Real Madrid’in yıldızı Federico Valverde, The Players’ Tribune’e yazdı: Mucize | “Yurtdışına taşınmayı başaran her bir çocuk için, bunu başaramayan yüzlerce çocuğu görmezden gelirsiniz.”

Real Madrid’in Uruguaylı yıldız futbolcusu hayatını değiştiren mucizeleri The Players’ Tribune için yazdı. 25 yaşındaki orta sahanın ilgi çekici hikayesini Medyascope Spor’dan Uğurcan Kanca yazdı.

Federico Valverde’nin Mucizesi

Hayatıma dönüp baktığımda üç adet mükemmel gün geçirdiğimi görüyorum.

İlki Real Madrid’in beni çağırdığı gündü.

İkincisi oğlum Benicio’nun doğduğu gündü.

Üçüncüsü ise oğlum Bautista’nın doğduğu gündü.

O üçüncü mükemmel gün için, ailem cehennemi yaşamak zorunda kaldı.

Size bu hikayeyi anlatmak istiyorum. Genelde pek konuşkan biri değilimdir. Bazı şeyleri kendime saklamayı severim. Ama bunu anlatmam gerektiğini hissediyorum, çünkü bazı insanlara yardımcı olabileceğini biliyorum. Özellikle de benim gibi acılarını herkesten saklamayı tercih edenlere. Ve inanın bana, Güney Amerika’da bizden çok var.

Ancak bu hikayeyi anlatmak için en baştan başlamamız gerekiyor.

Eğer sizinle şu anda olduğum adam olarak konuşacaksam, o zaman benim eskiden olduğum çocuğu anlamanız gerekir.

Uruguay’da bazı şeyler farklıdır. Sertlik kanımızda var. Fakir olduğumuzu söylemekten hoşlanmıyorum. Annem ve babamın emekçi olduğunu söylemeyi tercih ederim.

Babam kumarhanede güvenlik görevlisi olarak çalışırdı. Annem bit pazarında el arabasıyla kıyafet ve oyuncak satardı. Kutularla dolu kocaman alışveriş arabasını sokakta iterken tekerleklerin çıkardığı ses hâlâ kulaklarımda. Sadece Hulk’un yapabileceği bir şey gibi görünüyordu ve o sadece benim zavallı küçük annemdi! Ama o bir savaşçıydı, dostum. O arabayı markete götürecekti — sıcakta, soğukta, gök gürültüsünde.

Bazen onunla birlikte giderdim ve kutuların üstüne oturup onun yaptığı fedakârlığın farkına varmadan arabaların geçişini izlerdim. En kötüsü de uzun bir günün sonunda tüm giysileri katlamak, her şeyi yeniden toplamak arabasını eve geri itmek zorunda kalmamızdı! Sonra akşam yemeği pişirmek! Ve kirli çoraplarımı yıkamak! Hayal edebiliyor musunuz? Size söylüyorum — annem, o benim kahramanım.

Annem sabah 8’den akşam 7’ye kadar, babam da akşam 8’den sabah 6’ya kadar çalışıyordu. Birlikte oturup üçümüz için küçük et parçamızı yiyebileceğimiz altın bir saatimiz vardı. Ve şimdi her şeyi düşündüğümde bana inanılmaz gelen şey, annemin her zaman kolamı içtiğimden emin olmasıydı. Dostum, kola konusunda biraz şımarıktım. İspanya’da ya da Amerika’da çoğu insan için bu durum normal bir şey gibi görünebilir. “Sadece bir kola. Neredeyse bedava.” Ama benim için daha çok şampanya gibiydi.

Ben bir kutu kola içebileyim diye bazen neleri feda ediyordu, bilmiyorum bile. Bilmek istediğimden de emin değilim. Çocukken çok saf oluyorsunuz. Annenizi yemek yemezken görürsünüz ve şöyle düşünürsünüz: “Aç değil mi? Bu çok garip. Ben açlıktan ölüyorum.”

Geriye dönüp baktığınızda ne yaptığını anlıyorsunuz.

Günün sonunda yemek masasında birlikte olduğumuz sürece, bu onun mutluluğuydu.

