapmak istediği şey buysa da olur, bunu yapabilir. Başarısı bu olur. Başarısı… bunu ironik olarak söylüyorum. 

Edgar Şar: Çok teşekkürler Ayşe. Şu anda Muharrem İnce bir televizyon kanalında konuşuyor. Muharrem İnce’ye şöyle bir soru sorulmuş. Daha önce Fatih Altaylı da sormuştu hatırlarsanız: “Siz %5 civarında da bir oy alırsanız ve sizin aldığınız küçük oy yüzünden seçim ikinci tura kalırsa sokağa çıkamazsınız, biliyorsunuz değil mi?” O da, “Biliyorum. Peki, ben %20-30 oy alırsam kimler sokağa çıkamaz?” diye cevap vermişti. Şu anda yayında, partisinin oyunun %10, kendisinin oyunun %16 olduğunu söylemiş. 2018’de, Muharrem İnce’nin partisinden %6 oy fazla almasına imkân sağlayan faktörün –ki İnce bunu ısrarla kendisinin müthiş bir siyâsetçi olmasıyla bağdaştırıyor– aslında bu seçimde de Kılıçdaroğlu’nun belki ilk turda kazanmasına yol açabileceğini bir türlü kabullenmek istemiyor. Öyle bir durumu var Muharrem İnce’nin. Aynı zamanda, Muharrem İnce ısrarla Altılı Masa’daki fay hatlarını kendi lehine kullanmaya çalışıyor. Bence bu ziyâret onu engellemez, ama anlamsızlaştırma açısından önemliydi. Muharrem İnce’nin bu yayında konuştukları, Kılıçdaroğlu ve Muharrem İnce arasında devam eden bir müzâkereye işâret etmiyor gibi gözüküyor, ama bilemeyiz tabiî. Ruşen Abi bir şey söyleyecek galiba.

Ruşen Çakır: O söylediğin husus çok önemli. Muhâlefetin içerisindeki ârızalar Muharrem İnce’yi besliyor. Zâten bu kadar oy topluyor gözükmesinin en temel nedeni de Kılıçdaroğlu’na “kazanacak aday” perspektifinden karşı çıkılması, İmamoğlu ya da Mansur Yavaş’ın adının ortaya atılması ve daha sonra da Meral Akşener’in 3 Mart’ta o büyük gürültüyü koparması. Bütün bunlar bir sonuca ulaştı. O da, zâten var olan, kendi köşesinde pek de bir etkisi olmayan, Ümit Özdağ’ın Zafer Partisi’nin kanatları altında duran bir partiydi Memleket Partisi ve başlamadan bitmiş bir öykü gibi duruyordu. Ama muhâlefette yaşanan bu sorunlar nedeniyle birdenbire açıldı. Şimdi bunu sürdürebilmesi için muhâlefetin sorun üretmeye devam etmesi lâzım. Ama gördüğüm kadarıyla bu olmuyor, olmayacak da. Örneğin Yavuz Ağıralioğlu’nun hızlı bir şekilde partiden dışlanmasında da bu vardı. Meral Akşener’in bugünkü grup konuşmasında bu vardı. Meral Akşener, üslûp anlamında Erdoğan’a yönelik en sert eleştirilerini bence bugün yaptı. Dolayısıyla muhâlefette bir gedik açmaları mümkün değil. 

Ben hafta sonu, İstanbul’da Gelecek Partisi’nin iftarını izledim. Orada Ali Babacan ve Akşener dışında diğer parti liderleri de vardı. Dün de Konya’da izledim. Konya’daki bir CHP etkinliğiydi. Ama özellikle Konya’daki iftara bütün diğer partilerden katılanlar oldu. Ahmet Davutoğlu da, Konyalı olduğu için olsa gerek, o da geldi. Şu hâliyle bakıldığı zaman, muhâlefette birlik berâberlik havası daha güçlü ve her geçen gün bu daha da artıyor. Listeler açıklandığında da burada bir şekilde göreceğiz. O konuda bayağı bir gerginlikler oluyormuş, ama birtakım ortak liste uygulamalarına da gidebilirler. Dolayısıyla Muharrem İnce daha fazla beslenme imkânından mahrum kalabilir. 

Muhâlefetin daha sağlam durması hâlinde, Kılıçdaroğlu’nun, benim dün Ereğli’de gördüğüm gibi artan bir ilgi yaratması hâlinde, bu, Muharrem İnce’nin aleyhine olacaktır. Kendisi bunları ölçüyor mu çok emin değilim açıkçası. Çünkü çok farklı bir siyâsetçi diyeceğim ama, çok da farklı değil. Benim hayâtım boyunca gördüğüm Türkiye’deki ortalama Türk siyâsetçi profilinin öne çıkan isimlerinden birisi diyeyim. Derinlikli vizyonlarla değil de, daha çok böyle hamlelerle hareket etmeye çalışan, retorikle giden bir siyâsetçi. Hele Muharrem İnce’nin bugünkü performansına bakıldığında; yani bir tarafta sessiz sâkin, efendi bir Kılıçdaroğlu, öteki tarafta, bu kişiye “Hoş geldiniz güle güle” gibi itici bir lâfı herkesin gözü önünde söylemiş bir kişi var. Dolayısıyla şu hâliyle bakıldığı zaman, Muharrem İnce seçime girecek olsa dahi, işin Kemal Kılıçdaroğlu lehine gelişme potansiyeli çok daha yüksek bana göre.

Edgar Şar: Ruşen Abi, kısa bir şey daha sorayım sana. Ayşe o konuya değindi zâten, ama ekleyeceği bir şey varsa alırız: Yavuz Ağıralioğlu meselesi. Yavuz Ağıralioğlu da aslında kendine has, hattâ kendine has bir tabanının bile olduğu söylenen bir siyâsetçiydi hep. Hattâ iki üç yıl önce, olası cumhurbaşkanı adaylarıyla ilgili ilk defâ Twitter’da bir anket yapmıştım; orada Ağıralioğlu’nun ismi tabiî ki yoktu; ama hatırı sayılır sayıda Twitter kullanıcısı altına yorum olarak Ağıralioğlu demişti — böyle bir siyâsetçi. Şu an onun yaptığı, muhâlefetteki senin söylediğin birlik görüntüsünü bozmaya yarayabilecek bir şey mi? Belki de zamanla, yani kampanyanın devâmında Muharrem İnce de CHP için bir çeşit Yavuz Ağıralioğlu’na dönüşebilir değil mi?

