Dünyada önde gelen – aralarında Çin, Japon, Kore ve Kenya’nın da bulunduğu – ülkelerinden birkaç yüz düşünce kuruluşu arasında Türkiye’den hiçbir kuruluşun bulunmaması, ülkemiz için ciddi bir eksik. Bu resim, ülkemizde düşünce kuruluşunun olmadığını da bize ifade ediyor. Ayrıca bu durum emperyal popülist nutuklar atan ancak arabaların arkasına anlamadıkları padişah tuğralarını yapıştıran bir siyaset anlayışının açısından trajikomik bir niteliği de hatırlatıyor. Tabi bu tespiti Soros komplosu ve yabancı seviciliği ile açıklama girişimlerinin ilgili muhataplarca yapılması potansiyeli de halihazırda duruyor.
Osmanlı modernleşmesi büyük ölçüde işlevsel olup, ideolojik akımlar ihtiyaç doğrultusunda sonradan eklemlenmiştir; hakikat arayışı veya sorgulama yolculuğunun ürünleri olmamıştır. Buna karşılık Avrupa’da Frankfurt Okulu ve New School gibi düşünce okulları, ideolojik altyapıları ve insan kaynakları üretmişlerdir. Bu okullar, binalardan ziyade sokaklarda tartışan insanlardan oluşmuş ve Sokratik bir yöntemle fikirlerini yaymışlardır. Türkiye’de de benzer bir düşünce ortamının oluşturulması elzemdir.
Türkiye’de toplumsal meseleler birkaç klişe “teori” etrafında lümpence tartışılıyor. Üniversiteler bu tartışmalara yapması gereken katkıyı yapmaktan çok uzak. Sosyal bilimsel çalışmalar gazetecilik düzeyinin ötesine geçemiyor, toplumsal tartışma zeminini televizyonlardaki kısır, tazeliğini koruması olanaksız konular ve fikirsiz tartışmalar belirliyor. Bu durum siyasi sistemin çözüm üretemez hale gelmiş kilitlenmişliğiyle birlikte bir fasit daire halinde kendini büyütüyor. Anlamlı ve içerikli tartışmalar yapılmıyor, kimlik siyasetinin, ayrışmanın ve duygusal kutuplaşmanın ateşine odun taşınıyor. Somut olmak, veri merkezli düşünmek, geniş bir tarihsel perspektifi aktüel olanla birlikte düşünecek sivili ve partizanlıktan uzak bir vizyonu geliştirmek mümkün olmuyor.
“Birlikte yaşayabilecek miyiz?” sorusu, göçmenlerin varlığı, Kürt sorunu ve muhafazakârlar ile sekülerler arasındaki duygusal yarıkla daha da karmaşık bir hale geldi. Kutuplaşmanın artması, hukukun üstünlüğünün yitirilmesi, devlet, değerler ve vasatlık krizi ciddi sorunlar olarak karşımızda durmaktadır. Kemalizm, İslamcılık, Milliyetçilik ve popülist demokrasi kazandırdıklarının ötesinde Türkiye’yi ciddi bir kriz eşiğine getirmiştirlerdir. Ülkemizin düşünmeyi öğrenmeye, bilimsel bilginin serinkanlılığına ve özgüvenine, en azından “uzlaşmamakta uzlaşmaya” ihtiyacı vardır.
Dikkat edilirse Batı’da düşünce kuruluşları kendilerini tarafsız olarak nitelerler. Bu, onların ideolojik olarak tarafsızlığı anlamına değil, siyasi çıkar ilişkilerinde taraf olmama anlamını taşımaktadır. Tersine bu kuruluşların çoğu muhafazakârlık veya liberallik gibi ideolojik taraftırlar. Ancak ortak inanç-düşüncelerini paylaştıkları sağ ve sol iktidarların eleştirilerini yapar onlara doğru yolu göstermeye çalışırlar. Bu kuruluşların genelinin birkaç kişiye finansal bağımlılıkları yoktur. Çoklu ve sürdürülebilir bağımlılıkları vardır.
Ülkemizde radikalleşen merkez siyasette dış ilişkilerde düşünce kuruluşu denilince ABD’ye gidildiğinde lobi yapıp fotoğraf çektirilen prestijli kurumlar akla geliyor. Türkiye içinde ise popülist radikal sağ yönetim için düşünce kuruluşları, özelde verilen siyasi iç ve dış kararların aydın ve akademisyenlerce akademik-düşünsel bir kılıfın hazırlanıp ilgili söylemin üretildiği iç prestij merkezleri anlamını taşıyor. Belediyeleri kazanıp kaynak imkanına kavuşan sosyal demokrat muhalefet içinse düşünce kuruluşları, sadece nasıl iktidara gelinirin mutfak çalışmasını yapan kurumları kendilerine ifade ediyor. Her iki tip iktidar ve muhalefet türü düşünce kuruluşlarının ortak paydası genelde düşünme değil, sürdürülebilir veya elde edilebilir güç-iktidar üzerine. Kendi muhafazakâr veya demokratik sol düzlemlerinde eleştiriye kapalılık esastır. Bizde siyasetçi düşünen kurum ilişkisinde siyasetçi kuruma kendi düşüncesi ve tercihini belirtir talimatını verir. Kurum siyasetçiye tercihinin doğruluk eleştirisini yapıp tercih seçeneklerini pek sunamaz. Bu anlamda sağ camiadan eleştirel düşünce kuruluşu çıkması siyaseten ve bağımsız finansman niteliği ile oldukça zor. Halbuki AKP iktidarı bu tip bir zeminin önünü açabilseydi, sıkça kendi hataları ile yüzleşmek zorunda kalacağından bugünkü eşiğe sürüklenmeyebilecekti.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Ülkemizde inancın özgürlüğünde şu an sorun yok. Ancak o kadar, fikrin ve ifadenin özgürlüğü pek yok durumda. Komploların, havada uçuşan mesnetsiz kahve teorilerinin bini bin para. Merkezinde olduğumuz medeniyet havzasının yeni düşünce sistemleri ve okullarına ihtiyacı var. Bunun yolu lüks binalar, korumalar ile kurulan güdümlü think-tanklerden geçmiyor. Belki de öncelikle para ve finansal kaynaklardan da geçmiyor.
Türkiye’nin nitelikli akademik ve düşünen insan kaynağı kendini üniversiteler ve düşünmeyen düşünce kuruluşlarında ifade edemiyor. Acaba öncelikle bu insanların kendini ifade edebilme doğal alanlarından mı işe başlansa? Bu işin esası yine Sokrat’tan Frankfurt okuluna kadar özgür bırakılan nitelikli sokak münazaralarını andıran kuluçka alanlarının düşünsel, siyasal ve finansal özgürlüğünden mi geçiyor acaba?