Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ve Ruşen Çakır ile Haftaya Bakış (172): “Gizli protokol” tartışması & Sızdırılan video

Türkiye siyaseti karışık… Liderlerin peşi sıra yaptığı açıklamalar gündemden düşmüyor. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile daha önce çalışmış isimlerle yaptığı “değişim” toplantısının sosyal medyaya sızmasının yankıları sürüyor. Kılıçdaroğlu’nun “etik değil” cümleleri nasıl yankılandı? İmamoğlu neyi, nasıl yapabilir?

Kılıçdaroğlu’nun seçim sonrası açıklamaları Altılı Masa’da da kriz yarattı. İYİ Partililer, özellikle Kılıçdaroğlu’nun Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ ile yaptığı gizli protokole sert tepki gösterdi. Bilge Yılmaz da bu kişilerden biri. Yılmaz Twitter’dan yaptığı açıklamada, “Kılıçdaroğlu’nun adaylığına engel olamadığım için özür diliyorum” dedi. Peki İYİP’liler kazan mı kaldırıyor?

Ruşen Çakır ve Kemal Can, Haftaya Bakış’ta değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Kemal Can’la birlikte yine haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba. 

Kemal Can: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Gündeme en çok ağırlığını basan olay, İmamoğlu ve CHP kurmaylarının değişimle ilgili yaptıkları Zoom toplantısıydı. Onun ardından, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’dan, Kılıçdaroğlu ile yaptığı “gizli protokol” açıklaması geldi. Özdağ, Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması durumunda, Zafer Partisi’ne 3 bakanlık ve MİT Başkanlığı’nın verileceğini söyledi. 

Kılıçdaroğlu, dün akşam Habertürk’te Mehmet Akif Ersoy’un bu protokolle ilgili sorduğu soruya verdiği cevapla, işleri başka bir yere taşıdı. Şimdi, muhâlefeti ve CHP’yi ilgilendiren iki olay var. İstersen önce bu “gizli protokol” meselesiyle başlayalım. Bugün, Gelecek Partisi Sözcüsü Serkan Özcan, Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamalarına yönelik, “İyi ki seçimi kazanmamış” açıklamasını yaptı. Hattâ Ümit Özdağ İçişleri Bakanı oluyormuş. İYİ Parti’den bayağı tepkiler geldi. Turhan Çömez, Prof. Bilge Yılmaz ve birçok İYİ Partili sert açıklamalar yaptılar. Bu, bir furya hâlinde gideceğe benziyor.

Kılıçdaroğlu’na, Faik Öztrak’ın bu protokol konusunu yalanlamasıyla ilgili soru sorulduğunda, “O da bilmiyor. Danışmanlarıma da söylememiştim” diye açıkladı. Belli ki tek başına böyle bir pazarlık yapmış. Gerçekten acayip bir durum. Çünkü uzun bir süre, seçimden sonra bütün cumhurbaşkanı yardımcılarının her kararda söz hakkı olacağı söylenmişti. Ama seçim öncesinde, kimsenin haberi olmadan, bazı en kritik kurumların, Kılıçdaroğlu tarafından Ümit Özdağ’a vaat edildiği ortaya çıktı. Karışık bir durum. 

Kılıçdaroğlu’nun dünkü yayınını izledin mi bilmiyorum. Ben önemli bölümlerine baktım. Orada söylediği şöyle bir cümle var: “Seçimi kaybettik, ama başarısız değiliz”. Bir de, “Hadi şimdi seçim yapsınlar, koysunlar sandıkları, boylarının ölçüsünü alsınlar” dedi. Yani bu nasıl bir şey? Anlayabilmiş değilim. Bugün CHP liderinin, Kılıçdaroğlu’nun söyleyeceği şey bu olabilir mi? Bir kere, sandığın ne alâkası var? Neyine güvenerek bu meydan okumayı yapıyor anlamadım. Ama esas önemli olan bu protokol meselesi. Bu mesele Kılıçdaroğlu’nun başını epeyce ağrıtacağa benziyor. Ne dersin? 