Ruşen Çakır: Evet, Yavuz Ağıralioğlu’nu tanıdığımı sanıyorum. Galiba onun medyadaki ilk ciddî çıkışı Medyascope’tadır. Sanayi Mahallesi’ndeki eski stüdyomuzda kendisiyle birkaç kere yayın yaptım. Bir kere şunu kabul edelim: Ağzı bayağı lâf yapan birisi. Hem İslâmî hareketi biliyor, hem ülkücü hareketi biliyor. Epeyce insanla tanışmış. Onlarla aynı ortamda bulunmuş. Bu anlamıyla bir yönü kuvvetli bir siyâsetçi. Ama belli bir yerden sonra, elinin ayârını kaçırdı. Daha önce de Meral Akşener’i zorlamıştı hatırlarsanız.  Meral Akşener onun İYİ Parti sözcülüğü ve Başkanlık Divanı’ndaki görevlerini elinden aldı. Sonra bir müddet sustu. Arada birkaç kere karşılaştık, ayaküstü sohbet de ettik. O da kendini hep, istemese de parti disiplinine uyan birisi olarak gösterip, bir zamanlar Bülent Arınç’ın meşhur ettiği “özgül ağırlığı” olan birisi gibi göstermek istedi. Ama şu son olay gerçekten… Görsem kendisine de söyleyeceğim. Dün aradım kendisini, ama ulaşamadım. Tabiî birçok kişi de aramış ama ulaşamamıştır. Kendisine de söyleyebilirim, yani arkasında konuşmak gibi bir durumum yok. Meral Akşener’in 3 Mart’ta yaptığının çok daha beceriksizcesini, çok daha vahimini yaptı. O çıkışıyla dikkat çekeceğini ve partide iknâ edilmeye çalışacağını, bir anlamda parti içerisinde pazarlık edebileceğini düşündü bence. Ama Meral Akşener’in ona randevu vermemesi, herhalde onun siyâsî hayâtında yaşadığı en ağır şoklardan birisidir. Zâten onun ardından istifâsını verdi. Meselâ bugünkü açıklamasında, “Vatanına milletine bağlı Alevî’ye canım kurban” diyor. Siz hiç “Vatanına milletine bağlı Sünnî’ye canım kurban” diyen bir Alevî gördünüz mü? Sen bunu diyorsan, zâten Alevîler’e “öteki” olarak bakıyorsun. “Ben Kemal Kılıçdaroğlu’na Alevî olduğu için karşı çıkmıyorum” diyorsun. Kimse, “Alevî olduğu için mi karşı çıkıyorsun?” diye sormadı ki! Varsa da önemli değil. Alevîlik meselesini siyâsetçi olarak kendini aklamak için dahi olsa konuştuğun zaman yanlış yapıyorsun. Ağzından, “Alevî olduğu için karşı çıkmıyorum” lâfı çıktığı zaman, senin bilinçaltında Kemal Kılıçdaroğlu’nun Alevî olması hep varmış demek. Bunlar çok vahim siyâsî hatâlar bence. 

Bir de, her ne kadar “Seçime 2 ay kala parti değiştirmek olmaz” dediyse de, eğer iktidâra yakın bir pozisyon alırsa, hele oradan aday da gösterilirse, yeni bir Mehmet Ali Çelebi, Savcı Sayan ya da eski Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu olayıyla karşı karşıya gelmiş oluruz. Şunu özellikle görmek lâzım: Başkaları da vardır belki, ama Yavuz Ağıralioğlu en öne çıkan isimdi; Kılıçdaroğlu’nun adaylığını engellemeyi kendine misyon edinmenin ötesinde, anladığım kadarıyla Millet İttifâkı’nın başarmasını da istemeyen bir çevrenin sözcüsü. Sonuçta bu kime yarıyor? İYİ Parti’nin nesine yarıyor? Meselâ 3 Mart’taki tavır Ağıralioğlu’nun tercih ettiği bir pozisyon, değil mi? Ne oldu? 3 Mart’ta Meral Akşener o çıkışı yaptıktan sonra binlerce kişi parti üyeliğinden istifâ etti ve anketlerde ânında bilmem kaç puan düştü. Bundan daha iyi ölçü mü var? Medyascope’taki arkadaşlarımız gittikleri yerlerde ilçe başkanları ve il başkanlarıyla görüşüyorlar. Hepsi de 3 Mart’ta yaşananlar nedeniyle kendi birimlerinde böyle yüzlerce istifâdan falan bahsediyor. Bu kadar yanlış olduğu, partinin hayrına olmadığı belli bir şeyi savunmak başlı başına bir sorundu. Sonuçta Meral Akşener’in, yani muhâlefetin önünü açtı. Halbuki partide eleştirilerini muhâfaza ederek kalsaydı, biz seçim gününe kadar, “Ağıralioğlu ortalığı karıştırır mı?” diye bekleyecektik. Ortalık karışmadı ve çekti gitti. Muhâlefetin de önünü açmış oldu. Bundan sonra da benzer bir şey olacağını sanmıyorum. 

Muharrem İnce de böyle bir muhâlefet eleştirisi yaparsa, yok DHKP-C, yok PKK tadında giderse, onun da başına gelecek odur. Muharrem İnce’ye yönelen insanlar, “Kılıçdaroğlu PKK ile, FETÖ ile işbirliği yapıyor” diye yönelmiyor ki. Ama o kendini anlatamadığı için, anlatacak pek bir şeyi olmadığı için buradan yürüyor o. Dolayısıyla muhâlefeti eleştiren muhâlif görünümlü insanları kazanma şansı yok. Ama Yavuz Ağıralioğlu örneği, çok çarpıcı bir öykü olarak girdi. Bundan sonra kendisiyle ilgili çok fazla konuşacağımızı sanmıyorum açıkçası. 

