Seçimlerin üzerinden neredeyse iki ay geçti. Sosyal medyanın en popüler tartışma konusu ise hâlâ CHP. Tüm bileşenleriyle muhalefetin ve muhalefet liderlerinin hem kendi hem birbirlerinin seçmenlerine verdiği ama kesinlikle karşılayamadığı vaat, iktidarı değiştirmekti. İktidarı değiştiremeyince seçmenler, “O zaman liderler değişmeli” dedi. CHP’ye oy veren binlerce seçmen, Kılıçdaroğlu’nun istifasını talep ediyor. Peki CHP’de neler oluyor, neler olmuyor, neden olmuyor? Ruşen Çakır, konuğu PolitikYol Genel Yayın Yönetmeni Ali Haydar Fırat ile değerlendirdi.
Yayına hazırlayanlar: İrem Yavuz & Cenk Narin
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. PolitikYol Yayın Yönetmeni Ali Haydar Fırat stüdyoda canlı yayın konuğumuz. Kendisiyle çok iyi bildiği bir partiyi, ana muhâlefet partisi CHP’yi konuşacağız ve tanıtımda da dediğimiz gibi CHP’de olanları ve olmayanları konuşacağız. Hoş geldiniz. Sizi yakından izlemeye çalışan birisi olarak, seçim sonrasında CHP’ye yönelik yazıp çizdiklerinizde, sosyal medya paylaşımlarınızda ya da televizyon yayınlarınızda tonunuzun biraz yükseldiğini görüyorum, daha eleştirel olduğunu görüyorum. Tespitim doğruysa, neden böyle olduğunu bana hızlıca özetlerseniz, sonra detaylara gireyim.
Ali Haydar Fırat: Bir seçim süreci geçirildi ve çok târihî bir anlam yüklenen bir seçim süreciydi. O seçim süreci bir biçimde kaybedildi ve sonrasında, neden kaybedildiğine ilişkin yeterli ölçüde bir analiz yapılmadı ya da bir özeleştiri yapılmadı. Hiçbir şey olmamışçasına yolumuza devam ediyoruz gibi bir hava var. Ama böyle bir hava toplumda yok. Çok ciddî bir düş kırıklığı var, çok ciddî bir hayal kırıklığı var. Bunun giderilmesine yönelik olarak da bir çaba yok. Dolayısıyla Sayın Kılıçdaroğlu’na yönelik olarak, ben kişisel olarak o seçimden sonra, bir yenilgi olması durumunda bırakabileceğini düşünenlerdendim. Yani Kemal Bey ve Deniz Baykal arasında bir fark olacaksa, bunu daha önce de bizzat kendisine söylemiştim, “Sizin bir biçimde koltuğa yapışmayacağınızı düşünen insanlardanım. Bu yüzden de mutluyum” ifâdesini kullanmıştım. O da “Hiç kuşkun olmasın” gibi yıllar öncesinden bir ifâde kullanmıştı bir sohbetimizde. Ama geldiğimiz noktada böyle olmadığını gördük. Kitlelerin önüne bir takvim koymadı. Ne zaman bırakacağına dâir sorulara, “Ben bu soruları cevaplamak istemiyorum” dedi. Dolayısıyla burada bir karşı çıkışın olması gerekiyor diye düşünüyorum. Yani ona en çok destek veren insanlardan biriydim. İnsanlar haklı olarak şunu söylüyorlar: “İşte, efendim, aday oldunuz, işte, gösterilmediniz”. Bu kişisel bir mesele mi? Böyle bakanlara da saygı duyuyorum, ama 2015’te de Cumhuriyet Halk Partisi’nin milletvekili adayıydım. Bizzat Kemal Bey’in isteğiyle Muş’a gönderildim, Muş’tan aday oldum. Bu başvuru sürecinde de birtakım istişâreler oldu; “Koydu, koymadı…”, bunun meselesini yapan insanlardan değilim. Kemal Bey’e de şunu söylemiştim zâten: “Ben bir şey olmak için başvurmuyorum. Bir şey yapmak istiyorum. Yani birtakım dönüşümlere katkı sunmak istiyorum”. Bu konuda da herhangi bir îtiraz olmadı. Dolayısıyla böyle bir süreç yaşandı, ama nihâyetinde daha toplumsal olarak biz şununla karşı karşıyayız Ruşen Bey: Herkesin önünde ağır bir fatura var ve bence muhâlefet, 1) iktidar olma perspektifini yitirdi; 2) dağıldı. Yani bu süreci toparlayabilecek aktör olarak önümüzde bir şey yok. Biz bununla yerel seçime gidersek, temel endîşem ve kaygım, bu kadro ve bu anlayışla yerel seçime gidersek, târihin en büyük yenilgisini alacak CHP. Yani 1999’da baraj altı kalmıştı Deniz Bey zamânında, ondan daha ağır bir faturayla karşı karşıya kalacağız. Çünkü yolda gördüğüm herkes bana şunu söylüyor: “Biz bir daha sandığa gitmeyeceğiz”. Şimdi Kemal Bey de şunu söylemiyor: “Ben ne zaman bırakacağım?” sorusunun cevabı yok şu anda Kemal Bey’de. Ama şunu biliyorum: Devam etmek istiyor. Yerel seçimden sonra da devam edecek. “Peki aday mısınız?” sorusuna, “Hayır, aday değilim” diyor. “Yeniden cumhurbaşkanı adayı olur musun?” sorusuna, “Hayır, olmam” diyor. Eh peki neden orada kalıyorsunuz o zaman? Mâdem aday değilsiniz, neden kalıyorsunuz? “Eh, ben gidersem parti dağılır.” Erdoğan da diyor ki: “Ben gidersem ülke dağılır”. Şimdi bu kompozisyondan ülkeyi çıkarmak lâzım.
Çakır: Hakîkaten CHP’nin dağılma ihtimâli var mı? Siz bütün tarafları da biliyorsunuz. Şahısları da biliyorsunuz. Arayışları da biliyorsunuz. Böyle bir ihtimal var mı CHP’nin önünde?
