Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

AKP’li yıllara içeriden bakış (19): 1. Kılıçdaroğlu Meydan Muharebesi

2013 yılında Gezi protestolarında hükümete yönelik en büyük halk tepkisini gören Erdoğan, Allah’ın lütfu olarak gördükleri 2016 darbe girişimi ile kendi seçmenini etrafında kenetleyebiliyor. Ancak elindeki seçmen, güvenlik gücü, devlet gibi hareket eden parti teşkilatı, devlet kadroları, medya desteğine rağmen muhalif seçmene kendisini kabul ettiremiyor ve yeni neslin de baskı yönetiminden hoşlanmaması, ekonomik sıkıntılar sebebi ile muhalif olarak yetişmesi sonucu 2017’den itibaren önlenemez bir şekilde çökmeye başlıyor.

2019 yılı AKP iktidarı döneminde Erdoğan’ın ilk defa yenildiği yıl olarak kayıtlara geçiyor. “İstanbul’u alan Türkiye’yi alır” sloganı ile seçmene mesaj veren Erdoğan, seçmenin mesajına verdiği cevapla İstanbul’un elinden alınmasını kabullenemiyor, bir değil iki defa söylenmeden yenildiğini kabullenemiyor. Bakalım Erdoğan’ı ilk defa yenen Kılıçdaroğlu, sonuçları ilk seferde kabullenmeyen Erdoğan’ı 2023 seçimlerinde ikinci defa yenebilecek mi?

***

1 Ocak’ta çevre kirliliğinin önlenmesi, plastik poşet ve ambalajların kullanımının azaltılması amacıyla plastik alışveriş poşetleri tüketiciye 25 kuruş karşılığında verilmeye başlanıyor. Hunharca doğanın katledildiği ülkemizde bu naif çaba, insanların aklına kimbilir şimdi kime gelir sağlamak için bu uygulama başlatıldı sorusunu sorduruyor.

6 Şubat’ta İstanbul-Kartal’da sekiz katlı bir bina çöküyor, 1992 yılında beş kat için ruhsat alınan binanın daha sonra üç katının kaçak yapıldığı ve iskânsız olduğu belirleniyor. Çökme sonucu 21 kişi hayatını kaybediyor, 14 kişi yaralı kurtarılıyor. 

10 Şubat’ta Atatürk Kültür Merkezi yerine yapılacak yeni Atatürk Kültür Merkezi’nin temel atma töreni, Erdoğan rejimi sanatçılarının da katılımıyla gerçekleşiyor. Toplumsal hafızayı sıfırlamak için eski Türkiye’nin sembollerini yok etmeyi görev bilen Erdoğan, aynı zamanda Gezi sembollerinden olduğu için iyice nefret ettiği AKM’yi yıktırıyor, yerine iki yıl içerisinde yenisini yaptıracağını ilan ediyor. 

Erdoğan:

“Eski yapının yıkılıp daha güzel daha modern daha ferah bir bina inşasına karşı çıkanlar kültür-sanat hassasiyetiyle değil ideolojik bağnazlıkla hareket ediyordu. Ecdadın deyimiyle bu çevreler üzüm yemenin değil, bağcıyı dövmenin peşindeydi. Güya Atatürk Kültür Merkezi hassasiyetiyle hareket edenler, Gezi’de Atatürk Kültür Merkezi’ni demokrasimize saldırmanın, esnafımızın malını mülkünü yağmalamanın, sokaklarımızı yakıp yıkmanın aracı haline getirdiler.” 

Erdoğan’ın bu aceleciliği, iktidarı için biçilmiş kader planına sığdırmak istediklerinin çokluğu ile mi ilgili acaba?

