Uzmanlar, çocuk gelişiminin temellerinin atıldığı erken yaşların önemini vurguluyor. Bu bağlamda Medyascope’a konuşan Dr. Özlem Özden Tunca, okul öncesi ve ilkokul çağının kritik rolüne dikkat çekti. Tunca, erken yaşta pedagojik eğitimi olmayan kişiler tarafından verilen cezaların ve din eğitiminin çocuklarda anksiyete, korku, takıntı, disleksi ve suçluluk duygularına yol açabildiğini belirtti. Tunca ayrıca zorla din eğitimi alan çocukların deizm veya ateizme yöneldiğini, ev dışındayken başörtüsünü çıkardığını ve alkol kullanmaya başladığını vurguladı.

Geçen haftalarda düzenlenen “Eğitimde Neler Oluyor? Laik, Bilimsel, Karma Eğitimden ÇEDES ve Müfredat’a” başlıklı panelde, çocuk gelişimi üzerine önemli bilgiler paylaşıldı.
Etkinliğe katılan ve Medyascope‘a konuşan klinik psikolog, pedagog Dr. Özlem Özden Tunca, çocukların gelişim sürecine dair ailelerin özellikle üç yaşından itibaren verdikleri dini eğitimin etkilerini ayrıntılı bir şekilde anlattı. Yedi yaşına kadar olan dönemin kritik önemine vurgu yapan Dr. Tunca, çocuklara zorla verilen ve pedagojik açıdan uzman olmayan kişiler tarafından öğretilen dini bilgilerin ve uygulamaların çocuklar ve ergenler üzerinde olumsuz etkiler yarattığını çeşitli örneklerle belirtti.
“Çocuğun gelişimde yedi yaşa kadar olan süreç çok önemli”
Dr. Tunca, çocuklara eğitim veren kişilerin pedagojik formasyona sahip olmalarının önemini vurguladı ve bu konudaki araştırmalara atıfta bulundu. Zihinsel, bilişsel, fiziksel, sosyal, dil ve kişilik gelişiminin, bir çocuğun yedi yaşına kadar yüzde 70 oranında tamamlandığını belirtti. Dr. Tunca, çocuğun tüm yaşamının bu temel oluşum üzerine inşa edildiğini ve yedi yaşından ergenlik dönemine kadar (12-14 yaş) bu gelişim sürecinin pekiştiğini, güçlendiğini ve neredeyse kalıcı bir hale geldiğini ifade etti.
“13-14 yaşına kadar çocuklara ne verilirse, çocuk onunla bir hayat sürdürüyor” diyen Dr. Tunca, verilen altyapının kişiliğin gelişiminde kritik bir rol oynadığını hatırlattı. Çocukların 6-7 yaşlarında “hayır” demeyi öğrendiğini belirten Dr. Tunca, bu yaşlarda sosyal gelişim, öz güven, kendini ifade etme ve sosyal gruplar içinde yer alma becerilerinin oluştuğunu vurguladı.
Beyin gelişiminin büyük bölümü çocukluk çağına ait
Dr. Tunca’nın verdiği bilgiye göre, çocuklarda beyin gelişimi 0-2 yaş arasında çok hızlı ilerliyor ve 0-6 yaş döneminde yüzde 70 oranında gerçekleşiyor. Beyin gelişiminin optimal düzeyde olması için çocukların zengin bir uyaran ortamında bulunması gerekiyor. Bu, çeşitli sosyal etkinliklere katılmayı, kendisine yanıt veren ve düşüncelerini ifade etmesine izin veren bir ebeveyne veya eğitimciye sahip olmayı içeriyor. Ayrıca, farklı sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik düzeylerden gelen kişilerle iletişim kuran çocuklar, bu deneyimlerini ileriki yaşlarında da kullanabiliyor. Dr. Tunca, çocuğun 0-6 yaş döneminde ve ergenlik döneminde mutlaka spor yapmasının ve bir sanat dalıyla ilgilenmesinin önemini vurguladı.
