Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Veni, vidi, vici | İtalya’da ne yedim, ne içtim ve ne oynadım?

İtalya mutfağıyla, doğasıyla, futboluyla ve korunan tarihi dokusuyla dünyanın en çok ziyaret edilen ülkelerinden biri. Daha önce İtalya’ya gitmemiş biri olarak birçok şehri bir haftada gezmek yorucu olsa da kısaca harika bir deneyimdi. Bir video oyun yazarı olarak şunu da belirteyim: İtalya aynı zamanda ünlü birçok oyunun geçtiği de bir ülke…

Yıllarca Assassin’s Creed, Uncharted ve Tomb Rider gibi oyunlarda farklı dönemleri işlenen veya birçok oyundaki kurgusal bölgeye ilham kaynağı olan (Hitman – Sapienza) İtalya (özellikle Floransa ve Venedik) Melekler ve Şeytanlar, Ye, Dua et, Sev gibi kitap ve filmlerle, yemekleriyle, özgün yapısıyla, tarihiyle ve tabii ki şaraplarıyla popüler kültürde artık ölümsüzlüğünü kazanmış bir ülke. İtalya, tarihi dokusunun çoğu şehirde korunmasıyla özellikle dikkatimi çekti. Bazı köyler, küçük kasabalar, Orta Çağ’daki haliyle kalmış pek çok yapı da aslına uygun olarak restore edilmişti.

İtalya ve video oyunlar

İzlenimlerime geçmeden önce Assassin’s Creed II’den bahsetmesem olmaz. Bu popüler aksiyon-macera oyunu, Rönesans dönemi İtalya’sında, Floransa, Venedik ve Roma gibi şehirlerde geçiyor. Oyuncular, Ezio Auditore da Firenze karakterini kontrol ederek tarihi yerleri keşfediyor ve bir suikastçı olarak görevlerini yerine getiriyor. Eğer oyunlara ilginiz varsa İtalya seyahatinizi planlamadan önce Assassin’s Creed II’yi oynamanız size fayda sağlayacaktır. Ben gitmeden önce oyuna başladım ve hala büyük bir zevkle oynuyorum!

Oyun demişken, İtalya’nın farklı dönemlerini işleyen başka oyunlar da bulunuyor.

Mafia II başkarakter Vito Scaletta‘nın İtalyan mafyasıyla ilişkisini konu alıyorken, bir yarış oyunu olan Forza Horizon 2’de Güney Avrupa’daki çeşitli yerler arasında İtalya da var. The Order: 1886’da ise alternatif bir tarih evreni yer alıyor ve oyunseverler, Venedik’te ve diğer Avrupa şehirlerinde sürükleyici bir hikayeyi deneyimleyebiliyor. Oyun camiasının artık ezbere bildiği Call of Duty’nin İkinci Dünya Savaşı sırasında İtalya cephesini işleyen Roads to Victory’si var. Bunlar yalnızca aklıma gelen bazı örnekler. İtalya’nın geçtiği daha pek çok video oyunu bulunuyor. İtalya’nın tarihi ve görsel zenginlikleri, oyun geliştiricileri için ilham kaynağı oluyor ve bu da İtalya’yı birçok oyuna konu edecek hale getiriyor.

Roma’da yemek ve tarih

Gelelim İtalya’nın başkenti Roma’ya. Roma tıpkı İstanbul gibi zengin bir geçmişe sahip ancak iki kent arasındaki en büyük fark herhalde bu mirasa sahip çıkılması ve şehrin dokusunun korunmasında. Roma bence önde gidiyor bu konularda.

3 milyonluk nüfusuyla Roma’da öne çıkan tarihi yapıları zaten biliyoruz. Kolezyum, Santa Maria Maggiore Bazilikası, Trevi Çeşmesi, Palatino Tepesi, Vatikan, İspanyol Merdivenleri… Ancak Roma’da gidilecek o kadar fazla yer var ki. Zamanınız varsa katedrallere, tarihi meydanlara ve bütün müzelere gitmeye çalışın. Kısıtlı zamanınız varsa eğer, Kolezyum, Aşk Çeşmesi ve İspanyol Merdivenleri size anlatacak, hatırlayacak çok şey verir zaten.

Fotoğraf: Nilay Kamu

Roma’nın güneyinde, şehir merkezine 1 saat mesafedeki volkanik göller bölgesinde, Papa’nın yazlık malikanesinin bulunduğu Gandolfo Köyü’nden sonra bizi Nemi Köyü karşılıyor. Çilekler Köyü olarak da bilinen bölgede çilek her şeyde karşımıza çıkıyor. Hediyelik eşyalarda, tatlılarda, likörlerde ve aklınıza gelebilecek her şeyde! Envaiçeşitte ve boyda avuç avuç çileği yemek ise size kalmış. İstediğiniz şekilde yemekte özgürsünüz! Bölgede çilek dışında köyün çeşmesinden akan maden suyu da bir o kadar ünlü.

