Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Tarık Çelenk yazdı: Tanrı’nın adaleti ve Kraliçe’nin cenazesi

Yakın bir mütedeyyin aile dostumuz hanımefendi, eşime Kraliçe Elizabeth’in ölümü üzerine; şahsına ne kadar sömürge kanı bulaştığını, Kraliçe ve benzerlerinin pratikte vampirden farksız olduğunu kasteden bir mesaj atmış.

Son iki yıldır kızım ve ailesi vesilesiyle sıkça Londra’ya gidip gelmekteyim. Rüveyda da sağ olsun özel ilgisinin de etkisiyle son üç seyahatimizde bizleri İskoçya, Kuzey Galler, Oxford, Cambridge ve yakın sayılabilecek tarihi kasabaları gezdirdi. Ben de Londra içinde Westminster, Tudors Sarayı, kitapevlerini (Waterstone’lar ve Foyles gibi) gezip bazı entelektüel etkinliklere de katılmaya çalıştım.

Torunlar bölgeye yakın “Müslüman ayrıcalık” koşuluyla nitelikli bir Katolik okuluna gitmekteler. “Mukayeseli din bilgisi” veya “Tanrı niçin kötülüğü yarattı” derslerden bazıları. Ufaklık bana sıkça şunu sorar: “Dede bunların dininde hep ödül var bizde ise hep ceza ve kural var neden bu?” Ben de Giordano Bruno ve İbni Rüşt sentezi ile cevaplamaya çalışıyordum.

Önceki yazılarımda belirttiğim gibi burada görünmeyen bir devleti, ancak görünen işleyen çok güçlü bir düzeni hissedebiliyorsunuz. Hatta diyebilirim ki trafik dahil bizdeki gibi kameraları bile ulu orta görememektesiniz. Ancak herkeste adaletin eşit işlemeye çalıştığı ve birey olarak tüm vatandaşların değerli oldukları duygusu da hâkim gözükmekte.

Marketlerde emperyal bir mirası hatırlatırcasına dört mevsim meyvelerini, tazeliği ve kalitesinde bulabiliyorsunuz. Nedendir bilinmez bizde marketlerde limonundan portakalına kadar birinci sınıf ürünler ihracata gider, kalanlar ise halkımıza takdim edilir. Halkımız da bunu anlayışla karşılar. Marketlerde meyve, sebze ve yiyeceklerin porsiyonları bize göre küçük. Sanırım bu durum çoğumuzun zannettiği hayat pahalılığından değil, şişman Britanyalı göremediğiniz ve devamlı yürüyüş yapan toplumun fitliğine katkı sağlamak amacını da taşımakta.

Birleşik Krallık şehirleri, özellikle Londra, sanırım yeşil alanını oranının dünyaca en yüksek olduğu bölgelerin başını çekmekte. Uçsuz bucaksız parklar göz ufkundan baktığınızda da bazen sizde şehir nerede sorusunu sordurmakta. Bu parklarda temizliğin ötesinde hayvan ve doğa hakları önem kazanmakta. Kesilen ağaçların parçaları dahil saklanıp doğaya kazandırılmakta. Muhtemel bu nedenle, insanlar bizdeki gecekondu sıkışmışlığını yaşamamaktalar. Çok sakin ve nazikler. Arada sıkça bu parklarda sincap sürüleri etrafınızda dolanıp sizden fıstık da talep etmekteler. Geyik sürülerinin ise arabalarınıza nazaran geçiş üstünlükleri gözükmekte. Bu arada bir Türk olarak da Allah’tan bir nimet olarak ironik biçimde yerli ve milli avcılarımızın buralarda olmamasına da İngilizler adına şükredebilmektesiniz.

Britanya gerçekten muhafazakâr bir ülke. Muhafazakâr düşünce teorisyeni Edmund Burke’un bu topraklardan çıktığına şaşmamalı. Bu parklar ve sokaklarda gezdiğinizde sıkça 400-500 yıl öncesi tarihin estetiğini ve mimarisini yaşamaktasınız. Restorasyon izinleri ise sadece görseli bozmadan içte yapılabilecek değişiklikleri kapsamakta. Hem aileler hem tarih ve hem de kimlik bir bütünlük içinde süreklilik arz etmekte. Bu durum, insanda sıkça ben idrakini, ülke aidiyetini ve temel güven duygusunu da güçlendirmekte. Tabi kendi çocukluğunuzu hayal ettiğinizde, yıllar sonra bile eski yaşadığınız semtleri gördüğünüzde, size ait anı niteliğinde hiçbir şeyin kalmadığını, yıkıldığını yerine ucubelerin dikildiğini görmek de biz Türkler olarak da ayrı bir elemin konusu.

