Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

31 yıl BBC Türkçe’de çalışan Murat Nişancıoğlu: “İsrail-Hamas savaşında BBC tarafsızlığını kaçırdı ve cesaretsiz yayın yaptı”

31 yıl, iki devlet, tek medya, onlarca gazeteci ve binlerce haber. Türkiye’nin yakın tarihine BBC Türkçe’nin Başkanı olarak bakan gazeteci Murat Nişancıoğlu emeklilikten sonra ilk kez Medyascope için Fatma Yörür’e konuştu. 

BBC Türkçe Direktörü Murat Nişancıoğlu, 3 Kasım 2023 tarihinde X’te “31 yılın ardından BBC’ye veda ettim. Ama hayat devam ediyor!” yazdı. Bu serüvenin son 10 yılı BBC Türkçe’ye başkanlıkla geçen Nişancıoğlu, emekli olduğuna, bu liderlik sürecindeki idari işlerin stresinden kurtulduğu için seviniyor. X hesabında “Gazeteci, Ex-BBC” yazan usta gazeteci, “Türkiye’de kimse gazetecilik ve siyasetten emekli olmaz? Sizin şimdi planlarınız neler?” sorusuna yanıtı X’teki tanımın açılımı gibi: “İdari kısmının sorumluluğundan kurtulmaktan memnunum ama konu gazetecilikse onun emekliliği yok.”

Nişancıoğlu yaşamını Londra’da sürdürüyor. “İki devlet arasındaki bir medyada görev yapmak nasıldı?” sorusuna, “İngiltere tarafına döndüğümde en azından benim kadememde direk devleti görmüyordum, Türkiye tarafına döndüğümde ise devleti görmem önce Suriye savaşında Kürtlerin varlığını hissettirmesi ve ardından Gezi eylemleri ile oldu. Sonra Türkiye’de medyanın yapısı tamamen değişti ve baskı arttı” yanıtını veriyor.

Temel farkı “İngiltere’de gazetecinin sorgulama özgürlüğü var” diyerek koyan Nişancıoğlu, Batı medyasının İsrail-Filistin konusunda tutum farklılığının bu güveni zedelediği sorusunu ise şöyle yanıtlıyor:

“İnsanlar eleştirmekte haklılar. Bu izlenim sadece Türkiye’de doğmadı. İngiltere’de de çok tartışılıyor. Özellikle İsrail – Hamas savaşının ilk zamanında, BBC’nin tarafsızlığını kaçırdığını düşünüyorum. Hâlâ bile tam toparlayabildi mi emin değilim ama yeterince cesaretli gazetecilik yapmadı ve buradaki tarafsızlık kayması İsrail lehine oldu.”

Gazeteciliğe zarar veren bu tutumun, Türkiye’de “Tepeden gelen bir emirle yapıldı” algısına karşın, sürecin en azından BBC Türkçe için bu kadar basit olmadığına değinen Nişancıoğlu, “Böyle bir talep ya da yönlendirme yok. Kendi içindeki kültürün ürünü olarak da ortaya çıkan çok girift ve karmaşık nedenleri olan bir sonuç” diyor ve temel çekincenin antisemitizm suçlamasıyla karşı karşıya kalmak olduğunu vurguluyor. Çözümünse, kriz anlarında o tarafsızlığın yalpalamasına izin vermeyecek editoryal kadroyu güçlendirmekten geçtiğini söylüyor:

“BBC biraz toparlamaya başladı. Daha cesaretli bir yayın yapmaları gerekirken cesaretsiz yayıncılık yapmaya başlamışlardı. Bunu yavaş yavaş kırıyor. BBC’nin orada yerel muhabirleri vardı. Filistinli muhabirleri sonra çıkartmak zorunda kaldı. Çünkü kendileri ve aileleri için tahammül edilemez bir durumda kaldırlar. Bir şeyi orada muhabirin gördüğünü görerek takip etmiyorsanız işiniz çok zor.”