Fırat: Hiç böyle bir ihtimal yok. Ben Cumhuriyet Halk Partisi’nin kısa süre içerisinde toparlanacağını düşünenlerdenim. En geç Eylül başında yol haritası çıkmış bir lider profili
ve yeni bir kadro hareketi Cumhuriyet Halk Partisi’ni kurultaya taşıyacaktır. Yani Sayın Kılıçdaroğlu kurultayda aday olur mu olmaz mı, son anda nasıl bir karar verir onu bilemiyoruz. Ama Sayın Kılıçdaroğlu’nun tek başına gireceği bir kurultay olmayacak. Onu karşı olan çok güçlü bir ekip çıkacak.
Çakır: Her halükârda bir aday çıkacak.
Fırat: Tabiî tabiî, kesinlikle bir aday çıkacak.
Çakır: En az bir aday?
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Fırat: En az bir aday çıkacaktır. Yani zâten şu anda genel başkanlık için ismi geçenler var; ama benim kulislerden, yaptığım görüşmelerden edindiğim izlenim, çok güçlü bir ekibin –onu da söylememde bir sakınca yok– Sayın Özgür Özel’in genel başkan adaylığı ve Sayın Ekrem İmamoğlu’yla birlikte hareket edeceği; yeni kadrolar, genç kadrolarla partiyi bambaşka bir noktaya taşımak için seferber olduklarını görüyoruz. Sürekli görüştüklerini de biliyoruz.
Çakır: Oradaki formülü biraz açarsak, benim bildiğim, Ekrem İmamoğlu bir kez daha İstanbul’da aday olmak istiyor; ama partide de bir güç sâhibi olmak istiyor. Dolayısıyla Özgür Özel’le bir tür ikili oluşturma gibi bir perspektifi var diye duyuyorum.
Fırat: Aynı fikirdeyim. Bu süreci birlikte götürecekler. Sayın İmamoğlu’nun İstanbul’da bir kez daha kazanması gerekiyor. O buna inanıyor, “bir daha rüştünü ispatlamak” istiyor. En azından Meclis çoğunluğunu da alarak tekrardan bu sürecin içine girmek istiyor. Bence kendisini cumhurbaşkanlığı adaylığına hazırlıyor Sayın İmamoğlu. Sayın Özel de genel başkan olarak devam edecektir. Ama elbette ki ikisi bütün bu süreçte birlikte hareket edeceklerdir. Kadroları, partinin bundan sonraki politikalarını bence yeni kurulacak ekiple birlikte oluşturacaklardır. Ben Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu anlamda bir dağılma tehlikesinden ziyâde, eğer ciddî bir değişim rüzgârı ortaya çıkarsa Ruşen Bey, bunun Türkiye’deki yerel seçimleri… çünkü bir önceki yerel seçimlerden çok farklı bir tablo var; yani dağılmış bir Millet İttifâkı var, Kürt hareketinin bambaşka bir yönelimi var, orada yeni birtakım süreçler gelişebilir; çünkü MHP’nin giderek gözden çıkarıldığını görüyoruz. CHP’nin 40 milletvekilinin, muhâfazakâr milletvekilinin CHP içinde seçime sokulması sistem tarafından, hani AK Parti’ye “Sen MHP’ye mahkûm değilsin” mesajıydı aslında. Bu çerçevede Türkiye’de yerel seçime kadar çok ciddî bambaşka bir siyâsal yelpâze önümüze gelecektir.
Çakır: Şimdi ama meselâ Özgür Özel ile Ekrem İmamoğlu’nun yaptıkları söylenen toplantılara baktığımız zaman, benim gördüğüm, hepsi yakın zamâna kadar Kılıçdaroğlu’nun kurmay heyetinde yer almış isimler. Şu ya da bu şekilde onunla uzaklaşmışlar. Şimdi bunlar dışında yeni isimler diyorsunuz, yeni isimler var da gizleniyor mu? Yoksa biz mi dikkat etmiyoruz?
Fırat: Şöyle: Bu isimler henüz elbette ki açıklanmıyor; ama ben biliyorum yeni isimlerin olduğunu. Genç isimler, genç arkadaşlar olduğunu biliyorum. O isimlerle irtibat kurulduğunu, o isimlerle iletişime geçildiğini biliyorum. Elbette ki partinin daha önce önemli görevler almış, örgütlerinde görev almış, başka yerlerde görev almış insanları var. Bu insanları da dışlayarak herhangi bir şey olmadı. Yani bir devamlılık gerekiyor; ama bu şu demek değildir: Yeni kurulacak olan yapılanma içerisinde bu insanlar yine köşe başlarını tutacak gibi bir anlam çıkmasın buradan. Bu insanlar daha geri planda olacaklardır. Ama o yeni kadro, genç kadro partiyi bambaşka bir yere taşıyacaktır. Bu insanlar da şunu söylüyorlar: Partinin bir değişime ihtiyâcı var. Çünkü bu insanlar Kemal Bey’le görüşüyorlar. Kemal Bey’e, bırakması gerektiğini ifâde ediyorlar. Sayın Kılıçdaroğlu diyor ki: “Ben bırakmayacağım”. Bırakmayacağım dediği noktada da bu insanlar, “Sizin harekete geçmeniz lâzım. Biz de size dışarıdan destek olalım. Elimizden gelen katkıyı sunalım” diyorlar. Ama şu değil: Yani tekrardan birileri örgütten sorumlu olsun, tekrar köşe başlarında bu insanlar olsun anlamı çıkmaz buradan. Ben birkaç kere Sayın Özel’le sohbet ettim. Çok farklı isimler söyledi, genç isimler söyledi. Onlar kısa süre içerisinde muhtemelen bu hareket şekillenince ortaya çıkacaktır.
Çakır: Siz şimdi hep değişim diyorsunuz, değişme diyorsunuz; ama Kılıçdaroğlu en son Saygı Öztürk’e, “Değişecek bir şey yok, yenilenmek lâzım” dedi. Bu aslında sâdece öyle bir kelime oyunu değil, bayağı bir duruş.