“Zengin” kuzeyin başkenti Milano

Milano, İtalya’nın kuzeyinde bulunan ve zenginliği ile bilinen bir şehir. Moda ve fuarlar kenti olarak da bilinen Milano, mimari olarak da diğer İtalyan şehirlerinden ayrılıyor. Çok büyük olmayan ancak turistlerin gittiğinde istediği pek çok şeyi bulduğu Milano, damakları şenlendiren et yemekleri ve Risotto’suyla, lüks yaşamın izlerini her sokakta hissettiğiniz bir şehir. Ülkenin ilk Starbucks’ı da burada açılmış.

Pilav mı Risotto mu? (Fotoğraf: Nilay Kamu)

Şehrin buluşma noktası Duomo Meydanı. Tıpkı Ankara’daki Dost Kitabevi ve İstanbul-Kadıköy’deki Boğa Heykeli gibi… Alışverişin de kalbi hemen burada atıyor. Galleria Vittoria Emanuele Alışveriş Merkezi daha lüks markaların yer aldığı bir yer. Elbette Santa Maria delle Grazie Bazalikası’nı da ziyaret etmeden gitmemek gerekiyor. Leonardo da Vinci’nin “Son Akşam Yemeği” tablosu burada yer alıyor. Tabloyu görmek için biletleri mutlaka ayırtmak gerekiyor.

Verona: Romeo ve Jülyet’in kenti

Bir sonraki durağım Romeo ve Juliet’in romantik şehri olarak bilinen Verona’ydı. Verona küçük bir şehir ancak canlılığıyla, tarihi dokusuyla mutlaka görülmesi gereken bir yer. Shakespeare gibi bir dâhiyi de etkileyen Verona, Romeo ve Juliet hikayesine de ilham kaynağı olmuş. Venedik ile Milano arasında yer alan bu turistik şehirde elbette sokaklarda gezmek çok keyifli. Adige nehrinin ikiye böldüğü şehrin iki merkezi bulunuyor. Arena di Verona, İtalya’nın üçüncü büyük amfitiyatrosu. 22 bin kişilik Arena, her yaz en bilinen opera festivallerine de ev sahipliği yapıyor.

Venedik ve Floransa: Fazla söze gerek yok!

Milano ve Verona’nın ardından yolculuk Venedik’e. Farklı yönleriyle tarihte adını duyduğumuz Venedik ada üzerine kurulu bir şehir. Tronchetto limanından Vaporetto ile tarihi adaya gidiyoruz. San Marco Meydanı’ndan bütün sokakları, kanalları geziyoruz. Burada İtalya’nın diğer şehirlerinde gördüğümüz gibi bir ulaşım yok. Aksine polis araçları, ambulanslar, çöp kamyonları ve diğer araçların hepsinin yerini tekneler almış.

Venedik’e gidildiğinde Murano camından bir şeyler almasak olmaz. Bilmeyenler için Venedik’te Murano adı verilen bir adadan adını alan bu camlar, pek çok ürün grubunda kullanılıyor. Cam ustaları tarafından özel olarak üretilen hediyelik eşyalar Venedik sokaklarında satılıyor. Bu ürünler çok pahalı olduğu için “hediyelik eşyalarda” orijinal Murano camından olmayan taklitler de satılıyor. Bu da aklınızda bulunsun. Eğer uygun fiyatlı Murano camından bir eşya görüyorsanız muhtemelen Çin’de üretilmiştir.

Fotoğraf: Nilay Kamu

Venedik’te eski dönemlerden kalma hapishaneler, saraylar ve pek çok bina bulunuyor. Köprüler ile birbirine bağlanan bu binalar, şehrin dokusunu çok iyi yansıtıyor.

İtalyan Rönesans dönemi ressamı Leonardo da Vinci’nin de memleketi olan Floransa da mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri. Leonardo da Vinci, “İtalya, sanatın ve bilimin anavatanıdır. İnsan orada gerçekten ilham alır ve yaratıcılığı canlanır.” diyor.

Şehir hem tarihi dokusunu korumuş hem de iyi bir şekilde kentleşmiş. Sokaklar dar ve kalabalık olmasına rağmen kaos içinde hissetmiyorsunuz. Taşı toprağı sanat eseri olan Floransa’ya gittiğinizde Uffizi’yi görmezseniz olmaz. Önemli pek çok eserin yer aldığı bu galeriye ek olarak Galleria dell’Accademia, Museo dell’Opera Del Duomo ve Palazzo Piti gibi farklı müzeleri de ziyaret edebilirsiniz.

