Uluslararası siyaseti anlamlandırmada “güç”, sıklıkla başvurulan bir kavramdır. “Güç siyaseti”, “güçler dengesi” bu kavramdan türetilmiş dış politika uygulamaları örnekleridir. Bu denli açıklayıcılık atfedilmesine rağmen, gücün ne olduğunu tanımlamak hiç de kolay değildir. Bu nedenle genellikle gücü tanımlamak yerine, gücün etkilerini ölçmeye odaklanılır. Aktörlerin davranışındaki değişime bakarak gücün etkisi teraziye vurulabilir. Uluslararası sistemin herhangi bir aşamasında başat aktörleri belirlemek kolaydır. Onlar kalabalıkta cüsseleri ile göze çarparlar. Sistemin zayıf aktörleri de bellidir. Temel sorun bu iki uç arasında yer alanların uluslararası güç hiyerarşisindeki konumlarının nasıl ya da neye göre tespit edileceğidir. Bunun için bir dizi güç unsuruna bakılabilir. Ancak iş sıralamaya gelince, hangi güç unsuruna ağırlık verildiğine bağlı olarak farklı dizilişler elde edilebilir. Örneğin ekonomik büyüklüğü esas aldığınızda, G-7 ya da G-20 gibi gruplaşmaları elde edersiniz. Bu tür gruplara üyelik, bir devletin güç hiyerarşisindeki yerine dair bir fikir verebilir.
Askeri gücü ölçmek de bir yöntemdir. Londra’da yerleşik Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (IISS), Soğuk Savaş’tan beri her yıl Askeri Denge (Military Balance) adlı bir yayınla, tüm ülkelerin askeri güçlerinin dökümünü yapar. Uzmanlara ve profesyonellere yönelik bir yayındır. Ülkelerin askeri güç kapasiteleri hakkında tutarlı bir metodolojiye göre hazırlanmış ama bir hayli karmaşık dökümdür. Hükümetler ve kamuoyları, bu denli ayrıntıya boğulmadan, dünyanın geri kalanına göre ne durumda olduklarına dair fikir verecek yalın göstergelere/simgelere gereksinim duyarlar.
Büyük savaş gemileri tam da böyle simgelerdir. Sanayi Devrimi’nin bir ürünü olarak gücün denizdeki çelik simgelerine dönüşmüşlerdir. Büyük devlet statüsü ile büyük donanma sahibi olmak arasındaki ilişkiden yola çıkarak, Osmanlı Devleti de dahil birçok ülke iddialı, yüksek maliyetli ve stratejik gerekliliği tartışmalı donanma inşa programlarına yönelmiştir. Bu programların içerdiği savaş gemilerinin akıbetleri kurumların ve toplumların belleklerinde derin izler bırakmıştır. ABD’nin Türkiye’yi F-35 programından atarak parasını ödediği altı F-35’a el koymasının, Birinci Dünya Savaşı öncesi İngiltere’nin Reşadiye ve Sultan Osman isimli iki drednotu gaspını akıllara getirmesinin çok anlaşılır nedenleri vardır.
Gasp edilen bu iki savaş gemisinden mahrum kalan Osmanlı kamuoyu, Alman muharebe kruvazörü SMS Goeben’i Yavuz Sultan Selim olarak (kısaca Yavuz) bağrına basmıştır. Cumhuriyet döneminde onarılan ve yeniden hizmete alınan TCG Yavuz, Cumhuriyet Bahriyesi’nin bugüne dek sahip olduğu en büyük savaş gemisiydi. 1973 yılında hurdaya ayrılana dek Yavuz zırhlısı, sadece bir deniz gücü unsuru olmakla kalmamış, kamuoyunun güç simgesi ihtiyacına da yanıt vermiştir. Özellikle iki dünya savaşı arası dönemde Türkiye’nin bu büyüklükte bir savaş gemisinin bulunması, Ankara’nın diplomatik etkisini sıkletinin bir hayli üzerine taşımıştır.
Tam da bu nedenle Türk Deniz Kuvvetleri Yavuz’un yerini alacak büyük savaş gemisi bulmaya gayret etmiştir. Bu amaçla İngiltere ve ABD’den görece modern kruvazörler temin edilme yolları aranmıştır. Bu boyutta bir geminin Bahriye’nin harekat gereklerine uygun olup olmadığı tartışmalıdır ancak simgesel yönünün ağır bastığına şüphe yoktur. Büyükelçi Ercüment Yavuzalp anılarında aktardığına göre, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, ABD’den eski bir kruvazörün alınmasına getireceği ekonomik maliyet nedeniyle karşı çıkmıştır. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı da yapmış olan Korutürk’ün denizaltıcı kökenli olması görüşünü etkilemiş olabilir.
Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında bir gazetenin öncülüğünde “Yeni bir Yavuz İstiyoruz” adıyla bağış kampanyası açılmıştır. Kampanyanın donanmayı güçlendirmenin ötesinde, yeni bir Yavuz’u hedeflemesi, büyük savaş gemisinin simgeselliğini bir kez daha öne çıkarmış oluyordu. Zamanla büyük savaş gemileri deniz kuvvetlerinin öncelikli tercihi olmaktan çıktı. Çünkü modern deniz muharebe ortamında uçaklar ve denizaltılar için kolay hedef oluyorlardı. Falkland Savaşı sırasında Arjantin Donanması’nın Amiral Belgrano kruvazörü, bir İngiliz nükleer denizaltısından atılan torpido ile batırıldığında, eskinin gurur vesilesi, güç simgelerinin ne kadar duyarlı oldukları iyice açığa çıktı. Gerçi ABD Donanması USS Iowa sınıfı muharebe gemilerini, kara bombardımanı görevleri için yeniden hizmete aldıysa da bu yeni görev, büyük muharebe gemileri için başlangıçta öngörülen açık deniz görevleri ile neredeyse taban tabana zıttı. Son kez 1991’deki Körfez Savaşı’nda kullanıldıktan sonra yeniden ve bir daha geri dönmemek üzere hizmet dışına çıkarıldılar. Artık “Battleship” gibi akıllara seza bilim-kurgu filmlerde görmek mümkün onları.
20. yüzyılın sonuna doğru deniz kuvvetlerinin vurucu gücünü daha küçük unsurlar oluşturur oldu. Bir tek istisna dışında: Uçak gemileri. Uçak gemileri yeni güç simgeleriydi. Büyük devletlerin dünyanın neredeyse her noktasına güç kaydırmak için bel bağladıkları gemilerdi. Vurucu güçleri ise taşıdıkları hava unsurlarından kaynaklanıyordu. Deniz ve hava gücünü harmanlayan uçak gemilerine sahip olmak ülkeleri dünya siyasetinde söz sahibi yapıyordu. Bu alanın tartışmasınız lideri ABD’ydi. Ancak diğer ülkeler de hava yetenekli daha küçük gemilere donanmalarında yer veriyordu. Bunlar (sevgili Aydın Selcen’in benzetmesini ödünç alırsam) başpehlivanlığa değil ama baş altına oynayan ülkelerdi. İngiltere, İtalya ve İspanya örnekler arasında sayılabilir. Soğuk Savaş bittikten sonra eski Yugoslavya’ya yönelik BM ve NATO harekatlarında bu tür küçük uçak gemileri yararlarını ortaya koydular. Çok uluslu harekatlar için biçilmiş kaftandılar. Üstelik sahip olan ülkelere harekata ilişkin karar süreçlerinde farklı bir ağrılık ve etki kazandırıyordu.
İşte tam bu evrede Türkiye’nin büyük gemi özlemi ve iştahı yeniden depreşti. Dönemin tanıklarının aktardığına göre eski Yugoslavya’ya yönelik harekatların ışığında Türkiye’nin uçak gemisi sahibi olması düşüncesini gündeme ilk getiren Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Vural Bayazıt’tır. Düşüncenin kamuyla paylaşıldığı ilk strateji belgesi 1997’de Türk Deniz Kuvvetleri Dergisi’nin ekinde yayınlanan Açık Denizlere Doğru broşürüdür. Bu belgede 10.000 ton sınıfı hafif uçak gemisi, kuvvet hedefleri arasında sayılmıştır. Oramiral Güven Erkaya’nın komutanlığı döneminde kamuoyuyla paylaşılan strateji belgesinin en çok ilgi çeken ve tartışılan yönü uçak gemisi temini olmuştur.
Uçak gemisi edinmek kamuoyunun aklını fena çelmiştir. Bu konuda iki örnek paylaşmak isterim. 1998 yılıydı sanırım, Yeniköy’de her zaman alışveriş ettiğim manavın tezgahının arkasında bir gazetenin baş sayfasının çerçevelenmiş olduğunu gördüm. “Bu gemiyi istiyoruz” sürmanşetiyle çıkmıştı. Bir de USS Nimitz sınıfı uçak gemisinin pruvadan çekilmiş fotoğraf yer alıyordu sayfada. Uçak gemisinin kendi işinde gücünde bir manava cazip gelen bir yönü olduğuna şüphe yoktu.