Kemal Can: Evet. Burada işin birkaç boyutu var. Birincisi, senin dediğin gibi böyle bir protokolün yapılmış olması. Zâten hatırlarsan, birinci turla ikinci tur arasında hem Sinan Oğan’la hem Ümit Özdağ’la görüşmeler yapılmıştı. Sonra da Ümit Özdağ’la, açıklanan bir protokol vardı. Ümit Özdağ’la o protokolü yapmanın da çok sorunlu bir tarafı vardı. Bir kere, birinci tur bu şekilde sonuçlandıktan sonra, alelacele, daha önce öngörülmemiş biçimde, hemen birtakım pazarlıkların devreye sokulmuş olması var; üstelik de bu pazarlıkların sonucunda açıklanan protokol de son derece problemli. 

Ruşen Çakır: Ama insanlar onu bağırlarına taş basar gibi sâhiplenmişlerdi. Bir de, “Zaten kazanmak çok zordu” duygusu da vardı. Çok fazla ses çıkartılmadı. O 7 maddelik protokolde, sâdece bir madde biraz tepki çekti. O da yanılmıyorsam 4. maddeydi. Onun dışında, sorunlu olmasına rağmen geçiştirildi. Böyle bir anlaşmayı önceden söyleselerdi, “Biz anlaştık. İçişleri Bakanı Ümit Özdağ olacak. Zafer Partisi’ne 2 bakanlık daha verilecek. MİT Başkanı’nı da Zafer Partisi seçecek” deseydi, herhalde iş çığırından çıkardı. 

Kemal Can: Tabiî, ama şunu söylemek istiyorum: O protokolde birkaç madde, zâten CHP’nin kendi programında, kendi ilkelerinde yer alan şeyleri Ümit Özdağ’a imzalatıyor diye protokole yazıp altına imzâ atması politik olarak problemliydi. Kayyum gibi tuhaf maddeler de giriyordu. Ama o tartışmaların yaşandığı günlerde, hatırlarsan, Ümit Özdağ birkaç kez bakanlık pazarlığı meselesini îmâ eden şeyler söylemişti. Hattâ, “Ne konuşacaktım zâten? Ne pazarlığı yapacaktım? Bunu hükûmetle de yaptık. Tabiî ki bakanlık pazarlığı yaptık” anlamına gelen şeyler söylemişti.

Bütün süreç açısından işin şu tarafı çok problemli: Bu acayiplikler, aslında seçimin birinci turunun çıkarttığı sonuç îtibâriyle hemen başladı. Bence o, kontrolsüzlüğün kopma hâliydi — hani “Kimi bulursak sarılalım” meselesi. Dolayısıyla hiçbir şey öngörülmemiş, planlanmamış, böyle bir olasılık üzerine bir yol haritası üretilmemiş olduğunu gösteriyor. Açıklanan kısmı da, yapılan kısmı da, onun ürettiği sonuç da problemliydi zâten.

Ama şimdi problem katmerlenmiş durumda. Senin de söylediğin gibi, iki tür problem var: Birincisi, Kılıçdaroğlu’nun söylediği gibi, iki kişinin özel ahlâkî sorumluluğuna bırakılmış gizli bir protokolün varlığı. Bunun içerisinde bakanlık ve birtakım kurum yönetimi paylaşımlarına ilişkin ifâdeler olduğu anlaşılıyor. Kılıçdaroğlu başka detayları anlatmadı, ama belki başka maddeler de var. İşin bu tarafı, yani böyle bir kapalı ve gizli protokolün cereyan etmiş olması son derece sorunlu.

Ama bunu daha çok büyüten, daha da problemli hâle getiren, bunun muhâlefet ittifâkı ortaklarının, onu da geçtim, Kılıçdaroğlu’nun kendi partisinin yetkilileri, hattâ danışmanlarının bile bilgisi dışında yapmış olması. Yani sorunlu bir hamle yapılıyor; sorunlu hamle gizli bir protokolle yapılıyor ve bu gizli protokol kimseye haber verilmeden, kimseye danışılmadan, kimseden onay alınmadan yapılıyor. Böyle sıraladığın zaman, domino taşı gibi, neredeyse her hatâ bir sonrakini daha büyük bir problem hâline getiriyor. Ve sonunda hepsi ortaya çıktığında… ki bunu aslında Ümit Özdağ ifşâ etmiş oldu. Bir röportajında, çıkıp böyle bir protokolün varlığından bahsetti. Aslında Kılıçdaroğlu, “Bunun gizli kalması gerekiyordu. Ümit Özdağ bunu açık etti” anlamına gelebilecek şeyler söyledi. Üstelik daha Kılıçdaroğlu bunu söylemeden önce, birtakım CHP sözcüleri bunu yalanladılar. Yani Kılıçdaroğlu protokolü yapıp bunu yakınlarına, danışmanlarına, ya da partisinin yetkililerine söylemediği gibi, böyle bir ifşaat ortaya çıktıktan sonra, “Ben protokol yaptım, sakın yalanlamayın” da dememiş, onu da saklamış. Böyle zincirleme giden bir problem var. Aslında ilk andan îtibâren başlayarak, o panik hâliyle kurgulanmış ve o aşamada o masaya nasıl bir pazarlık zemini hâkim olduysa, zincirleme biçimde, peşinden de, şimdi ortaya çıktığı gibi, artçı pek çok siyâsî skandalı da sürükleyen bir hâdise yaşanmış. 