11 Şubat’ta İstanbul Çekmeköy’de UH-1 tipi askeri helikopter düşüyor. Test uçuşu için 4. Kara Havacılık Alay Komutanlığı’ndan havalanan UH-1 tipi helikopterde önce iki pilot ve dört teknisyen bulunuyor. Bakımdan yeni çıkan helikopter arıza sebebiyle önce piste iniş yapıyor ve iki teknisyeni indiriyor. Ardından yeniden havalanan helikopter Kirazlıdere Mahallesi üzerinde yeniden arızalanıyor. Pilotlar binaların arasında bir açık araziye zorunlu iniş yapmak istiyor ve son bir çabayla helikopterin binalara çarpmasını önleyerek Parkverde Sitesi’nin içindeki oyun parkına çakılıyor. Çarpışmayla alev alan helikopterde bulunan Pilot Yüzbaşı Ümit Özer, Yüzbaşı Semih Özcan, Astsubay Başçavuş İlyas Kaya ve Astsubay Üstçavuş Yakup Avşar hayatını kaybediyor. 

İstanbul Valisi Ali Yerlikaya kazanın hemen ardından,

“Alınan ilk bilgilere göre; Parkverde Sitesi’ne düşen askeri helikopterdeki dört yaralı askerimiz Sancaktepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevk edilmiştir” şeklinde bir açıklama yapıyor. Ancak olay yerine gittikten sonra:

“Olay yerine iki dakika içinde itfaiye, AFAD geldi. Dört askerimiz yaralı olarak hastaneye ulaştı. Dört askerimiz şehit oldu. Üzüntümüz büyük. Olayla ilgili savcılığımız inceleme yapıyor. Başımız sağolsun. Şu anda kazanın sebebini hiç kimse bilemez” diyor. 

Zaten bu olaylar birer standarda bağlanıyor, olayların artık klasiğe dönüşen iki tip özelliği var: Bir, ölen öldükten sonra devletimiz hızla olay yerine intikal edip görevini yerine getiriyor. İki, olayın sebebi ve dolayısıyla sorumlular asla ama asla bilinemiyor. Adeta “Yeter ki size ve bize bir şey olmasın” diyorlar. Verilen mesajlarla başımızın sağ olması dilenirken, ölen öldüğü ile kalıyor. 26 Kasım 2018’de yani bu olaydan iki buçuk ay önce yine aynı tip helikopter aynı üsten kalkarak Sancaktepe civarında düşmüş ve beş asker hayatını kaybetmişti. Birçok kazaya karışan bu helikopter envanterden çıkarılmadığı için yeni kaza haberleri gelmeye devam ediyor, ülkemizin yetişmiş evlatları pisi pisine hayatlarını kaybediyor.

***

Ailemin yanına yerleştikten sonra onlarla kopuk bir hayat yaşamıyorum. Tam tersi, aradan geçen yıllarda buralarda neler olmuş görmek için özellikle akraba günlerine gidiyor, annemin evde toplanan cemaat sohbetlerine özellikle iştirak ediyorum. Çılgın bir hayat yaşadıktan sonra annesinin hastalık sürecinde annem ve cemaati ile tanışan bir kadının annesinin ölümünün ardından nasıl da onlardan çok cemaatçi olduğunu gözlemliyorum. Aynı zamanda AKP döneminde sağlık ocaklarının Aile Sağlığı Merkezi’ne çevrilmesiyle kendi Aile Sağlığı Merkezi’ni açan hanımefendi, hükümetin sağladığı imkânlardan öyle memnun ki AKP konusunda tartışmaya başladığımızda annemden çok o savunuyor AKP’yi.