Benim için her gece birlikte yaşadığımız bu an “la garra’dır.” (büyüleyici an). Dayanıklılığımız, ruhumuz, cesaretimiz gibi. Bir saat boyunca, küçük et parçamızla birlikte otururken, herkesten daha mutluyduk.

Belki tüm evi boyayacak kadar paramız yoktu ama odamdaki duvarlardan birini boyadık ve yeni gibi hissettik. Ya da babam dışarıdaki hortumla bana su sıkardı ve o bizim küçük yüzme havuzumuzmuş gibi davranırdık.

Bu la garra.

Yine de dürüst olmak gerekirse, içinde bulunduğumuz koşullar beni etkiledi. Futbol oynamaya başladığınızda ve arkadaşlarınızın sizden daha fazlasına sahip olduğunu gördüğünüzde bu biraz daha fazla olsa bile sizin için utanç verici olabilir. Takım arkadaşlarımın evime gelmesini istemediğimi hatırlıyorum çünkü televizyonda sadece üç kanalımız vardı — ücretsiz olanlar! Yazın geceleri yatağa girdiğinizde köşede üşüyen hamam böceklerinin sesini duyardınız. Yatağım yerdeki bir döşekten ibaretti. Yaylar o kadar kırıktı ki, ortasına yatarsanız “sandviç” olurdunuz ve yardım için bağırmak zorunda kalırdınız. Hahaha.

Şimdi bana komik geliyor. Ama o zamanlar biraz utanıyordum. Çocukların 11–12 yaşlarında ne kadar acımasız olabileceğini bilirsiniz. Nasıl yaşadığımızı görürlerse beni mahvedeceklerini düşünürdüm. Bu yüzden çok sessiz bir çocuktum, hep içime kapanıktım.

Duygularımı futbola kanalize ettim. Ve futbol sayesinde ailemin durumunu değiştirebildim. Ne yazık ki bu beni de değiştirdi. Peñarol’da 16 yaşında profesyonel olduğumda kendimi Tanrı sanıyordum. İnsanların, hiç kimse olmaktan çıkıp şehrinizde sokakta yürürken birdenbire sizinle selfie çektirmek isteyen yetişkin erkeklerle karşılaşmanın ne kadar çılgınca olduğunu anladığınızı sanmıyorum. Geçen hafta yüzünüze bile bakmayan kızlardan DM’ler alıyorsunuz. Herkes arkadaşınız olmak istiyor.

Benimki gibi harika ebeveynlere sahip olsanız bile, yoldan sapmamak mümkün değil. Sosyal medya çağında büyüyen bizler için bu etki çok güçlü.

Babamın bana şöyle dediğini hatırlıyorum: “Hey, neden artık falancayla takılmıyorsun? Neyin var senin? Sen sokakta oynarken o senin kankandı!” dediğini hatırlıyorum.

Ama birçok genç futbolcu gibi ben de eski arkadaşlarımı yenileriyle değiştirmiştim.

Çok çılgınca bir şey yapmıyordum. Ama şımarık biriydim. İmza almak için çitlerin arkasında bekleyen küçük çocukları hatırlıyorum ve “Ehhhh. Bugün çok yorgunum.”

Bütün bu çocuklar çığlık atıyordu: “Fede! Hey, Fede! Lütfen!”

Bu bana iki dakikaya mal olacaktı ve ben de arkamı döndüm.

Geriye dönüp baktığımda bu beni öldürüyor, çünkü ailem beni böyle eğitmemişti. Gerçekte, ben hiç kimseydim. Futbol oynayan, hayalleri için savaşan bir aptaldan başka bir şey değildim. Bir kola ile mutlu olan çocuğa ne oldu?

Bunu açıklayabilmemin tek yolu ani şöhretin beni kör etmiş olması.

Aynı zamanda futbolun ticari yönünü de o zaman öğrenmeye başladım.