Fırat: Evet. Yani, değişim kılıfını kabul etmiyor. “Neyi değiştireceğiz? Altı oku mu değiştireceğiz?” diyor. Bu aslında bir tür taktik bence. Yani şu anlamda bir taktik: Yani Cumhuriyet Halk Partisi’nin geleneksel kitlesine dönük olarak, “Bunlar işte değişim istiyorlar, ben daha Cumhuriyet Halk Partili’yim”i, bir tür o kimlik kompozisyonu içerisinde kendisine yeni yapıyor. Yoksa Sayın Kılıçdaroğlu aslında başından beri hep değişim lâfını kullandı; yani “partinin değişimi” — bu lâfı en çok kullanan isim. “Partiyi değiştireceğiz, partiyi değiştirmek zorundayız.” Ve hattâ, “Partiyi değiştirdim” ifâdesini kullanmıştı. Orada yenilikten kasıt şu: Ben yerimde kalayım; ama parti programı ve parti tüzüğünde bir yenilik olsun. Fakat değişim dediğiniz zaman kadroları da değiştiriyorsunuz. Şimdi defalarca MYK değişti. Bu kadar seçim oldu, her defasında MYK değişti. Yani kendi A takımını değiştirdi Sayın Kılıçdaroğlu; ama kendisine ilişkin olarak, “Siz neden değişmiyorsunuz?” sorusunun cevâbını bence henüz net bir biçimde vermiş değil. Bunun önünü kesmek için, “yenileşme” kavramını kullanıyor, “değişim” kavramını kullanmıyor.
Çakır: Peki siz şimdi şundan bahsettiniz: MYK değişiyor. Şimdi oradaki değişimlere dışarıdan bakan isimler için: Ali gitti, Veli geldi; Ayşe gitti, Fatma geldi. Ama belli ki onların hepsinin bir mantığı var. Son MYK değişiminde, kesin gitmez diye düşündüğüm birçok insanı Kılıçdaroğlu
budadı. Yerlerine de şahsen benim bile pek bilmediğim birtakım isimler geldi. Yani gazeteci olarak ilgili olmama rağmen çok bilmediğim isimler geldi. Buradaki mantık tamâmen ve tamâmen Kılıçdaroğlu’nun kendisine tâbi olmaları mı, yoksa ayrıca bir arayış var mı?
Fırat: Bu MYK değişikliği birkaç danışmanının önerisiyle gerçekleştirilmiş olan bir değişiklik. Benim Sayın Kılıçdaroğlu’na getirdiğim temel eleştirilerden biri de –bunu kendisine de ifâde ettiğim için rahatlıkla söyleyebilirim– partinin kurumsal hâfızasını ve işleyişini ya da kurumlarını yok sayması. Parti Meclisi ve MYK’yı yok sayması. Kemal Bey şunu önemsemiyor: Parti Meclisi’nde kimin olup olmadığını önemsemiyor. Orada bence sadece oy oranına bakıyor ya da MYK’da alacağı kararlara ses çıkarmayacak olan insanlara bakıyor. Zaman zaman şu tartışmalar oldu: “Birçok karardan haberimiz olmuyor” diyen MYK üyeleri oldu. Ya da herhangi bir Parti Meclisi’nde de birçok insan dedi ki: “Ya, bizim bu süreçlerden haberimiz yok”. Dolayısıyla hazırlanan MYK’nın Kemal Bey açısından bir önemi, bir değeri yok. Yani bu kadar emek vermiş olan insanlar vardı, hâlen hakîkaten ciddî anlamda emek veren, kendi bölgelerinden inanılmaz bir biçimde mücâdele eden insanlar vardı; onların hepsini bir kenara bıraktı, yeni isimler getirdi. Bu isimlerin toplumda bir karşılığı var mı? Bence yok. Yani ben Cumhuriyet Halk Partisi’ni tanıyan, çocukluğundan beri bütün hayâtı o koridorlarda geçip yetişmiş bir insan olarak şunu söyleyeyim: Cumhuriyet Halk Partisi’nde sâdece siz değil hiç kimsenin bilmediği isimler bu isimler. Yani meselâ insan şöyle bakıyor: Bir iktidârın açıkladığı kabineye bakıyorsunuz, oradaki bakanlara bakıyorsunuz ister istemez. Bir taraftan dönüp Cumhuriyet Halk Partisi’nin MYK’sına bakıyorsunuz. Şimdi arada fersah fersah fark var; kusura bakmayın, yani bu eleştiriyi getirmek zorundayım. Çünkü burada kendi alanlarında belki bir isimleri vardır, ama Türkiye’ye mal olmuş bir siyâsetçi yok onların içinde ya da kendi alanında çok uzmanlaşmış bir siyâsetçi yok. Eh şimdi bu eleştiriyi getirdiğiniz zaman da bunun altı doldurulmuyor. Yani bu insanlar neden seçildi meselâ? Ha, ben arka planda şunu biliyorum: Sayın Kılıçdaroğlu üzerinde etkisi olan bir iki tâne danışmanı var. Onların önerisiyle bu isimlerin belirlendiğini biliyoruz. Eskiden Cumhuriyet Halk Partisi, biliyorsunuz, Parti Meclisi’nin içerisinden seçilirdi. Şimdi onların hepsi kalktı rafa. Sâdece genel başkan birtakım isimleri öneriyor, seçiyor içlerinden. Onların bile haberi olmuyor. Yani meselâ eğitim unutulmuştu. Eğitimden sorumlu bir genel başkan yardımcısı yoktu. Sonra birileri çıktı feryat figan etti, “Cumhuriyet Halk Partisi için eğitim çok çok önemli bir alandır ve bu alan ihmal edilemez” dedikten sonra, onu bir başka MYK üyesine bağladı. Yani aynı anda o MYK üyesi iki üç tâne görev birden yapacak. Parti Meclisi’nde hâlihazırda başka isimler yok mu? Var. Şimdi ben size başka bir şey söyleyeyim: Bu hafta sonu kritik bir Parti Meclisi var. Şimdi bu Parti Meclisi Cumhuriyet Halk Partisi’nde Sayın Kılıçdaroğlu’nun bence gücünün ne olduğunu, Parti Meclisi açısından gücünün ne olduğunu göstermesi açısından son derece önemli. Çünkü bir kongre süreci var. Kongre sürecinde il başkanları, ilçe başkanları görevden alınıyor. Ya, zâten bir kongre sürecine giriyorsunuz, hak, hukuk, adâlet diyorsunuz. Eh bu insanların görev süresi daha bitmemiş ve bu insanlar bir yenileşme sürecine gidiyorlar. Siz neden bu insanları, il başkanlarını görevden alıyorsunuz? Çünkü kongreye müdâhale ediyorsunuz; oraya kendinize yakın delegeleri seçmek için. Eh bu doğru bir şey değil. Yani eleştirdiğimiz şey ne? Bir otoriteryan parti var, buna karşı diyoruz ki: “Biz bunun antitezi bir siyâset oluşturacağız”.