İkinci örneğim 2001 yılından. O tarihte Çin’in Ukrayna’dan satın aldığı natamam uçak gemisi Varyag, romörkörler tarafından çekilerek Boğaz’dan geçirildi. Sabah Garipçe’den Boğaz’a giren Varyag, saat 15:00 civarı Ahırkapı civarına gelebilmişti. Tüm seyri boyunca Boğaz’ın her iki kıyısı da hınca hınç insan doluydu. Henüz kendi gücüyle harekat etmese de büyük bir uçak gemisi insanları Boğaz kıyılarına çekmeyi başarabiliyordu.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Ağustos 1999’daki depremden sonra Deniz Kuvvetleri’nin toparlanması zaman aldı. Üstüne 2001 ekonomik krizi yaşandı. 1997’de gerekirse bir ya da iki fırkateynden vazgeçip yerine bir hafif uçak gemisi alınması tartışılırken, ülkenin bütçe imkanları yeni fırkateyn alımına bile yetmez olmuştu. Zaten hafif uçak gemisi gündemden düşmüş, havuzlu çıkarma gemisi (LPD) alımından söz edilir olmuştu. 2002 seçimlerinin iktidara taşıdığı AKP’nin Deniz Kuvvetleri’nin gücünü ve görünürlüğünü artıracak girişimlere sıcak bakması beklenmezdi. “Komşularla Sıfır Sorun” askeri güce ve silahlanmaya daha az kaynak ayrılacağını vazeden bir dış politika doktriniydi. Büyük savaş gemisi temini belirsiz bir geleceğe ertelenmişti.
2011’de NATO’nun Libya müdahalesi, özellikle sivillerin tahliyesini gerektiren durumlarda LPD’lerin ne kadar önemli olduğunu anımsattı. Libya’daki Türk vatandaşlarının tahliyesi için İBB’nin hızlı feribotları dahi devreye sokulmuştu. Güç aktarım yetenekli büyük savaş gemisi dosyası yeniden açılınca, önce tamamen yerli bir tasarım üzerinde duruldu. Ancak Erdoğan’ın müdahalesiyle güç aktarım yetenekleri çok yüksek, F-35B gibi taktik savaş uçaklarının üzerinden harekat yapabileceği İspanya’nın Juan Carlos sınıfı güç aktarım gemisi tercih edildi. İspanyollar bu geminin görevini “Strategic Projection” (Stratejik [Güç] Aktarımı) olarak tanımlamışlar. Önemli bir yeteneğe karşılık geliyor. Örnekleri halen İspanyol ve Avustralya deniz kuvvetlerinde görev yapıyor.
Yaklaşık 27.500 tonluk bu gemi Türkiye Cumhuriyeti Bahriyesi’nin en büyük savaş gemisi olacak. Türkiye’de deniz gücüyle özdeşleştirilen TCG Yavuz, 23.000 tonluk bir muharebe kruvazörüydü. Aranan yeni Yavuz bulundu. Ama daha da önemlisi 1911’de başlayan büyük savaş gemisi edinme gayretleri nihayet amacına ulaşmış oldu. Her ne kadar medya uçak gemisi olduğunu iddia etse de TCG Anadolu bir amfibi hücum gemisi. Yaklaşan seçimlerin gölgesinde hizmete giriyor. Yarın (10 Nisan 2023) resmen Deniz Kuvvetleri’ne teslim edilecek.
İlk kitabım “Osmanlilarin Drednot Düşleri”ni Oramiral Özden Örnek’in yönlendirmesiyle yazdım. Kitaba konu olan Reşadiye ve Sultan Osman’dan mahrum bırakılmanın Türk kamuoyunda ve Türk Deniz Kuvvetleri’nde ne denli derin bir iz bıraktığını o zaman daha iyi anladım. Yavuz bir teselli vesilesi işlevi gördüyse de Reşadiye ve Sultan Osman’ı unutturmaya yetmemişti. Bu iki savaş gemisi için hala yas tutuluyor dense yeridir.
TCG Anadolu umarım bu yasın dinmesine vesile olur. TCG Anadolu ile Türkiye denizden stratejik güç aktarım yeteneğine sahip sayılı ülke arasına girecek. Salt bu ölçütle değerlendirenler açısından güç hiyerarşisinde bir üst kümeye çıkmış olacak. Geminin göreve hazır olup olmadığı, üzerinde hava araçları olmadan güç aktarım görevini nasıl yapacağı hala tartışmaya açık. Bunları tartışmayı başka zamana bırakıyorum. Bugün için son sözüm:
TCG Anadolu, pruvan neta olsun!
e-mail: guvencserhat@gmail.com