Google’da beni aratırsanız 16 yaşındayken neredeyse Arsenal’e gideceğime dair hikâyeler görürsünüz. Bu belki yarı yarıya doğrudur. Arsenal’e karşı değildim ama İngiltere’ye gitmeyi hiç istemedim. O zamanlar futbolun iş tarafı ağır basıyordu. Bazı insanlar bana “Kim Arsenal’de oynamak istemez ki? Burada, Uruguay’da mı kalmak istiyorsun? Bu çılgınlık!” diyorlardı.

Aslında nefeslerinin altında söyledikleri şuydu: “Eğer gidersen hepimiz çok para kazanabiliriz.”

Futbolda hayatınızın size ait olmadığını fark ediyorsunuz. Özellikle genç yaşta kendinizi rehine gibi hissediyorsunuz. Aileniz bile rehin oluyor. Futbol, özellikle Güney Amerika’daki bizler için daha iyi bir hayata geçiş fırsatı ve akrabalar da bunu biliyor. Size “güzel yollarla” bir şekilde baskı yapıyorlar.

“Lanet olsun Fede, Arsenal’e gidersen güzel bir yatağın ve 30–40 dakika sıcak kalan bir duşun olacak! Böyle bir hayatı kim istemez ki?”

Beni bir haftalığına Londra’ya denemeye gönderdiler ve hiç rahat edemedim. Sadece maddi şeyleri düşünürseniz kulağa harika geliyor. Ama biz robot değiliz. Gerçek şuydu ki ailem benimle Londra’ya gelemezdi. 16 yaşında tek başıma, dil bilmeden yaşamak zorunda kalacaktım.

Yurtdışına taşınmayı başaran her bir çocuk için, bunu başaramayan yüzlerce çocuğu görmezden gelirsiniz. 

Hayır diyecek kadar ya deliydim ya da cesur. Ailemle birlikte kalabildiğim sürece bana dondurucu duşlar verin. Kafamda, tüm kariyerim boyunca Uruguay’da kalacağımı düşünüyordum.

Sonra tüm hayatımı değiştiren bir telefon aldım. Paraguay’daki Güney Amerika 17 Yaş Altı Şampiyonası’nda oynuyordum. Çok başarılıydım ve ertesi gün Arjantin ile büyük bir maç oynayacaktık. Otel odamda oturuyordum ve ailem de başka bir odada kalıyordu. Annem beni aradı ve “Hey, hemen odamıza gel. Burada seninle konuşmak isteyen bazı insanlar var.”

Sokağa çıkma yasağımız vardı ve odalarımızdan çıkmamamız gerekiyordu, ben de “Yapamam anne. Gitmem gerek.” dedim.

Telefonu kapattım.

Beni geri aradı, “Fede, hemen gel. Bu adamlar Real Madrid’den.”

Gerçekten şaka yapıyor sandım. Neler olduğunu görmek için odaya koştum ve orada daha önce hiç görmediğim iki adam vardı. Annemin gözlerinde yaşlar vardı ama o her zaman ağlar, bu yüzden hala ne düşüneceğimi bilmiyordum!

Dedi ki, “Fede. Kapa çeneni. Bu adamları dinle. Sana iyi haberleri var.”

Adamların Peñarol’dan geldiğini düşündüğümü hatırlıyorum. Bana yeni bir sözleşme vereceklerini düşünmüştüm ve 16 yaşındaki beynimin ilk düşüncesi şuydu: Kahretsin, belki Arjantin maçı için yeni ve güzel Nike kramponlar alabilirim. Belki bir PlayStation bile alabilirim.

Adamlar Güney Amerika İspanyolcası değil Kastilya İspanyolcası konuşmaya başladılar ve ben de şöyle düşündüm: Vay anasını. Buralı değiller. Bu gerçek mi?

Bana dediler ki, “Biz Real Madrid’deniz. Bizim için bir yıldız olabileceğine inanıyoruz. Senin ve ailenin Madrid’e taşınmanızı istiyoruz.”

Anneme baktım. Menajerime şöyle baktım: “Hayır. Benimle alay ediyorsunuz!”

Annem bana şöyle baktı: “Kapa çeneni, Fede. Biz seninle alay edecek değiliz.

Dünyada 500.000 oyuncu var ve Madrid benimle sözleşme imzalamak mı istiyor? Ne???

