Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ve Ruşen Çakır ile Haftaya Bakış (175): Akşener yuvaya döner mi? CHP’deki maskeli balo ne zaman biter?

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, İYİ Parti’ye yaklaşan yerel seçimler için çağrı yaparak “Çağırdık dönmediniz yuvaya, yerel iktidarda komşu olalım ülke hayrına” dedi. Bahçeli’nin sözlerine İYİ Parti’den ilk tepki Genel Başkan Yardımcısı Tolga Akalın’dan geldi. Akalın, “Devlet Bey bir üçüncü yol çağrısı yapıyorsa, yani bir milliyetçiler ligi kurmak istiyorsa zaten biz oradayız. Buyursun gelsin” dedi. Bahçeli’nin çağrısının anlamı ne? Akşener “yuvaya” döner mi?

Kemal Can ve Ruşen Çakır, Haftaya Bakış’ta değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Kemal Can’la yine haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Ama bu yaz pek bir olay çıkmıyor. Siyâseten çok elverişli bir zemin olmasına rağmen, muhâlefet kendi iç dertlerine dönmüş durumda. İktidar da aslında siyâset pek konuşulsun istemiyor — böyle gitsin, hiçbir şey konuşulmasın, ekonomide ne oluyorsa olsun, insanlar şikâyet etmesin. Siyâsetsizlik ya da siyâset alanının daralması iktidârı rahatsız eden bir husus değil. 

Geçen gün CNN Türk’te Hande Fırat’ın programına, basın sözcüsü aracılığıyla Devlet Bahçeli’nin bir mesajı gitti. Bahçeli Meral Akşener’e, İYİ Parti’ye, bir kez daha “Hadi birlikte olalım, yerel seçimlerde yan yana duralım” diye çok kısa bir çağrı yolladı. Bahçeli’nin daha önceki yaptığı çağrılar, o zaman çok net bir şekilde reddedilmişti biliyorsun. Hattâ bâzı çağrılara Erdoğan da dâhil olmuştu ve bunu çok konuşmuştuk. Şu âna kadar bu çağrıya yönelik resmî bir açıklama yapılmadı. Medyascope’tanAnkara’daki arkadaşlarımız, parti sözcüsüne ve yöneticilerine ulaşmaya çalıştı; ama kimse bu konuda resmî bir açıklama yapmıyor. Yapmamalarının nedeni, durumun eskiye göre değişik olması. Bu çağrı meselâ seçim öncesinde olsaydı, Meral Akşener ya da parti sözcüsü hemen cevap verirdi. En azından sosyal medyada bir şeyler söylerlerdi. Şimdi parti sözcüsü bir şeyler söylemiş, ama ona da “Partimizin görüşü değil” diye açıklama yaptılar. İYİ Parti’de bu hep var biliyorsun. Birileri bir şey söylüyor, ardından hemen, “Bu görüş partimizi bağlamaz” deniyor. Şu anda bu konuyla ilgili İYİ Parti’den yapılan resmî bir çıkış yok.

İYİ Parti Sözcüsü Kürşad Zorlu, 26 Ağustos’ta Meral Akşener’in Afyon’da bir konuşma yapacağını ve bu açıklamanın Türk siyâsetinde önemli bir başlangıç olacağını söyledi. Sanıyorum her şeyi bu konuşmaya yönlendirmeye çalışıyorlar. Anlaşıldığı kadarıyla, Meral Akşener yerel seçimlerde İYİ Parti’nin nasıl bir pozisyon izleyeceğini açıklayacakmış.  Abdülkadir Selvi’nin yazısına göre, Akşener yerel seçime tek başlarına gireceklerini söyleyecekmiş. 