İmamoğlu mevzûuna geçmeden önce bir şey söylemek istiyorum. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı sürecinde çok tartışılan bir şey vardı. Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı olanların bir kısmı, “Kılıçdaroğlu’na özel şeyler atfediyorsunuz. Neredeyse onun bir demokrat aziz olduğunu iddia ediyorsunuz. Onun için de ‘doğru aday’ iddiasını buna bindiriyorsunuz” diyorlardı. Ben kişisel olarak şunu söyleyeyim: Kılıçdaroğlu’nun doğru aday olabileceğini söylemiş olmama rağmen, hiçbir zaman bunu Kılıçdaroğlu’nun özel vasıflarına ve ahlâkî üstünlüğüne bağladığımı hatırlamıyorum. Hattâ bunun problemli olduğunu düşünüyorum. “Kazanamayacak aday” meselesinin de böyle târif edilmesi sorunluydu. 

Şimdi de tersi yaşanıyor: Daha önce, “Kılıçdaroğlu’nun kişiliğine hiçbir îtirâzım yok; ama seçilemez, onun için îtiraz ediyorum” diyenlerin hepsi, birdenbire o azizleştirmenin tam karşısına geçip bir şeytanlaştırma tablosu ortaya koyuyorlar. Aslında bütün başa gelen şeyler bir ahlâkî zaafmış, politik hiçbir tarafı yokmuş, bir kişinin ahlâkî zaafından yaşanmış gibi bir tablo çıkıyor. Tabiî ki her kişinin, her liderin, her siyâsî aktörün ahlâkî vasıfları, kişilik özellikleri önemlidir. Ama politik pozisyonlar bunlara ilişkin sübjektif kanaatlerle kurulamaz. Şimdi de tersi bir şey yaşanıyor. Ama sürecin gidişâtı özellikle bir aşamadan sonra öyle bir hâle gelmiş ki bugün önümüze çıkan tablo tam bir kontrolsüzlük hâlinin yarattığı, birbirinden felâket siyâsî skandallarla dolu.

Ruşen Çakır: Bir de şöyle bir şey var Kemal: Birçok insan Kılıçdaroğlu’na inandı; seçileceğine de inandı, doğru aday olduğuna da inandı, şu oldu bu oldu ve sonunda büyük bir hezîmetle karşı karşıya kaldılar. Bunun şokunu hâlâ atlatamamış binlerce, belki de yüz binlerce insan var. Yani “oy veren 25 milyon” dediği, bayağı bir sayıda insan var ve bu süre içerisinde bu insanlar bir şey bekledi: “Şu yüzden yanıldık, şunu yanlış yaptık” gibi bir özeleştiri bekledi. O özeleştiriler, değerlendirmeler gelmedi. Gelmediği gibi, böyle peş peşe birtakım ârıza şeyler çıkıyor. Zâten hayal kırıklığına uğramış, zâten kendini ezik, stresli hisseden insanlar birdenbire bir bakıyor ki: “Benim oylarımla Ümit Özdağ İçişleri Bakanı oluyormuş, onun partisinden MİT başkanı çıkıyormuş” durumuyla karşılaştılar. Ve bununla ilgili hiçbir şekilde haberdar edilmediler, bunun işâreti verilmedi. Şimdi bunlar üst üste gelince çok garip bir şey oldu.