Kelimenin tam anlamıyla koşarak odadan çıktım. “Babam nerede? Babama söylemem lazım!” diye bağırıyordum.

Lobiye koştum. Babam ayakta durmuş diğer ebeveynlerden biriyle konuşuyordu ve ben de “Baba!!!! Baba!!! Madrid burada!!!!” dedim.

“Ne? Ne demek buradalar? Nerede?” dedi.

Dedim ki, “Odadalar! Benimle sözleşme imzalamak istiyorlar! Real Madrid benimle sözleşme imzalamak istiyor!”

Bana dünyanın en deli insanıymışım gibi baktı. Dedi ki, “Odada mı??? Burada ne yapıyorsun? Yukarı çık, seni salak!!!!”

Hahahah. Koşarak odaya geri döndüm ve neyse ki Madrid’den gelen çocuklar hala oradaydı ve hiçbir şey rüya değildi.

O gün hayatımın ilk mükemmel günüydü. Çünkü ailemin ne kadar heyecanlı olduğunu gördüm. Annem her şeye ağlar ama babam kaya gibidir. Onun duygularını göstermesi için çok şey gerekir ama ben küçük bir çatlak gördüm! Hahahah. Gözlerindeki ışığı gördüm, anlıyor musunuz?

“Oğlum Real Madrid’de oynuyor.”

Bu cümleye dünyada biçebileceğiniz bir fiyat yok.

Dünyanın zirvesindeydim. Birkaç aylığına. Sonra hayat bana alçakgönüllü olmam gerektiğini hatırlattı, her zaman yaptığı gibi.

Sana bir serseri olduğumu anladığım anı söyleyebilirim.

Dinle, bir şeyi anlamak zorundasın. Bir saniyeliğine benim yerimde olduğunu hayal et.

17 yaşındasın. İki yıl önce, yerdeki sandviç yatakta uyuyordun. Şimdi Real Madrid’e mi imza atıyorsun?

Dostum, nasıl hayal görmezsin?

Madrid’e geldiğimde Messi ve Cristiano’nun tek vücutta olduğunu düşünmüştüm. Hahahah! Ciddiyim!

Kendimi savunmam gerekirse, 17 yaşındayken gerçekte ne kadar aptal olduğunuza dair hiçbir fikriniz olmuyor, özellikle de size biraz para ve övgü verirlerse. Bu kombinasyon müthiş bir uyuşturucu.

Ama uyanış çağrımı çok çabuk aldım. Real Madrid Castilla ile ilk antrenmanıma çıktığımda soyunma odasına bulutların üzerinde yürüyormuşum gibi girdim. Kendime çok güveniyordum. Vamos! Antrenmanla ilgili hiçbir şey hatırlamıyorum bile. Bulanıktı. Ama sonrasında herkesin giyindiğini hatırlıyorum ve etrafa bakıp her şeyi inceliyordum… Ve sonra herkesin ne giydiğini fark etmeye başladım.

Gucci kemerler.

Yepyeni Nike’lar. Hiç çizik yok.

Louis Vuitton cüzdanlar. Louis Vuitton tuvalet çantaları.

Unutmayın, bunlar efsaneler bile değil! Benzema, Modrić ve Marcelo’dan bahsetmiyoruz! Bunlar çocuklar!

Yıldırım gibi bir farkındalık yaşadım: Kahretsin, Fede. İki euroluk bir tişört giyiyorsun.

Benim için Zara pahalıydı. Uruguay’da eğer Zara giyiyorsan, patronsun demektir. Etrafıma bakıyorum, ailemin evinden daha pahalı saatler takan adamlar görüyorum.

Her şey bir anda kafama dank etti: Bu oyunun seviyeleri var, seni serseri! Sen bir hiçsin!

Hala kirli kıyafetlerimle orada oturuyorum ve botlarımı bile çıkarmıyorum.

Herkes duşlara gitmeye başladı ve ben Gucci iç çamaşırı giyen adamlar görüyorum. Gucci iç çamaşırı, kardeşim!!! Bunu ne zaman icat ettiler??? Fiyatı ne kadar ki?