Bu meseleyi daha önce de konuşmuştuk, yine çok konuşuruz. Ama yerel seçimlerde ne yapacaklarından ziyâde, Devlet Bahçeli’nin çağrısını biraz konuşalım diyorum. Çünkü burada şöyle bir husus var: Hani pek olacak gibi gözükmüyor ama, Bahçeli Akşener’i nereye çağırıyor? MHP’nin yanına mı, yoksa Cumhur İttifâkı’na mı çağırıyor? Bence Bahçeli, daha önce de şimdi de, o kurulmuş olan ve “Cumhur İttifâkı” adını verdiğimiz devlet ittifâkına, “Onun dışında kalma, sen de bir şekilde gir” diye çağrı yapıyor. Bahçeli’nin seçimden önceki çağrılarında, o andaki kamuoyu yoklamalarında çok bâriz bir şekilde MHP’nin çok kötü bir durumda olduğu, İYİ Parti’nin de ileride olduğu söyleniyordu hatırlarsan. “MHP, önünü kesemediği İYİ Parti’yi yanına çekerek etkisizleştirmek istiyor bir anlamda” şeklinde yorumlara da neden olabiliyordu.

Ama şimdi, son seçimlere bakarsak hiç de öyle bir durum yok. MHP kötü durumda değil. AKP’den azalan oyların özellikle MHP’ye gittiği görülüyor. İYİ Parti’yi oy olarak da geçti. Bir de en önemlisi, MHP iktidârın en önemli ikinci ortağı. Yani şu anda MHP’nin İYİ Parti’ye ihtiyâcı yok. Ona rağmen bu çağrıyı yapması bir anlamda şuna benziyor: Hani eski Türk filmlerinde gördüğümüz gibi, yoksul ama gururlu genç vardı ve sen ona yüz vermiyordun. Ama ne oldu sonunda? O küçümsediğin parti, kendinin gerisinde gördüğün parti, hem senin önüne geçti hem iktidardan yararlanmaya devam ediyor ve bir şekilde seni alıp eritmek istiyor. 

Ben, İYİ Parti’nin böyle bir şeye râzı olmayacağını düşünüyorum. Ama bu çağrıyı bireysel olarak önemseyecek İYİ Partili milletvekilleri, parti yöneticileri olacaktır. Çünkü şu hâliyle bakıldığı zaman, MHP’nin önünü gördüğünü söyleyebiliriz. Erdoğan beş yıl daha ülkeyi yönetiyor ve MHP de onun yanında. Ülkede başkanlık rejimi var, aynı zamanda Meclis’te çoğunlukları var. Yani aslında İYİ Parti’ye ihtiyaçları yok. Belki en fazla anayasa değişikliği için olabilir, ama onun dışında istedikleri kanunu geçiriyorlar zâten. 

Buna karşılık, İYİ Parti’nin elinde bir şey yok. Bir iddia da yok. Yerel seçimlere ittifakla da girse, bağımsız da girse, Meral Akşener’in seçim öncesi söylediği “Ben Başbakan olacağım” iddiasına denk gelebilecek herhangi bir çıkış yapma ihtimalleri de yok. Dolayısıyla bu seferki çağrının, diğerlerine göre daha anlamlı ve aslında İYİ Parti için trajik bir çağrı olduğu kanısındayım. Ne dersin?

Kemal Can: Trajik mi bilmiyorum, ama sonuçta benzetmen doğru. Daha önceki çağrılardan nitelik olarak, etkileri îtibâriyle biraz daha farklı sonuçlar doğurabilir. Çünkü İYİ Parti, daha önce MHP’nin, ya da Erdoğan’ın yaptığı çağrılar zamânında, tâbir yerindeyse bir tür “tok” durumdaydı. İYİ Parti, muhâlefet ittifâkının önemli bir bileşeniydi. Hattâ muhâlefet ittifâkının, îtiraz etme ve bir tür serbest davranma hakkını da kullanan bir ortağı gibiydi. Demin söylediğin gibi, parti adına olmayan her türlü açıklamanın yapılabildiği bir pozisyonda ve muhâlefet ittifâkının güçlü ve vazgeçilmez bir parçası olarak tuzu kuruydu. O zamanlar Meral Akşener çok yüksek perdeden, hatttâ kimi zaman bazı alaycı ifâdelerle bu çağrıları karşılamıştı. 