Bir de, en çok kafama takılanlardan birisi şu: “Altılı Masa’da bunlar konuşuldu mu konuşulmadı mı?” diyorduk ya? Belli ki hiçbir şey konuşmamışlar. Hatırlarsan, en çok dile getirilen hususlardan birisi, “İçişleri, Dışişleri, Adalet Bakanlığı gibi kilit bakanlıklar kimde olacak?” meselesiydi. “Adalet Bakanlığı’nı CHP alır, İçişlerini İYİ Parti alır” diye akıl yürütüyorduk. Normal şartlarda, 20 küsur yıl sonra Erdoğan’dan iktidarı devralmaya hazırlanan bir projenin, bir ekibin isimlerinin de belli olması gerekmiyor muydu? Ama hiçbir şey yapılmamış. Kılıçdaroğlu ilk turda kazansaydı kim olacaktı bilmiyorum, ama ikinci turda kazansaymış Ümit Özdağ olacakmış. Kimin aklına gelirdi bu? Bütün bu süre süre boyunca, Altılı Masa İçişleri Bakanı’nı, MİT’i konuşmadıysa neyi konuştu? Böyle bakınca, Gelecek Partisi Sözcüsü Serkan Özcan’ın söylediği, “İyi ki kazanmamış” lâfını daha fazla duyabiliriz önümüzdeki günlerde. Bunların önemli bir kısmı da gerçekten Kılıçdaroğlu’na inanmış, desteklemiş insanlar. 

Bir de, seçimden sonra Kılıçdaroğlu sürekli televizyonlara çıkıyor — bu dördüncü galiba. Söylediklerinden, kamuoyunu hareketlendirecek, onun beklentilerini birazcık karşılayacak şeyler dışında hep yeni sorunlar çıkıyor. Akıl alır gibi değil; yine o Kılıçdaroğlu’nun söylediği, “Hadi şimdi seçim yapsınlar, koysunlar sandıkları, boylarının ölçüsünü alsınlar” lâfına döneceğim. Bu nasıl bir şey? Söylenecek lâf mı bu?

Kemal Can: Senin söylediğin şey çok doğru. Beklenen şeyi söylememeyi geçtim, en olmayacak şeyleri söyleyerek… Sıkıntılı ve zorlu anlarda yenilgiyi yönetmek, krizi yönetmek, sıkıntılı pozisyonları yönetmek, sağlam durabilmek, gerçekten özel mahâret isteyen, özel vasıflar isteyen bir durum. Kendisini kurtarmak açısından sağlam durup durmadığıyla çok ilgili bir mesele olarak söylemiyorum. Sonuçta, ondan bir şey bekleyen, onu desteklemiş olanların beklediklerine karşılık vermek anlamında sağlam durmaktan bahsediyorum. Seçim gecesi ve sonrasında her adımda yapılması gerekeni yapmak. Bence asıl zor olan bu. Çünkü “Her Şey Güzel Olacak” veya “Yine Baharlar Gelecek” iddiasını yönetmek, bunu çok bekleyen ve arzulayan büyük kalabalıklar olduğunda çok zor olmayabilir; bunu kolayca taşıyabilirsiniz. Ama asıl olan, yenilgi ve kriz anlarında bu durumu yönetebilmek, bunun karşılığını verebilmek ya da bununla ilgili gerekirse sorumluluğu üstlenmek. Zor olan bu kısmı zâten.

Şimdi bu konuda, senin anlattığın gibi şöyle bir tuhaflık yaşanıyor: Dursa, bir şey söylemese, evet, büyük bir rahatsızlık yaratıyor; ama “Ben durmuyorum” dediğinde daha büyük rahatsızlık yaratıyor. Böyle bir türbülansa girmiş gibi görünüyor. Tam bir şey söyleyip, insanları yatıştırmak değilse bile, en azından insanların karşısında bir muhâtap olarak, bu kadar insanın desteğini almış biri olarak, onları cevaplayacak, onların sorularına karşılık gelebilecek bir şey söylemenin çok uzağında. Tam tersine, onları bâzen yeni sorulara, bâzen de hakîkaten büyük kızgınlığa sevk edecek çıkışlar yapıyor. “Dört kere televizyona çıktı” dedin ya? Her seferinde de böyle bir problem çıktı. 

