Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gönül Tol yazdı: “Amerika bir yalan üzerine kuruldu”

Siyah Amerikalı George Floyd’un polis tarafından öldürülmesinin ardından başlayan protestolarda gözüme ilk çarpan şeylerden biriydi. Kongre binası önünde toplanan siyah protestoculardan birinin 5-6 yaşlarındaki oğlu, “Bu ülke bir yalan üzerine kuruldu” yazan bir pankart taşıyordu. Protestolar büyük ölçüde barışçıldı. İnsanlar gitar çalıyor, dans ediyor, bizimki gibi gönüllü kurumlar aileleri ve küçük çocuklarıyla gelmiş göstericilere su, yiyecek ve maske dağıtıyordu. Bu barışçıl ortamla tezat teşkil eden çok rahatsız edici bir manzara da vardı.

Askeri helikopterler protestocuların üstünde taciz edercesine alçaktan uçuyordu. Askeri araçlar sokak aralarına barikat kurmuştu. Askeri teçhizatlı binlerce kişilik Ulusal Muhafız Birlikleri ve SWAT timleri göstericilerin etrafını sarmıştı. O gece pek çok protestocu güvenlik güçlerinin şiddetine maruz kaldı. Muhafızların içinde siyah olanlar “Şiddet kullanıp dağıtın” emrini aldıklarını ve utandıkları için ailelerine protestocuları dağıtmakla görevlendirildiklerini söylemediklerini anlatıyorlardı.

Protestolardan yaklaşık altı ay sonra aynı sokaklar bir başka eyleme sahne olacaktı. Kasım ayında yapılan başkanlık seçiminin sonuçlarının onaylanacağı Kongre oturumu sırasında, Joe Biden’in seçimi çaldığına inanan bir grup Trump destekçisi, Kongre binasını bastı. Görüntüler inanılmazdı. Binanın önünde darağacı kurulmuştu. Camları kırıp içeri girenler ellerinde Amerikan İç Savaşı sırasında köleliğin devamını savunan eyaletlerin oluşturduğu Konfederasyon bayrağını taşıyordu. George Floyd protestolarında binlercesi hazır bekleyen, barışçıl göstericileri saçlarından sürükleyen Ulusal Muhafızlar, Amerikan demokrasisinin sembolü olan Kongre binası eli silahlı insanlarca istila edilirken ortada yoktu. Binayı bir avuç polis korumaya çalışıyordu.

Siyah çocuğun taşıdığı pankart, bu iki resim arasındaki, insanı öfkeye boğan farkı anlatıyordu tam olarak. Pankartta bahsedilen yalan bu farklılıkta gizliydi işte.

1776’da “Bütün insanlar eşit yaratılmıştır” diyen Bağımsızlık Bildirgesi’ni kaleme alan, Amerika’nın kurucu babalarından Thomas Jefferson’ın 600 kölesi vardı. Philadelphia’daki evinde bu satırları kaleme alırken hemen arkasında ona hizmet etmek için bekleyen ve Jefferson’ın bahsettiği tüm haklardan yoksun köle bir çocuk duruyordu. “Özgürlükler ülkesi” Amerika’nın başkenti Vaşington köleler tarafından inşa edilmişti. Özgürlük, eşitlik ve adaletin sembolü Beyaz Saray ve Kongre binasının inşaatında binlerce kadın ve çocuk köle çalıştırılmıştı. Hatta Kongre binasının kubbesindeki Özgürlük Heykeli bir köle tarafından yapılmıştı. İlk Amerikan başkanları köle sahipleriydi. Amerika’nın kuruluşundan 20. yüzyıla kadarlık uzun zaman diliminde pek çok Kongre üyesinin de kölesi vardı. Demokrasi, eşitlik ve özgürlük sözü veren Amerikan Anayasası aslında köleliğin devamını garanti ediyordu. Yani Amerikan demokrasisi siyahların insan değil, alınıp satılan, hediye edilen birer “mal” kabul edildiği bir toplumsal sözleşme üzerine kurulmuştu.

Bugün ülkede yaşayan milyonlarca siyah Amerikalı için tüm bunlar geçmişte kalmış acı hatıralar değil. Ülkenin DNA’sına işlemiş siyahları hedef alan ırkçılık, hayatın her alanında onları ezmeye devam ediyor. En çok onlar polis tarafından öldürülüyor. En çok onlar koronavirüsten ölüyor. En fakir mahallelerde onlar yaşıyor, en kötü okullara onlar gidiyor. Şehirleri ve eyaletleri birbirine bağlayan otoyollar beyaz işyerlerini ve mahallelerini boşaltmamak için onların mahallelerinden geçiyor. Ülkenin hapishanelerini en çok onlar dolduruyor. Bu yazıyı yazdığım sırada Kongre’nin yarısı milyonlarca siyahın oy kullanma hakkını gaspeden politikaları savunuyor. Artık öldürülmemek için çocuklarını alıp katıldıkları protestolarda onları saçlarından sürükleyen güvenlik güçleri, darağacı kurup elinde silahla Kongre’yi basan beyazlarla hatıra fotoğrafı çektiriyor.

Kongre’yi korumaya Ulusal Muhafızlar gelemiyor çünkü Vaşington’ın bağlı olduğu District of Columbia eyalet değil. 700 bin Vaşington’lu Amerikan vatandaşı olmalarına ve ülkede nerdeyse en yüksek federal vergiyi vermelerine rağmen Kongre’de oy kullanabilen bir temsilci ile temsil edilmiyor. Her eyaletin iki temsilci gönderdiği Senato’da başkenti temsil eden hiç kimse yok. Temsilciler Meclisi’nde ise yetkileri sınırlı, oy kullanma hakkı olmayan bir “delege” ile temsil ediliyor. Vaşington halkı başkanlık seçimlerinde oy kullanma hakkını dahi 1964’te kazanmış. Şehrin vergi veren vatandaşlarının hayatlarıyla ilgili önemli kararları seçilmiş değil atanmış yetkililer alıyor.

Yani Amerika Birleşik Devletleri’nin başkenti Vaşington’ın halkının, Bağımsızlık Bildirgesi’nin temel hak olarak gördüğü kendini yönetecek yöneticileri seçme hakkı” yok. Neden? Çünkü şehrin büyük bir çoğunluğu siyah. Ve yüzlerce yıldır beyazlar, ülkenin başkentine dair kararların siyah halka bırakılamayacak kadar önemli olduğunu savunmuş.

Yıl 2022. “Özgürlükler ülkesi” Amerika’nın başkentinde 700 bin insan, Senato ve Temsilciler Meclisi’nde temsil edilmiyor çünkü Amerika bir “eşitlik” yalanı üzerine kurulmuş.

“Siyah hayatlar değerlidir” protestolarında duyduğum bir cümleyle bitireyim yazıyı: “Biz Amerika’nın hep en kötü yanını gördük, yine de en iyi yanına inanıyoruz.

Bir sonraki yazımda “en iyi yanını”, Obama’yı yazacağım.

Gönül Tol’un önceki yazıları:

Dünya siyasetinin tasarlandığı başkente hoş geldin

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.