Alman yazar ve şair Johann Wolfgang von Goethe İtalya için şunları söyler: “İtalya, görmeden yaşayamayacağımız, yaşamadan anlayamayacağımız bir ülke.” Gerçekten de öyle. İtalya’ya giden herkes bir kez daha gitmek istediğini söylüyor. Ben de öyle!

Ponte Vecchio, Cumhuriyet Meydanı, San Lorenzo Pazarı ziyaret noktalarımızın yalnızca birkaçıydı. Toskana, Siena ve San Gimignano gibi yerler ise doğa ile buluşulan noktalar oluyor. Özellikle şaraplarıyla öne çıkan bu bölgeler, butik dükkanlarda verilen küçük molalarda atıştırmalık kaçamakları yapmayı sağlıyor. Gidilen her kafe ve restoranda içilen harika kahvelerden ise bahsetmiyorum bile. Marka şarapların aksine ev şarabı olarak geçen ve restoranların kendi üretimi olan şarapları denemenizi kesinlikle tavsiye ediyorum.

Toskana: Pisa Kulesi ve mantar

Leonardo da Vinci heykeli (Fotoğraf: Nilay Kamu)

Toskana, İtalya tarafından kısmi bölgesel özerklik almış 20 bölgeden biri ve özel şarap turlarının düzenlenmesiyle adından söz ettiriyor. İtalyan Rönasansı’nın doğuş bölgesi olarak konumlandırılan bu yeşillikler diyarında, enfes manzaraya eşlikçi olarak pek çok şey var. Örneğin yukarıda bahsettiğim Uffizi ve Palazzo Pitti gibi tanınmış müzeler burada yer alıyor. Chianti başta olmak üzere Vino Nobile di Montepulciano, Morellino di Scansano, Brunello di Montalcino ve Vernaccia di San Gimignano gibi çeşitli şaraplar buradan çıkıyor.

Bunun yanında gastronomi cenneti olduğunu söylesem yanlış olmaz zira, bölgede çok çeşitli peynir, ekmek, mantar ve taze meyvelerden oluşan menüler bulunuyor. Bu sayede sofrada kullanılan her malzeme oldukça lezzetli. Trüf mantarlı risotto ise bu bölgeye geldiğinizde mutlaka yemeniz gereken bir lezzet!

Pisa bölgesi de burada yer alıyor ve o eğik kuleyi görmek için her yıl milyonlarca turist İtalya’yı ziyaret ediyor.

Buna ek olarak Pisa Katedrali, Avrupa’nın en görkemli vaftizhanesini ve de Mucizeler Meydanı da görülmeye değer noktalar oluyor.

Biz aynı zamanda Sinopie adı verilen müzeye de gittik. Orta Çağ döneminden kalma bu nadir eserler, adını su ile karıştırılıp uygulanan kırmızı Sinopia’dan alıyor. Sinopia, eski dönem sanatçılar tarafından kullanılan, rengi kırmızı demir oksit içeriğine bağlı olan kırmızıdan kahverengiye kadar pek çok tonu kapsayan bir pigment. Erken dönem freskçilerin hikayelerini anlatan bu eserler, detaylıca bakıldığında oldukça etkileyici görünüyor.

Napoli’den bir görünüm (Fotoğraf: Nilay Kamu)

San Gimignano ise Orta Çağ’a ışınlanmayı sağlayan bir başka bölge. Sokakları bile değişmeden korunan şehir merkezinde soylu ailelerin inşa ettirdiği kuleleri ve yaşam alanlarını görüyorsunuz. Dünyanın ilk bankacılık sisteminin başladığı yer olarak bilinen Siena ise meydanlarıyla öne çıkıyor.

Napoli’ye geldiğinizi anlamanız için dışarıya bakmanız ve her yeri sarmış mavi ve beyaz renklerini görmeniz yeterli. İtalya’nın güney bölgesinde yer alan bu şehir, kuzeydekilere göre pek görkemli binalara sahip değil ancak deniz manzarası, havası ve genel anlamda insanlarının sıcak tavırları diğer şehirlerden ayrılmasını sağlıyor. Bakmayın aslında yaklaşık olarak 3 bin yıllık bir tarihi bulunan Napoli, köklü bir şehir. İtalya’nın üçüncü büyük şehrinin futbol sevdası ise tartışmasız. Şehrin takımı bizim gittiğimiz dönemde 33 yıl sonra şampiyon olmuştu ve bu başarısı da sokaklara “bayrakların asılması” olarak yansımıştı.

Deniz kenarında yer alan Sorrento’da ise mayıs ayında “deniz mevsimi” açılmıştı. Ücretli ve ücretsiz olmak üzere pek çok plajı bulunan Sorrento’da denize girmek de ayrı bir keyif diyebilirim.