Ayşe Çavdar: Bir şey eklemek istiyorum Edgar. Ben hem Yavuz Ağıralioğlu’nun, hem Muharrem İnce’nin, hem de muhâlefetten kopma düşüncesinde olanların şunu anlamadıklarını düşünüyorum: İnsanlar Millet İttifâkı’na oradaki siyâsetçileri çok beğendikleri için oy vermeyecekler. Aslında hiç beğenmedikleri için belki de oy verecekler. İnsanlar Millet İttifâkı’na, bu siyâsî partiler bir şey yapabildikleri için oy vermeyecekler. Oy verenlerden bahsediyorum. Başka bir şey var orada. Sadece Erdoğan’ı istemedikleri için de değil. Yani Erdoğan düşmanlığından dolayı da oy vermeyecekler. Mevzû bu da değil. İnsanların Millet İttifâkı’na neden oy vereceklerini biz 3 Mart sonrasında anladık. O 4 günde, İYİP’ten bir gün içerisinde 30 bin istifâ olduğunu İYİP’li Erhan Usta açıkladı. Haftalar sonra, geçen hafta açıkladı. Biz o dönemde insanların Millet İttifâkı’na neden oy vereceğini anladık. Bence Muharrem İnce’nin, Yavuz Ağıralioğlu’nun –hattâ başkaları da çıkabilir–, hem anlamadıkları hem de çıkışlarının değer görmemesini kavrayamadıkları mevzû bu. Millet İttifâkı’nın olayı Millet İttifâkı olması bile değil; seçmenin kararlılığı, seçmenin olaya el koyması ve seçmenin olaya el koymak için Millet İttifâkı’nı yani o masayı seçmiş olması — bütün mesele bu. Artık büyümüş ve konsolide olmuş bir seçmenden bahsediyoruz. Muhâlefet seçmeni ülke yönetimine el koymak için Millet İttifâkı’nın kurmuş olduğu masayı seçtiği için Millet İttifâkı bu kadar merkezde ve buradan, seçime kadar çok çok büyük bir hatâ yapmazlarsa eğer, gene onları bir şekilde hizâya sokacak olan da seçmen olacak. Anlamadıkları şey bu. 

Sen “Muharrem İnce şu anda bir canlı yayında konuşuyor” deyince Twitter’a baktım. Zâten TT (Topic Trend) olmuştu. İnce’den kimler ne alıntılamış diye baktım. Olduğu gibi AKP yanlısı ya da AKP fanatiği gazetecilerin yazdıkları geldi önüme. Bundan böyle, bunu anlamadıkları için, yani muhâlefet seçmeninin duruma nasıl el koyduklarını anlamadıkları için, Muharrem İnce’nin de, Yavuz Ağıralioğlu’nun da, diğerlerinin de bütün işlevi şu olacak: İktidar kendi seçmenine anti-muhâlefet bir propaganda yaparken kullanılabilecek bir malzemeye dönüşecek söyledikleri her şey. Bundan sonraki siyâsî fonksiyonları budur. Mesele hâlâ Kılıçdaroğlu’ymuş, Akşener’miş, Karamollaoğlu’ymuş ya da Altılı Masa etrafındaki herhangi birisiymiş gibi algılayıp, seçmenin duruma el koyduğunu fark etmedikleri için. Geldikleri siyâsetler de buna mâni zâten. Ruşen az önce İnce’nin nasıl bir siyâsetçi olduğunu anlattı. Ortalama Türkiye siyâsetçisi, üstelik taşralı bir siyâsetçi. Büyük projeleri, planları olan, bir gelecek öngörüsü olan bir siyâsetçi değil; günlük polemiklerle işi götüren bir siyâsetçi. 

Yavuz Ağıralioğlu ise kendi tabanına daha gömülü bir siyâsetçi, ama o da kendi tabanının değiştiğini anlamakta zorluk çekiyor. İYİP’in henüz parti olmadığını düşünüyorum. Hâlâ, İYİ Parti olma yolunda giden bir siyâsî hareket. Tarihsel bağlamın zorlamasıyla bir anda partileşmek zorunda kalmış, ama bence sürecini siyâsî olarak tamamlamamış bir parti. Bence Yavuz Ağıralioğlu o partinin neden oluştuğunu bile anlayamamış durumda. Eğer anlasaydı, Ruşen’in dediğini yapardı; yani eleştirisiyle berâber siyâsetin içinde, o partinin içinde kalırdı. “Partime yük oluyorum” deyip çıktığı anda, aslında siyâseti terk etmiş oldu. Hele başka yere giderse zâten hiç kıymeti kalmayacak. 

Anlamadıkları şey, sâdece seçmenin duruma el koyduğu değil. Anlamadıkları şey, şu anda, içinde bulunduğumuz anda yalnızca bir seçimi konuşmuyoruz. Türkiye’de bütün toplam siyâsetin târihsel bir dönüşüm ânından, gayet kurucu bir andan bahsediyoruz. Anlamadıkları şey bu. Bu tür siyâsetçiler, mevzûnun “O klik, bu klik; o bunu sevmiyor, bu bunu sevmiyor; o ona bir şey vaat etti, bu buna bir şey vaat etti” ile döndüğünü zannediyorlar. O yüzden durumun ne olduğunu anlamıyorlar. Bu nedenle, özellikle sonuna doğru, Muharrem İnce’nin kıymet-i harbiyesinin kalacağını düşünmüyorum. Ve dediğim gibi, Millet İttifâkı’nın da, herhangi bir hatâ değil, çok çok büyük bir hatâ yapması lâzım ki o hatâ İnce’ye yarasın.  Birkaç kere ve çok büyük olmadıkça o hatâ, seçmen, “Elimizdeki masa budur” diye, bir şekilde bu masaya sâhip çıkmaya devam edecek.