Dr. Tunca, okul öncesi ve ilkokul döneminde sağlıklı bir şekilde gelişen çocukların, yaşam boyu ruh sağlığı açısından daha iyi ve mutlu bir hayat sürdürebildiklerini belirtti.
“Yeni müfredat ve ÇEDES’in ortak noktası değerler”
Dr. Tunca, çocukların aldığı eğitimin önemine dikkat çekerek Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından yürütülen “Çevreme Duyarlıyım Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (ÇEDES) Projesi’ni hatırlattı. Ayrıca, bakanlık tarafından hazırlanan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adlı yeni müfredata değindi. Bu çalışmaların ortak noktasının “değerler” olduğunu vurgulayan Dr. Tunca, değerler eğitiminde çocuklara sevap işlemenin, günahtan kaçınmanın, dini kurallara uymanın ve başkalarını kırmamanın öğretilmesinin yer aldığını belirtti. Bu yaklaşımın, çocuklarda suçluluk duygusu ve kaygı yaratabileceğini ifade etti.
Dr. Tunca, değerler eğitimini verenler arasında pedagojik formasyon eğitimi olmayan ve çocuğa hangi yaşta neyin nasıl öğretileceğini bilmeyen kişilerle din görevlilerinin de bulunduğunu belirtti.
Dr. Tunca, değerler eğitiminin farklı dersler arasında serpiştirildiğini belirtti ve bu konuda pedagojik bilimler, eğitimde program geliştirme gibi alanlardan yeterli düzeyde bilimsel destek alınmadığını vurguladı. Ayrıca, pilot uygulama yapılmadan hayata geçirilecek yeni müfredatın öğrenciler üzerinde olumsuz etkiler yaratabileceğini ifade etti.
Erken yaşta din eğitimi çocuğu nasıl etkiliyor?
Dr. Tunca, çocuklarda muhakeme ve soyut zekâ gerektiren kavramların—iyi-kötü, doğru-yanlış, günah-sevap, ahlaklı-ahlaksız, erdemli-erdemsiz gibi—en erken 12-13 yaşlarında anlaşılabileceğini belirtti. Çocukların bu kavramları anlamadan önce, yani 12-13 yaşına gelmeden önce olayları muhakeme etme ve kendi kararlarını doğru bir şekilde verme yeteneğine sahip olmadığını vurguladı. Bu yaş grubunun öncesinde, okul öncesi, ilkokul ve ortaokul çağındaki çocuklara soyut kavramları içeren din bilgileri verilmesinin başarısızlığa yol açacağını savundu. Dr. Tunca, bu durumun çocuklar üzerindeki etkilerini şu şekilde özetledi:
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
“Başarısızlık bir yana, çocuğun kafası karışır ve bu karışıklık beraberinde bazı korkular, kaygılar ve sosyal becerilerin gelişiminde engeller ortaya çıkar. Psikopedagojik ve psikiyatrik açıdan bakıldığında, son yıllarda özellikle ilkokul ve ortaokul çocuklarında sıkça karşılaştığımız sorunlar arasında anksiyete bozuklukları, fobiler, obsesif kompulsif bozukluklar ve gece korkuları, alt ıslatma, yeme ve uyku bozuklukları gibi problemler bulunmakta.”
“Erken yaşta verilen din eğitimi çocukta derin iz bırakıyor”
Dr. Tunca, ailelerin çocuklarındaki olumsuz durumları genellikle çocuğun arkadaşları tarafından korkutulması veya akranlarından dinlediği korkutucu hikayelere bağladığını ifade etti. Çocukların ak sakallı dedeler, cinler ve periler gibi fantastik unsurlarla karşılaşabileceğini ve internet oyunlarında da bu tür içeriklere maruz kalabileceğini belirtti. Dr. Tunca, “Evde veya çocuğun gittiği eğitim kurumunda yoğun bir muhafazakar, dini ortam ve eğitim varsa ve çocuğun yaşı küçükse, bu tür durumlar gözlemlenebilir. Çocuğa yönelik, ‘Ellerini iyi yıkamazsan, tuvalet temizliğini sol elinle yapmazsan, tuvalete şu ayağınla girmezsen, yemeğini şu elle yemezsen, yazı yazarken kalemini şu elle tutmazsan bu günah olur’ gibi beklentiler ve bunlara uymadığında uygulanan yaptırımlar çocuğu olumsuz etkiler, kafasını karıştırır, kaygılandırır ve beceriksizlik duygusuna yol açar” dedi.
