Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Müge İplikçi yazdı: Selman Abi’yi nasıl bilirdik?

Cenazede sorulan bu sorunun cevabı aklımızı günlerce oyalayacak cinsten değildi. Yüzeysel olarak baktığımızda cevap basitti: Gürül gürüldü Selman Abi. 

Aslında…

Biz onu yüksek tonlu kahkahaları ile tanısak da derinlerde gezinen vurgun yemiş haliyle de bilirdik. Yüksek perdeden bir kahkaha ve sonra derin sular. Buna karşın böylesi bir çelişkiye çok da takılmazdık. Hayatlarımızın bir bölümünde “Selman Abi hangisi acaba” diye sormuş olsak da devamı gelmemiştir. Belki de biz büyüyorduk. Büyümek ise es geçmekti. O ise ağaçtan üç nar düşmüş, biri dinleyenlerin başına bölümünde masaldan (ve masadan) çekip giden bir anlatıcı olmaya devam ediyordu. “Elma o elma” diye düzeltecek olanlardan çekiniyordu besbelli. “Hayat bir masaldan ibaret değildir Selman” diyenlerden de. 

Gerçekten Selman Abi’yi nasıl bilirdik? Saatine bakıp duran imamın yüzüne eğilerek söyledik: İyi biriydi. Sonra kendi içimize bakarak tekrarladık: “İyiliğin hiçbir işe yaramadığı bu dünyada iyi kalmayı seçmiş biri.”

İyi biri ha! Ölümünden kısa bir süre önce Selman Abi bu çıkarsamamızı umursamadan gazetesini okumaya ve spor programlarını izlemeye devam edecekti. Alzheimer denen hastalığın başında olduğundan, dünyanın “Alis Kötülükler Diyarında” diye bir kabusun içerisinde olduğunu biliyordu. Trump’tan ve hâlâ dünyada gezinen sefil hayaletinden bıkmıştı. Türkiye’deki biricik partisinin umudu ise Alis’in tavşanı gibiydi. “Aman ya, ne yaparlarsa yapsınlar” dedi Selman Abi. “Bıktım artık…” Kimsenin kimseyi kurtaracağı yoktu. 

Dikkâtini verdiği yer bambaşkaydı. Bundan bir yıl kadar önce bahçelerine kendi elleriyle diktiği nar ağacındaki nar, kendi renginin ahengi üzerinde, kıpır kıpır bir uyanışla, ona dili döndüğünce pek kimsenin bilmediği ilk adıyla seslenmişti. Buna dayanamazdı işte. Sadece “Yusuf”u duyduğu için değil, dünyada gezinen ona ait olduğu belli olan tüm gürültülü cümlelerine karşın, kalbinin “beni duy” diyenler için çarpması yüzünden. Yanında büyüdüğü teyzesinden öğrendiği gibi mi? Belki.

Selman Abi o nar ağacının altında durmuş ağacın en tepesindeki nara böyle bir özet geçmişle bakarken duymuştu Yusuf’u. Annesi Nare’nin hemen doğumdan sonra kendisine verdiği isimdi bu. Ve gencecik Nare Ana, Yusuf dokuz yaşına gelmeden kanlı yatacığında hayatını kaybetmişti… Yusuf adı biraz da o kanlı yatağa karışandı. Nare’ye, anne kokusuna, annesinin bedenindeki kurşunlara, teyzesinin “gittin Narem seni kurtaramadık!” diye feveran edişine. İnsan hem annesini hem de babasını aynı zamanda nasıl kaybederdi?

Kaybederdi.

Selman Abi’yi nasıl bilirdik? Biraz hayalperest… Karıncayı bile incitmeyecek biri. İnsan bir hastalığa yakışır mı? Alzheimer’a bile yakışmıştı o.

Ancak olacak iş değildi! Gazetede okumuştu…Güya bulunduğu sahil beldesiyle aynı meridyende yaşayan bir başka Yusuf’un hikayesiydi bu. O hikayedeki Yusuf’un başı dertteydi.  Yusuf’un babası annesini deliler gibi dövüyordu. Annenin incecik bedeni morluklar ve kırmızılarla doluydu. Daha da beteri vardı; ekvatoru dik olarak kesen ve dünyayı böyle bir tutkuyla çevreleyen meridyenlerden birisi, kendisininkine benzer bir geçmişi de dikey olarak kesiyordu. Babasını öldürmeye niyetliydi Yusuf. 

Bunu hiçbirimize anlatamayacağını bildiğinden midir nedir evin mutfağında domates salçaları ile uğraşan karısına yangına tutulmuş gibi seslendi Selman Abi: “Zümrüt çabuk bir tabure getir bana!”

Zümrüt Abla tabureyi getirdi. Ancak Selman Abi nara ulaşmayı beceremedi. “Zümrüt mutfaktaki masayı getirelim, tabureyi onun üzerine koyalım” dediğinde, Zümrüt Abla Selman Abi’nin yaşlılığı ve hastalığını hiç çaktırmayan suratına baktı. Elli yıllık kocasının hiçbir sözünü dinlemeyeceğinden emin, “Tamam Selman, tamam” dedi. İç çekti: “Öyle yapalım peki.”

Birlikte eski masayı çıkardılar dışarıya, bahçeye. Sonra da üzerine tabureyi koydular. Selman Abi, yalın kılıç, “Şu narı oradan kurtarmamız lazım” diye tuhaf bir açıklamada bulunurken taburenin üzerine çıkmıştı bile. 

Heyecanlı eliyle, tedirgin nara uzandı. Onu ve Yusuf’un hayatını dikine kesen meridyen, narın da tam ortasından geçiyordu. Selman Abi, nara dokundu, meridyene. Nesilden nesile geçmiş olana. Nara yetişti. Dikey olana. Lakin narı tam koparacakken… Tabure sallandı. Masa titredi. Netameli iş… Son bir gayretle narı bulunduğu daldan çekip alıverdi. O sırada bacakları havada süzülmeye başlamıştı. Zümrüt Abla’ya fon olan yazlık evlerini gördü. Evin zeytin ağaçlarına bakan sıcaklığına gülümsedi. Bu sabah okuduğu gazetenin öğlen güneşinde buruşmaya başlayan haline bakakaldı.  

Selman Abi elinde bir narla yerkabuğunun üzerine, beyaz kanatlarıyla konduğunda, yüzünde mutlu bir gülümseme vardı. Hem masadan hem de masaldan sonsuzluğa doğru gidecek olmanın huzuruydu bu.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.