Edgar Şar: Teşekkürler Ayşe. Tabiî şöyle bir ihtimal de var: Durumlar İnce’ye çok yaramaz, ama Millet İttifâkı’na da seçimi ikinci tura götürmeye yetecek kadar zarar verir ve bu da Erdoğan’a yaramış olur. 

Ayşe Çavdar: Bundan emin değilim. Çünkü bu hesap yapıldığında, geçen gün böyle saf saf soruyormuş gibi yapıp, “AKP’nin birinci parti çıkacağından emin miyiz hâlâ gerçekten?” diye sordum. Ben anketlere rağmen emin değilim. Bir anda CHP’yi karşımızda birinci parti olarak görebiliriz. D’Hondt sistemiydi filandı, yeni seçim sistemi birdenbire kendi kurduğu ve düştüğü bir tuzağa dönüşecek belki de AKP için — bilemiyoruz ki onu. 

Edgar Şar: O zaman hemen geçelim o konuya. Listeleri çok konuşacağız Yani gelecek hafta ve sonraki haftalarda “Adını Koyalım” programlarımızda liste meselesi gündemde olacak. Çünkü listeler iki hafta sonra verilmiş olacak, en çok konuşulacak konular da, “Millet İttifâkı kazanabilir bir stratejiyle çıktı mı?” meselesinden ziyâde, “O ona seçilebilir yerden kaç kontenjan verdi, bu ona kaç kontenjan verdi?” meselesi bence. Çünkü yine listeye giremeyenler, özellikle diğer partilere verilen kontenjanlar yüzünden çatlak sesler çıkacak, bir de bunların kavgalarını göreceğiz. O da Ayşe’nin söylediği, “Kurucu bir anda olduğumuzu anlayamayan siyâsetçiler” listesine yenilerini ekleme fırsatı verecek muhtemelen.

Devlet Bahçeli dün iki tweet attı. Cumhur İttifâkı’nda Yeniden Refah ve Büyük Birlik Partisi “bile” seçime kendi adıyla, amblemiyle ve adaylarıyla girerken, MHP niye ortak liste yapsın, o kadar da değil anlamına gelen bir ifâde kullandı. Meâlen söylüyorum tabiî Bahçeli’nin cümlesini. Böylece hem onların ayrı listeyle girmesinin şikâyetini etmiş oldu, hem de rest çekmiş oldu. Bununla ilgili de, “Listelerin kesinleşmesine 2 haftaya yakın süre var. Bu iş daha çok su kaldırır. Belli ki Bahçeli Erdoğan’ı müzâkere masasına çekmeye çalışıyor” yorumları yapıldı. Nitekim Erdoğan’la görüştüler galiba bugün — ya da bir görüşme takvimi ortaya çıktı. Oradan ortak bir şey çıkar mı bilmiyorum. Tabiî hemen bir şey çıkmayabilir de. Ekipleri çalışmaya başlar ve bir hafta sonra kritik yerlerde, özellikle küçük seçim çevrelerinde ortak listeyle çıktıklarını görebiliriz. Yani 1 ya da 2, hattâ 3 milletvekili çıkaran görece küçük yerlerde Cumhur İttifâkı ortaklık listesi görebiliriz. Ruşen Abi, sen Bahçeli’nin bu çıkışını nasıl okudun, ne anlama geliyor bu?

Ruşen Çakır: Ben bu konuda bir yayın yaptım zâten. Orada söylediklerimi tekrar uzun uzun anlatmayayım, ama özetle şunu söyleyeyim: Bu olay tahmin edebileceğimizden daha ciddî. Bahçeli, Erdoğan’la olan meselelerinde çok dikkatlidir. Bu doğrudan Erdoğan’a verilmiş bir cevap; yoksa Yeniden Refah ve Büyük Birlik Partisi’ni muhâtap alıp onlara kızması değil. Erdoğan’a, “Sen bunlara nasıl böyle bir şeyi izin verirsin? Onlara veriyorsan ben de yapmam” demek.

AKP ve MHP, kendileri için en uygun seçim sistemini arayıp tarayıp, buldular ve geliştirdiler. Başından îtibâren de ortak liste olayını geliştireceklerini söylüyoruz. Hattâ Kemal (Can) “Her yerde ortak listeyle bile girebilirler” diyor. MHP bundan yüksünmez. Ama bu hâliyle, Yeniden Refah, hele BBP gibi kendisinden türemiş, hiçbir fonksiyonu olmayan bir parti bile orada bayrak gösterecek, logosunu koyacak, ama MHP Meclis çoğunluğunu kazanmak için yokmuş gibi hareket edecek — bu önemli bir husus. Tabiî ki senin dediğin gibi buradan pazarlık da çıkar. Listelerin tamamlanmasının belli bir süresi var — yanılmıyorsan 9 Nisan. O zamâna kadar o pazarlık olacaktır. 

Dün Konya Ereğli’ye giderken İsmail Saymaz söyledi bunu bana. Önce ne olduğunu tam anlamadım. Bir 10 dakika sonra Bahçeli’nin tweet’ini gördüm ve neye uğradığımı şaşırdım. Devlet Bahçeli’yi biraz tanıdığımı sanıyorum. Devlet Bey o tweet’i bizzat kendisi yazmıştır. Danışmanlarına, “Şu konuda bir şey yapın” dememiştir. Hattâ bunu İsmail’e de söyledim. Belli ki çok öfkeli Devlet Bey. Bu öfkenin bir nedeni, Yeniden Refah ve BBP’nin seçime kendi amblemleri, adaylarıyla girmeleri kısmı başlı başına bir sorun; ama bu partileri zâten istemiyor Bahçeli. Yeniden Refah’ı niye istesin? MHP kendini Atatürkçü seküler olarak tanımlayan bir parti. Şimdi bu kadar alenî kadın düşmanı bir partiyle birlikte olmak, çok arzu edecekleri bir şey değil. Hele HÜDA PAR… 

Edgar Şar: Ben de tam onu söyleyecektim. Bırak Yeniden Refah’ı, HÜDA PAR’ı bile bir şekilde içine sindirdi. 