Ruşen Çakır: Buna bağlı olarak, Kılıçdaroğlu’nun parti içerisindeki gücünün bayağı eridiğini düşünüyorum. Bu, dışarıya yansıyan, yansıtılan ya da sızdırılan Zoom toplantısına baktığımız zaman, Kılıçdaroğlu ile yakın zamana kadar berâber hareket etmiş, “kurmay” diye bildiğimiz kim varsa, bir şekilde karşısına geçmiş — çok ilginç. Açıkçası Kılıçdaroğlu’nun yanında kimin kaldığını merak ettim. Muharrem Erkek, Engin Özkoç, Engin Altay, Özgür Özel, Selin Sayek Böke… Bu isimlerin hepsi bir şekilde İmamoğlu ile birlikte bir arayış içerisinde. 

Geçen gün PolitikYol Genel Yayın Yönetmeni Ali Haydar Fırat’la bir yayın yaptım. CHP’yi iyi bilen birisi. O da seçim öncesi Kılıçdaroğlu’na destek veriyordu, şimdi çok net bir şekilde eleştiriyor. Onun söyledikleri –ve görünen de o– Parti Meclisi’nde çoğunluk Kılıçdaroğlu karşıtlarında. Var olan delegelerle bir olağanüstü kongre yapılması hâlinde, Kılıçdaroğlu’nun kazanması çok kolay gözükmüyor. Yeni kongrelerin sonucunda, yeni delegelerle yapılacak olan kurultayda, bu gidişle Kılıçdaroğlu kazanabileceğe benzemiyor. Muhtemelen Kılıçdaroğlu’nun hesâbı, kurultayı yerel seçim sonrasına bırakmaktı. Şimdi yerel seçim öncesi diye dillendirmeye başladı. Biliyorsun Pazar günü Parti Meclisi toplanıyor. O zoom toplantısında dile getirilen hususlar, yani görevden alınan il ve ilçe başkanlarının olayı da gündemde var. Anladığım kadarıyla Parti Meclisi’nde bayağı kapışma olacak. Birisinin kaybettiğini görünce insanların karşı safa geçmeleri daha kolaylaşıyor. Hele bu son olaylar, protokol meselesi filan, Kılıçdaroğlu’nun partinin başında kalma şansı olmadığını gösterebilir. İstifâ etmeyecek, ama yapılacak ilk kurultayda… Hattâ kazanamayacağını görürse belki aday bile olmayabilir, bilemiyorum. Peş peşe gelen bu olaylar; zoom toplantısının sızması, ardından protokol nedeniyle çıkan kapışmalar… Sonuçta bütün bunlar, İmamoğlu ve birlikte hareket ettiği insanlara yaradı gibi geliyor bana. Ne dersin?

Kemal Can: Zoom toplantısı meselesinin de aslında iki tâne boyutu var: Birincisi, böyle bir toplantının yapılması ihânet olarak yorumlandı. Ya da böyle yorumlanacağı konusunda bâzı değerlendirmeler yapıldı. Ama bence, şu anda muhtemelen CHP içinde, dışında, çevresinde böyle onlarca toplantı yapılıyor. Zâten İmamoğlu da bu toplantıları defalarca yaptıklarını söyledi. Bu toplantıların herhangi birinin ihânet olarak târif edilmesi çok anlamlı değil. Çünkü ciddî bir seçim yenilgisi ve bu yenilgiden birinci derecede sorumlu tutulan partinin yönetimi, o partinin seçmenleri ve teşkîlâtında, yoğun bir değişim tartışmaları sürerken, zâten siyâsetin içinde olan insanların birbirleriyle bu konuları konuşmamaları saçma olurdu. 

Ama bir yandan da, “Bir ihânet mi var?” “Bu toplantı sızdırıldı” diye konuşulan şeyin üstünü kapattığı başka bir durum var. Sen de izledin o zoom toplantısını. Sana oradan bir değişim takımı görüntüsü çıkıyor mu?

Ruşen Çakır: Hayır. Daha çok, partiyi ele geçirme görüntüsü var. Yoksa ortada fikir filan yok. 

Kemal Can: Benim haftalardır biraz yazıp çizmeye çalıştığım: “Değişmeyelim, değiştirelim” meselesi. 

