Étienne Balibar: “Fransa’da emeklilik yaşını yükselten yasaya karşı hareket için bir dönüm noktası”

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un emeklilik “reform” yasasına tepkiler dinmiyor. Fransa halkı, “reform”a karşı eylemlerini sürdürüyor. Haldun Bayrı, Étienne Balibar’ın Mediapart’taki konuyla ilgili yazısını Türkçeleştirdi.

16 Nisan 2023 – MEDIAPART

Emmanuel Macron’un emeklilik “reform” yasasının îlânından sonra, yasaları bu zorlama hamlesine karşı direniş hareketi durmayacak. Ama bu hareket bir dönüm noktasına gelmiş durumda. İktidârın şiddeti karşısında hareketin genişlemesine katkıda bulunmak için nasıl öneriler getirilmeli? Hem neo-faşizme hem otoriter başkanlık sistemine karşı bu öneriler nasıl bir demokrasi modelinin habercisi olmalı?

Sabahtan beri dikkatle dinliyorum [1]: infial, öfke, endîşe, kararlılık, öneriler, anlaşmazlıklar, mutâbık kalınan noktalar…

Anayasa’nın 49. maddesinin 3. fıkrasının kullanılmasının akabinde [yani Meclis oylamasından yan çizilmesiyle- Ç.N.], şimdi de Anayasa Konseyi’nin dün gece verdiği karardan sonra, hareket için yeni bir dönüm noktasına geldiğimiz besbelli. Önümüzdeki günlerde göreceğiz; ne olup biteceğini bilmiyorum, ama 1 Mayıs, zenginlerin başkanının tarafı ile emekçiler ve vergi mükelleflerinden oluşan halk tarafı arasındaki kuvvet dengesinin test edileceği bir gün olacak kuşkusuz.

Anayasa Konseyi’nin de çok açık bir biçimde parçası olduğu devlet aygıtı, halka karşı olan bu yasanın etrâfında bloklaştı; böylelikle sağırlığını, kibrini, keyfîliğini ve gaddarlığını her gün biraz daha fazla gösteriyor. Hareket ise, geçen zamâna ve katlanılması her gün zorlaşan fedâkârlıklara rağmen yılgınlığa kapılmıyor. Kuvvetli, ama onun da zayıf tarafları var. Süreye yayılıp genişleme lüzûmunu fark ediyor.

Göz kamaştırıcı sınıfsal anlamı olan bir hareket bu; tüm kuşakları, ücretlileri, emeklileri, işsizleri, güvencesizleri, oturma izni olmayanları, öğrencileri, mahallelerdeki az ya da çok gençleri, emeklilik sorunuyla bütün yaşamları bahis konusu olan erkek kadın herkesi etkiliyor. Mao’nun dediği gibi, “Halkın iç çelişkileri”nden ârî değiliz — tartışılması ve aşılması önemli olan çelişkiler bunlar. Fakat günümüz dünyasındaki diğer muhâlefetlerle, özellikle de bu toplumda ve bu yeryüzünde yaşanabilir bir gelecek için “ayaklanmış” ekolojist hareketle aynı noktaya yönelerek olabilir bu. Başka bir mecrâda, barışçıl ve demokratik bir kitlesel isyandan bahsetmek gerektiğini önermiştim [2].

Demokrasi sorunu gerçekten de hareketin merkezinde. Bugünün gündemi: Her yerde, Avrupa’da ve dünyada her gün alan kazanan illiberalizme karşı, hükûmetlerin otoriterliğine ve finans oligarşisinin hizmetindeki sürekli bir olağanüstü hâlin yerleştirilmesine karşı demokrasinin savunulmasıdır. Ama aynı zamanda, sözüm ona “akılcılaştırılmış”, yani cendereye alınan, güçsüz kılınan, gayrimeşrûlaştırılan, hattâ tehlikesiz olmadığı da söylenemeyecek bir şekilde alay konusu edilen bir parlamentarizmin artık bârizleşen sınırlarını aşarak demokrasiyi yeniden kurmaktır. Başka târihsel koşullarda o tehlikenin varlığı ispatlanmıştır.

Toplumsal demokrasi’yi yeniden kurmak söz konusu: Mücâdelelerle kazanılmış temel hakların kaidesini, Devlet’in karşısında “ara organlar”ın ya da dengeleyici erkler’in meşrûluğunu, toplumsal güvenliğin tek örgütlenme ve işletme ilkesi olarak meslekler arasında ve kuşaklar arasında dayanışma değerlerini yeniden kurmak. Bu yönde gitmek için, eylem birliğinin, kararlılığın, sorumluluğun, bugün fiilî olarak siyâsî bir işlev yerine getiren yöneticilerindeki vasıfların damgasını vurduğu sendikacılığın güçlü bir biçimde dönüşüne bel bağlayabileceğiz şimdi — “korporatizm”e bir dönüş gibi değil, “sivil toplum”un içinde yer eden bir gelecek kaldıracı olarak. Thatcher’ın yolunu izleyen Macron’un, karşılaştığı engele öfkelendiğini gizleyemeyerek cidden kırıp dağıtmak istediği budur. Onun burnunun sürtülmesi gerekmektedir — hem de bu işin parsasını aşırı sağın toplamasına mahal vermeksizin.