Hahahahah. Düşünüyorum da: Umarım benimkinde bugün delik yoktur! Tanrı’ya dua et de annem çamaşırları kontrol etmiş olsun.

Telefonumda çok önemli bir şeyi kontrol ediyormuşum gibi 20 dakika boyunca orada oturdum. Tamamen zaman kaybıydı. Çocuklar bana “Bir sorun mu var kardeşim? İyi misin?” der gibi bakıyorlardı.

Kendimi hiç bu kadar küçük hissetmemiştim.

Herkes duş alıp otoparka gidene kadar bekledim ve sonunda sadece ben ve kitman kaldığımızda üstümü değiştirdim.

O gece H&M’e gittim ve “En iyi iç çamaşırlarınızdan 10 paket istiyorum” dedim.

Hahahah! O gece kendi kendime şöyle dediğimi hatırlıyorum: “Dostum, sen kim olduğunu sanıyorsun? Burası Real Madrid. Kendini Cristiano mu sanıyorsun? Bir bok değilsin.”

Daha çocuktum.

Futbolun komik yanı da bu. Milyonlarca takipçiniz, milyonlarca dolarınız ya da size en iyisi olduğunuzu söyleyen milyonlarca insan olabilir ama yine de aptal bir çocuk olabilirsiniz.

Henüz hiçbir şey kazanmamıştım ve o soyunma odasındaki hiç kimse de kazanmamıştı. Neden Gucci iç çamaşırı giyiyoruz? Diş fırçamızı tutmak için neden Louis Vuitton’a ihtiyacımız var? Onları eleştirmiyorum, çünkü ben de aynı saflıktaydım. Sadece size futbol dünyasını ve sizi nasıl değiştirdiğini gösteriyorum.

Neyse ki ailemin değerleri benim temelim oldu. Hiç kimse olmadığımı fark ettiğimde, bana verilen her şeyin kıymetini bilmeye başladım.

Üzerinde uyuduğum kuş tüyü yatak.

Klima.

Televizyondaki 50 kanal.

Yeni botlarımızla gelen malzemeci.

Ne oluyor be! Burası cennet!

BMW X3’ümle oyuncuların otoparkına girdiğimi hatırlıyorum ve sanki bir Ferrari kullanıyormuşum gibi hissediyordum. “Çocuklar, dikkat edin. Boyayı çizmeyin!”

Otoparktaki en ucuz arabaydı. Hahahah. Ama sahip olduğum ilk arabaydı ve kendimi kral gibi hissediyordum.

Bu benim için güzel bir dönemin başlangıcıydı, çünkü Madrid’de henüz başarılı olamamış olsam ve hala bir hiç olsam da, bir adam olma yolundaydım.

Ama futbolda ve hayatta benim için her şeyin kilidini açan şey Benicio oldu.

Benim için hikâyemin en önemli bölümü baba olmak.

19, 20 yaşlarındayken, futbol oynarken, para kazanırken, güzel arabalar kullanırken bile hala bir çocuktum. Ancak 21 yaşındayken ilk oğlum doğduğunda hayatım gerçekten değişti.

O benim ikinci mükemmel günümdü.

O günden önce performansımı takıntı haline getirirdim. Kötü bir maç geçirirsem, 24 saat boyunca ailemle bile konuşmazdım. Odama gider, tek başıma oturur ve hatalarımı düşünürdüm. Bu sağlıklı mı bilmiyorum ama Real Madrid’de oynuyorsanız üzerinizdeki baskı dünyanın en yoğun baskısıdır. Yani bunu %100 yaşıyorsunuz.

Sadece Benicio doğduğunda, kötü bir sonuçtan sonra eve geldiğimde kendimi insan gibi hissettim. Yürümeye başladığında, elinde Buzz Lightyear oyuncağıyla kapının önünde koşarak yanıma gelir ve bana sarılırdı. Maç umurunda bile değil. Futbolun ne olduğunu bile bilmiyor. Sadece “Oyuncak Hikayesi” oynamak istiyordu.