Zamanında eleştirdiğim AKP politikalarının acı meyveleri artık iyice ortaya çıkmaya başlıyor. Örneğin sınırsız inşaat çılgınlığı yüzünden etrafımızda yeşil alan kalmamış. Ancak onlar bunu kayıp değil, gelişme olarak görüyor. Zamanında tarım ürünleri ithalatında sıfır vergi uygulamasıyla yerli çiftçinin zor durumda kalacağını, “ananı da al git” denilen çiftçiyle girişilen inatlaşma sonucu bir gün kendi gıdamızı üretemez hale geleceğimizi söylerken Erdoğan’ı destekleyenler, şimdi gıda fiyatlarının artmaya başlamasını iç güçlere değil, dış güçlere bağlıyor. Bu güruhun her şeyin altında bir şey araması beni deli ediyor ama çok da göremiyorum. En nihayetinde görünmeyen bir tanrıya inanıyorlar ve onun varlığını ispatlamak için türlü mucizeler arayan bu insanlar, yalan olmadıkça ya da aşırı derecede uçuk olmadıkça hiçbir söze inanamaz hale gelmişler. Haliyle Erdoğan’da onlara anladıkları dilden konuşuyor, yaşanan tüm kötülükleri imtihana, dışarıdaki o kötü güçlere atfediyor, kendisini Allah’ın mazlum halifesi olarak sunuyor. Cennete erişebilmek için dünyanın zulmüne sabretmeye, nimetlerinden uzak durmaya şartlanmış bu insanlar, liderleri her ne söylerse “inandık ve iman ettik” diyorlar. İçlerinden işlerin iç yüzünü fark edenlerse bu işlevselliğin kendileri için elzem olduğunu bildiğinden ahlaksızca bu retoriği büyütüyor.

***

25 Şubat’ta Türk bilim insanları tarafından Antarktika’da geçici bilim üssü kuruluyor.

1959’da Antarktika’yı bilimsel bölge olarak tesis eden, barış ve bilime adanmış doğal koruma alanı olarak güvence altına alan Antarktika Antlaşması imzalanıyor, kıtada askeri faaliyet yasak. 

53 ülkenin taraf olduğu anlaşmaya Türkiye 1995’te dâhil oluyor. Anlaşmanın ilk imzacıları olan 12 ülke ABD, Arjantin, Avustralya, Belçika, Fransa, Güney Afrika, İngiltere, Japonya, Norveç, Rusya, Şili, Yeni Zelanda ve sonradan katılanlarla beraber toplam 29 ülke danışman statüsünde.

2019 itibariyle, Türkiye dâhil taraf olan diğer 25 ülke ise gözlemci statüsünde.

Antlaşmaya göre, “Antarktika’da bilimsel üs kurulması ya da bilimsel sefer düzenlenmesi gibi kapsamlı araştırma çalışmalarıyla kıtaya ilgilerini kanıtlayan ülkelerin danışman taraf statüsü kazanması mümkündür” deniliyor. Türkiye de Antarktika’ya kurduğu araştırma üssüyle danışman statüsüne yükselmek istiyor.

Antarktika, Güney Yarımküre’nin en güneyinde bulunuyor, kıtanın yüzde 98’i buzla kaplı, dünyanın en soğuk, kuru ve rüzgârlı bölgesi. Kıtaya 2 milyon yıldır yağmur yağmıyor; penguenler, denizaygırları ve az sayıda bitki türü yaşıyor. Kıtada bilimsel faaliyetlerde bulunmak üzere geçici olarak bulunan bilim insanları haricinde yerleşik insan topluluğu yok. Kıtada toplam 55 araştırma istasyonu var.

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank:

“Antarktika’da al sancağımız göndere çekildi.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan:

” Nihai hedefimiz Antarktika Anlaşmalar Sistemi’nde gözlemci ülke statüsünden danışman ülke statüsüne geçerek kıtanın geleceğinde söz sahibi olmaktır. “