Dr. Tunca, sağlak ve solak olmanın doğuştan gelen nörolojik bir durum olduğunu vurgulayarak, sol eliyle kalem tutan bir çocuktan sağ eliyle yazı yazmasını istemenin akademik başarısızlık ve becerememe duygusuna yol açabileceğini belirtti.
“7 yaşındaki bir çocuğa ‘Eller şöyle, yedi kere yıkanacak, abdest alırken tam şu noktaya kadar yıkanacak, abdest alırken elini, dirseğine kadar kolunu yıkayacaksın. Başını, avucunun bütün içini alacak şekilde mesh edeceksin, eğer şu durum olursa hemen arkadan tekrar abdest alacaksın’ gibi bilgiler verilmesi, ve eğer bunlara uymazsa günah işleyeceğini, günah işleyenlerin cehenneme gideceğini, cehennemde de onu çok korkunç şeylerin bekleyeceğini söylerseniz, bu durum çocukta takıntılar, kaygı bozuklukları ve korkuların oluşmasına neden olabilir.”
“Aile istemeden çocuğun korkmasına neden oluyor”
Dr. Tunca, 12-13 yaşından küçük bir çocuğun “Yaptığın her şeyi Allah görüyor. Allah her yerde bizi izliyor. Yalan söylersen, bir şey alırsan, çalarsan, bunun sonu günah ve cehennemdir” sözleriyle korkutulmasının, konuşma bozukluklarına yol açabileceğini belirtti:
“Bu tür bilgiler çocuğun rahat ve normal bir şekilde hareket etmesini engelleyebilir ve gece uyurken ‘Allah yanımda mı? Gözlerimi kapatsam bir şey olur mu? Şimdi nerede acaba?’ gibi endişelere neden olabilir. ‘Allah içimizde, beynimizde, kalbimizde’ gibi açıklamalar da, çocuklarda bu kavramdan korkuya yol açabilir.”
Dr. Tunca, bu tür durumların ergenlik döneminde çocuklarda “Bu kavram beni bu kadar korkutuyorsa, en iyisi bu kavrama hiç inanmayayım” düşüncesinin gelişmesine neden olabileceğini ifade etti. Hatalı yaklaşımlar sonucunda, çocukların istemeden de olsa yaratanı, dini ve dinin kurallarını reddederek deizm veya ateizm yönelimi gösterebileceğini söyledi.
“Çocuklar okuma yazmayı öğrenmekte zorluk çekiyor”
Dr. Tunca, velilerin birinci sınıfın sonuna doğru okuma yazmayı öğrenemeyen çocuklarla ilgili şikayetlerle kendilerine başvurduklarını belirtti. Bu çocukların, ilkokul öncesinde okuma yazmanın soldan sağa doğru öğretileceği temel eğitim yerine, bir Kur’an kursuna veya dini eğitime maruz kaldıklarını ifade etti. Dr. Tunca, bu dini eğitimlerde çocukların sağdan sola, farklı harflerle ve yazıldığı gibi okunmayan bir dilde eğitim aldığını hatırlatarak, bu durumun Türkçe okuma ve yazmayı olumsuz etkilediğini vurguladı. Çocuğun başarısızlık ve uyarılarla karşılaştığını, arkadaşları arasında geri planda kalmanın getirdiği sıkıntı ve güven problemi yaşadığını, bu nedenle okula gitmek istemediğini şu sözlerle belirtti.
“Özel öğrenme güçlüğü, toplumda disleksi olarak bilinen durumlarda çocuklar bazı harfleri ve rakamları ters yazabilir, yazı yazmaya sağdan sola başlayabilir, düzgün yazamama veya okuyamama gibi sorunlar yaşayabilir. Bu da nörolojik problemin belirtileri olabilir.”