Ruşen Çakır: Ama bunu sindirirken bir rahatsızlıkla sindiriyor ve sonra böyle ortak liste gibi bir sorun çıkınca, acayip bir şekilde bir reaksiyon gösteriyor. O reaksiyonun içinde tabiî ki ortak liste meselesi var; ama halının altına süpürdüğü diğer sorunlar da var. Bu, çok da iyi anlaştığı, “Ne güzel, seçime birlikte giriyoruz, aynı ittifaktayız” dediği partiler olsaydı, daha temkinli bir dil kullanırdı.

Ayşe Çavdar: AKP ile bile o durumda değiller ki. Cumhur İttifâkı Bahçeli ile Tayyip Erdoğan arasında; MHP ile AKP arasında değil ki. 

Ruşen Çakır: Evet ve özellikle Büyük Birlik Partisi’yle zâten başka bir hikâye var. Sonuçta bence ciddî bir kriz bu. Çözmeyecekleri anlamına gelmez. Ama ilk gördüğümde, “Bahçeli seçimi kaybedeceklerini düşünüyor” dedim. Böyle bir duygu oluştu bende. Çünkü seçimde iddialı olan birisi bu kadar kestirip atmaz. Sen yüzmüşsün yüzmüşsün kuyruğuna gelmişsin… Bu meseleyi o kadar büyütmeyebilirsin. Yine şikâyet edersin, ama alenen yapmayabilirsin. Açarsın Erdoğan’a bir telefon, görüşmek istediğini söylersin ve bu konudan rahatsız olduğunu orada dile getirirsin. Ama kamuoyuna duyurması başka bir şey. 

Edgar Şar: Benim anlamadığım şöyle bir şey var: Yeniden Refah ve Büyük Birlik Partisi’nin ayrı liste yapması kimin işine geliyor? Bence kimsenin işine gelmiyor.

Ruşen Çakır: Muhâlefetin.

Edgar Şar: Evet, muhalefetin. Ama Cumhur İttifâkı’nda Erdoğan’ın işine mi geliyor ki Erdoğan buna “Evet” dedi de Bahçeli kızdı.

Ruşen Çakır: Hayır, gelmiyor. Belli ki onlar ayak dirediler. Özellikle Yeniden Refah. Büyük Birlik Partisi fantezi bir olay, onu zâten çok konuşmanın anlamı yok. Ama Yeniden Refah’ın meselâ %3 gibi bir oy alıp Hazîne yardımı alma gibi bir derdi var. Ya da belli bir güç gösterip, sonra AKP’nin yenilmesi durumunda İslâmcı siyâsetin lideri olma iddiası var. Ama ortak liste hâlinde girerse, en fazla, “Bu oyların şu kadarı benim” der. Diğerleri de, “Hadi canım sen de. Bu oyları Erdoğan ya da Bahçeli almıştır” der. Onların böyle bir derdi var. Onun için yapıyorlar. Ama şöyle bir husus var: Ben bugün yayından önce Toplumsal Etki Araştırmaları Merkezi (TEAM) Kurucu OrtağıMehmet Ali Çalışkan’la uzun uzun sohbet ettim. O da çok şaşırmıştı; çünkü bu hesaplar, ortak listeyle berâber kazanılabilecek vekiller ve Meclis çoğunluğunu yakalama ihtimâli. Bir diğer husus da şu biliyorsunuz: İlk turda cumhurbaşkanı seçilemez de ikinci tura kalırsa, seçmen Meclis’teki çoğunluğa bakabilir. İlk turda Erdoğan’ın kazanma ihtimâlinin olmadığı söyleniyor. Ama ilk turda Cumhur İttifâkı Meclis çoğunluğunu alırsa, Erdoğan, “Bakın, Meclis bende, beni seçin yoksa kaos çıkar” diyecek. 

Şimdi bu kadar kritik bir olayda Bahçeli’nin bu çıkışı kamusal alanda yapmış olması önemli. En son baktığımda, 6,5 milyon görüntülenme almıştı Twitter’daki o açıklaması. Bahçeli’nin rekorudur belki de. Dediğim gibi, bundan rahatsız olursun, ama bunun mekanizması vardır, o mekanizma içerisinde çözmeye çalışırsın. Ama Bahçeli bu şikâyetini doğrudan bizlere aktardığı zaman, iş bayağı ciddî demektir. Çözülmeyecek anlamında söylemiyorum, ama orada benim o ilk hissettiğim durumu da hiç yabana atmamak lâzım. Zâten kazanma ihtimâlini çok fazla görmediğin bir yerde kopuş daha kolay olabiliyor, kesip atabiliyorsun. Ama sen iktidârı alıyorsan, Meclis çoğunluğunu ortak listeyle kazanıyorsan, niye onu ateşe atasın ki? Pazarlık edersin. Bu çok ilginç bir olay bence. 

Edgar Şar: Bahçeli bu olayı diğer partilerle kendisinin bir tutulması gibi algıladı, “Ben de onlarla bir değilim” diye düşündü herhalde. Halbuki AKP ve MHP’nin bu ortak liste meselesi… Çünkü sonuçta bu yeni seçim kanundaki yeni maddeler, muhâlefete yarattığı sorunların aynısını iktidar için de yaratıyor. Ama yapı îtibâriyle AKP ve MHP’nin bu ortak liste meselesini çözmesi muhâlefete göre çok daha kolay. İktidar olmalarının ötesinde bir şeyden bahsediyorum. 

Ruşen Çakır: Edgar, 1991 seçimi örneği var. Ben o seçimi Anadolu’da, Doğu Anadolu’da izledim gazeteci olarak. Refah Partisi’nden girdi; Milliyetçi Çalışma Partisi’ydi o zaman. Türkeş gibi bir lider partisini yok saydı ve oraya girdi. Milletvekillerini yerleştirdi, seçildikten çok kısa bir süre sonra herkes kendi grubunu kurdu. 52 gün sürmüştü o ittifak. MHP’nin tekrar dirilmesidir o. Türkeş’in yıllar önce yaptığını, bugün pekâlâ Bahçeli de yapabilir. Partinin adını koymadan da girebilir seçime. Ama burada böyle bir pazarlık etmesi, kazan kaldırması, işin ne kadar kritik olduğunu gösteriyor bence.