DCIM\100MEDIA\DJI_0030.JPG

7 Mart’ta İstanbul’da mütedeyyin kesim için sembol mekânlardan Üsküdar-Çamlıca’da, Regaip Kandili’nde Çamlıca Camii açılıyor. Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde Mimar Hacı Mehmet Güner’in Kahramanmaraş’ta yaptığı bir camiyi beğenmesi üzerine Güner, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı müşaviri olarak İstanbul’a atanıyor ve ekibiyle birlikte projeyi çizmeye başlıyor. Camiyle ilgili mütedeyyin kesimde bile rahatsızlık oluşuyor, yakın çevresinde yerleşim yeri bulunmayan 63 bin kişi kapasiteli caminin Çamlıca tepesine yapılması anlamsız bulunuyor, cami sebebiyle Çamlıca tepesinin yapılaşmaya açılmak isteneceği iddia ediliyor. Neyse ki tasarımcılar projeyi doğal afet anında cami içerisinde 100 bin kişinin bulunabileceği şekilde planlamışlar, umarım yaşanmaz ancak cemaatsiz bu cami hiç değilse bu amaçla hizmet verebilecek.

31 Mart’ta Erdoğan’ın ilk yenilgisini tadacağı yerel seçimler gerçekleşiyor. Öyle ki Erdoğan gözlerine inanamayacak, durumu kabullenmesi için bir değil, iki defa yenildiğinin söylenmesi gerekecek, ikincisinde daha yüksek sesle.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 23 Ekim 2018’de bir açıklama yaparak AKP ile bir seçim ittifakı yapılmayacağını duyuruyor. Ancak AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “tabanların beklentisi” olduğunu söyleyerek Aralık’ta yerel seçimlere Cumhur İttifakı olarak girileceğini söylüyor.

CHP ve İYİ Parti’den oluşan Millet İttifakı Ankara ve İstanbul dâhil olmak üzere büyükşehirlerde güçlü bir performans sergileyerek iktidara büyük bir şok yaşatıyor. Bir şekilde kazanacağından emin olan iktidar, seçim gecesi astırdığı zafer afişlerini kaldırmak zorunda kalıyor. Millet İttifakı nüfus sıralamasında üçüncü büyükşehir İzmir’i elinde tutmaya devam ederken, Bursa haricinde Adana, Antalya, Mersin gibi büyükşehirleri de kazanarak ülkenin en fazla nüfusa sahip altı şehrinin beşinde yönetimi ele geçiriyor. Cumhur İttifakı kırsal kesimlerde ve daha küçük şehirlerde gücünü koruyor ve önceki yerel seçimlere kıyasla ilçe belediye sayısını artırıyor. Türkiye Komünist Partisi ilk defa Tunceli’de il belediyesi kazanıyor.

AKP yüzde 44,29 oy oranıyla 15, CHP yüzde 35,21 oy oranıyla 11, MHP yüzde 3,93 oy oranıyla bir, HDP yüzde 3,15 oy oranıyla üç büyükşehir belediyesi kazanıyor.

Toplam bin 355 belediye başkanlığından AKP 742, CHP 240, İYİ Parti 24, MHP 233, HDP 57, SP 21, BBP 10, DSP altı, DP sekiz, Bağımsızlar 13, TKP bir belediye başkanı çıkarıyor.

Seçim gecesi Anadolu Ajansı İstanbul Büyükşehir Belediyesi için seçim sonuçlarını güncellemeyi 10 saatten fazla durduruyor. Medya sektörünün yüzde 30’una sahip Doğan Holding’in patronu Aydın Doğan, Erdoğan ile yaşadığı gerilim sonrası Mart 2018’de medya sektöründen çıkıyor. Aydın Doğan’ın elinde tuttuğu dergi, gazete ve televizyon kanalları devlet bankasından kredi verilerek hükûmete yakın Demirören Holding’e satılıyor. CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Ekrem İmamoğlu, önceki yıl Demirören Holding’in eline geçen Hürriyet ve CNN Türk’e yalan haber yaptıkları gerekçesiyle tepki gösteriyor. Bunun üzerine CHP tarafsızlık ilkesinin ihlali sebebiyle CNN Türk’ü CNN International’a şikâyet ediyor ve CNN International soruşturma başlatıyor. İmamoğlu’nun yarışta öne geçtiği bilgisi ne Anadolu Ajansı ne de AKP taraftarı kanallarda verilmiyor.