Şimdi yine benzer bir çağrı yapılıyor. ”Bahçeli İYİ Parti’yi Cumhur İttifâkı’na mı çağırıyor, MHP’ye mi çağırıyor?” meselesinde o kadar net bir ayrım olduğunu düşünmüyorum. Çünkü açıklamada, “Daha önce yuvaya çağırmıştık gelmediniz, bâri komşuluk hukukuna uygun birlikte davranalım” gibi bir çağrı var. O “Yuvaya çağrı” meselesinin yine partiyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu çağrılar, daha önce İYİ Parti’ye kurumsal olarak, İYİ Parti’deki bâzı isimlere ve Meral Akşener’e şahıs olarak birkaç kez tekrarlandı.

Ama şimdi, senin de işâret ettiğin gibi, bu çağrılara karşı, İYİ Parti ve Akşener daha zayıf. Elinde çok güçlü argümanlar, seçenekler yok. Şimdi çok dile getirdikleri, sanıyorum 26 Ağustos’ta da anlatılacak olan bir “müstakil siyâset” iddiası var — ki şimdiye kadar yapılan “merkez siyâset” iddiası gibi, bu “müstakil siyâset” iddiasının da altının doldurulması kolay değil. Çünkü “müstakil siyâset” dediğimiz şey çok aktif bir çalışmayı gerektiriyor. İYİ Parti’nin seçimden sonra hiç, ama seçimden önce de çok sınırlı siyâsî faaliyet yaptığını biliyoruz. Hattâ kuruluşundan hemen sonra önemli bir zorluk dönemi geçirdi; kendisine yönelen saldırılara cevap vermek, onlarla baş etmek konusunda çok fazla zaman ve enerji harcadı. Ama ondan sonra, zâten hemen bir yıl sonra yapılan ilk genel seçimde muhâlefet ittifâkının önemli bir bileşeni olarak girdi ve öyle bir güvenli alanda kaldı; “müstakil siyâset” yapma ihtiyâcını çok fazla hissetmedi. Hattâ muhâlefet ittifâkının önemli bileşeni olması, iktidar blokundan oy alma potansiyeli yüksek olduğu için, çok güçlü bir imkân olarak değerlendirildi. İYİ Partili olmayanların da İYİ Parti’ye yüksek ilgi göstermesi, İYİ Parti’nin önemli bir sonuç almasının, muhâlefetin toplam kazancı için önemli olduğu fikri, İYİ Parti’yi hep yukarıda tuttu. İYİ Parti’yi taşıyan en önemli dinamik, bu iktidârın değişmesi ihtimâline karşı, sağ blokta derli toplu bir oy havuzu üretebileceği varsayımıydı. Diğer partiler de böyle bir iddiayla ortaya çıktılar. 

Ruşen Çakır: Burada bir araya girmek istiyorum Kemal. Bu söylediğin oy potansiyeli meselesinde, hatırlarsan, Millet İttifâkı’nın ortak yaptığı İstanbul, Ankara, İzmir mitinglerinin hemen hepsinde, ağırlıklı olarak CHP seçmeni miting alanındaydı ve Meral Akşener onlardan ne istedi? “Bir oy da bize verin” dedi. Bunu ikinci kere kullanıyorum, ama bu aslında trajik bir durumdu. Normalde, CHP’nin oyuna oy katması, en azından Kılıçdaroğlu’nun seçilmesi için oy katması gerekirken, gelip CHP’nin evinden, CHP seçmeninden bir oy istedi — yani oraya insan getirebilmenin dışında. Normalde şöyle bir şey olması lâzım: Orada mitinge çıkan insanların –diyelim ki Davutoğlu, Karamollaoğlu, Akşener– öncelikle tabandaki kendi seçmenlerine hitap etmeleri ve onlara bir mesaj vermeleri lâzımdı. Ama hepsi biliyordu ki oradakiler büyük ölçüde CHP seçmeni ve hepsi, bir şekilde CHP seçmeninin karşısında görücüye çıkar gibi çıktılar. Hadi diğerlerini anladık, ama İYİ Parti’nin bunu bir de açıkça söylemesi… Meral Akşener bunu her mitingde söyledi biliyorsun. Oy getirmesi beklenen birisinin, var olan pastayı büyütmesi gerekirken, var olan pastadan daha fazla pay istemesi gibi acayip bir durum olmuştu. 