Londra’da yerel, ücretsiz gazeteden BBC Türkçe’nin başına geçen süreçte kilit kelimeler: Sebat ve işini doğru yapmak

Nişancıoğlu, Londra’da üç yıl ekonomi odaklı bir gazetede çalıştı. Ardından Türkçe konuşan topluma haftalık parasız gazete çıkaran bir ekibin parçasıydı. Bu kollektif çaba üç, dört yıl sürdü. “O zaman tektik şimdi bundan Londra’da dört, beş tane var” diyor. BBC Türkçe serüveni hemen bu gazetenin ardından başlıyor. 

  • Bu 31 yıl, Türkiye’de medya ve siyasetin önemli kırılımlardan geçtiği bir dönem oldu. Türkiye’deki medyayı, gazetecilik hayatınız boyunca gözlemlerinizle özetlemenizi istesem nasıl tarif edersiniz?

Klasik dönemde ana akım medya ve onun etrafında şekillenen alternatif medya kuruluşları vardı. 2000’li yıllar ama esas 2010’lardan itibaren ana akım medya yok oldu ve önemli bir boşluk ortaya çıktı. 

Onun karşılığındaysa ortak finanse edilen ve bu nedenle de “havuz” olarak adlandırılan yapılar oluştu. Bu yapılar siyasi iktidarı destekler bir hal aldı. Bu destek zamanla partizanlaştı. 

Ana akım medyanın kaybı önemli bir kırılım ama bu mecra da ideal değildi. O da içinde bir takım eleştirilere, sorgulamalara kapalıydı. Bir takım alanlara o da giremiyordu.

Biz BBC Türkçe olarak, itibarımızı ve dinleyici kitlemizi tam olarak bu boşlukta, konuşulamayanları konuşarak elde ettik. Sansüre uğramayacak şekilde iş yapmaya çalıştık. 

Partizanlaşan medyada artık hiçbir şey sorgulanmadığı gibi propagandist yayıncılık egemen oldu. Bu ülke medya tarihinde ilk defa bu dereceye ulaşan ciddi bir sorun. 

Öbür tarafta ise ufak tefek yapılar doğdu. Yüzde 90’ını havuz kontrol etse de, bir taraftan bağımsız gazetecilik yapma isteği ve çabası hep var oldu. Ama onların bir kısmı kendisini muhalif medya olarak adlandırdığı andan itibaren kendilerini bir handikapın içinde buldular. Çünkü kendini muhalefetle tarif etmeye başladığında bu sefer sen de onun gerçekliğini anlatmaya başlıyorsun. Kutuplaşmada farklı mahalleler var ve herkes kendi mahallesine konuşuyor. Bu ciddi bir sıkıntı. Ne kadar değerli yayın yaparsanız yapın, öbür mahalleye konuşmadığınız zaman sınırlı kalıyorsunuz. 

“Muhabirlerimize İstiklal Caddesi’nde, Cihangir’de dolaşmayı yasakladık”

Deneme yanılma ön plana çıkmaya başladı, bilgi birikimi ve deneyim aktarımındaki eksiklik işin bir boyutu diğer yandan uluslararası medya deneyimine yabancılık vardı. Türkiye’de çok iyi çabalar var ve sürdürülüyor. Bunların her biri değerli ama insan şunu demeden de edemiyor, “Keşke bu küçük damarlar bir araya gelip daha etkili, büyük bir şey ortaya çıkarsalar.” Bu da zor görünüyor ve engelleri, yine kendini tanımladığın yerin yarattığı handikaplardan geliyor. Kendini sınırlamadan habercilik yapmak mümkün. 

BBC Türkçe’de bu yankı odalarına düşmemek için epey mücadele ettik. Hatta şakayla karışık İstanbul’da çalışan arkadaşlarımıza ‘İstiklal Caddesi ve Cihangir size yasak, oralarda dolaşmayacaksınız’ dedik. Fatih’te, Esenyurt’ta, Bağcılar’da dolaşmak gerekiyor. Gerçekliği anlatma kaygısı, mahalleler arasında gezmeyi gerektiriyor. Karşı mahallenin hikayesini anlatmak gerekiyor.