Edgar Şar: Enteresan bir bakış açısı. Özellikle “Bahçeli seçimi kaybettiklerini düşünüyor” demen, bu tweet’i atmasının ancak böyle bir düşünceyle yapılabilmesi meselesi, o açıdan enteresan. Bu arada Ayşe’ye söz verirken hemen parantez içinde bir şey söyleyeyim: İsmail Saymaz da dâhil olmak üzere bâzı kişiler, bu olayın muhâlefete yarayacağı yorumunu yaptılar. Ben de Twitter’da bir not düşerek, “Otomatikman yaramaz; eğer muhâlefet buna rağmen bir ortaklaşmayı, özellikle kritik yerlerde sağlarsa yarayabilir. Dolayısıyla o otomatikman yaramaz” diye açıkladım. Hele ki şöyle düşünülürse hiç yaramaz: “Efendim, Cumhur İttifâkı ortak liste yapmıyor. Bizim de yapmamıza gerek yok” derlerse, o zaman özellikle yaramaz. Çünkü AKP’nin birçok yerde CHP, hattâ ulusal seviyede CHP birinci parti olsa bile, küçük seçim çevrelerinde AKP’nin birinciliği, ona oyundan orantısız fazla milletvekili getirebilir. Küçük yerlerde AKP birinci olma konusunda hâlâ CHP’den daha iddialıdır, ulusal seviyede CHP geçse bile — bunu unutmamak lâzım. Umuyorum Millet İttifâkı bunun hesabını yapıyordur. Ayşe, sen ne dersin?

Ayşe Çavdar: Ben iki şeye dikkat çekeceğim. Birincisi, Devlet Bahçeli kaybedeceğini düşünmese böyle bir şey yapamaz; bu konuda kesinlikle hemfikirim. İki kayıp noktasına dikkatinizi çekeceğim. Bir tânesi deprem. Bahçeli depremden sonra kendi memleketine bile ancak Erdoğan’la berâber gidebildi. Depremden yaklaşık 15 gün sonra ya da 3 hafta sonra ve ancak Erdoğan’la berâber gitti. Oradaki o protestoları da hatırlarsınız. İnsanlar kendilerini ifâde ettikleri zaman Bahçeli’nin bakışları, pozisyonu, yere bakışı filan… Bence Bahçeli deprem bölgesini gördükten sonra, “Bu iş olmaz” dedi.

“Bu iş olmaz” demesinin arkasında, biraz daha eski bir hikâye var. Bahçeli Erdoğan’la bir ittifâka girdi ve Alaattin Çakıcı’yı cezâevinden çıkarttı. Onun için kocaman bir af çıkartma gücüne sâhipti başta. İlk söylediğim, ittifâkın kaybetmesiyle ilgiliydi. Bu söyleyeceğim de MHP’nin kaybetmesiyle ilgili. Ama Sinan Ateş vakasında, işe karışanlardan bir tânesinin bir milletvekiline ait bir hânede gözaltına alınmasıyla ilgili tutanağın kaybedilmesi dışında, üstelik Soylu’nun İçişleri Bakanı olduğu bir durumda, mevzûnun yine hâlâ kamuoyunda bir şekilde MHP’ye ihâle ediliyor olması, böyle görülüyor olması hikâyesi var. 

Bu ikisi arasında, yani tâze bir birlikteliğin kütür kütür bir meyvesi Çakıcı’nın serbest kalmasını sağlayan o af, başta kadınlar olmak üzere toplumun başına bir dolu âdî suçlunun serbest bırakılması dolayısıyla ciddî bir iş açmıştır. Onun mâliyetinin ayrıca hesaplanması gerekir bence. Ama sonuna doğru geliyoruz. Son 6 ay içerisinde yaşadığımız bir vakada, eski Ülkü Ocakları Başkanı Ankara’da bir câmi çıkışında öldürülüyor. Bu birkaç torbacı tetikçiye yaptırılıyor. Herkes bu işin MHP yönetimiyle ilgili olduğunu söylüyor ve biz içeriden haberler duyuyoruz. Bir taraftan Emniyet’ten, belki İçişleri’nden ya da belki yargıdan birileri basına haber sızdırıyorlar ve bu gölge kaldırılamıyor. Böyle bir güç yok artık. MHP’nin AKP üzerindeki gücünden bahsetmiyorum. AKP’nin de belki o bürokrasi üzerinde gücü yok. Dolayısıyla Bahçeli’nin hem toplam ittifâkının kaybettiğine hem de ittifak içerisinde kendisinin güç kaybettiğine dâir iki doğrudan delili var elinde.

Sonra başka deliller geliyor. Ne geliyor? HÜDA PAR geliyor meselâ. Ne olursa olsun hakîkaten bir miktar incitmiştir Bahçeli’yi. Yeniden Refah Partisi’nin gelmesi daha da incitmiştir; hattâ HÜDA PAR’dan daha çok incitmiştir. Çünkü HÜDA PAR’ın yeri yurdu belli. Yani belli bir yerde olacak o. Belli bir yerde, belli bir işlevi var, o kadar. Listenin içerisine de girmeyi kabul ediyor. Ama Yeniden Refah hem geliyor, hem meydan okuyor. Geçen haftaki Adını Koyalım’da Yeniden Refah’la ilgili, “Erdoğan’ın teklifini kabul etmeyerek içeriye bir tür bomba bırakarak ayrıldı” demiştim. Sonra teklifi kabul ettiğinde, o bomba ortadan kalkmış olmadı. Hattâ patladı ve belki de şarapnelleri etrâfa yayıldı. Çünkü şimdi MHP’nin, Devlet Bahçeli’nin bu tavrında bir de onu görüyoruz. Devlet Bahçeli şunu da görüyor belki: AKP eğer İslâmî hareketse, İslâmcılık siyâsetiyse, dindar siyâsetse, bütün bu hareketlerin yerini alabilecek bir şeydi. Artık bunlara ihtiyaç duyduğuna göre, onların tamâmının yerini alabilecek, onlara meydan okuyabilecek gücünü de kaybetti. Bu da işte 4. delil. 