Kemal Can: Evet, doğru söylüyorsun. Çünkü zâten o sağlayabileceği büyük başarı ya da senin söylediğin anketlerde gösterilen yüksek oy oranları, hep, bu yer aldığı blokun içerisindeki bu imkâna yaslanarak sağladığı bir beklentiydi ve iki seçimde de gerçekleşmedi. Üstelik de şimdi, “Biz Kılıçdaroğlu’nu destekledik, o yüzden böyle oldu”, ya da “İttifak yüzünden oldu. Biz müstakil olsaydık…” tartışmaları var. Ama hatırlarsan 2018 ve 2023’te, iki ayrı seçeneği de deneyip aynı sonucu aldı aslında İYİ Parti. Birinde Akşener bağımsız olarak girdi, ortak aday fikrinden uzak davrandı; tâbir yerindeyse “müstakil” davrandı ve İYİ Parti yine 2023’te aldığına yakın bir oy aldı. Hattâ Akşener kendi partisinden bile daha az oy aldı. 2023’te Kılıçdaroğlu’nu destekledi; bu sefer de ittifakla girdiği için yine üç aşağı beş yukarı aynı oyu aldı. Dolayısıyla, aslında İYİ Parti 5 yıllık siyâsî ömründe iki seçeneği de denedi ve bütün anket sonuçlarını bir kenara bırak, gerçek seçim sonuçlarıyla neredeyse iki seferde de aynı sonucu aldı. “İki seçimin şartları başkaydı, dolayısıyla bunları karşılaştırmak doğru olmaz” denebilir ama 5 yıl içerisinde girdiği iki seçimde, yüzdelik dilimde neredeyse 0,1 oynamayla aynı sonucu almak, buna karşılık anketlerde bunun iki üç katına çıkan beklentiler ölçülmesi, İYİ Parti’nin bir taban ve konsolide bir seçmen bloku üretmekten çok, bir imkâna oynadığını gösteriyor. 

İYİ Parti, bu iktidârı değiştirebilecek bir potansiyel olarak çok ciddîye alındı ve açıkçası,  İYİ Partililer’in hiç memnun olmadıkları, İYİ Parti’yi savunmaya çalışan çeşitli kesimlerin de yine pek tatmin olmadığı, muhâlefetin İYİ Parti’yi yeterince hoş tutmadığı iddiaları da çok doğru değil. Tam tersine, İYİ Parti neredeyse bir dokunulmazlık içerisinde; ağızlarına geleni söyleyebildikleri, istediğine parmak salladıkları, ama kendilerine bir şey söylendiğinde “Bize kimse parmak sallayamaz” diye karşılık verdikleri bir pozisyonda idâre etti beş yıl. 

Şimdi gelinen noktada, demin söylediğim nedenlerle, hayat İYİ Parti için daha zor. Daha önceki çağrılar İYİ Parti’yi sıkıntıya sokmak için yapılmıştı. Çünkü muhâlefet içerisindeki o blokun çatlayabileceği ya da muhâlefet aktörlerinin birbirine olan güvensizliğinin artabileceği, orada “zayıf halka” olarak görülmesi ihtimaline karşı, bu tür çağrılar kritik zamanlarda yapıldı. Bâzen çok sert saldırılar, bâzen ilginç ve beklenmedik çıkışlarla çağrılar yapıldı. Bunların hepsi, aslında iktidârın muhâlefet stratejisinin bir parçasıydı. Ama bugünden sonra bu devam edecek bence ve İYİ Parti’nin buna karşı cevap üretmesi artık daha da zorlaşacak. Çünkü senin de söylediğin gibi, İYİ Parti’nin kadroları içerisinde, hattâ bâzı yöneticilerinde, İYİ Parti’nin seçmenin bir kısmında, bu çağrılar olmasa bile, “Biz tam olarak ne yapmalıyız?” konusunda ciddî bir kafa karışıklığı var. Herkes CHP’yi tartışıyor, CHP’deki değişimden bahsediliyor; ama İYİ Parti bir şey olmadan, henüz ne olduğuna karar veremeden, önemli iki sürpriz yenilgi aldı. Çünkü 2018’de de aslında MHP’nin altında oy alması, beklenen bir sonuç değildi; bu seçimde de MHP’nin altında bir oy alması, beklenen sonuç değildi. Her ikisinde de, başkalarından kaynaklanan gerekçeler üretilerek sorun geçiştirildi. Ama asıl olarak, İYİ Parti’nin bir çizgi, bir politika ve aktif siyâset… Aktif siyâsetten anladıkları yurt gezileri, Meclis kürsüsünde birtakım insanları çıkartıp dertlerini anlattırmaksa, evet, bir açıdan bunun bir aktif siyâset olduğu söylenebilir. Ama bence, siyâsî süreçleri etkileyebilecek kritik hamleler yaparak oyun kuran bir aktöre dönüşmedi. Tam tersine, tâbir mâzur görülsün ama, “Muhâlefet blokunun hafif şımarık aktörü” pozisyonunda biraz rahat bir zaman geçirdi. Ama bu rahatlık bütün muhâlefetin olduğu gibi kendisinin de aleyhine sonuç verdi. 