Resmi sonuçlara göre Binali Yıldırım yüzde 44.99 oy oranıyla kaybederken, Ekrem İmamoğlu yüzde 54.21 oy oranıyla İstanbul’u kazanıyor. Ancak AKP ve MHP’nin İstanbul seçimlerine itiraz etmesi üzerine Yüksek Seçim Kurulu 6 Mayıs’ta, kendilerinin oluşturduğu sandık görevlileri ile ilgili “kamu görevlisi olmayan sandık kurulu başkan ve üyelerinin seçimde görevlendirilmesi” gerekçesiyle dörde karşı yedi oyla İstanbul seçimlerini iptal ediyor. AKP adeta seçim sonucu için kendini tokatlıyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi yenilenmek üzere 23 Haziran’a erteleniyor.

İptal kararı sonrası İmamoğlu’nun yaptığı basın toplantısı televizyon kanallarının birçoğunda verilmiyor.

Seçimin iptal edilmesini makul gerekçelerle izah edemeyen AKP’li Ali İhsan Yavuz’un “Hiçbir şey olmasa bile bir şeyler oldu” sözü halen espri konusu olarak kullanılıyor.

YSK’nın 6 Mayıs’ta seçimi iptal etmesi üzerine İstanbul Valisi Ali Yerlikaya, İBB yönetimine kayyum olarak atanıyor. Ve atanır atanmaz, Ekrem İmamoğlu’nun makam odasına astığı Atatürk tablosu kaldırılıyor, belediye binasına astırdığı Türk bayrağı ve Atatürk portresi indiriliyor, belediyenin sosyal medya hesaplarında Ekrem İmamoğlu, Kemal Kılıçdaroğlu, Meral Akşener, Mansur Yavaş ve Tunç Soyer takipten çıkarılıyor. İmamoğlu’nun seçim vaadi olan ve 3 Mayıs’ta ilgili birimlere resmi olarak talimat yazısı gönderilen su ve toplu ulaşım ücretlerinde indirim kararları oybirliği ile kabul ediliyor ve “Çünkü çaldılar” kampanyası yürüten AKP adayı Binali Yıldırım’ın seçim kampanyasında kullanılıyor. 

***

Seçimlerde nasıl bir tercih kullanacakları sorusu elbette aptalca ama cemaatten kadınlara neden o tercihi yapacaklarını sorduğumda en çok ön plana çıkan şey, yeniden yenilen tarafta olma korkusu ancak bu korkudan azade olanlar “Allahualem” diyerek hocalarının tercihini sorgulayamayacaklarını, en nihayetinde onların bilemeyecekleri şeyleri hocalarının bileceğini söylüyorlar. Kendisini yok sayan bu insanların eğilimlerinin kökenini anlamaya çalışıyorum.

Görünmeyen tanrılarının üzerlerine yüklediği yükleri kaldıramayan ve biricik yaşamlarına tanrının koyduğu ipoteği kabul etmek zorunda kalan bu insanların, iradelerine sahip çıkmaktansa ezilmeyi ve aşağılanmayı inanç tercihleri ile uyumlu olarak tercih etmeleri gayet anlaşılabilir ancak tebaa olmayı seçen bu insanlar ülkem için işleri içinden çıkılmaz hale getiriyor. Erdoğan’ı reddetmeleri için önce kendilerine inanmaları ve güvenmeleri gerekiyor. Tanrılarının kendilerine uygun bulduğu yaşam biçimini kabullenebilmek için kendini yok sayan bu insanların kendilerine inanmaları, başka bir savaşın beraberinde geleceğinden haber veriyor. Öyleyse bu serüvene hiç cüret etmemeli. Muhafazakâr seçmenin kendini yok sayan ve sorumluluk almayan bu eğilimi ile faydacı seçmenin birleşimi sarp, aşılamaz bir dağ yaratıyor. Ancak hem bu neslin çocuklarının dinden ve ailelerinden uzaklaşmaya başlamaları hem de faydacı seçmenin kaynaklara erişiminin azalması ülke için yeni bir umut doğuruyor.