Çakır: Ama Parti Meclisi’nde de herhalde benim duyduğum kadarıyla Kılıçdaroğlu’na artık mesâfeli olan çok sayıda insan var.
Fırat: Benim kişisel hesaplamam şu: 60 üye var toplamda; 36’sının Sayın Kılıçdaroğlu’na karşı olduğunu düşünüyorum.
Çakır: Yani Parti Meclisi’nde bir oylama yapılsa kaybedecek.
Fırat: Evet. Yani şu Parti Meclisi’nde ben herhangi bir karâra geçilebileceğini düşünmüyorum.
Çakır: O zaman bu hafta sonu yapılacak olan toplantı çok önemli.
Fırat: Önemli. Yani çok sembolik değeri olan bir toplantı; ama çok radikal eleştirilerin, ağır eleştirilerin olacağı bir toplantı. Bence Kemal Bey’in bugüne kadar yaşadığı en zor toplantı bu olacak. İdâre etmesi en zor toplantı bu olacak. Çünkü daha önce adaylıklar üzerinden birtakım eleştiriler vardı; ama bildiğim, tanıdığım Parti Meclisi üyeleriyle konuştuğum zaman, çok açık bir şekilde şunu söylüyorlar: “Biz Sayın Genel Başkanın istifâ etmesi gerektiğini, partiyi bırakması gerektiğini düşünüyoruz. Ve bunu da Parti Meclisi’nde çok net bir biçimde söyleyeceğiz.” Çünkü o milletvekili listelerini meselâ “Ben oluşturmadım” dedi. Ama o komisyonda olan insanlar diyor ki: “Hayır kardeşim, böyle bir şey yok. Biz hep birlikte oturduk, Sayın Genel Başkan da masanın başındaydı. Sayın Genel Başkan, masanın başındayken ben bu listeleri oluşturmadım.” Eh peki Kemal Bey kendi danışmanlarını nasıl yazdı? Bu arkadaşlar mı yazdı? Yani “Bu isimler benim için önemlidir. Bu isimleri siz yazacaksınız” diyen kimdi? Sayın Kılıçdaroğlu’ydu. Eh şimdi o sekiz tâne üye o gün kalkıp söz alacaklar. Cumartesi günü diyecekler ki: “Sayın Genel Başkanım, biz sizinle bu listeyi birlikte yaptık mı yapmadık mı?” Orada diğer geri kalanlar da şâhitler. “Peki siz neden çıktınız kamuoyu önünde bizi ateşe attınız?” Şimdi elbette ki sâdece onunla ilgili mesele değil; bütün diğer listeler yapılmasa bile, meselâ İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirlerde o kadar kötü bir liste yapıldı ki, bu seçimin kaybedilmesinin en önemli nedenlerinden biri de bu. 50’ye yakın il başkanı istifâ etti, hattâ ettirildi. Denildi ki: “Evet, sizi aday göstereceğiz”. Hiçbiri gösterilmedi. Eh şimdi bu il başkanlarını görevden alıyorsunuz; çünkü yarın öbür gün kurultay olursa bunlar bana karşı gelir. Eh zâten kongre süreci var. Bırakın kendi içerisinde demokratik bir biçimde seçiliyorsa seçilsin.
Çakır: Peki bir başka şeye geçecek olursak: İttifak meselesi. Bu da tabiî ki CHP’lilerin, parti kadrolarının ve tabanının çok sorguladığı bir şey — biraz da hayıflandığı bir şey anladığım kadarıyla. Özellikle o verilen 38 milletvekili meselesi insanları bayağı bir rahatsız etmiş. Bir de o kişiler seçilirken, seçilemeyen bâzı isimler falan var. Ama bir diğer realite de var ki, CHP tek başına belediyeleri almakta zorlanacak. Belki İzmir, belki Aydın, ama İstanbul’u, hattâ Ankara’yı bile –ki orada Mansur Yavaş belki biraz farklı olabilir–, ama Adana, Mersin, Antalya vs… Şimdi Kılıçdaroğlu’nun ve ona alternatif olmayı düşünenlerin kafasında nasıl bir düşünce var? Geçenlerde Ekrem İmamoğlu “Yeni bir ittifak mîmârîsi” diye bir cümle kurdu. Peki nasıl olabilir? Burada dönüp dolaşıp iş İYİ Parti’yle değil mi? İlk seçenek o gözüküyor. Ama İYİ Parti’nin de zâten durumu çok parlak değil.