Ruşen Çakır: Bu arada şu var Kemal: “Meclis kürsüsüne birilerini çıkartıp sorun anlattırmak, yurt gezileri yapmak” dedin ya? Dikkat edersen, seçimden bu yana onları da yapmıyor. Meral Akşener grup toplantısı yapmadı — yapabilecekken yapmadı. Olağanüstü toplandığı sırada da yapmadı, iki kez toplandı. Yurt gezisini kendisi de yapmıyor, partililer de yapmıyor. 

Geçen gün İYİ Parti’yle ilgili bir yayın yaptıktan sonra, Sakarya’dan bir İYİ Parti yöneticisi sosyal medyada bana, “Biz sâhadayız” diyerek uzun uzun bir şeyler yazdı. Ama sâhada değiller; en fazla, milletvekilleri kendi memleketlerindedir. Parti bir şey söylemiyor ki şu hâliyle. Bugünün Türkiye’sinde İYİ Parti herhangi bir konuda herhangi bir şey söylemiyor. Biz İYİ Parti’ye bir şeyler atfediyoruz. Ama parti yönetimi toplantısının ardından parti sözcüsünün yaptığı açıklamalarda da çok net bir duruş görmüyoruz. İYİ Parti zamanı böyle ölgün bir şekilde geçirmek istiyor. Belki onun için 26 Ağustos târihini verdiler. Hani “Şimdi sesimiz çıkmıyor, ama o târihten îtibâren aktif bir şekilde siyâsete dâhil olacağız” diyerek bir şeyler yapacaklarını göstermek için verilmiş bir târih olabilir. Ama bu arada geçen sürede de bir şey olmadı.

Kemal Can: Müstakil olmayan siyâsette çok başarılı olmamışken, müstakil siyâsette ne kadar bir başarı elde edilebileceği meçhul. Çünkü müstakil siyâset, şimdiye kadar yapmadıklarının tam tersine, oldukça net, kendi iddiaları, kendi önerileri, kendi tercihleriyle ortada olmayı gerektirir. Son beş senedir Meral Akşener’in Altılı Masa’dan kalkmak, adaylığını açıklamak, başbakan olacağını iddia etmek gibi kendi kişisel pozisyonuyla ilgili hamleler dışında, siyâsetin bütününe ilişkin oyun kurucu hangi hamlesini hatırlıyorsun? Meselâ son beş yılda, “Akşener şunu yaptı ve şöyle bir süreç başladı” diyebileceğimiz ne var?