Emeklilik “reformu”na karşı çıkan Fransız sendikalarının etrâfında gelişen hareketin derin anlamı, tam da, “ne Macron ne Le Pen”dir. Son üç aydaki göstericilerin ve her hafta onları sokağı tutmaya çağıranların hiç aklından çıkmamıştır bu.

Toplumsal demokrasi, ama daha genel olarak da çatışmalar barındıran, militanca, “muhâlefete dayalı” demokrasi diye adlandırmayı öneriyorum bunu (Alman “eleştirel kuramı”nın önemli bir kitabının anısına) [3]. Gerçekten de tartışma olmadan, ihtilâf olmadan, yani sınırları önceden belirlenmemiş çatışma olmadan kamusal alanda kendi kurallarını îcat eden faal yurttaşlık da olmaz. Ama sorumluluksuz değildir bu; zîra elbette riskler vardır. Çatışma, bâzı hükûmetlerin daha ziyâde kışkırtıcılığını yaptıkları iç savaş değildir. Ama îtirazların kırsal, kentsel, hukukî, meslekî alanlarını önceden kısıtlayan yürütmenin denetiminde ve polis gözetimi altında mücâdelelerin ve ifâde özgürlüğünün evcilleştirilmesi ve yönlendirilmesi de değildir. İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin (1789) “bozmamak” gerektiğini îlân ettiği (10. madde) kamu düzeni bile, yukarıdan dayatılan bir otorite rejimiyle tanımlanmaz. Demokratik devlet bunun sâdece kefilidir ve onun etkinliği de sürekli olarak bizzat denetlenmelidir. Son tahlilde bunun hem yargıcı hem tarafı yurttaşlardır; dolayısıyla yapıp ettiklerinin arzu edilmeyen muhtemel sonuçlarıyla yüzleşmesi gerekecek olanlar da onlardır.

Bu yüzden şu dönemde yaşananlar bence iki şeyi zorunlu kılıyor: Her şeyden önce bireysel ve toplu özgürlüklerin, yurttaşların güvenliğinin, dernekleşme ve gösteri düzenleme haklarından başlamak üzere yurttaş haklarının yasal ve anayasal olarak temînat altına alınması gerekmektedir. Dolayısıyla “ayrılıkçılığa” karşı yasa gibi ayrımcı ve özgürlük düşmanı yasaların yürürlükten kaldırılması ve son yıllarda inşâ edilen ve her gün canavarımsı bir biçimde kuvvetlenip her şeyi ayaklar altına alan, yaralayan ve öldüren askerîleşmiş baskı aygıtı dağıtılarak hem araçları hem uygulamaları yasaklanmalıdır. Asıl iç savaş budur! Bu talepler göz önünden hiç uzak tutulmamalıdır artık; militanlığını yaptığımız tüm hukukî ve temsilî ifâdelerde seferber edilmelidir.

Daha sonra, kitle hareketinin tabanını genişletmek, bileşenlerini çeşitlendirmek, her toplumsal grubun îcat ettiği mücâdele yollarını hesâba katmak gerekmektedir; ama kendi içinde demokratik, hem özgürce kendini yönetmeye kadir, hem de potansiyel olarak ülke çoğunluğunu temsil eden en birleştirici biçimleri arayarak yapılmalıdır bu. Dolayısıyla işgallerde, ablukalarda, grevlerde, yürüyüş ve gösterilerde, yazılama ve afişlemelerde ve tabiî ki sivil itaatsizlik ile miting güvenliğinde sınır yoktur. Yapay yasacılık olmayacaktır. Fakat, öznel ve duygusal bakımdan ne kadar anlaşılır da olsa, “polis nefreti”nde ilham bulan bir karşı-şiddet serâbına da teşne olunmamalıdır. Şehir ya da kır gerillası sâdece devlet şiddetine bahâneler sağlayacaktır — kıyaslanamayacak derecede üstün ve “her ne pahasına” üzerimize boşanıp hiçbir kuruntuyu kafasına takmayan bir şiddete. Karşı-şiddet başarısızlığa mahkûmdur ve dosdoğru iktidârın tuzağına götürür.

Şiddet karşıtlığı da her zaman mümkün değildir; ama uzun vâdede, hattâ kısa vâdede siyâseten en etkilisidir. Medenî bir isyan îcat edebilmeliyiz. Pasif ya da güçsüz bir isyan olacağı anlamına gelmez bu.

Demokrasi bir kere kazanılıp üzerine oturulan bir şey değildir; sürekli bir fetih ve yeniden fetihtir. Özgürleştikçe kendi kendini yöneten toplumdur.

  • [1] Özgürlüklerimiz İçin Halk Kurultayı’nda (Assises Populaires pour nos Libertés) okunan önerge, Bourse du travail, Paris, Cumartesi 15 Nisan 2023. Düzeltilmiş ve tamamlanmış versiyon.
  • [2] E. Balibar, « Inventer une insurrection démocratique », L’Humanité, Çarşamba 12 Nisan 2023.
  • [3] Oskar Negt : L’espace public oppositionnel, Fr. çev., Payot 2007. Almanca zgün metni Alexander Kluge ile birlikte 2001’de yayımlanmıştı.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.