Fırat: Ben o ittifak sisteminin artık kurulacağını düşünenlerden değilim. Yani toplumda artık bir karşılık görmez. Yani Cumhuriyet Halk Partisi son derece bonkör davrandı ve inanılmaz bir biçimde katkı sundu Türkiye’de sağ muhâfazakâr kesime, sanki az güçlüymüş gibi — bir de 40 milletvekiline yakın İYİ Partililer’i de sayarsak… Düşünün: İYİ Parti kendisi Meclis’e giriyor; bir de Cumhuriyet Halk Partisi listelerinden de ayrıca giriyor. Yani bunun ittifak mantığıyla alâkası yok. Yani bu başka bir şey. Artık Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki insanların genel eleştirisi şu: En son Ümit Özdağ’ın söylediği, hani işte üç bakanlık ve artı MİT Müsteşarlığı meselesi… Meselâ Cumhuriyet Halk Partisi içerisinde, “Bu doğrudur” deniyor. Yani Sayın Faik Öztrak çıktı bunu yalanladı; ama birçok insan diyor ki: “Verilmiştir”. 40 milletvekilini veren insanlar bunu vermez mi? Verir. Üstelik bu 40 milletvekilini verirken de, tamam, yetki genel başkandaydı falan bütün bu görüşmeyi yaparken; ama Parti Meclisi’ne sorarsınız, MYK’ya sorarsınız. Şimdi ismini hatırlamıyorum, eskiden beri RTÜK üyesiydi, Kemal Bey’in danışmanı şimdi milletvekili oldu; o DEVA Partisi’yle meselâ görüşme yapıyor. Şimdi siz hangi yetkiyle bunu görevlendiriyorsunuz? Yani kişinin kendisi RTÜK üyesi. Halk Partisi adına, Cumhuriyet Halk Partisi adına gidip görüşmelerde bulunuyor. Onlara 14 milletvekili veriyor. Sonra geliyor Kemal Bey’i iknâ ediyor. Kemal Bey 14 milletvekili veriyor DEVA’ya. Bunun üzerinden bir siyâset üretiliyor. Şimdi bunun yani parti kimliğiyle, parti organlarıyla uzaktan yakından bir ilişkisi yok. Şimdi o yüzden de kimse, Cumhuriyet Halk Partisi başta olmak üzere yeni bir ittifak, mevcut aktör ve kişilerle bir ittifak sistemine ihtiyaç duymuyor Cumhuriyet Halk Partisi. Cumhuriyet Halk Partisi’nin geniş kesimleri şu anda şunu istiyor: “Yenileceksek de yenilelim; ama gerçekten parti artık sol sosyal demokrat bir kimliğe kavuşsun, değişim rüzgârı essin. Ona göre biz çıkıp çalışalım, mücâdele edelim, kazanacağımızı kazanalım, kazanmadığımız yerlerde de tekrardan örgütlenelim ve bunu yeniden şey yapalım.”
Çünkü artık Ruşen Bey, insanları kimse sandığa götüremez, “AK Parti gelmesin”, bu bitti. Yani yıllardır maalesef Cumhuriyet Halk Partisi’nin yaptığı: “AK Parti gelmesin”. Bu bitti, bu kayboldu artık. Bu bir şey ifâde etmiyor. Çünkü Sayın Kılıçdaroğlu, “Dünyanın sonu mu?” dedi. “Bir seçimi kaybettik. Dünyanın sonu mu?” Şimdi o insanlar şunu söylüyorlar: “Biz de sandığa gitmeyeceğiz” diyorlar. “Dünyanın sonu mu?” Şimdi mesele, bu ittifakların kurulma meselesi değildir CHP açısından. CHP açısından birinci sorun, kendisine oy verecek olan insanları sandığa götürme meselesidir. Ama Kemal Bey kalırsa, ben insanların sandığa gitmeyeceğini, çok büyük bir protestoyla karşı karşıya kalacağını biliyorum. Sokakta da görüyorum bunu. Ben geçen hafta Varto’ya gittim. Muş, Vartolu olduğum için oraya gittim. Yüzde 90 oy aldı işte Sayın Kılıçdaroğlu oradan. Gördüğüm herkes bana şunu söyledi “Kemal Bey bıraksın,
gitmezse biz de sandığa gitmeyiz”.
Çakır: Peki, yeni gelme ihtimâli olan kişilerin heyecan verebilmesi, bir hareketlilik gerek. Önce kendi tabanını iknâ edecek, ardından CHP’ye oy vermemiş insanları yerel seçimde oy vermeye iknâ edecek falan. Buranın sihri ne? Nasıl yapabilirler?
Fırat: Ya, bu toplumun yüzde 80’i yoksulluk sınırının altındaysa, bu kadar açlık ve bu kadar yoksulluk varsa, düzene meydan okuyan her parti bence bu süreçte başarılı olur. Yani 2002’deki AK Parti bir çıkış yaptıysa, 80 sonrası nasıl ANAP bir çıkış yaptıysa. Bu düzene, mevcut düzene meydan okuyacak koşullar mevcut. O koşullarda gerçekten radikal bir çıkış yapabilecek bir parti, bir kadro, bence geniş kitleleri arkasından sürükleyecek. Yani yüzde 48 oy aldı Sayın Kılıçdaroğlu. Son üç seçimdir muhâlefet yüzde 48 alıyor zâten. Bu 48 bir iktidar karşıtlığı üzerinden, hiçbir şekilde “teslim” olmayan, çözülmeyen bir 48 var. Bunu daha da heyecanlandırabilirsiniz. Bunu daha da büyütebilirsiniz.
Ama bunun için sizin gerçekten daha iyi çalışabilir kadrolara ihtiyâcınız var. Yani hâlâ sandık meselesini çözememişseniz bunca yıldır; yani hâlâ sandık görevlisi bulamıyorsanız, bu seçimi kazanamazsınız, alamazsınız. Hiçbir seçimi alamazsınız. O yüzden buradaki mesele gerçekten ciddî bir değişim rüzgârının partide yaratılmasıdır. İnsanlar bunu istiyorlar. Ben Çankaya’da Ayrancı Mahallesi’nde genel merkezin listesine karşı mahallede kendim liste çıkardım, iki gün çalıştım, genel merkezin listesine karşı başarılı oldum. Benim listem seçildi ve insanlar şunu söylediler: “Hocam biz artık değişim istiyoruz. Hep aynı insanların seçilmesini istemiyoruz”. Bu yüzden meselâ Türkiye’nin şu anda mahallelerde delege seçimi var. Liste çıkarılan her yerde genel merkezin listesi yeniliyor. Bu değişimin CHP’den başlayarak Türkiye’nin bütün sathına yayılması lâzım, gelecek olan kadro da bunu başaracak. Bunu başarmak zorunda.
Çakır: Meselâ şimdi bakıyoruz: Türkiye’de acayip bir ekonomik kriz zâten vardı, derinleşti. İl başkanlarının basın açıklamaları var. Şimdi dün CHP’ydi; bugün İYİ Parti. Yani ne oluyor? Sonra hâlâ meselâ şöyle bir şeyin cevâbını ben net bir şekilde görmedim — siz gördüyseniz bana söyleyin. Şöyle diyenler var: “Kılıçdaroğlu da kazansaydı aynı şeyler yapılacaktı” diyorlar. Meselâ muhâlefetin kalkıp, “Biz kazansaydık bu böyle olmayacaktı, şöyle olacaktı” dediğini ben görmedim.