Yayın ilkeleri iletişim fakültelerinde ders olarak okutulan BBC’nin emektarı gazeteciye göre, Türkiye’de sermaye medyası, ‘editöryal bağımsızlık nereye kadar’ sorusunun tanımlamadığı için sağlıklı bir ilişki yansıtamadı. Ana akım medyanın temel zaafını ise bu durum yarattı:

Bunların değişmesi kolay ve kendiliğinden olacak şeyler değil. Bu sadece siyasi, sosyal mücadelenin ve örgütlenmenin ürünü olabilir.

2012’den sonrası: “Suriye’de Kürtlerin görünürlüğü ve Gezi eylemleri ile NTV, BBC Türkçe’yi sansürledi. Devam eden süreçte BBC Türkçe, Erdoğan’ın hedefi oldu”

  • BBC Türkçe bu süreçte nasıl etkilendi? Basına dönük baskı sizin açınızdan nasıl yaşandı? Siz hiç sansür ya da otosansür yaşadınız mı?

Bize etkisi 2012’den sonra başladı. BBC – NTV ortaklığında, uluslararası haberleri derlediğimiz Dünya Gündemi adlı bir televizyon programı yapıyorduk. Önce Suriye savaşı patlak verdi ve Suriye savaşının bir unsuru olarak Kürtler ortaya çıktı. Onu haberleştirmek zorundaydık ama ortağımız bundan tedirgin olmaya başladı. Kürt bayraklarının görülmesi, Kürtlerin eylemlerinin yansıtılması ana tedirginlik noktalarıydı. Bunlar kırpılmaya başlandı.

Asıl doruk noktasıysa Gezi eylemleriydi. Gezi kendi başına 10 gün dünya gündeminin birinci sırasına oturdu. BBC Türkçe içinde bu yapılması gereken bir işti. Bu da sorun çıkarttı.

Sonunda o ortaklık askıya alındı. 

Sonra BBC Türkçe değişik vesilelerle hedef haline gelmeye başladı. O zaman Başbakan olan Erdoğan’ın çıkıp “Eyyy BBC” diye bağırdığı günler. Selin Girit’in Twitter mesajlarını hedef almıştı. Soma maden faciası ve Beşiktaş Stadyumu’ndaki patlama gibi örneklerle hedef göstermeler devam etti. SETA raporu sonuncusuydu. Rapor garip bir belgeydi. Üstüne yazıldığı kağıt kadar değeri olmayan bir belge. Sonra sus pus oldular. Nedenini bilmiyorum ama yapılan işin kalitesizliğinden de olabilir devamı gelmedi.

Yaptığınız iş doğru, hakkaniyetli, dengeli ve cesaretli olacak”

  • Türkiye’de adres verilerek hedef gösterilen bir ofisiniz ve sahada muhabirleriniz vardı. Bu süreç nasıl yönetildi? Sansür ya da otosansür uyguladınız mı?

Değerlendireceğiniz ilk şey “Yaptığımız iş doğru mu?” Bir hata yaptık mı, bir yeri boş bıraktık mı? Buna “hayır” diyebiliyorsanız ondan sonra muhabirinizi savunmanız lazım. Bunu mümkün olduğu kadar net ve ayrıntılı yaptığınız sürece, iktidar sizi sevmese bile, ki bizi sevdiğini sanmıyorum ama ciddiye alıyor, takip ediyor. Yaptığımız işi doğru, sükunetli ve hakkaniyetli yaptığımızı düşündüklerini ve bir parçada o yüzden kıymet verdiklerini düşünüyorum.

Hatalar olmuyor mu, oluyor. Örneğin, Taliban’ın Afganistan’a girdiği sırada bu ülkeden kaçan mülteciler ve sığınmacılar tartışılırken İngiltere Savunma Bakanı, “Bunlar çevre ülkelere gönderilebilir” açıklaması yaptı. Bunun üzerine de İngiltere Savunma Bakanlığı’nın adı verilmeyen yetkilisinin, “Bu ülkelerden biri de Türkiye olabilir” sözü vardı. 