Benim için, onun sevgisi beni bir insan ve bir futbolcu olarak değiştirdi. Zihinsel olarak ona ihtiyacım vardı çünkü dünyada kimse benim için benden daha zor olamaz. Ve bu arada, karım? Mina mı? O başka bir seviyede! Futbolu çok iyi biliyor ve Arjantinli, nasıl olduklarını bilirsiniz. Hahahah. Ne yaparsam yapayım, asla yeterli olmuyor.

Ajax’ın bizi Şampiyonlar Ligi’nden elediği maçı hatırlıyor musun? Maçtan sonra arabaya bindik, ben öfkeliydim ve onun bana söylediği ilk şey: “Gerçekten mi, Fede? Ciddi misin sen? O da neydi öyle? Real Madrid’de böyle mi oynayacaksın?”

“Bilmediğimi mi sanıyorsun?” dedim.

“Hiçbir şeyi riske atmadın. Şut atmalısın. Oyununun en güçlü kısmı bu.”

Dostum, analizini bastırmak için ses düğmesini sonuna kadar açmam gerekti.

En kötüsü de bunu ona asla söylemem, umarım okumuyordur, ne yazık ki haklıydı. Hahahah. Lanet olsun!

Biz gerçek bir futbol ailesiyiz — bir Uruguaylı artı bir Arjantinli — ki bu da çılgınlık anlamına geliyor.

Bu yüzden oğlum doğduğunda inanılmaz bir değişiklik oldu.

Sanırım annem gibi, değil mi? Antrenmana çıkmadan önce oğlunuza baktığınızda kendinizi bir savaşçı gibi hissediyorsunuz. Hulk gibi. Bu, 17 yaşındayken tüm dünyanızın Gucci kemerlerden ibaret olmasından çok farklı. Oğlunuz için oynarken sanki süper güçleriniz varmış gibi hissediyorsunuz.

Benicio iki yaşındayken ve gerçek bir kişiliğe sahip küçük bir insana dönüşürken 2021–2022’de en iyi sezonumu geçirmemin sürpriz olduğunu sanmıyorum. O yıl Şampiyonlar Ligi’ni kazandığımızda, Real Madrid’de nihayet iz bıraktığımı hissettim. Birkaç ay sonra eşimin tekrar hamile olduğunu öğrendik. Çok ama çok mutluyduk. İlk birkaç ay her şey mükemmeldi. Ama sonra, Mina bir gün bazı taramalar için doktorunu görmeye gitti ve işte o zaman her şey darmadağın oldu.

Doktor bize hamileliğin son derece yüksek risk altında olduğunu ve hamileliğe devam ederse oğlumuzun yaşama şansının çok az olduğunu söyledi. Doktor, önümüzdeki ay boyunca durumu izleyeceklerini, ancak o zamana kadar beklemekten başka yapabileceğimiz bir şey olmadığını söyledi.

Şu sözleri duyduğunuzu hayal edin….

“Bebeğiniz muhtemelen yaşamayacak.”

O acıyı tarif edemem.

Eşim her gün fiziksel ve zihinsel olarak acı çekiyordu. Bense kendimi kapatmıştım. Ben her şeyi içine atan biriyim. Bunun sağlıklı olmadığını biliyorum ama bu sadece benim gerçekliğim. Kimsenin beni ağlarken görmesini istemem, asla. Ailemin bile..

Ailem akşam yemeği için bize katılırdı ve annem “Fede, bak….” demeye başlardı.

Bam. Hepsi bu kadar. Masadan kalkar ve yalnız kalmak için yatak odama giderdim. Günün futbol oynamadığım 20 saatinde kendimi izole ederdim. Telefon yok. iPad yok. Sadece sessizlik.

Kendimi kaya gibi hissetmek zorundaydım çünkü herkes acı çekiyordu. Bir karakteri oynuyordum, anlıyor musunuz? Karıma “Her şey Tanrı’nın istediği gibi olacak” diyen güçlü, metanetli adamı.