Fırat: Ben de görmedim. Ben de duymadım — ki normal olan budur. Birincisi: Normal olan budur. İkincisi de: Eğer siz bir sol sosyal demokrat partiyseniz –böyle olmayabilirsiniz– bir muhâlefet partisi olarak da kendinizi inşâ edeceğiniz yer sokaktır. Toplumsal muhâlefeti besleyeceğiniz yer sokaktır. Yani grup konuşmalarıyla, parti sözcüsünün açıklamalarıyla ve sadece iktidar eleştirisi üzerinden yıllardır muhâlefet yapıyorsunuz ve bunun bir sonuç almadığını, bir sonuç doğurmadığını görüyorsunuz. Yani biz de eleştiriyoruz. İktidârı eleştiriyoruz, muhâlefeti eleştiriyoruz. Bu bir şey ifâde etmez. Bizim açımızdan eder, ama oy verecek insanlar açısından. Senin çözümün ne burada? Meselâ sen olsaydın ne yapardın? Şimdi ben meselâ günlerdir dinliyorum bütün eleştirileri. Çıkıyorlar grup konuşmalarında konuşuyorlar. “İşte bunlar öldürdüler milleti”. Bir gün bir AK Partili bana dedi ki, “Hocam” dedi, “Biz partimizi biliyoruz, tanıyoruz. Ne yaptığını da görüyoruz. Yolsuzlukları da biliyoruz, fakirliği de biliyoruz. Ama şunu bilmiyoruz. Bu karşıdaki arkadaşlar, sizin savunduğunuz arkadaşlar ne yapacak onu bilmiyoruz.” Hâlen o noktadayız. Ben de bilmiyorum. Yani şu an meselâ Millet İttifâkı kazanmış olsaydı, nasıl –ortada gerçi “Millet İttifâkı” diye bir şey de yok– yani oysa şunu söylemişlerdi Ruşen Bey bize –hatırlıyorsanız, yani o bütün o toplantılara siz de geldiniz, katıldınız– dediler ki: “Bu bir seçim ittifâkı değildir. Bu, Türkiye’de sistemi değiştirmedir. Seçim sonucu ne olursa olsun biz birlikte yol yürümeye devam edeceğiz” denildi. Neredeler? Hiçbiri ortada görünüyor mu? Görünmüyor. Eh şimdi insanlar haklı olarak şunu söylüyorlar: “İyi ki de bunlara oy vermemişiz” diyorlar. Bir çözüm ortaya konulmuş mu? “Ya, biz geldiğimizde aslında bu zamları yapmayacaktık. Bunu şuradan telâfî edecektik” denilmiyor.
Bu denilmediği gibi, greve sâhip çıkmıyorsunuz. İşçi grevlerine sâhip çıkmıyorsunuz. Kadın hareketine sâhip çıkmıyorsunuz. İnsanları cezâevinde ziyâret ediyorsunuz. İşte, Can Atalay’ı Sayın Kılıçdaroğlu ziyâret etti. Ana muhâlefet partisinin görevi, ana muhâlefet liderinin görevi o insanı cezâevine sokmamaktır. Beni cezâevine attıktan sonra, nezâketen bana gelmiş, gelmemişsiniz bir önemi yok bunun. Eğer güçlü bir muhâlefet olsaydı bugün Türkiye’de, güçlü bir siyâsal muhâlefet ve arkasına toplumsal muhâlefeti alsaydı, bu iktidar bunların hiçbirini yapamazdı.
Çakır: Peki, bundan sonra bunu çevirebilecek mi tekrar? Baktığınızda, siz umutlusunuz.
Fırat: Tabiî, ben umutluyum.
Çakır: Yani ben açıkçası, çok şey göremiyorum. Yani umutlu olmanıza bir lâfım yok da. Bu, seçim öncesindeki “Kemal Bey kazanır umûdu” gibi olmasın.
Fırat: Yani şöyle: Seçimde o kadar büyük hatâlar yapıldı ki; yani muhâlefet kendi elindeki seçimi verdi. İktidârın herhangi bir şey yapmasına gerek yok yani. Ya bir montaj videosuyla baş edemedi. Bir montaj videosuyla baş edemedi ya! 12 milyon Facebook reklamı verdi AK Parti. CHP 1 milyon reklam verdi ve Kandil’de her gün videolar çekildi. Kimse, bir Allah’ın kulu çıkıp demedi ki: “Yahu bu Kandil’dekiler niye her gün video çekiyor ya? Bu kimin işine yarıyor?” Bunu anlatamadı. Sizin montaj da yapmanıza gerek yok. Ortada net ses kayıtları var. Çok net şeyler var. Bu ağırlık merkezini kaydırmayı da başaramadılar. Cevap verme becerisini de göstermediler. Niye? Bu işin köşe başını tutan arkadaşların derdi o değildi, derdi o değildi.
Çakır: Yeni bir Levent Gültekin vakasıyla karşılaşıyoruz.
Fırat: Gerçekten kazanılabilecek bir seçimdi. Her şey müsâitti. Yani iktidârın kendisi inanıyordu buna. Şu söyleniyordu, Ankara’daki bütün AK Partililer’e konuştuğum zaman: “Bizim Meclis çoğunluğunu almamız mümkün değil. Tek umut Reis” diyorlardı. Peki, bu Meclis çoğunluğunu nasıl verdi Ruşen Bey? Cumhuriyet Halk Partisi târihinin en kötü listesini yaptı. Şimdi iki gün önce bu zamlarla ilgili oylama yapıldı değil mi Meclis’te? Katılmayan CHP milletvekili sayısı kaç? 69. İki ay geçmemiş ya! İki ay geçmemiş, 69 Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili Meclis’te değil. Şimdi Sayın Kılıçdaroğlu diyor ki: “Eh biz 200 vekil çıkarsaydık ne olurdu?”
Siz bir 200 vekil çıkarın, bakın ne olurdu. DSP, 7 tâne milletvekiliyle iktidar oldu sonrasında, gösterdiği performansla. Ya birazcık siyâsî târihi bildiğiniz zaman aslında çok şey değiştirebilirsiniz. Şimdi 60 milletvekiliniz orada, 69 milletvekiliniz yok. Sizin o Meclis’i oynatmanız lâzım bu kadar zamlara karşı. Neredeydi 69 milletvekili?
Çakır: Ama şimdi olağanüstü toplantıya çağırıyorlar Meclis’i.