Biz bu haberi verirken bunun ikisini birbirine karıştırıp, sanki İngiltere Savunma Bakanı Türkiye’ye zikretmiş gibi verdiğimiz için Türkiye’de muhalefet hızla reaksiyon verdi. Hem Akşener hem Kılıçdaroğlu hükümeti suçlamaya başladı, “Bakın gizliyorsunuz, neler oluyor” diye. Sonra baktık, biz yanlış yapmışız. Bir taraftan muhalefet bu işi gündemde tutarken bir taraftan da bir iki bakan arayıp “Yanlış yapıyorsunuz. Biz zor durumdayız, düzeltin” dediler. Bunu dedikleri sırada ben zaten düzeltmeyi yazıyordum. Haklıydılar. Dolayısıyla bir şey yanlışsa düzeltmemiz gerekir.

Ancak söz konusu otosansürse, o hiç olmadı. Yaptığınız işten emin olduktan sonra sorununuz yok. Tamam baskı altında kalırsınız. Asıl olarak Türkiye’de o işi yapan muhabiriniz baskı altında kalır, onu savunmak, işin arkasında durmak gerekir. 

  • Elinizde bir medya iki tarafınızda birer devlet var. Bu süreç nasıldı?

İngiltere hükümeti ya da devleti etkisini hiçbir zaman hissetmedim. En azından benim düzeyimdeki insanlar hissetmedi. Bu olmadığı anlamına gelmez. İngiltere’de iktidarlar daima BBC’ye müdahale etmeye çalışırlar. İktidarda kim olursa olsun BBC hep muhalefet yanlısı olarak görülür ve baskı kurulmaya çalışılır. Ama direkt olarak BBC Türkçe’nin hiçbir şekilde etkilendiğini düşünmüyorum. 

Türkiye taraftındaysa yukarıda anlattığım gibi 2010’lardan sonra ortaya çıkan bir baskı oldu. Ben naçizane o süreçte iyi yönettiğimizi düşünüyorum. Yani her zaman kendimizi haklı zeminlerde savunarak ilerledik ve bir denge sağladık.

İngiltere, Avrupa veya dünyada farklı medya akımları var. Sağcı olan var, solcu olan var, ortada durmaya çalışan var. Ama ciddi gazetecilik yaptıklarını görebiliyorsunuz. Burada esas olan, medyanın, gazetecilerin o sorgulama özgürlüğünün olması ve başlarına bir şey gelmeyeceğini bilerek sorgulayabilmeleri. Sorgulama özgürlüğünüz varken, bir takım hassas alanlarda uymanız gereken kurallar olsa bile o ilişki en baştan farklı kuruluyor. 

Türkiye’de yanlış bir algı var, BBC devlet medyası değil kamu yayıncısı. İngiltere’de bir siyasetçinin en fazla ürktüğü şeylerden biri medyanın diline düşmektir. Kendisi hakkında olumsuz bir şey yazılmasıdır. Bu ülkenin Başbakanı’nı da kralını da canınızın istediği gibi sorgulayabilirsiniz. Kamu yayıncılığının getirdiği sorumlulukla tüm taraflara söz hakkı vererek sorgulayabilirsiniz.

Türkiye’de muhalif kesimler açısından şöyle bir varsayım var. BBC muhalefete daha yakındır, sempatiktir. Bu da yanlış. 1960’lardan beri sansürlenen konuları BBC yaptı. Hapse atılan o dönemin siyasi liderleri darbe haberlerini bizden dinlediler. Kürt kelimesi telaffuz edilmeye korkulurken BBC Radyo, Kürt sorunun üzerine yayınlar yaptı. Abdullah Öcalan’la mülakatlar yaptı. Bunu, onun tarafını tuttuğu için yapmadı. Toplumda duyulmayan, bilinmeyen bir şeyi ortaya çıkarmak için yaptı. Haber ve bir hikaye var orada. Hendek çatışmalarını hiçbir şeyden korkmadan, olduğu gibi verebiliyorsanız, o bence zaten hakkaniyetli bir habercilik oluyor. Bir tarafı tutmak zorunda değiliz. 

Bakın bugün hala “terörist midir değil midir?” sorusu var. Bana ne, buna ben karar vermiyorum. Ben olanı anlatıyorum. Teröristse sen karar ver. Bugün Hamas için de burada aynı patırtı yaşanıyor.

  • Bu süreçte siyasetçi ve gazeteci ilişkisinin de dönüştüğüne tanık olduk. Sahadan bir gazeteci olarak iktidar siyasetçisi bir köşede bekleyip, basın bülteninde yazılanları okumanızı istiyor. Muhalefet siyaseti ile muhalif basın ilişkisiyse laubali. Sizce bu ilişki nasıl dönüştü? 