Ayrıca, bir de performans açısından bakalım: Kılıçdaroğlu 14 yılda 12 kez yenilmiş; çünkü her girilen seçimde birinci parti çıkmıyorsan ve AKP’yi yenemiyorsan yenilmiş sayılıyorsan, bu hesâba göre 5 yılda da Meral Akşener 5 kere yenilmiş. İki cumhurbaşkanlığı seçimi, iki milletvekili seçimi, bir de yerel seçim. İYİ Parti bunlarda, hem kendi beklentisinin hem seçmeninin beklentisinin hem genel kamuoyunun beklentisinin altında kalmış. Dolayısıyla bunların hepsinin arkasını, sadece bir müstakil siyâset ya da muhâlefet ittifâkının içerisinde sorunlu ve sıkıntılı bir pozisyonda kalma veya oyuna getirilip masada kumpasa düşmeyle açıklamakla müstakil siyâset kurulamaz. Müstakil siyâseti kurabilmek için buradaki temel siyâsî problemi görmek lâzım. Gayet muğlak bir merkez sağ iddiası ortaya atılıp, bununla ilgili hiçbir karşılık, hiçbir politika üretmeden yürüyüp, muhâlefet ittifâkının içerisinde olmanın güvencesiyle devam eden ve onların programına eklemlenen, oradaki belirleyiciliğe enerjisini harcayan bir politik performans, bence bundan sonra zorlanacaktır. 

İktidar cephesinden, özellikle de Bahçeli ve MHP çevresinden bu tür sıkıştırmalar daha fazla gelecek. Çünkü görünen o ki İYİ Parti bu merkez sağ iddiasının arkasını yeterince dolduramadığı için, biraz kaçınılmaz olarak, milliyetçi omurgalı bir kitle partisi olarak kalmaya büzüşecek. Dolayısıyla hiç istemediği bir milliyetçilik yarışına girmeye kalktığında da, çok sert bir rakibi var ve bu tür içeriye dönük hamlelerle, İYİ Parti’yi zor seçenekler karşısında bırakabilir.

Ruşen Çakır: Seçim sonrasında yaşanan büyük hüsrânın ardından, İYİ Parti içerisindeki birtakım kişiler, daha merkez iddiası taşıyan, gözleri merkezde olan kişiler, CHP’ye baktılar. Çünkü İYİ Parti’de bir merkez olma iddiasının olmadığı görüldü; zâten kongrede de büyük ölçüde bu çıktı. Ama CHP, seçim yenilgisinin ardından bir türlü kendini toparlayamadığı için, bir câzibe merkezi olmaktan çıktı. Bahçeli’nin yaptığı çağrının bir başkasını, adını koymadan, seçimden sonra kendini toparlayabilseydi CHP yapabilirdi; İYİ Parti seçmeninin ve kadrolarının bir kısmı için câzibe merkezi olabilirdi — en azından büyük parti, ana muhâlefet partisi. Çünkü İYİ Parti’yi nasıl bir gelecek beklediği çok belirsiz. Oysa CHP 100 yıllık bir parti. Ama geçen gün Göksel Göksu’nun söylediği gibi, CHP’de bir maskeli balo var. Yani A kişisi B kişisine yakın diye biliyorsun; ama öteki taraftan, C kişisini de uzaktan izlediği için açıkça tavrını hiç belli etmeyen birçok insan var ve bu insanların büyük bir kısmı da üst düzey yönetici — delegeler ise ayrı bir kalem. 

Bir de, özellikle kazanması garanti gibi olan belediyelerde, belediye başkanlıkları ve belediye meclisi üyelikleri için, buralara niyetli olan insanların kazanan tarafta olması lâzım, öyle değil mi? Çünkü partiyi kimin yöneteceğini parti yönetimi belirliyor, ön seçim yapılmıyor. Ama şimdi kimin kazanacağı da belli değil. Onun için biraz garip bir durum var. Hem bir şekilde kendilerini bir şekilde göstermek istiyorlar; ama bir taraftan da yanlış ata oynama endîşesi de var. Aslında tam kendi kendini felç etmiş bir yapı görüyoruz. 