Ruşen Çakır: Orada en önemli hususlardan birisi, belki İmamoğlu hariç o toplantıdaki insanların hepsi, yaşanan bütün bu başarısızlıklarda birinci derecede rol oynamış, parmağı olan isimler. Yani bir hezîmet varsa, hezîmetin sorumluları. Dolayısıyla o kişilerle bir değişimi beklemek başlı başına bir sorun. O kişilerin de Kılıçdaroğlu’na karşı olmak dışında bir şeyler söylemesini bekliyoruz. Belki videonun yayınlanmayan bölümlerinde onları konuşmuşlardır, bilemiyorum. Ama şu âna kadar ne İmamoğlu’ndan ne de diğer isimlerden, Kılıçdaroğlu eleştirisi ve değişim talebi dışında, bu değişimin hangi temelde olacağı konusunda, özellikle fikirler stratejiler konusunda herhangi bir şey görmedik. Burada tamâmen parti yönetimini değiştirme anlamında bir çalışma söz konusu.

Kemal Can: Hattâ parti yönetimini bile tam değiştirme değil, parti yönetiminde bâzılarını değiştirmek diyebiliriz. Yani şunu söylemek istiyorum: Burada hakîkaten gerçek bir değişim ya da problemleri tartışma meselesi açısından, genel kamuoyuna açık olmayan, yine parti elitlerinin kendi içinde, aslında mümkünse çok bir şey değiştirmeden, yani değişimin kendisiyle ilgilenmeden, en başta Kılıçdaroğlu olmak üzere birkaç kişiyi değiştirerek, değişmemeyi garanti altına almanın arayış zemini var. Bu ifşâ, ortaya sızan toplantının “İhânet toplantısı” diye lanse edilip, tartışmanın buraya doğru gitmesi, bence, “CHP bu değişim meselesini nasıl tartışıyor?” kısmını değerlendirmeyi geride bıraktı. Asıl önemli olan o; herkesin de beklediği, asıl duymak istediği o. Galiba İmamoğlu bugün yapmış ya da bir tweet atmış: “Yakın bir zamanda çizgimi, söyleyeceklerimi söyleyeceğim” diye bir açıklama yapmış.

Ruşen Çakır: Evet, böyle bir manifesto beklentisi var.

Kemal Can: Evet, böyle bir şey söylemiş. Bir de bu sızma meselesinde, kim sızdırdı, bu ortaya çıkacak mı çıkmayacak mı bilmiyorum; ama açıkçası İmamoğlu’nun bu sızmadan rahatsız olacağı bir şey yok. Tam tersine İmamoğlu, senin de söylediğin gibi, Kılıçdaroğlu’nun yanındaki bütün kurmay heyetini karşısına oturtmuş ve Kılıçdaroğlu’nun değiştirilmesi konusunu tartışır pozisyonda. Onun için negatif bir tablo yok. Tam tersine, diğerleri için belki sıkıntılı bir tablo olabilir. Ama İmamoğlu açısından bu sızmanın çok rahatsız edici bir tarafı olduğunu düşünmüyorum. Rahatsız olduğunu da sanmıyorum. Zâten açıklamaları da bundan tedirgin olmuş gibi değildi. Çünkü tedirgin olacağı bir şey yok açıkçası.

Ama bu tür meseleler çok hızlı biçimde tartışmanın zeminini kaydırıyor. Yani hâlâ seçim bittikten sonra Kılıçdaroğlu’nun yaptığı tuhaf açıklamalar var. Ama Kılıçdaroğlu’nun bu tuhaf açıklamalarının karşısında değişim tartışmalarının, yine çok tuhaf, kapalı devre ve aslında neredeyse aynı aktörlerle yapılıyor olması da iki taraflı biçimde bunu sulandırıyor. İnsanların tek tek ahlâkî problemlerinden öte, her iki tavır da, “Biz politik olarak nasıl bir eksiğin içerisindeyiz, problem ne ve bu problemi değiştirmek için ne yapmak gerekir, kendimizden başlayarak neyi değiştirmeliyiz?” tartışmasının içeriksizleşmesine yol açıyor. Kılıçdaroğlu’nun tavrı da, karşısında yer alan tavır da öyle. Bunun daha açık cereyan etmesi lâzım. Diğer aktörler zâten kenara çekildiler. Hele şimdi bu ortaya çıkan protokolle, hiçbir varlık gösterememiş bir partinin sözcüsü, “İyi ki kazanamamışız” diyebilme hakkını elde ediyor. Bir genel başkan çıkıp, “Biz yapacaktık, ama işte başkaları yapamadığı için biz de yenilmiş sayıldık” deyip sıyrılabiliyor. Şu anda bütün aktörler, konuyu kendisinden uzağa taşıyarak, senelerce tartışılmış politik problemleri tartışmaktan vazgeçerek, sâdece mevcut durumu ve mevcut durumdaki belirli aktörleri tartışma gündemine taşıyıp, onları da son derece sığ bir kapalı gündemin konusu hâline getirip, bu değişim tartışmasına zarar veriyorlar. Bir an önce bu konunun alenîleşmesi gerekiyor.

