Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Yeni Dışişleri ve Ulusal Güvenlik Kabinesi

En isabetli yorum bence İsmail Saymaz’ınki: “Erdoğan OHAL kabinesini dağıttı.”

Laboratuvarın steril koşullarında yani tümüyle teknik bakacak olursak Erdoğan’ın kabineyi tek başına kurması sivilleşme veya demokratikleşme yönünde olumlu bir gelişme. Erdoğan, Erdoğan’lığını yaptı: Farklı gerekçelerle yerlerinden zinhar sökülemeyecek temel çivileri oldukları ileri sürülen Akar, Soylu ve Çavuşoğlu’nu adadan uğurladı. Bu üçlünün devir-teslim törenlerindeki ekşimiş çehrelerini görmek de seçim yenilgisi arsızı olmuş bizler için züğürt tesellisi oldu. Erdoğan, milletvekili yaptığı eski kabine üyelerinin hiçbirine, Fuat Oktay’a bile, yeniden görev vermedi. Şimdilik bir istisna Kavcıoğlu. 

Ancak adı üzerinde tümüyle teknik olunca politik olmaya yer kalmıyor. Asıl konuşulması gerekenlerse o muhayyel laboratuvarın dışında kalanlar. Erdoğan, rehin aldığı Demirtaş için henüz seçimi kazandığı gece binlerce taraftarını “Selo’ya idam!” diye bağırttı. Kendi orada bulunduğu sürece Demirtaş’ın özgürlüğüne kavuşamayacağını vurguladı. Afişine bıyık çizdiği gerekçesiyle 13 yaşında bir çocuk tutuklandı. Tutuklu ama hükümlü olmayan avukat Can Atalay milletvekili seçildiği halde salınmadı. Kobane ve Gezi davalarının serencamı ortada. Kayyumlar yerli yerinde. Kleptokrasi, nepotizm ayyukta. Bu bahsi uzatsak Fenerbahçe’den Beştepe’ye yol olur.

Öyleyse “teknik” kalıp, Ay Üssü Alfa’dan bakar gibi paçamıza çamur sıçratmadan “politik” yaklaşmaktan kaçınmak gibi bir seçenek yok. Böylece tavana sıkıp, etik-politik ahiretimizi aklımız sıra sağlama aldıktan sonra dışişleri ve ulusal güvenlik konularıyla ilgili iç kabine üçlüsüne odaklanarak, oturduğumuz yerden ahkâm kesebiliriz.

Üçlü; Fidan, Güler ve Kalın’dan oluşuyor. Esasen dörtlü olması gerekir ama dördüncü ayak şimdilik boşta. Kalın, kalktığı koltuğu sözcülükle kısıtlı tutmamış, fiilen ABD’dekine öykünür biçimde ulusal güvenlik danışmanlığına evriltmişti. Oraya Fahrettin Altun oturursa başka, Çağatay Kılıç oturursa başka anlama gelecek. Erdoğan, Saray’ı bile isteye zaten kabineye taşımış da olabilir. “Paralel devlet yapılanması” desem zülfiyâre dokunur da “yönetimde ikilikten, kabineye karşı ağırlık uygulamasından vazgeçmiş” denilebilir. Davutoğlu da “AKP içine dönük, MHP’yi ve Pelikan Çetesi’ni dışarıda bırakan” diye yorumlamış.   

“Sır küpü” istihbarat başkanı dışişleri bakanı atandığında göre, sır küplüğüne de artık ihtiyaç kalmadığını düşünebiliriz herhalde. Demek ki Çavuşoğlu’ndan sonra, deyim yerindeyse, tezgâhtarlıktan çok artık gerçekten iş yapmak öne çıkacak. Fidan’ın gün içinde “Beyefendi nasıllar, kahvesini içti mi, yemeğini yedi mi?” diye beyhude temayüz teşebbüslerine ihtiyaç duymayacağı da belli. İlk konuşmasındaki Hariciye ailesine yönelik alçakgönüllü ve sitayişkâr ifadeleri de yedi yıldır süregiden hakaretamiz ve nobran yaklaşımın terk edileceğini anlatıyor.

Eski meslek hayatımda tanıma fırsatı bulduğum Fidan’ın şatafat ve gösteriş düşkünü olacağını sanmam. Temel göstergelerden ilki, idari ve mali işlerden sorumlu bakan yardımcılığını meslekten bir büyükelçiye teslim edilip etmeyeceği olacak. Öyleyse Maksut Serim’in oğlunu o koltuktan kaldırmanın yöntem ve yordamını herhalde Fidan kendi bilecek veya bulacak. Yahut da onu, haydi lugât parçalayalım, “rökadre” etmesi gerekecek.