“Davranış bozukluğu ortaya çıkıyor”
Dr. Tunca, ergenlik döneminden önce bazı çocukların oruç tutmak, namaz kılmak ve abdest almak gibi dini kuralları yaşlarına uygun olarak yerine getirmekte zorlandığını belirtti. Çocukların, bu etkinlikleri tam olarak yerine getirmedikleri için kendilerini günah işlemiş gibi hissedebileceğini ve bu yüzden takıntılı davranışlar geliştirebileceğini ifade etti.
Dr. Tunca, “Çocuklar ‘Bunu bu kadar yapmazsam günah işlemiş olurum, tekrar yapayım. Tam olarak yapamadım galiba, tekrar yapayım’ şeklinde takıntılı davranışlar geliştirebilirler. En kötüsü ise çocukların bu takıntılı davranışları sadece dini ritüellerde değil, günlük hayattaki farklı etkinliklerde de göstermeye başlaması, yani bu davranışların bir bozukluk haline gelmesine neden olabilmesidir” diye konuştu.
“Kuran kurslarındaki içeriklerinin bir kısmı küçük çocuklar için riskli”
Dr. Tunca, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 4-6 ve 7-10 yaş grubu için hazırladığı Kur’an-ı Kerim Öğretim Programı ve Kur’an kurslarına dikkat çekti. Çocuklardan doğru kelime telaffuzu beklendiğini belirten Dr. Tunca, ancak çocukların dil ve ağız yapısının henüz tam olarak gelişmemiş olduğunu, bu nedenle doğru telaffuzu gerçekleştiremeyebileceğini ifade etti.
Görevlilerin, beklenen performansı gösteremeyen çocuklara eline vurma veya sınıftan çıkarma gibi cezalar uygulamasının, çocuklar üzerinde travma yaratabileceğini vurguladı. Dr. Tunca, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından verilen eğitimlerde dua ve surelerin anlamlarının, tefsir gibi kavramların çocuklar tarafından açıklanmasının beklenmemesi gerektiğini belirtti. Çocukların bu kavramları anlamamış olmalarının sorun olmadığını, ancak “Ben bunu anlayamıyorum” duygusunun gelişmesinin, “Başaramadım” duygusunu getirdiğini söyledi. Bu durumun, çocuğun kendini “Bir şeyleri çabuk anlayamayan, başaramayan, bitiremeyen, ödül veya övgü kazanmayan bir çocuk” olarak tanımlamasına neden olabileceğini ekledi.
“Çocuklarda hata yapma duygusu korkuya neden oluyor”
Dr. Tunca, Kur’an kurslarında çocuklara cennet, cehennem, günah, sevap, melekler ve şeytan kavramlarının öğretildiğini belirtti. Bu kavramlarla doğru ve yanlış davranışların anlatıldığını ifade etti ve hata yapan çocukların bu durumdan nasıl etkileneceğini şu şekilde açıkladı:
“Çocuklar hata yaptığını düşündüğünde, bu durumun tamamen geri dönülemez ve onarılamaz bir şey olduğuna inanabilirler. Hatanın onları günaha ve dolayısıyla cehenneme sürükleyen bir hata olduğuna dair bir inanç geliştirebilirler. Örneğin, arkadaşıyla kavga eden veya kalemini kaybeden bir çocuk, gece yatarken ‘Kalemi aldığı için cehennemde ateşler içinde yanacağı, Sırat Köprüsü’nden ateşlere düşeceği’ fikrini düşünebilir. Bu düşünceler nedeniyle uyuyamaz, korkar ve yalnız kalmakta zorlanır. Bu durum, korkuların yanı sıra düşünce sistemindeki takıntılara da yol açabilir.”