Benim bildiğim, Ekrem İmamoğlu hafta başında Büyükşehir Belediye Başkan adaylığını açıklayacak. Anladığım kadarıyla Kılıçdaroğlu da buna çok fazla îtiraz etmeyecek. Ama biliyoruz ki Ekrem İmamoğlu, Kılıçdaroğlu liderliğindeki bir CHP ile seçime girilirse kazanma ihtimâlinin çok düşük olduğunu, hattâ olmadığını düşünüyor. Dolayısıyla adaylığını açıklayıp, aynı zamanda CHP hakkında da bir şeyler söyleyeceğine benziyor. Diğer taraftan, İmamoğlu ile birlikte hareket ettiği söylenen Özgür Özel’in, bir “Tutum Belgesi” üzerinde çalıştığı ve onu da hafta başında açıklayacağı söyleniyor. Yani önümüzdeki hafta kartlar biraz daha açık oynanacak gibi. 

Ama şu hâliyle bakıldığı zaman, herkes birbirini kolluyor gibi garip bir durum var ve zaman geçiyor. Eğer CHP bir şeyler yapmış olsaydı, kendini toparlayıp yeni yoluna kimlerle gideceğini netleştirmiş olsaydı, bana göre İYİ Parti de, muhâlefette olan diğer partiler de, hattâ bir ölçüde Yeşil Sol Parti de ona göre birtakım pozisyonlar alabilirdi. Ama şu hâliyle bakıldığı zaman, CHP’nin savrukluğu, dağılmış hâli, tüm muhâlefeti iyice dağınık kılıyor. Bunun haftaya da düzeleceğini sanmıyorum, ama en azından birtakım kartlar daha açık oynanmaya başlanacak diye düşünüyorum.

Kemal Can: Evet, senin söylediğin gibi şimdi zaman kaybediliyor; çünkü seçimden sonra sâdece CHP seçmeni değil, bütün muhâlefet seçmeni için yaşanan: ciddî travmatik moral bozukluğu, çöküntü, dağınıklık, umutsuzluk, kötümserlik ve aslında bir şey olacağına ilişkin inancın kaybedilmesi… Bütün bunlar, hızlı davranılarak toparlanması gereken, ister değişimle ister önemli siyâset parametrelerini tartışmaya açarak yeniden ayağa kalkılarak, şimdiye kadar yapılan hatâlar ya da pozisyon sorunlarını masaya yatırarak, en azından tartışmasını bir motivasyona çevirebilirdi. Ama senin de söylediğin gibi, muhâlefet ve CHP, problemi çözmek için tekrar kullandığı bir sürece girdi. Muhalefetin problemi kendi içindeki sinerjiyi ortak bir motivasyona çevirip, bunu da herkes için güven verici, önce kendi tarafında, sonra da ona bakan herkese, genel seçmene, genel kamuoyuna bunu bir güven, bir özgüven meselesine çevirebilmesiydi. Bunu yapamadı. Bunu yapamamasının nedeni, problemleri büyük ölçüde elitler arası bir denge oyunu içerisinde yürütmeye çalışması, iktidârın kapattığı siyâset alanını kendi içinde yine kapalı olarak sürdürmesiydi.

Şimdi, çok ciddî bir travmanın sonrasında, değişim iddialarını tam da yine aynı problemi kullanarak bu problemin yarattığı sorunu çözmeye çalışıyor: Yine elitler arasında, yine kapalı toplantılarda, yine dengeler gözetilerek bir şey yürütülmeye çalışılıyor. Dolayısıyla bu sonucu yaratan problemin kendisi bu yöntem olduğu için, bu siyâset yapma biçimi olduğu için, bu siyâset yapma biçimiyle problemi çözmek ve yeni bir sonuç üretmek mümkün değil. 

Bu zaman kaybı meselesinde de şöyle bir şey var. Aslında birileri, tam da zâten bu zaman kaybedilsin istiyor. Zamânı yayarak, “Bir bakalım, aramızda bir konuşalım. Yeniden bir konuşalım, halka da bir soralım, herkese soralım. Biz ne demeliyiz?” temrinleriyle süreci uzatmak, riski azaltmak için istedikleri bir durum. Aslında kimsenin acelesi yok. Acelesi olan, bu süreçten rahatsız olan ve önemli ölçüde yenilgi hissiyle morali bozulmuş seçmen. Bir an önce tekrar inanabileceği bir şeyin oluşmasını ya da oluşabileceği bir sürecin başlamasını istiyor. Ama onun dışında, burada sahne alan bütün aktörler, kendileri için riski en aza indirerek, süreci mümkün olduğunca yavaşlatmaya çalışıyorlar. Belirleyici aktörler açısından kimsenin acelesi yok yani. 