Dolayısıyla Bahçeli’nin gözünden mevzûya bakıldığında, hem kendisini doğrudan ilgilendiren hem AKP’nin gücüne dâir pek çok delil var seçimin kaybedildiğini gösteren. Şimdi kendisi de o attığı üç tweet’le belgeledi bu düşüncesini. Şimdi tekrar bir pazarlık edeceklerdir. Ben buradan döneceklerini pek zannetmiyorum. Çünkü çok sert, dili de çok sert. Bence de Bahçeli’nin kendisi yazmıştır o tweet’i. Birisine yazdırılacak bir metin değil o. O kadar sert bir metni hiçbir danışman ya da Bahçeli’nin dışında kimse yazmaya cesâret edemez. Hele onun hesâbından gönderemez. Dolayısıyla başladı; bakalım, ne alabileceğine bakar biraz.

Başka bir şey daha var: Soylu’nun etkisiz elemana dönüşmesi. Kendisi ortalıkta yok biliyorsunuz. Bugün, galiba Maraş’ta bastonuyla ortaya çıktı. Dolayısıyla AKP ile MHP arasındaki kontak kişi de kendisini geriye çekti ve yok artık ortalıkta. Zâten siyâsette kalmayacağı yolunda da birtakım söylentiler var. Dolayısıyla hem Bahçeli’nin bu siyâsette okudukları, hem bizim onları görme biçimimiz, bence bu ilişkinin ciddî bir sarsıntıda olduğunu gösteriyor. Ama bu, bittiği anlamına gelmiyor. Bakalım AKP ne önerecek? Elinde önerecek ne kaldı?

Benim bugün Mahir Ünal’ın sizinle de paylaştığım açıklamasından anladığım şey, pek de bir şey önermeyecek gibi. “Biz bunu zâten bekliyorduk. Böyle olacaktı, zâten böyle öngörmüştük” diyor. Ama ben hiç de öyle olduğunu düşünmüyorum. Çünkü o seçim yasasını yaparken akıllarında şöyle bir şey vardı: “Bunlar liste hazırlarken birbirlerine girerler, biz de karşıdan izleriz. Nasıl olsa biz daha geniş bir alandayız, listelerde üst sırada daha çok adayımız var. Dolayısıyla biz hallederiz, onlar halledemezler. Onlar listeleriyle uğraşırken basar geçeriz” diye düşünmüş olmalılar. Bence tersi bir durumda. Benim çok eğlendiğim bir durum bu. Birileri birilerine tuzak kurup kendisi o tuzağa düştüğünde ben gerçekten çok eğleniyorum. Öyle bir şey dönmeye yazmış gibi duruyor. Tabiî yine de biraz dikkatli konuşmak lâzım elbette, her an her şey olabilir. Çünkü orada kaybedilecek güç o kadar büyük bir güç ki, o gücü kaybetmemek için karşılıklı verilecek tâvizler de çok büyük olacaktır. Onların ne olduğuna çok dikkatli bakmak gerekir. 

Ama şu anda bilebildiğimiz, öğrenebildiğimiz haberler dolayısıyla, evet, Bahçeli elini çok yükseltti, o yüksek eli görürse devam edebilir, ama ittifâkın içeriği bir hayli değişmiş olur. Eğer öyle yapılırsa gene değişmiş olur. Ama AKP’nin ya da Erdoğan’ın onlara veremeyeceği bir şey istiyorlarsa eğer, biz bu bölümün sonuna gelmiş, bir tür finale tanıklık ediyormuş gibi hissedebiliriz kendimizi. Cumhur İttifâkı açısından hakîkaten zor bir açmaz gibi görünüyor. Bunun karşısında, Millet İttifâkı’nın o listeleri ortaklaştırmada ille de ısrar etmesi lâzım. Sen bu konuda haklısın Edgar.

Edgar Şar: Bunlar tam Kemal Abi’nin konuşmak isteyeceği konular. 

Ayşe Çavdar: Bir daha konuşuruz. 

Edgar Şar: Demek ki bu programda ancak 3 kişi olunca bizim 70 dakikada bitirme fantezimiz gerçek olabiliyor. Onun hâricinde hiç olamıyor. Son olarak şunu söyleyeceğim, sonra birer cümle eklemek isterseniz söz verebilirim. Ayşe, sen az önce, “AK Parti’nin ya da Erdoğan’ın onlara veremeyeceği bir şey istiyorlarsa” dedin ya? Bunların ayrı listeyle girmesi kime yarıyor? Yine aynı soruyu soruyorum. AK Parti’ye de yaramıyor ki. AK Parti belki daha az kaybeden olabilir, ama Meclis çoğunluğunu kaybettikten sonra, sen 3 milletvekili daha fazla kazanmışsın ne işe yarar ki? 

Ayşe Çavdar: İyi de Bahçeli’nin tarzı bu, Edgar. Daha önce 2002’de de yaptı bunu. Orada mesele bir şey kazanmak değil ki. Hatırlarsan, onun hemen arkasından %8’de kaldı oyları galiba. Bu talebin karşısında, “Birlikte kazanalım” yaklaşımı yok. “Mâdem böyle yapıyorsun, sana kaybettiririm, sen de kaybedersin” tavrı var. Bu böyle bir blöf. 

Edgar Şar: 2019 yerel seçiminde, 2018’de tabiî, çünkü onun hazırlıkları bir önceki yıl başlamıştı, galiba Eylül ayıydı, Bahçeli bir grup toplantısında, “MHP İstanbul, Ankara ve İzmir’de kendi adaylarını çıkaracaktır” dedi. Herkes de alkışladı. Sonra Erdoğan’la konuştular ve anlaştılar ortak aday konusunda. Şimdi bu iş de oraya gitmek zorunda gibi geliyor bana. Sen bana, bunların çok rasyonel gördüğüm eleştirisini yapmıştın bir kez, belki o olabilir. 