Dr. Tunca, bu tür düşüncelerin çocuklarda “Acaba günah işledim mi? Bunun sonu ne olacak?” gibi sorgulamalara neden olabileceğini ve bu sürecin suçluluk duygusunun gelişmesine yol açabileceğini dile getirdi. Ayrıca, dikkat eksikliği şikayetiyle gelen birçok çocuğun sorunlarının arkasında bu tür düşüncelerin yattığını ifade etti.
“Çocuklar gördüklerini yapar”
Dr. Tunca, ailelerin çocuklarını dini veya kültürel açıdan nasıl yetiştirecekleri konusunda müdahale etme haklarının bulunmadığını belirtti. Ancak, Bakanlıkların politikalarının bu bağlamda aynı şekilde uygulanamayacağını vurguladı. Dr. Tunca, “Çocuklar söylediklerinizi yapmazlar. Onlara ahlak ve görgü kurallarını öğretmek istiyorsanız, sadece bu kuralları kendiniz uygulayın. Çocuklar duyduklarını değil, gördüklerini taklit ederler” dedi. Bu yüzden, bir bilgiyi empoze etmenin okul öncesi ve ilkokul çağındaki çocuklar için genellikle ters tepeceğini ve ergenlik döneminde bu çocukların muhalefet içinde olabileceklerini anlattı.
Dr. Tunca, “Eğer bir çocuk depresyona giriyorsa, kaygı bozukluğu geliştiriyorsa, takıntıları varsa, toplum içinde kendini ifade etmede problemler yaşıyorsa, yani sosyal fobikse veya daha ileri yaşlarda gerçekle gerçek olmayanı ayırt etmede zorluklar yaşıyorsa, yani psikotikse, bunun temeli bu yaşlarda atılıyor” şeklinde konuştu.
Din eğitimi verilmesi isteniyorsa, Dr. Tunca’ya göre, çocukların imam hatip liselerinde veya ilahiyat fakültelerinde eğitim almaları sağlanabilir. Çocukların ailede namaz kılan, oruç tutan ve Kur’an okuyan bireyleri gördüğünde bu davranışları istemesi durumunda dahil olabileceklerini söyledi. Ancak, çocukları zorlamak, ciddi düzeltmeler yapmak veya ceza vermek, “Sen büyüdün, buna hemen başlayalım” demek yerine, 12-13 yaşından sonra, çocuk için daha anlamlı ve anlaşılır olacağı için o yaşlarda din eğitimini vermenin daha uygun olduğunu belirtti.
“Yoğun din eğitimi alıp dini reddeden çocuklar var”
Dr. Tunca, din eğitimi alan ancak sonrasında dini reddeden çocuklarla sıkça karşılaştıklarını belirtti. Ailelerin çeşitli şikayetlerle uzmanlara başvurduklarını ifade eden Dr. Tunca, “Bu çocuklar görüşmeler sırasında ailelerinin dini kurallara sıkı sıkıya bağlı olduklarını, evde çok katı kurallar uygulandığını anlatıyorlar. Ancak çocuklar, ‘Ben ateistim’ diyor ve en kötüsü, ‘Bunu ailem bilmiyor’ şeklinde itiraf ediyorlar. Çocuklar, ailelerine yalan söylediklerini ve vicdan azabıyla bunu paylaştıklarını belirtiyorlar. Bazen ise cinsel yönelimlerinin farklı olduğu gibi yepyeni bilgiler ekliyorlar” dedi.
“Kendimi öyle bir ispatlama çabası içindeyim ki…”
Dr. Tunca, bazı çocukların “Dışarıda örtümü çıkarıyorum, kıyafetimi değiştiriyorum. Üstelik de öyle bir değiştiriyorum ki, öyle bir kendimi ispatlama çabasındayım ki, normal giyiniş tarzının ötesinde bir çıplaklıkla bunu yapıyorum” gibi cümlelerle din eğitimi sonrası örtünen ancak dışarıda örtülerini çıkarmak ve kıyafetlerini değiştirmek suretiyle kendilerini ispatlama çabasına girdiklerini belirtti.