Adada her bölge, yaşamakta olan bir tarih müzesi adeta. Farkına varabiliyorsunuz ki otonom prenslikler ve ayrı kültürler hep bir arada savaşarak, barışarak ve uzlaşarak kendilerini muhafaza edebilmişler. Muhtemelen bu farklılık ve uzlaşma 1200’lerin Magna Carta’sından bu yana İngiliz demokrasisinin temelini teşkil etmekte. Britanya bireyselleşmesi ve refahında köylülüğün erken dönüşümü ve bir köylü aristokrasisinin doğuşu önemli. Bunda mülkiyet hukukunun temel oluşturmasının rolü büyük. Yıllar öncesinde Hernando De Soto’nun “Sermaye’nin Sırrı” kitabını okumuştum. Bu kitapta Latin’lerin sömürgesi Güney Amerika ve İngiliz kolonisi Kuzey Amerika arasındaki bugünkü gelişmişlik farkı sorgulanıyordu. Bu farkın ana nedeninin mülkiyet hukuku ve yaklaşımında olduğu belirtiliyordu. Bu kitap şimdi Britanya gözlemlerimden sonra daha rahat zihnime oturmuş durumda.

Cuma namazı için aradığım mescid çok uzakta değil, 5 dakikalık yürüyüşle dans okulunda bulabildim. Dans okulu cuma saatleri hayır (charity) diye o saatleri Müslümanlara mescit olarak ayırmış. Cuma hutbesini okuyan arkadaşın hiç Filistin trajedisine dikkat çekmeyip sadece dinler arası toleranstan bahsetmesi de dikkat çekiciydi.

Gördüğüm kadarıyla buraya Türkiye’den gelenler üç grup. İlk grup devletimizin ötekileri, diğer grup ülkenin Orta Asyalılaşma sürecine tepki gösteren eğitimli seküler genç kuşak, üçüncü grup ise mahalleli mütedeyyinler. Ne yazık ki ilk iki grup çok kolayca asimile olma potansiyeli taşımakta. Üçüncü grup mahalleli ise sıkça İngiliz emperyalizmi eleştiren, Türkiye’deki siyasi tercihinden taviz vermeyen ancak İngiliz vatandaşlığını elde etme konusunda yüksek performans gösterip çocuklarını burada okutmaya çalışan dostlardan oluşmakta. Tabi bir de Türkiye’de vergi ödemeyip buralara kayıt dışı sermaye transferi yapan ciddi bir mahalleli zengin var ki onlar da bu yazının konusu değil.

Yazının başındaki gibi Britanya İmparatorluğu’nun geçmişinin günahlarını inkâr etme durumu mümkün olamaz. Ancak bugün Londra’da karşılaştığınız onlarca ırkın atalarının ödediği kanlı bedel, şimdi ortak bir aidiyetin verdiği güven ve refaha dönüşmüş durumda. Sanırım buna Anglo-Sakson aklı denmekte. Ne yazık ki bizim bin yıla yakın emperyal geçmişimizin bazen rızaya da dayalı farklılıkların birlikteliği şimdi ortak bir güven aidiyetini değil bol miktarda ötekilerini ve düşmanlarını yaratmış durumda. Osmanlının aklı kasaba taşralılığının hapishanesine mahkûm vaziyette. Tıpkı Orta Çağ Avrupası’nın saraylarındaki temizlik kültürünün şimdi nasıl tekâmül ettiği, bizim ise orta çağda ne kadar temiz, şimdi ise cami tuvaletlerinin yansıttığı gerçeğin örneği gibi.

İnsanlık tarihi lineer yükselen bir eğri değil. Tam tersine bir çember gibi. Doğu ve Batı uygarlığı üstünlük tartışmalarına bu çemberin döngüselinde bakmak gerekmekte. Bırakalım dünyadaki İngiliz aklının belirleyiciliğinin arka planının anlaşılması için komplo kolaylıklarını. Buna bağlı Siyonist veya Reptilyan zekâyı.

Bir Müslüman olarak burada Tanrı’nın adaletinin ne kadar anlamlı tecelli ettiğini görelim. İslam peygamberinin (a.s) Yahudi cenazesine insan olarak gösterdiği saygıyı Kraliçe’nin cenazesine gösterelim.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.