Dışişleri yeniden gerçekten dışişleri mi olacak, yoksa başkanın dış ilişkileri olarak mı sürecek? Bu biraz da “Şimşek neye, nereye kadar hayır diyebilecek?” sorusunu andırıyor. Öte yandan küresel eğilim demokratik ülkelerde dahi diplomasinin artık tepeye, bir numaralar arasına sıkışması yönünde: “Ha” deyince ABD, Fransa, Almanya vb. dışişleri bakanlarının adını hatırlayabilenimiz kaldı mı günümüzde? Buna karşılık, liyakatından sual olunmayacak Lavrov gibilerin yeri ve zamanı gelince ne denli, en hafif deyişle, “gülünç” durumlara düştüklerini de anti-demokratik devletler bize gösteriyor.  

Fidan’ın “istihbarat diplomasisi” deneyim ve birikimi bunca yılın ardından yerel koşullarda görkemli. Şimdi, spot ışıklarının altında diplomasi nasıl yürütülür onu deneyimleyecek. En büyük avantajı doğrudan Erdoğan’a erişimi ve onun güvenini kazanmış oluşu olacak. Sözü ciddiye alınacak. Güvenilir bir aracı olarak görülecek.

Erdoğan, diplomatik mıntıka temizliğini son bir yıldır zaten kendi yapmıştı. Mısır, İsrail, BAE, Suudi Arabistan, Suriye’yle arayı düzeltmişti. Hem Ermenistan hem Azerbaycan liderleri onun seçim zaferi törenine katıldı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline ve sığınmacılara karşı aldığı tutumla da kendini ABD ve AB nezdinde muhatap kılmayı bildi. Üyelik için bastırmak bir yana kendiliğinden üyelik müzakeresi yapılmama gerekçesi oluşturması Erdoğan’ı ayrıca AB’nin birinci tercihi yaptı. İsveç’in NATO üyeliğine de Temmuz’daki zirvede yol vermesi Erdoğan’ı hepten rahatlatacak.      

Milli Savunma Bakanlığı devir-teslim töreninde Güler’in TSK’nin iki önceliğini terörle mücadele ve hudut güvenliği olarak vurgulamasına da değinmek gerek. Türkiye sıkletinde bir NATO üyesinin, TSK ölçeğinde bir ordunun kendini esasen başlıca işi olmaması gereken bu iki alana odaklayıp, böylesine bir vizyon ve misyon yoksunluğunu adeta itiraf etmesi cumhuriyetin yüzüncü yılında gelip tıkandığı yer olarak hepimizi düşündürmeli. Bu bağlamda MGK’nın da ya ABD’deki eşi NSC’ye benzer bir yapıya dönüşmesi ya hepten lağvedilmesi uygun olacağa benzer.   

Tarihten görüleceği üzere, saray varsa onun soytarıları, dalkavukları, bankerleri gibi mabeyni, akıl hocaları ve fedaileri de eksik olmaz. Yeni kabinede bu defa ikincilerin ağırlıkta olduğu gözüküyor. Yok eğer derdiniz “Cumhuriyet rejiminde sarayı nereye koyalım” sorusuna yanıt aramaksa, Beyaz Ev ile Elize arasında bir yer arayabilir, model babında Kremlin veya Mahzen (Fas) seçeneklerinin şimdilik elenmiş gözükmesine sevinebilirsiniz.

Beştepe’deki törende kapılar “destur” nidasıyla açıldı, Erdoğan Mehter Marşı’yla arz-ı endam eyledi. Patrik Bartolomeos ve diğer dini liderler de en ön sırada yer aldı. Bunlar çoğulculuk değil Prof. Dr. Kalaycıoğlu’ndan öğrendiğimiz terimle “neo-sultanizm” rejiminin devedişi gibi göstergeleri. Ancak ciddiye alınmalı zira Prof. Dr. Mesut Yeğen’in belirttiği gibi , “İçine düştüğümüz ümitsizlik ve bu ümitsizlikten türeyen pişkinlik halleri, milli ve yerli rejimimizi muhalifleri kuvvetten düşürerek kapsamaya ve bu yolla ebedileşmeye koyulmaya teşvik edebilir.”

Yahut belki Anadolu yakamızın güzide kulüplerinden Pendikspor’a Süper Lig’de başarılar dilemekle yetinmek en doğrusudur, bilemem.

*Hakan Fidan’ı TİKA Başkanı sıfatıyla Paris’e geldiğinde tanımıştım. Daha sonra benim Bağdat’tan dönüşümde, o Başbakan Erdoğan’ın yanında özel görevler üstlendiğinde Fidan’la Irak’la ilgili toplantılarda karşılaşmıştık. Ben Erbil’deyken rahmetli anneme kanser tanısı konulmak üzereydi. Apar topar İstanbul’a gitmem gerekiyordu. Ancak dar zamanda ulaşım sıkıntılıydı. Bu durum tesadüfen Sayın Fidan’ın MİT Müsteşarı ünvanıyla ilk Erbil ziyaretine denk geldi. Utana sıkıla onun uçağıyla Ankara’ya gelip gelemeyeceğimi sorduğumda hemen olumlu yanıt vermişti. Ne olursa olsun bu insancıl davranışını unutmam, ömrüm boyunca hep şükran borçlu kalacağım. Bunu buradan da kayda geçirmek istedim.    

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.