Dr. Tunca, bu çocukların, kendilerini özgür ve bağımsız bir birey olarak gösterme isteğiyle bu davranışları sergilediklerini vurguladı. Çocukların, normal giyinme tarzının ötesinde, abartılı bir şekilde kıyafet değiştirdiklerini ve bunu bir tür protesto olarak gördüklerini söyledi.
Dr. Tunca, bu şekilde davranan çocukların yaşadığı duyguyu şu şekilde özetledi:
“Bu çocuklar, ‘Küçük yaşlarda kendime savunma gücü veremedim, bana zorla bu kuralları kabul ettirdiler. Yapmadığımda kızdılar, ceza verdiler ve ödülleri vermediler. Ama şimdi güçlendim, hem fiziksel hem de bilgi olarak. Gözüm açıldı ve farklı düşünce sistemlerini duymaya başladım. Şimdi bu eski güçlerin bana yetmeyeceğini düşünüyorum. Kendi istediğim özgür hayatı yaşayacağım ve 18 yaşına gelince bu evi, bu aileyi, bu yapıyı tamamen terk edeceğim’ diyorlar.”
“Üniversiteye hazırlandığı için oruç tutmak istemeyen çocuk depresyona girdi”
Dr. Tunca, üniversiteye hazırlanan bir lise öğrencisinin Ramazan ayında her gün belirli bir bölüm Kur’an-ı Kerim okumak zorunda olduğuna dair ailesinden baskı gördüğünü belirtti. Tıp fakültesini hedefleyen bu öğrencinin yoğun çalışma temposunda her gün Kur’an okumak istemediğini ve ailesine bu konuda yalan söylediğini söyledi. Öğrencinin dikkatini bozduğu için oruç tutmak istemediğini ancak ailesinin bu konuda ısrarcı olduğunu ifade eden Dr. Tunca, öğrencinin kendisine “Günde 12-14 saat aç susuz kalarak, her gün Kur’an okuyarak ve üniversite sınavına çalışarak bu süreci yürütmek zorundayım” dediğini aktardı. Dr. Tunca, bu çocuğun ders çalışmadığı, deneme sınavlarındaki notlarının kötü olduğu şikayetiyle getirildiğini ve intihara kalkıştığını, sonuç olarak depresyon teşhisi koyduklarını belirtti.
Dr. Tunca, cinsel yönelimini ailesinden gizleyen, muhafazakar ailelerde yaşayıp gizlice alkol tüketen ve evden kaçan çocuklar olduğuna da dikkat çekti. Bu tür durumların, özellikle baskıcı aile bireylerinin olduğu hanelerde daha yaygın görüldüğünü vurguladı.
“Aile gerçekleri öğrendiğinde yaklaşımını değiştirebiliyor”
Dr. Tunca, 16 yaşındaki bir çocuğun 3-4 yaşlarından itibaren ailesi tarafından dini vecibeleri yerine getirmeye zorlandığını ve içinde bulunduğu ev sohbetlerinde sürekli dini konuların işlendiğini belirtti. Çocuğun beş yaşından itibaren namaz kılmaya ve Kur’an okumaya başladığını, ancak düşüncelerini kontrol ederek yaşamaya çalıştığını ifade etti.
Dr. Tunca, çocuğun kafasında sürekli Allah’a, Peygamber’e ve dine küfür eden, günah içeren düşünceler belirdiğini ve bu düşüncelerden kurtulamadığını söyledi. Çocuk, bu kötü düşünceler nedeniyle uyuyamadığını, ders çalışamadığını ve arkadaşlarıyla konuşamadığını belirtti. Özellikle karma sınıflardaki kız arkadaşlarıyla temas ettiğinde, bu durumdan rahatsız olduğunu ve bunu günah olarak gördüğünü ifade etti. Dr. Tunca, çocuğun bu düşünceler ve kontrol çabalarıyla yaşadığını ve tedavi aldığını aktardı. Ayrıca, çocukların farklı gerekçelerle uzmanlara başvurduklarını, ailelerin gerçekleri öğrendikten sonra tutumlarını değiştirebildiklerini ve bu değişimin çocukların yararına olduğunu vurguladı.