Akraba günlerimizde AKP’li akrabalarımız ile yaptığım sohbetlerde önceki yıllarda büründükleri kibrin yerini öfkeli çarpık bir gülümsemeye bıraktığını, gevşek gevşek söylenen ukala sözlerin savunma hattına çekildiğini görüyorum. Güzel. Biraz umut, biraz korkuyla ilerlediğimiz karanlık tünelin ucunda beliren ışık giderek büyüyor.

***

21 Nisan’da mazbatasını yeni alan Ekrem İmamoğlu, Ankara Büyükşehir Belediye başkanı Mansur Yavaş’ın da katıldığı “İstanbul İçin Yeni Bir Başlangıç” buluşmasını organize ediyor. İstanbul ve Ankara’da Kürtler’in desteği ile seçilecekleri anlaşılan belediye başkanlarına terörizm retoriği ile saldıran iktidar, her iki başkanın da seçimi kazanması üzerine İstanbul’da seçimlerin yenilenmesi yönünde karar aldırmıştı. 23 Haziran’a ertelenen seçimler öncesi yine milliyetçilik üzerinden halk manipüle dilmek isteniyor.

Bu törenin gerçekleştiği gün Ankara-Çubuk’da, PKK tarafından katledilen sözleşmeli er Yener Kırıkçı’nın cenazesine katılan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na linç girişimi gerçekleşiyor.

Taziye sırasında Kılıçdaroğlu yuhalanıyor ve “PKK dışarı” sloganı atılmaya başlanıyor. Kalabalığın yumruk ve tekmelerle saldırıya geçtiği Kılıçdaroğlu bir eve alınıyor.

Kalabalığı “yatıştırmak” isteyen Hulusi Akar:

“Arkadaşlarım, şehidin mekânı cennet olsun. Allah anasına, babasına, silahlı kuvvetlere, sizlere sabır versin. Şu ana kadar mesajlarınızı verdiniz, tepkilerinizi verdiniz. Şimdi sükûnetle Yener’in evine gidiyoruz. Annesine, babasına taziyelerimizi bildirmek üzere burayı boşaltıyoruz.”

Erdoğan’a iktidarı dönemindeki ilk yenilgiyi tattıran Kılıçdaroğlu’na “gerekli mesajı ve tepkiyi” gösterenler bununla yetinmiyor, bir kadın Kılıçdaroğlu’nun tutulduğu ev için “Yakın bu evi!” diyor. Adeta Madımak temsili yapılıyor ve seçmenlerinin Alevi “hassasiyetleri” bir kibrit çakılarak hatırlatılmak isteniyor. Kılıçdaroğlu, zırhlı araçla evden çıkarılıyor ve CHP Genel Merkezi’ne götürülüyor.

Kemal Kılıçdaroğlu:

“Bu saldırı bizi yıldıramaz”

Olayla ilgili açılan dava sonucu Kılıçdaroğlu’na yumruk atan Osman Sarıgül’e, yumruk atmaktan 1 yıl 15 gün, “kamu görevlisine görevinden dolayı hakaretten” 1 yıl 5 ay 15 gün ve “suç işlemeye alenen tahrik” suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezası veriliyor. Toplam 66 sanık çeşitli hapis cezalarına çarptırılıyor ancak hükmün açıklanması geri bırakıldığı için Osman Sarıgül dâhil, hiçbir saldırgan cezaevine girmiyor.

Dava sonrası açıklama yapan CHP Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek:

“Ne ilginçtir ki cezaların çok büyük bir çoğunluğu ertelendi. Yani hükmün açıklanmasının geri bırakılması uygulandı. Yani İstinaf’a gitmek artık mümkün değil. ‘Ben pişman değilim’ diyen sanığın cezasını bile ertelediler. Şunu özellikle vurgulamak istiyoruz ki hukuk her şeyi sonuna kadar takip eder. Bu dosyalar bir gün gelir yeniden açılır.”