Fırat: Bir şey ifâde ediyor mu? Zamlar aldı gitti başını. İktidar da gelmeyecek. Diyecek ki, “Kardeşim o zaman neredeydiniz? 69 milletvekili.” Muhâlefet doğru dürüst yoktu ki Meclis’te o gün. İktidar full kadro oradaydı. Çok büyük bir dirençle karşılaşacağını düşünüyordu iktidar; ama şunu unuttular: Muhâlefetin üzerinde ölü toprağı var. Dolayısıyla bu ölü toprağını kaldırmak için… Çünkü Sayın Kılıçdaroğlu maalesef şunu bitirdi Türkiye’de, toplumsal muhâlefete diyor ki: “Sokağa çıkmayın.”
2 buçuk milyon geçersiz oy pusulası olduğu zaman insanlara dedi ki: “Sokağa çıkmayın”. O gün zâten Türkiye’de bir düzen değişikliğine onay verilmişti ya! Hâlâ bir şey olduğu zaman, ne olursa olsun: “Sokağa çıkmayın”. Peki bu insanlar haklarını nerede arayacaklar? Yani “Sokağa çıkıp yakın yıkın” demiyoruz kimseye; ama demokratik bir mücâdelenin beslenme kanallarıdır sokaklar. Yani bu insanlar, kadınlar, gençler, üniversite öğrencileri, işçiler, emekçiler, bu zamlar… hani 90’larda, öncesinde, darbe koşullarında bile insanlar grev yapıyorlardı. 12 Eylül faşizminin en ağır dönemlerinde bile insanlar sesini çıkarıyordu. Çünkü ona sâhip çıkan bir muhâlefet oluyordu. Eh şimdi muhâlefetin genel başkanı, “Ya, arkadaşlar sokağa çıkmayın” dediği andan îtibâren, Türkiye’de sol bir muhâlefetin büyümesinin imkânı var mı? Yok. Eh o zaman, tırnak içinde “sağcılar”la işbirliği yapıyorsunuz. Zâten 303 tâne Millî Görüş kökenli milletvekili var. Eh bir de siz üzerine ekliyorsunuz. 500’e yakın milletvekili, belki 500’ün üzerinde sağ tandanslı milletvekili var. Burada nasıl bir toplumsal ve siyâsal değişiklik bekliyorsunuz Meclis’te? Yarın öbür gün anayasa gelecek. Önümüzdeki yıl biz Türkiye’de Anayasa’yı konuşacağız. Bu Anayasa’yı konuştuğumuz zaman şunu konuşacağız: İlkokul öncesi çocuklara din eğitimi verilmesini zorunlu konuşacağız. Buna karşı Kemal Bey direnir mi? Benim tanıdığım Kemal Bey direnmez buna. “Aman arkadaşlar, buna ses çıkarmayalım. Ne olur ne olmaz. Oylarımız gitmesin” diyecek Kemal Bey.
Çakır: Peki, son olarak kurultay var, yerel seçim var. Anladığım kadarıyla kurultayı yerel seçimden sonra yapmayı istiyor Kemal Kılıçdaroğlu.
Fırat: O karârı Parti Meclisi’nden çıkaramaz. O kurultay en geç Kasım’da olur.
Çakır: O zaman eğer değişirse, yeni liderle yerel seçim…
Fırat: Mecbur, yani ben onun çok mümkün olduğunu düşünenlerdenim. Kemal Bey istemiyor. Yerel seçim sonrasına bunu ötelemek istiyor. Bunu da açık açık söylüyor aslında çevresindekilere, herkese; ama gücü yok Kemal Bey’in. Yani o kurultayı erteleyecek gücü yok.
Çakır: Peki kurultayı kazanacak gücü var mı?
Fırat: Yok. Kurultayı kazanacak gücü yok Kemal Bey’in. Yani şu anda olağanüstü kurultay toplasa, ben de kurultay delegelerinden biriyim. Kemal Bey’i seçen 1250 kişiden biriyim; çünkü kurultay delegelerinin WhatsApp grupları var, oradan çok net görüyorsunuz: Kemal Bey’in çok büyük, ağır bir yenilgi alabileceğini görüyorsunuz.
Çakır: Kaç kişi söz konusu?
Fırat: Şu an bir olağanüstü kurultay olsa rakibinin 800’ün üzerinde oy alacağını düşünüyorum. Yani Kemal Bey 350-400 oy alır. Şöyle düşünün Ruşen Bey, bakın, geçen il kongreleri oldu. Kemal Bey dedi ki: “Arkadaşlar, tek aday istiyorum. Tartışma istemiyorum”. Ankara, İzmir ve İstanbul’da üç il başkanı da karşılarında rakip olmamasına rağmen katılan delegelerin yarısının oyunu aldı. Yarın öbür gün diyelim ki Kemal Bey’in karşısına hiç kimse çıkmadı, tek başına gitti kurultay salonuna: O kurultay salonu dolmaz — onu söyleyeyim birincisi. İkincisi: O kurultaya giden insanların da en fazla yarısının oyunu alır. Bu ne kadar meşrûdur? Ne kadar demokratiktir? Ne kadar siyâsal etiğe uygundur? O ayrı bir tartışma; ama şunu söyleyeyim yani: Bunu il başkanlarında denedi CHP ve CHP üyeleri dedi ki: “Kardeşim, bu bizim siyâsal kültürümüze uymaz. Çıkarız demokratik bir şekilde yarışırız. Kim kazanırsa elini kaldırırız, mücâdeleye devam ederiz.” Ama üç büyükşehirde de, tek aday çıkmasına rağmen o adaylar parti genel merkezinin zoruyla ancak birkaç oyla ancak çoğunluğu sağlayabildiler. Dolayısıyla böyle bir tablo var.