İtalya bütün bu güzelliklerine ek olarak yemekleriyle de öne çıkıyor. Türkiye’de farklı şehirlerde iyi/kötü pek çok restoranda yediğim İtalyan lezzetlerini orijinal yerlerinde yemeye özen gösterdim. Bir İtalyan tatlısı olan cannoli ile başlamak istiyorum. Cannoli, içi peynirli krema dolgusuyla öne çıkan kızartılmış bir hamur olarak özetlenebilir. Bu tatlıyı özel kılan ise hamurun şekli. Tatlının hamuruna şekil vermek için özel bir tüp aparatı var. Buraya sarılan hamur, şekillendiriliyor ve iç kısımda oluşturulan boşluğa hazırlanan iç dolgu sıkılıyor. Kızartılmasına rağmen çok hafif olan bu tatlıyı mutlaka denemenizi tavsiye ediyorum.

Eğer Ankara’da yaşıyorsanız ya da yaşamıyorsanız bile yolunuz düşerse, Bosco’da hazırlanan Cannoli, İtalya’dakine çok benziyor, tavsiyede bulunabilirim.

Pisa’da verilmesi gereken pozlardan birini tabi ki ben de çektirdim!

İtalya’da yenilmesi gereken bir diğer şey ise dondurma! O kadar fazla çeşit var ki nereden başlayacağımı bilmiyorum ancak sade ve Antep fıstıklı olanlar gerçekten enfesti. Çok şekerli dondurmaları sevmiyorsanız bu ikiliye bayılacaksınız.

Tiramisu ise Türkiye’de sıklıkla bulunan ve güzel de yapılan bir İtalyan tatlısı. Ancak biz Floransa’da bulunan Caffe Gilli’de yedik ve pek çok açıdan diğer tiramisulardan farklıydı. Ağızda hemen eriyen lezzetli tiramisular hazırlayan bu kafe, diğer İtalyan kafeleri gibi oldukça köklü. 270 yıl önce kurulan bu restoranda farklı pek çok tatlı bulunuyor ancak benim önerim tiramisudan yana olacak.

Pek çok yerde bulabileceğiniz İtalyan kruvasanlarını da mutlaka deneyin. Fransızlardan farklı olarak buradaki kruvasanlar daha çok “börek” formunda. Fransız kruvasanı daha çıtır ve puf puf bir yapıdayken, İtalyan kruvasanı daha sönük ve tatlıdır.

Türkiye’de çok bilinmeyen ancak bir İtalyan lezzeti olan Sfogliatelle, farklı katmanlardan oluşan bir hamur işi. Sade ya da iç dolgulu olarak farklı versiyonları olan bu tatlı 17.yüzyılda Napoli’deki manastırda ilk kez yapıldı ve daha sonra bütün İtalya’ya yayıldı. Orijinal tarifi geliştiren pasta şefi bu lezzetin İtalya’nın farklı bölgelerinde popülerleşmesini sağladı. Napoli’ye gittiğinizde bu tatlıyı denemenizi tavsiye ederim.

Gelelim Napoli tarzı pizzaya. Pizza İtalya’nın belki de en çok bilinen lezzetlerinden biri. Napoli ve Roma tarzı olmak üzere iki çeşit pizza etrafında şekillenen bu hamur işi ana vatanında yenmesi gereken lezzetlerden biri! Hamurunun çevresi şişkince ortası ise oldukça ince olan Napoli tarzı pizzada kullanılan her malzeme o kadar taze ki… Ben karışık sebzeli Napoli pizzasını ve Neapolitan/Napoliten tarzda yapılanların tadına baktım ve “Nerede sadelik orada lezzet” diyorum. Ekstra malzeme eklenmeden lezzetli ve taze domates sosuna, yumuşacık peynir eşlik ettiğinde en lezzetli pizzaya ulaşmış oluyorsunuz.

Bir diğer lezzet ise Panzerotti. Türkiye’de çiğbörek gibi bir lezzete karşılık gelebileceğini söyleyebileceğim Panzerotti farklı iç dolgularıyla hazırlanıyor. Kızartılan ve fırınlanan cinsleri bulunuyor. Panzerotti, domates, mozeralla ve pek çok peynir çeşidine eşlik eden fesleğen ile hazırlanıyor ve sokak lezzeti olarak tercih ediliyor.

Bazı marketlerde hazır olarak satılsa da tazecik hazırlanmış Gnocchi ile tanışmanızı isterim. Bir başka İtalyan lezzeti olan Gnocchi, bizdeki mantı gibi ancak hamuru patates ile hazırlanıyor. Ülkenin farklı bölgelerinde farklı şekillerde ve malzemelerle hazırlansa da temelde boğumlardan oluşan bir hamur şeklinde servis ediliyor. Soslar ise bulunduğunuz bölgeye göre değişkenlik gösteriyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.