27 Ekim 2021’de Cumhurbaşkanı Erdoğan, TBMM grup toplantısı konuşmasında “11 yıllık mağlubiyetlerden hiçbir ders çıkarmayan” ifadesinin yer aldığı bölümde linç anına ait görüntüleri gösteriyor. Olayın ardından Erdoğan hakkında cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunuluyor.

23 Haziran’da İstanbul yerel seçim tekrarlanıyor. Ekrem İmamoğlu yüzde 54,22 oy oranı ile 806 bin oy farkla seçimi yeniden kazanıyor. YSK, yenilenen seçimin maliyetinin 40,6 milyon TL olduğunu açıklıyor.

***

2019 seçim döneminde ben de belediyede çalışıyorum. Belediye yine AKP belediyesi ama daha önce de belirttiğim gibi başkan öz hakiki AKP’li olmadığından belediyede AKP’den çok alt kadrosu sebebiyle MHP ve diğer merkez sağ partiler ağırlıkta. Öyle ki bu idareciler aslında AKP’li siyasetçilerden iğreniyorlar. Ama işler bu sistemde daha kolay yürüdüğünden ve seçmenlerinin kolay idare edilmesinden kaynaklanan hevesle fanatik MHP’li olan daire başkanları AKP’den vekil adayı olmaya bile kalkabiliyor. Belediye başkanlığı seçiminde gizlice MHP’li adayın kampanyasına destek verip, görüntüde AKP belediyesinde çalışıyorlar, o kadar karma karışık ve ilkesiz bir ortam. Neyse ki Cumhur İttifakı kuruluyor da bu tipler rahat bir nefes alıyor. Kendi partileri için daha açıktan ve rahatça çalışabiliyorlar.

Yalnız bu seçimde personel çok gergin çünkü aday merkez sağ bir partiden gelen eski başkan değil, AKP teşkilatında yetişmiş biri. Bir arkadaşım şöyle bir söz söylüyor “Biz bu döneme kadar AKP belediyesinde çalışmadık, gerçek AKP belediyeciliğini şimdi göreceğiz.” Gerçekten de daha seçim kampanyasında farkı görüyoruz çünkü önceki dönemde personelin seçim kampanyasıyla hiçbir bağı yokken, bu seçimde AKP’li kadınlar propagandaları sırasında sık sık belediyeye geliyor.

***

15 Temmuz darbe girişimi sonrası darbecilerle mücadele etmek için ilan edildiği söylenen OHAL’in iki yıl uzatıldığı dönemde iyice tek adam rejimine alıştırılıyoruz, yapılan itirazlar darbecilik suçlaması ile susturulmak isteniyor. Bu dönemde kanıksanan kayyum uygulamasına iyice ısınan hükümet, 19 Ağustos’ta Diyarbakır, Van ve Mardin büyükşehir belediye başkanları görevden alınarak kayyum ataması yapıyor. Kayyum atamasına yapılan itirazlar, terör destekçiliği suçlaması ile susturulmak isteniyor.

9 Ekim’de Türk Silahlı Kuvvetleri ve Suriye Millî Ordusu tarafından Suriye’nin kuzeyinde tek taraflı özerklik ilan eden Suriye Demokratik Güçleri’ne karşı Barış Pınarı Harekâtı başlatıyor.

11 Kasım’da Geleceğe Nefes etkinliği kapsamında 11 Kasım Milli Ağaçlandırma Günü olarak ilan ediliyor ve 81 ilde düzenlenen törenlerle 11 milyon fidan dikilerek Guinness Dünya Rekoru kırılıyor. Ağaç düşmanı olmakla suçlanan hükümet, bu imajı yıkmak için talimatla ağaç diktiriyor ve “en büyük”, “en çok” sıfatlarıyla tanımlamayı çok sevdikleri hizmetlerine bir yenisini daha ekliyorlar. İktidarları döneminde bu ülkede hiçbir şey normal standartlarda olmadı.

