Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Tarık Çelenk yazdı: Geçmişinden ders alamayan toplum için üçüncü yol arayışı

Geçenlerde popüler bir YouTube kanalında, Atatürk rozeti krizine ilişkin teğmenlerin ihracında rozet takma kararlılığını gösteren, bu konuda karşı taraf ile sürtüşme yaşayan, ancak tard edilen teğmenlerin, sanırım subay kökenli bir avukatlarının, konuya ilişkin konuşmasını dinlemekteydim. Avukat, rozet takmayan ve ihraç edilen Teğmen A. A’nın “1923’e kadar olan Atatürk’e saygı duyabilirim, ancak 1923 sonrası Atatürk’e saygı duymuyorum, bir kısım yaptıklarını kabul etmiyorum” derken neyi kabul etmediği sorulduğunda, “Kurtuluş Savaşı’nı çok güzel yaptı, ama 1923 sonrasında dini yozlaştırdı ve Arapça olan dinin dilini Türkçe olarak değiştirdi. Kur’an’ın Türkçe olarak mealinin yazılması yanlıştı” dediğini hatırlattı. Ve ardından bu subayların tarikat yapılanmaları içinde olduklarını, muhtemel delil olarak da özel kitaplıklarında yasak olması gereken Said-i Nursi (ismini dahi telaffuz edemedi) ve Kadri Mısırlıoğlu’nun kitaplarının tespit edildiğini hatırlattı. Sonradan da bu teğmenlerin, birliğin camisinde aralarından bir imam seçerek toplu namaz kılma eylemi yaptıklarını belirtti. Gerek avukat, gerekse de emekli üst düzey değerli asker kökenli yorumcular ordumuzda ve hatta ülkemizde Atatürkçülük ideolojisine uymanın ve Atatürk’ü sevmenin gerekli şart olduğunu herkese tekrarlarca hatırlattılar.

Bu sıralarda da eski Refah Partisi mebusu Şevki Yılmaz’ın Osmanlı hanedan sülalesinin sürgün kararnamesini hazırlayan Atatürk dahil o dönemki Cumhuriyet yönetimi hakkındaki yakışıksız sözleri de gündeme bomba gibi düşmüştü. İmparatorlukların tasfiyeleri esnasında Romanoflar hanedanının yaşadığı trajedinin yanında Osmanoğullarına yapılanlar, bazı ihmalleri bulundurmakla birlikte insani kalmaktaydı. Tabii ki Yılmaz ve ideal arkadaşlarının bu hoşgörüyü göstermesini beklemek pek mümkün gözükmemekte. Osmanoğlu ailesinin bir bölümü de zaten bu yakışıksız ifadeleri içten telin etmiş durumda.

Teğmen krizine baktığımızda TSK İç Hizmet Yönetmeliği’ne göre, kimden gelirse gelsin disiplini bozucu eylemlerde doğal olarak tolerans beklenemezdi. Belki konu sadece disiplin cezası ile de geçiştirilebilirdi. Ancak bir subayın görevini aksatmayacak şekilde dini vecibelerini gerçekleştirmesi ile bir tarikat kanadının gölgesi altında örgütlenmesi arasındaki farkı hangi kriterlerin belirleyecek olması da burada bir sorun olarak gözükmekte. Konuya ilişkin devletin istihbarat desteği de burada biraz daha elzem durmakta.

Said-i Nursi bilindiği gibi II. Abdülhamit’e de karşı bir Meşrutiyet aydınıdır. Kitapları ise Batı pozitivist aydınlanmasına karşı apolojetik bir İslami anti-tez felsefi içeriktedir. Siyasi veya örgütsel niteliği yoktur. Mısırlıoğlu’nun kitapları ise yer sergileri ve sahaflar dahil her yerde satılmakta. Camilerde ise insanların iki kişi veya fazla olunca aralarından birini imam seçip farz namazını kılma hakkı da bulunmakta. Avukat beyefendi arzu ederse merhum Atatürk’ün kütüphanesinde altını çizdiği ilmihal kitaplarından da bunları okuyabilir.