Biz “Zaman kaybedildi” diyoruz; ama hatırlarsan bu seçim öncesinde de, neredeyse birkaç sene, biz sürekli muhâlefetin bir sürü açıdan zaman kaybettiğini, bu aday meselesinin çok önce açıklanması ve tartışılması gerektiğini, bunu geç açıklayarak bir zaman kazanılmadığını, son düzlükte, seçime kısa bir süre kala, kendi programını insanlara “Bahar gelecek” filan diye anlatmanın yetersiz olabileceğini defalarca tartışmıştık. Bir sürü şey ağırdan alınmıştı. 

Ruşen Çakır: Biz o dönemde bunları konuştuğumuzda, “Muhâlefete muhâlefet ediyorsunuz” diye bize fırça atanlar, sonrasında, hepsi olmasa bile önemli bir kısmı, “Bizi kandırdınız, ‘Kılıçdaroğlu kazanıyor’ dediniz, ama işte gördünüz sonucu” demeye başladılar. Orada kaybedilen zamânın ve enerjinin hakîkaten haddi hesâbı yoktu. 

Ama bir taraftan da, “Muhâlefete muhâlefet etmeyin” lâfının yarattığı çok ciddî bir mahalle baskısı vardı. Çok acayip bir şeydi, o dönemi hatırlıyorum: Altılı Masa toplanıyor, toplanıyor, toplanıyor, bir şeyler söylüyor. O yazılı açıklamaları hatırlıyorsun değil mi? Biz oralardan bir şeyler çıkartmaya uğraşıyorduk. Böyle acayip günler geçti. Neyse. Sonuç olarak ne diyorsun Kemal Bey? CHP düzelir mi?

Kemal Can: Demin söyledim işte. Acelesi olan da, değiştirmek isteyen de, düzeltmek isteyen de birileri yok. Herkes kendisi için en az riskli pozisyonu sağlayıp yoluna devam etmek istiyor. Böyle olduğu sürece de hayat zor; İYİ Parti için de zor, CHP için de zor. 

Ruşen Çakır: Bir karikatür vardı aklıma hep o geliyor: Fidel’e ya da Ernesto’ya başörtülü annesi, “Onlara bir şey olmaz, olan sana oluyor” diyordu. Sonuçta, birileri birtakım belediyeleri alacak, birtakım belediyeleri de kaybedecek tabiî. Herhalde o kaybetmeyi de artık “satın almış” durumdalar. Ama o küçük iktidarlarıyla, son dönemin meşhur lâfı olan “konfor alanları” içerisinde devam edecekler. Şunu da çok net görüyorum: Kendisini muhâlefette hisseden insanların yerel seçimlere yönelik bir motivasyonu yok. Bu ciddî bir durum. 

Biliyorsun yurtdışına göçen, oraya yerleşen insanlarla ilgili bir yazı dizisi hazırlıyorum. Altmışa yakın insanla konuştum. Bunların büyük bir kısmı kendisini iktidâra karşı hissediyor ve gitme nedenleri de büyük ölçüde iktidârın yarattığı atmosfer. Meselâ Dubai’de âilece yaşayan birisi, “İkametimizi taşıyıp yerel seçimde oy kullanmayı düşünüyorduk, ama şimdi hiç böyle bir düşüncemiz kalmadı” diye anlattı. Yerel seçimde oy kullanmak, yerel seçimi meral etmek… Partiyi yönetenler bu meseleyi merak etmedikçe, aşağıdaki insanların, seçmenlerin merak etmelerini nasıl sağlayabileceksin? Burada bir motivasyonu nasıl sağlayacaksın? Neyse, muhâlefete muhâlefet etmeyi bırakalım ve burada noktayı koyalım. İzleyicilerimize de teşekkür edelim. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.

Kemal Can: İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.