Ama yalnız kaldığımda saatlerce ağlardım. Tuvalete 15 dakikalığına giderdim ve 10 dakika boyunca başımı ellerimin arasına alıp ağlardım. Maç sabahı, konsantre ve sakin olmam gerekirken, yatağımda uzanır, oğlumuzu düşünürdüm….

Bazen iyi oynamazdım, bunu biliyordum ve taraftarların ıslıklarını duyabiliyordum. Maçtan sonra medyanın sorularını yanıtlamak zorunda kalırdım ve duygularımı göstermek ya da insanlara neler olduğunu anlatmak istemezdim.

Cehennem gibiydi.

Benzer bir şey yaşayan herkese tavsiyem, benim gibi inatçı olmak zorunda olmadığınızdır. Sessizlik içinde acı çekmek zorunda değilsiniz.

Nisan ayında Villareal’e karşı oynadığımız maçtan sonra işler dibe vurdu. Herkes manşetleri biliyor. “Hikâyenin” her iki tarafını da biliyorlar. Bu çirkin şeyleri tekrar gündeme getirmek istemiyorum. Tek söylemek istediğim şu….

Futbol sahasında bana neredeyse her şeyi diyebilirsiniz ve bu beni rahatsız etmez. Tanrı aşkına, ben Uruguaylıyım. Ama geçmemeniz gereken bazı çizgiler var. Bir futbolcu olarak değil, sonuçta ben de insanım.

Ailem hakkında konuşursam, bu artık futbol olamaz.

O gün bir çizgi aşıldı.

Tepki vermeli miydim? Belki de vermemeliydim. Belki de eve gidip oğlumla hamburger yemeli, tavuk nugget yemeli ve çizgi film izlemeliydim. Ama ben bir insanım ve bazen kendiniz ve aileniz için ayağa kalkmanız gerekir.

Medyanın beni şiddet yanlısı bir kişi olarak göstermesi canımı acıttı. Daha sonra doğru olmadığı kanıtlanan pek çok yalan söylendi. Ama dürüst olmak gerekirse, hiçbir şeyden pişman olmadığımı söyleyebilirim, çünkü bu beni bir insan olarak daha da güçlendirdi ve ailemizi birbirine daha da yakınlaştırdı.

Tanrıya şükür, o karanlık günden sonra her şey çok daha iyiye gitti.

Eşim nihayet neler yaşadığımızı dünyaya anlattığında, bu bizim için her şeyi değiştirdi. Takım arkadaşlarımın ve Madridistaların arkamızda durması asla unutamayacağım bir şey. Bana ve aileme sonsuza dek saygı duyacaklar. Ben bir pas kaçırırdım ve onlar da benim adımı söyleyerek karşılık verirlerdi. Beklentilerin çok yüksek olduğu Bernabeu’da bu küçük bir mucize.

En kötü anımda 80.000 kişinin beni böyle desteklemesi, 80.000 kişinin bana sarılması gibiydi.

Hepinize…. Tek söyleyebileceğim teşekkür etmek.

Cehennem gibi geçen bir buçuk ayın ardından hayatımızın en güzel haberini aldık. Taramalar çok daha iyiydi ve hamileliğin devam etmesinde bir sakınca yok gibi görünüyordu. Tabii ki hamileliğin geri kalanı hala inanılmaz gergin bir dönemdi. Oğlumuzu kucağımıza alana kadar nefes almak istemiyorduk. Ama Tanrı’ya şükürler olsun ki Haziran ayında oğlumuz Bautista dünyaya geldi.

Sağlıklı ve mutluydu.

Bizim mucizemiz.

Üçüncü mükemmel gün.

Biliyorsun…. Ne futbolda ne de hayatta kendime karşı kolay değilimdir. Daha önce hiç tatmin olduğumu hissettiğimi sanmıyorum. Hiçbir zaman gerçekten başarılı olduğumu ya da yeterince şey yaptığımı hissetmemiştim.

Ama o sabah hastanede eşim Bautista’yı kucağına aldığında şöyle düşündüm: Fede, şunlara bak. İşte bu kadar.

Sen kazandın.

Kaynak: The Players’ Tribune

Çeviren: Uğurcan Kanca

Editör: Doğa Ürünüdül

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.