Ayşe Çavdar: Şöyle bir tarafı var çünkü. Bahçeli ile AKP arasındaki fark şu: Bahçeli kaybederse hâlâ MHP var. Ama Erdoğan kaybederse AKP yok artık. Bahçeli bunu görüyor.

Edgar Şar: Onun için de Erdoğan’ı kendisinin istediği koşullara gelmeye zorluyor bence. 

Ayşe Çavdar: Zâten 2015’ten beri bununla oynuyor. 2015’ten beri Bahçeli’nin elindeki tek koz bu. MHP ne yaparsa yapsın, Bahçeli ne yaparsa yapsın, MHP’nin başındaki kişiler ne yaparsa yapsın, MHP diye bir parti hep olacak. Şöyle söyleyeyim: Bahçeli’ye bir şey olursa, diyelim seçimleri kaybederse ve Bahçeli bırakır giderse, İYİP’le MHP birleşmeye çalışacaklardır. Ya da İYİP’in içerisindeki ülkücüler tekrar MHP’ye dönüp orada siyâset yapmak isteyecekler. MHP hep böyle bir parti; bir tür ideolojik mıknatıs. O yüzden, o kadar radikal olma, o kadar tuhaf şeyler söyleme şansı ve hakkı buluyorlar kendilerinde. İktidarda değilse, AKP’nin var olma şansı yok. Ben o yüzden hani “Muhâlefette kalırlarsa, bir dönem sonra geri gelirlerse” lâflarına çok gülüyorum. Yok öyle bir şey. Çünkü AKP diye bir parti yok, Erdoğan var orada.

Edgar Şar: Ruşen Abi, senin ekleyeceğin bir şey var mı?

Ruşen Çakır: Bir ara adını geçirdiğim Doğu Perinçek’le kapatmak istiyorum. “Bizi değil HÜDA PAR’ı tercih ettiler” demiş. Ama herhalde kabul etseydi HÜDA PAR’la berâber aynı yerde olacaktı. Bir de “ABD tercihini yaptı” demiş. Ben kendimi bildim bileli var olan bir hareket söz konusu. Ben 14 yaşında Galatasaray Lisesi’ne giderken, Taksim’in girişinde onların dergileri, daha doğrusu haftalık gazeteleri satılırdı, o zamandan beri bilirim. Bu söylediğim olay 75-76 yılı. Daha da öncesinden gelen bir hareket. Perinçek 100 bin imzâyı toplamayı bile becerememiş, ama herkese bir yığın şey söyleyebiliyor. 

Bu seçim bir acayip. Türkiye zâten acayip bir ülke. Ama konuştuklarımıza bakın: Muharrem İnc, Yavuz Ağıralioğlu, Doğu Perinçek, HÜDA PAR, Yeniden Refah… Normal bir siyâset, normal siyâsetçiler, ne olduğu belli olan vizyonlar… Aslında bütün bunların hepsine tanık olduk. Merkezin çöküşüne, merkezin nasıl yeniden uçlarda kurulduğuna tanık olduk.  Erdoğan’ın İslâmî hareketten merkeze gelip, sonra da en uçtaki HÜDA PAR’ı, Yeniden Refah’ı yanına çekmeye çalışmasının çâresizliği… bunlar acayip şeyler. Çok garip şeylere tanık oluyoruz da ne oluyor bilmiyorum. Birçok şey çok abes. 

Ayşe Çavdar: Çürüme böyle bir şey ama. 

Ruşen Çakır: “Kim kime karşı?” sorusunun rasyonel bir cevâbı yok. En fazla aritmetik cevaplar var. En son ortak liste meselesi de aritmetik hesap. “Birlikte güçlerini birleştirip 1+1’i 3 yapma hareketi” diyorduk. Şimdi ondan da vazgeçtiler. O zaman niye birliktesiniz? Bu söylediğimi Emek ve Özgürlük İttifâkı için de söylüyorum. Güçlerini birleştirip daha fazlasını almak için bir araya geldiklerini varsayıyoruz. Şu hâliyle baktığınız zaman, en fazla %7 barajını geçme ittifâkı oluyor. Bu kadar kritik bir seçimde hâlâ böyle garip şeylerin olması, bayrak gösterme, kendini gösterme iddialarının olması… Bu her kesim için geçerli. Mesela DEVA Partisi de inatla, “Biz seçime kendimiz gireceğiz” diyormuş. Milletvekili çıkartma ihtimalleri var mı? Herhalde kendilerince bir hesapları vardır. Ama bana çok tuhaf geliyor bunlar.

Burada ne murâd ediliyor bunu da tam anlamıyorum. Biraz önce Yeniden Refah’ın %3 gibi bir oy alıp Hazîne yardımı alma gibi bir derdi olduğunu söyledim. Ama o da çok uzun ömürlü, üzerine yatırım yapılacak şeyler değil. Biz bu irrasyonel işleri rasyonalize etmeye çalışıyoruz, çok abes bir şey. Olmuyor aslında. Bir hafta Yeniden Refah’ın ayrılmasını konuştuk, ertesi hafta yine Cumhur İttifâkı’na gelişini konuştuk. Son anda tekrar çıkıp, “Ben seçime parti olarak giriyorum” derse hiç şaşırmamak lâzım. 

Ayşe Çavdar: Ruşen, “Bize de yazık” mı demek istiyorsun? 

Ruşen Çakır: Bize zâten yazık da… asıl ülkeye yazık. 

Ayşe Çavdar: Ülkeye elbette yazık. 

Edgar Şar: Tabiî AKP ve MHP bu yasayı berâber yazdılar ve çok uzun sürdü yazmaları, anlaşmaları. Normalde, onu yazarken onların stratejisinin hazır olmasını beklersin. Ama o bile olmamış. Neyse… Ayşe, ekleyeceğin bir şey var mı?

Ayşe Çavdar: Hayır.

Edgar Şar: O zaman bitiriyoruz programı. Ruşen Çakır, Ayşe Çavdar’a çok teşekkürler. Gelecek hafta “Adını Koyalım”da tam kadro olma umuduyla, izleyicilere de çok teşekkürler. Herkese iyi akşamlar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.