Harp okullarında hiyerarşi, disiplin, Atatürk ve arkadaşlarının kurucu değerlerine saygı tartışılmaz esastır. Ancak toplumsal konsensüsü sağlanamamış ideolojik dayatmalar ise tartışmalıdır. Hele söz konusu ideolojilerin tüm toplum için farz görülüp dayatılması ise 20 yılı aşkın yaşanan gerçekliğin bu mahallelere pek uğramadığının işaretidir. Sosyal bilimci Mannheim’e göre ideoloji toplumu anlamaya yönelik tüm kavramları yanlılaştırmakta. Bu katı ideolojik bakış açısı bilindiği gibi Şevki Yılmaz’ın temsil ettiği Milli Görüş hareketine “Atatürk de aslında bugün yaşasaydı Milli Görüşçü olurdu”dan öte bir şey söyletememiş durumda. Malum bugün tard edilen teğmenin 1923 sonrası Atatürk görüşü, hoşa gitmese de ülkede artık merkeze oturan sağ politik iktidarın ve tabanının görüşüdür.

İdeolojilerin değişmezliği ve gelişmezliği bağlamında ısrar edildiğinde yaşadığımız siyasal sonuçlar üzerinden bazı derslerin çıkartılması gerekiyor. Bu iki tartışmayı da 1909 avcı taburları isyanı ve 1912 Balkan Harbi çekişmeleri gibi, ülke siyasetinin hâlâ cami-kışla gerilimini atlatamadığının ve toplumun da bu yaşananlardan bir ders çıkartamadığının delilleri olarak kabul etmek gerekir.

Siyasette belirleyici zihniyet bu iki temel gerilimin güvenlik politikalarının uygulanmasını kolaylaştıracağı inancında. Muhalif medyanın seçim ve altılı masa deneyimi sonrası kutuplaştırıcı boyutta durması bunun bir göstergesi. Kutuplaşma karşıtı söylem siyaset ve toplumda karşılığını bulamadı. Üçüncü yol arayışları şimdilik başarısızlığa uğradı.

Bu üçüncü yol söyleminin merkez üssü Kılıçdaroğlu CHP’si idi. Model altılı masa, teori ise Davutoğlu’nun düşünsel üretimiydi. Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” siyaseti eylemleri ile bir tutarlılık arz etti. Ancak kuramsal ve belki de konuya inançtan da mahrumdu. CHP tabanı söyleme ve tarza saygı duydu, gerçek olduğunu umdu. Ama partinin çalışma arkadaşları bu konsepti hiçbir zaman anlayamadılar veya anlamak istemediler. Sağ mahalle ise CHP markası altında helalleşmeye hiçbir zaman güven duymadı. Burada mahalle muhtemelen içgüdüsel olarak Kılıçdaroğlu’ndan değil, onun yanında bulunan ve onun çabalarını idrak edememiş ekibin yarına ait tasarımlarına ilişkin potansiyel psikolojilerinden ürkmüştü. Kılıçdaroğlu sonrası CHP, Kadri Gürsel’in yazısındaki gibi sadece kadro değiştirdi. Değişmek sıkça telaffuz edilmekle birlikte neye ve nasıl değişmek sorularının boşluğu yönetim kadrolarının zihin karmaşasında açık olarak fark edildi. Bu konuda CHP’nin zihinsel boşluğunu, nitelikli toplumu iyi tanıyan aydınlarla doldurup netleştirmesi elzem gözükmekte. Bu zihinsel boşluk durumunun sürmesi toplum nezdinde muhalefeti anlamsızlaştırmakta.

Üçüncü bir yola alan açmak için siyasi aktörlerin toplumda güvenilirlik kazanmaları ve iletişim kanallarını açmaları bir zorunluluk. Bir de CHP örneğindeki gibi sadece söylemde kalmamak da gerekiyor. Üçüncü yolun sadece bir politik metot değil, ideolojilerden bağımsız bir yol olarak, gerçeğin kendisine kaçınılmaz bir yolculuk olduğunun idrakine hepimizin ihtiyacı var.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.