Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gönül Tol yazdı: Erdoğan’ın “otoriter pazarlığı” çöküyor

Bu yazı Financial Times’taki İngilizce metinden Senem Görür tarafından çevrilmiştir.

Türkiye’de 14 Mayıs’ta düzenlenecek cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleri şu kritik soruyu gündeme getirecek: Otoriterleşmeyi yavaşlatmak ve demokratik ilerlemeyi sağlamak mümkün mü? Otokrasi dalgasının yayıldığı bir dönemde liberal demokrasilerin kaderi hakkında umutsuz tahminlerde bulunmak moda oldu. Daha az tartışılan fakat en az onun kadar önemli bir diğer konu daha var: otokrasilerin geleceği. Türkiye gibi “tek adam” rejimleri otokratik kalacak mı? Recep Tayyip Erdoğan gibi gücünü konsolide etmiş liderleri seçimle devirmek mümkün mü?

Türkiye’deki muhalefet partileri daha önce bu soru karşısında hiç bu kadar iyimser olmamışlardı. Yoksulluk, ekonomik sorunlar tıpkı demokrasileri olduğu gibi otokrasileri de zayıflatır. Otokratlar otoriter rejimlerini halk desteğini arkalarına alarak kurabilirler fakat bu desteğin devamı için ekonomik büyümeyi sağlamak zorundalar. Erdoğan, 30 yılın en kötü ekonomik krizinin ardından iktidara geldi. Sistemin dışladığı, ezdiği ‘halk’ adına iktidarı ele aldı, halka refah vaadinde bulundu. Görevdeki ilk 10 yılında ekonomik toparlanma ve Batı yanlısı bir dış politikayla bu sözünü yerine getirdi.

Erdoğan’ın ezilmiş ‘halk’ adına devraldığı iktidar zamanla yolsuzluğa, yozlaşmaya ve ahbap çavuş ilişkisine dönüştü. Erdoğan’ın yanında bulunan birkaç isim servetlerinin tadını çıkarırken milyonlarca yurttaş yoksulluk sınırının altında yaşamlarını idame ettiriyor. Erdoğan’ın halk ile girdiği, ekonomik büyüme karşılığında otoriterleşmeye rıza pazarlığı çöktü. Muhalefet partileri halka, güçlendirilmiş parlamenter sistemi ve demokrasiyi yeniden tesis eden, barışçıl ve Batı yanlısı bir dış politika izleyen, refahı eşit paylaştıran yeni bir toplumsal sözleşme sunuyor. Ve onlarca yıl sonra belki de ilk kez toplum, muhalefetin bu önerisine kulak kabartabilir.

Muhalefetin değişimin kapıda olduğuna dair iyimserliğini besleyen bir başka faktör nihayet bir aday etrafında birleşebilmiş olmaları. Otokratların demokrasileri yok etmek için çoğunluğa ihtiyacı yok. Tek ihtiyaç duydukları şey bölünmüş bir muhalefet. Erdoğan’ın en büyük şansı muhalefetin bölünmüşlüğü oldu. Fakat geçtiğimiz günlerde Altılı Masa olarak bilinen Millet İttifakı, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun etrafında birleşti.

Millet İttifakı’nın elini güçlendiren faktörlerden bir tanesi, İstanbul ve Ankara’nın çok popüler belediye başkanları Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın potansiyel cumhurbaşkanı yardımcıları olarak Kılıçdaroğlu kampanyasına aktif destek vermeleri. Fakat daha da önemlisi, HDP’nin aldığı tutum. Parlamentodaki en büyük üçüncü parti olan ancak Millet İttifakı’nda yer almayan HDP, Kılıçdaroğlu’nu destekleyebileceğinin sinyalini verdi.

Yine de bir otokratı, özgür ve adil olmayan seçimlerle, sandıkta alt etmek kolay değil, özellikle uluslararası dinamiklerin demokratik güçlerin aleyhine olduğu bir konjonktürde. 1970’li yıllardaki demokrasi dalgasının başarılı olmasının altında yatan faktörlerden biri Batı’nın demokratik değişimlere verdiği aktif destekti. Ancak 2000’lerin ortasında bu desteğin büyük ölçüde son bulmasının da etkisiyle otoriterleşme hız kazandı. Çin ve Türkiye gibi ülkelerdeki otokratlar bugün Batı’nın liberal demokratik modeline karşı kendi otoriter modellerini sunuyorlar. Üstelik birbirlerinin yardımına koşuyorlar. Rusya, Çin ve Suudi Arabistan’dan Erdoğan’a akan nakit para dönüm noktalarında Erdoğan’ın iç siyasette elini güçlendirdi. 14 Mayıs seçimlerinde de bu ülkeler Erdoğan’ın kazanması için yardıma hazırlar.

Buna karşılık Batılı ülkeler, Türkiye’deki demokratik güçlerden tamamen ümidi kesmiş durumdalar. Erdoğan ile, onun elini muhaliflerine karşı güçlendiren, prensiplerden yoksun, al-vere dayalı bir ilişki modeli oturttular. Başkan Joe Biden demokrasi ve insan haklarını ABD dış politikasının merkezine oturtma sözü vermiş olsa da, jeopolitik çıkarları için Erdoğan’ın demokratik normları yerle bir eden saldırılarına büyük ölçüde sessiz kaldı. Avrupa Birliği de mülteci anlaşmasıyla birlikte Erdoğan’ın otoriter politikalarını görmezden görme yoluna gitti.

Ancak demokrasiyi ve adil ve serbest seçimleri savunmak Batı’nın reelpolitik çıkarlarıyla çelişen bir durum değil. Tam tersine, demokrasiyi savunmak bu reelpolitik çıkarlara hizmet eder aslında. Otokratlar öngörülemez müttefiklerdir. Yıkıcı, pervasız, militarist ve Batı karşıtı politikalar uygularlar. Erdoğan iktidar gücü kendi elinde topladığından beri Türkiye, Suriye’ye askerî operasyonlar düzenledi, dış politikada askeri gücü öncelledi, Rus savunma sistemleri aldı, Rusya ve İran’ın Batı’nın uyguladığı yaptırımları delmesine yardım etti ve NATO’nun genişlemesini engellemekle tehdit etti.

Türkiye’deki muhalefet çok zor bir mücadeleyle karşı karşıya. Başa baş bir yarış olacak. Eğer muhalefet kazanırsa Erdoğan’ın inşa ettiği otoriter dönem, meşakkatli demokratikleşme yolunda verilmiş uzunca bir ara olarak hatırlanacak. Eğer kaybederse Türkiye, artık seçimlerin bir anlamının kalmadığı, çok daha ağır bir otoriterliğin pençesine düşecek. Önümüzdeki seçimlerde ne olacağı sadece ülkenin kaderini belirlemekle kalmayacak, aynı zamanda Türkiye’nin kendi sınırları dışında ne yapacağını da belirleyecek. Her şeyin ötesinde, seçim sonuçları, dünya genelindeki demokrasinin geleceği hakkında da çok şey söyleyecek.

Yazının orijinalini buradan okuyabilirsiniz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.