Medyayı yukarıdan aşağı dizayn etmeye başladığınızda, iktidarın ya da siyasi örgütlerin bir aracı haline getirmeye başladığınızda ona göre gazeteci üretiyorsunuz. O gazetecilerin görevi bilgi ve gerçekleri toplamak değil, o siyasetin ürettiklerini onaylatmak oluyor. Soru sormaktan vaz geçilen yerde gerçek hikayeler çıkmıyor. Şimdi böyle bir nesil gazeteci var ve ellerinde güç bulunduran sesleri, siyasetçi olsun olmasın, şımartmaya başladı. Çünkü o güç sahipleri baktılar ki canları istedikleri gibi medyayı manipüle ediyorlar. Daha sorunlu durum ise buna alışmak oldu. Onun dışında ve bağımsız medyada olsanız bile ona muhatap olmaya başlıyorsunuz. Siz de soru soramaz hale geliyorsunuz. 

Bu durum siyasetçinin güçlendiği, gazetecinin finanse edildiği için işine gelmeye başladı. Alan memnun satan memnun ama toplumun haber alma hakkı, bilgiye ulaşma özgürlüğü zedelendi. 

  • Türkiye’de basında alan daralınca çok iyi gazeteciler açıkta kaldı ve yoğun bir talep oldu BBC’ye. Orada neler yaşandı?

Bir yıl üç kişi alıyorduk, 700 küsür kişi başvurdu. Hep yoğun bir talep vardır. Zaman içerisinde istediğimiz gazeteciyi tarif etmeye başlayabildik. Genel gazeteci tarifine teknoloji hakimiyeti eklendi. İnternet gazeteciliği ve sosyal platformlara özel işler başlayınca ve video öne çıkınca tanımı daralttı. Başvuru bu şekilde biraz azaldı.

“Uzun bir dönem BBC’ye, Türkiye’yi anlatmak çok zordu. Demokrasiye giden ülke yanılgısı darbe girişimiyle kırıldı”

  • Diğer uluslararası kamu yayıncıları DW Türkçe ve VOA Türkçe yasaklı. 

RTÜK bir bahane aradı ve o bahaneyi buldu. Web sayfanızda düzenli bir haber bülteniniz varsa,

günün içinde belli saatlerde yayınlıyorsanız lisansı almanız gerekiyor. BBC Türkçe’nin böyle faaliyeti yok. Dolayısıyla BBC Türkçe’ye aynı yaptırım gelmedi. Bütün bunların arkasında uluslararası medyanın etkisini sınırlama gayreti olduğunu biliyoruz. Bundan hoşlanmadıklarını biliyoruz. 

  • Londra’da 10’larca ülke aynı çatı altında yayıncılık yapıyor. Türkiye’nin zorluğu neydi?

En büyük zorluk BBC’ye, Türkiye’yi anlatmaktı. İran değilsiniz, Rusya değilsiniz, Afganistan değilsiniz. 

Bir dönem herkes, Türkiye’nin demokrasiye yöneldiğini düşündü. “Şimdi daha demokratik bir iktidar var. Türkiye şimdi Avrupa Birliği’ne üye olmak üzere” denildi. Böyle süreçlerde Türkiye öncelikli bir ülke olmaktan çıkıyor. Türkiye’deki hikaye önceliğini kaybediyor. Çünkü başka yerde insanlar ölüyor, savaşlar çıkıyor, azınlıklar eziliyor ve haberci olarak yanılgılarda işiniz zorlaşıyor. Öyle bir dönemden geçtik, o algının kırılması da sanırım 15 Temmuz darbe girişimi sonrasıdır.

  • Batı Türkiye’yi şimdi hangi ligde görüyor?

“Deficiency” yani demokrasi eksiği olan ülke. Diktatörlük demez, demokrasi demez ama otoriter rejim lafı kullanılır. Demokrasi eksikliği olan ülkeler yaygınlaşıyor, Avrupa Birliği içinde Macaristan örneği de onlardan biri.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.