Çakır: O zaman sizin beklentiniz: Normal şekilde kurultay yapılacak, muhtemelen Kemal Kılıçdaroğlu kaybedecek ve yeni liderle CHP kendi başına seçime girecek. Ondan sonrasına da kendi başına bakacak…
Fırat: Evet, mecbur. Yeniden partinin kendisini her alanda yeniden inşâ etmesi gerekiyor. Türkiye’nin Cumhuriyet Halk Partisi’ne ihtiyâcı var. Türkiye’nin sosyal demokrat, sol bir partiye ihtiyâcı var. Kemal Bey bir siyâsal süreç denedi. O istediği başarıya ulaştıramadı ya da elde edemedi. Ama nihâyetinde artık partinin biraz daha kendisini gerçekten yeni bir biçimde tanımlaması lâzım. Yani Cumhuriyet Halk Partisi nedir? Sağdan gelen danışmanlarla yönetilen ve idâre edilen bir parti midir? Sâdece derin devlet dedikodularıyla yönetilen bir parti midir, parti mi olacaktır? Yoksa kendi gücünü emek hareketinden alıp örgütlenerek bütün kesimleri arkasına alacak mıdır? Bu ülkenin yüzde 80’i yoksulluk sınırı altında yaşıyor. Bu koşullarda bir sosyal demokrat parti varlık göstermeyecekse, zâten kendisi bıraksın gitsin yani. Bu insanların hiçbir siyâset yapmasının bir anlamı yok. Herkes çıkıp parti sözcüsü gibi, “Yapılan zamlar zulümdür. Bunlar işte soykırımdır” diye geçer. Bir etkisi var mı? Yok. İnsanlar eziliyor mu? Eziliyor. Herhangi bir karşılık görebiliyor musunuz? Görmüyorsunuz. Söz önemini yitirmiştir bugün. Cumhuriyet Halk Partisi yönetiminin –mevcut yönetimi açısından söylüyorum–, Kemal Bey’in söylediği sözün şu anda halkta bir karşılığı yok. Parti yönetiminin söylediği bir sözün halkta bir karşılığı yok. Dolayısıyla bunu görmeleri gerekiyor. Bunu görmek zor değil. Eğer gerçekten bu toplumu, bu ülkeyi, bu halkı düşünüyorsanız, bu ülkenin geleceğini düşünüyorsanız, bu ülkede en çok birebir şâhit olduğum bir şey: En çok üzülenler ilk defa oy kullananlardı. İnanılmaz, darmadağın oldu o çocuklar. Yani ilk defa oy kullanan o çocuklar. Böyle, sanırsın ki 20 yıldır onlar iktidarla mücâdele ediyorlar. O kadar bileylenmiş, o kadar gerçekten mücâdelenin içindeydi; ama o mücâdele, azim ve kararlılık parti genel merkezinde yoktu. Çünkü onlar danışmanlarını, avukatlarını, arkadaşlarını, ahbaplarını nereden milletvekili yaparız üzerinden bir hesap güttüler. Eh bunun da mutlak sûrette hesâbını vermek zorundalar. Yani bu o kadar keyfe keder bir şey değildir.
Yani “Ben danışmanımı koyacağım bu sıraya, efendim şuraya avukatı mı koyacağım”. Eleştirdiğin partiden ne farkı var, AK Parti’den? Adam da şoförünü koyuyor, sen de danışmanını koyuyorsun. Hani liyâkat? Cumhuriyet Halk Partililer bunu görmediği için Ankara’da oyunu artırmadı. İstanbul’da oyunu artırmadı, Mersin’de, Adana’da. Yani cumhurbaşkanlığı için söylemiyorum. Bakın beş parti girdi, hâlâ yüzde 25 bandında. Niye peki? Çünkü parti örgütü küstürüldü. Şimdi Sayın Kılıçdaroğlu diyor ki: “Ben parti örgütünü yeniden ayağa kaldıracağım”. 13 yıl sonra partiye mi döneceksiniz? Parti örgütüne mi döneceksiniz? Dolayısıyla bütün bu süreçleri alt alta koyduğunuz zaman, bu keyfî idârenin danışmanlar ve oradan beslenen, sâhadan değiştiren insanlarla Cumhuriyet Halk Partisi’nin yönetilmeyeceği ortadadır. Ben de kendimi solda gören, bunun mücâdelesini veren bir insan olarak, bir yurttaş olarak diyorum ki: “Kardeşim, benim bu kadar emeğim var bu partide. Ben bu emeğimin karşılığıyla elbette ki başka insanların bu partiyi yöneteceğini ve bu ülkeye öyle ya da böyle biraz farklı imkânlar sunacağını düşünüyorum”. Yani Merdan Yanardağ cezâevinde şimdi. Gezi’deki insanlar cezâevinde şu anda. Hepsini tanıyoruz. Eşimiz, dostumuz, arkadaşımız. Güçlü bir muhâlefet olsaydı bugün o insanlar cezâevinde olur muydu? Yapabilir miydi? Olmazdı. Ama niye? Sesini çıkarmayan bir muhâlefet olduğunu biliyorlar çünkü. İstedikleri gibi hareket edebiliyorlar, istedikleri karârı alabiliyorlar. Buna güvenerek yapıyor. O yüzden bunun önüne muazzam bir direniş cephesi örmek gerekiyor. Yoksa zâten açık cezâevine dönmüş bir ülke. Nitelikli insanlarını kaybeden bir ülke. Buna karşı hâlâ: “Efendim, biz de yerimizde duralım. Ekonomik kriz olacak. Ekonomik krizden sonra bunlar giderler. Eh biz de iktidar oluruz.”
Çakır: Evet, noktayı koyalım. Anladığım kadarıyla siz Kılıçdaroğlu devrinin artık kapandığını…
Fırat: Fiilen bitmiştir.
Çakır: Onun ne zaman resmen biteceğini beklediğimizi düşünüyorsunuz.
Fırat: Bence Kemal Bey’in kendi saygınlığını, toplumda onun bu süreçte oluşturduğu sevgiyi daha fazla yıpratmadan… çünkü her geçen gün daha fazla öfke seline neden oluyor. Sâdece kendi paylaşımlarının altını okusa, toplumun gerçekten ona karşı ne hissettiğini görür, direnmemesi gerekiyor. Yani bir yerde insanlar size karşı bir şey oluşturmuşsa saygın bir biçimde o koltuğu… Yani, “Şuna bırakın” demiyorum bakın, irâdeye bırakın. O irâde kendi içerisinde birini seçecektir.
Çakır: Evet, çok teşekkürler. PolitikYol Yayın Yönetmeni Ali Haydar Fırat’la CHP’yi konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.