6 Aralık’ta Bayraktar Akıncı Taarruzi İnsansız Hava Aracı (TİHA) ilk uçuşunu yapıyor. Devlet desteği almadan üretildiği iddia edilen uçaklar, AKP propagandalarında kullanılıyor.

27 Aralık’ta Turkcell, BMC, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Zorlu Holding ve Anadolu Efes gruplarının ortak olduğu “Türkiye’nin Otomobili Girişim Grubu” projesi, kısaca “TOGG” ilk defa tanıtılıyor. “Get Togg’ether: Toplanalım” sloganıyla duyurulan proje, Türkiye’nin gittikçe batağa saplanan ekonomisinde halktan kopuk olmakla ve yeterince “yerli ve milli” olmamakla eleştiriliyor. Türkiye, hükümet eliyle AKP’li olanlar ve olmayanlar olarak öyle bir kutuplaştırılıyor ki sürekli aşağılamaya ve nefret söylemine muhatap olan muhalif seçmen için hükümet eliyle ortaya çıkan her şey, eleştiri ve alay konusu oluyor.

***

Bir gün çalıştığım birimden içeri gündelik kıyafetlerle iki kadın girdi ve direkt danışma masası yerine ileri yöneldiler. Kadınlardan birinin elindeki telefonla tek tek personele yaklaşıp fotoğraflarını çektiğini fark ediyorum. “Ne yapıyorsunuz siz?” diyorum. Kadın seçim çalışmalarını paylaştıkları Facebook sayfasına yüklemek için çektiğini söylüyor. “Arkadaşlarımdan görüntülerini almak için izin aldınız mı?” diyorum. Bozulan kadın “Biz AK Parti’den geliyoruz” diyor, “Yani?” Arkadaşlarım araya giriyor, “boşver” falan diyorlar, “uzatma” diye kaş göz yapıyorlar. Kadın, “Burası AK Parti belediyesi değil mi?” diyor yeniden, “Evet” diyorum, “E biz de AK Parti’den geliyoruz işte” diyor. O sırada kadınların diğer ekip arkadaşları geliyor ancak onların giyim kuşamı yerinde. Olayı görünce sessizce izlemeye başlıyorlar. Arkadaşlar olay alev almasın diye onları buyur edip, çay ikram etmek istiyorlar. Fotoğraf çeken kadına buna hakkı olmadığını, bizim belediye çalışanı olduğumuzu ama partinin elemanı olmadığımızı, söylüyorum. Kişisel Verileri Koruma Kanunu’na göre yaptığının suç olduğunu söylüyorum. Arkadaşlarım iyice geriliyor, en AKP alerjisi yüksek olanlar bile konuyu kapatayım diye “Bizim için sorun yok” diyorlar. Kadın da “Seni çekmedim ki sana ne” diyor. “Sileceksiniz o videoyu buna hakkınız yok” deyince kadın, “Senin adın ne, kovduracağım seni” diyor. Adımı tekrarlıyorum iki defa, olay büyüyor, ertesi gün daire başkanım beni çağırıp olayı anlattırıyor, kamera görüntüleri isteniyor falan. Bir yıl önce cumhurbaşkanlığı seçimlerinde şart koşulan 100 bin imza şartında daire başkanımdan izin alarak imza vermeye gittiğimde bir süre kovulma endişesi taşımıştım ama sonra tehlike olmadığını anlamıştım. Bu sefer kesin kovulacağım diyorum. Bir süre sonra kadının teşkilattan uzaklaştırıldığını öğreniyoruz.

Yalnız bu olay sayesinde anlıyoruz ki gerçekten de işte şimdi AKP belediyesinde çalışmaya başlayacağız.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.