Aslında aynı şey seçim sürecinde de yaşandı. Biraz önce, Altılı Masa’da bir sürü şeyi konuşmadıklarını söyledin. Hatırlarsan, biz aylarca, “Sonrayı anlatmanız, sonrayı konuşmanız lâzım. Çünkü bütün hesaplarınızı, bütün pazarlıklarınızı, bütün güç dengelerini böyle kuruyorsunuz. Ama kamuoyunu, ‘Biz sonra ile ilgilenmiyoruz, ona sonra bakacağız’ diyerek oyalıyorsunuz. Masa’da bunları konuşmayıp, sonra çıkıp çıkıp sağda solda bunun dedikodusunu yapıyorsunuz. Hattâ daha ileri giderek, medyaya çıkıp birbirinizi şikâyet ediyorsunuz. ‘Yıpranmasın diye adayımızı açıklamıyoruz’ deyip, sonra, açıklanmamış bütün adayları lime lime ediyorsunuz. Bütün bu süreci yaşadıktan sonra ‘Biz geleceğe dâir bir geçelim burayı, sonra hepsini konuşacağız’ deyip, aslında hiçbir şey konuşmadığınızı, halletmeniz gereken hiçbir meseleyi halletmediğinizi öğreniyoruz, görüyoruz” dedik. Bunun yarattığı sorunlar, sonraya da yansıyor. Bugün yaşadığımız mesele, şimdiye kadar yaşanmış olan sorunların devâmı: Buradaki bütün aktörlerin, aslında sorunla kendi ilişkileri konusunda başlangıçta kurdukları yanlış ilişkiyi devam ettiriyor olmaları. Üstelik bütün aktörler ve olayın bütün tarafları açısından bu geçerli. 

Ruşen Çakır: Ama burada şöyle bir şey var: Kılıçdaroğlu o kadar çok hatâ yapıyor ki bütün eleştiriler onda toplanıyor ve diğerleri burada yırtıyor.

Kemal Can: Evet, doğru. Böyle bir durum yaratıyor. 

Ruşen Çakır: Böyle olunca da, senin demin söylediğin gibi, Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı, “İyi ki kazanmamış” deme hakkını kendinde görüyor. Ama biliyoruz ki Kılıçdaroğlu’nun kazanamamasında, Gelecek Partisi’nin ve diğer partilerin etkili olamaması da çok önemli. Bunun bir muhâsebesini de henüz yapmadılar; yapacakları da yok. Böylece hepsinin üzeri örtülüyor. 

Kemal, Erdoğan‘ın Körfez gezisini de konuşalım diyecektim, ama yayını daha fazla uzatmayalım. Ben zâten birazdan Galip Dalay’la konuşacağım bunları. İzleyiciler oradan izlesin. Ama senin söyleyeceğin, ekleyeceğin bir şey varsa söyle.

Kemal Can: Birkaç senedir söylemeye devam ettiğim şey şu: Ülkenin tepesinde bir “Ucuzluk” tabelası var. Bir şeyler satılarak para kazanılıyor ve bir şeyler satın alanlar ya da para getirenler tarafından, o “ucuz ülke” imajının korunması isteniyor. Bu geziler, gelen paralar, yapılan anlaşmaların özeti de bence bu.

Ruşen Çakır: Yani “Ucuza gidiyoruz” diyorsun. 

Kemal Can: Zâten bu gizli saklı bir şey değil. Daha önce de söylemiştim: Burası 1 milyoncu gibi bir memleket. Ne alırsan ucuz. Emek ucuz, emlak ucuz, arâzi ucuz, fabrika ucuz, banka ucuz, ne alırsan ucuz.

Ruşen Çakır: Kemal, burada noktayı koyalım. İzleyicilerimize de teşekkür edelim. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.

Kemal Can: İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.