Ruşen Çakır ve Kemal Can, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin yaptığı “DEM Parti, Öcalan ile görüşmeli” çıkışını değerlendirdi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, grup toplantısında İmralı ile DEM Parti yetkilileri arasında yüz yüze görüşme yapılması çağrısını yineledi. Bahçeli, “Bu temas gecikmeden gerçekleşmeli” diyerek, sürecin hızlanmasını istediğini söyledi.
Bahçeli’nin konuşmasında dikkat çeken bir diğer nokta ise bu çağrının uluslararası ve bölgesel konjonktürle bağlantılandırılması oldu. Ruşen Çakır ve Kemal Can, Bahçeli’nin bu söylemini “dış dinamiklere dayalı bir strateji” olarak nitelendirdi. “Bahçeli, gaz pedalını bazen kesiyor, bazen arttırıyor ancak süreçteki baskın rolü koruyor” yorumu öne çıktı.
“Kürt sorunu” ve tedbir vurgusu
Bahçeli’nin Kürt meselesine dair açıklamalarında “Bu bir çözüm süreci değil, tedbir alma stratejisidir” ifadeleri dikkat çekti. Ruşen Çakır ve Kemal Can, bu çıkışın Bahçeli’nin geçmiş söylemleriyle uyumlu olduğunu ancak yeni bir strateji sinyali taşıdığını belirtti. Öte yandan Çakır ve Can, şu yorum yaptı:
“Bahçeli, Kürt meselesini tarihsel ve yapısal bir çerçeveye oturtarak konuyu tedbir ve güvenlik politikaları üzerinden ele alıyor.”
Medya tehditleri ve tepkiler
Bahçeli’nin konuşmasında Halk TV ve diğer medya organlarına yönelik sert ifadeleri de gündeme damga vurdu. “MHP’ye saldıran medya organlarını tek tek not ediyoruz. Burunlarından fitil fitil getireceğiz” şeklindeki sözler, yayında “Bahçeli’nin klasik sert üslubu ile yeni stratejik adımları harmanlama çabası” olarak yorumlandı.
Ahmet Türk görüşmesi tartışması
Kemal Can ve Ruşen Çakır ayrıca Ahmet Türk’ün Bahçeli ile görüşme ihtimali üzerine yapılan değerlendirmelere dikkat çekti. Çakır, Türk’ün bu konuda yaptığı, “Görüşmeye yönelik bir talebimiz yok, ancak barış için katkı sunacak her adımı destekleriz” açıklaması hatırlattı. Kemal Can ise bu tür temasların sembolik olduğu kadar siyasi sonuçlar doğurabileceğini belirtti.
Siyasetin farklı kesimlerindeki yankılarıyla dikkat çeken bu sürecin nasıl şekilleneceği merak ediliyor.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Kemal, hoş geldin.
Kemal Can: Hoş bulduk.
Ruşen Çakır: Öncelikle, şimdi Tuncer Bakırhan’ı izledik. İzleyicilerimize duyuralım, bir aksilik olmazsa yarın Tuncer Bakırhan stüdyoda konuk olacak, doğrudan ona birçok şeyi soracağız. Hatta izleyicilerimiz de bize sormak istedikleri sorular varsa iletirler. Şimdi bayağı bir hareketli. Bahçeli’nin ayağı gazdaydı, sonra geçen hafta keser gibi oldu. Ben en azından öyle yorumladım. Sen nasıl yorumladın bilmiyorum. Bu hafta çok daha şey yaptı, birazdan göreceğiz zaten kendi sesinden de, DEM Partililerin Öcalan’la yüz yüze görüşmesini talep etti. Ama öncesinde şununla başlayalım, demin arkadaşımız Mahir Bağış’la konuşurken o şey söyledi – ki öyle konuşmaya baktığımız zaman – Bahçeli söylemini hep yapıyordu ama bu sefer çok daha net bir şekilde uluslararası konjonktüre ve bölgesel konjonktüre bağlıyor. İki ateş arasında kalmak, 3. Dünya Savaşı, vesaire vesaire ve buraya ‘‘Baraj kurmak…’’ diyor, değil mi? Aynen öyle. Tedbir almak, ön almak istiyor. Yani bir şey yaklaşıyor, bir tehlike yaklaşıyor, o tehlike yaklaşmadan önce delikleri kapatmak… Şey vardır ya evde, fırtına vesaire öncesinde… Ve Türkiye’nin de en büyük sorunu tabii ki Kürt meselesi. O, ‘‘Kürt meselesi’’ demiyor ama ‘‘terör’’ diyor. Bu konuyu çözme olarak görüyor. Bunu aylardır diyelim, neredeyse 2 ay oldu, değil mi? Yani bunu konuşuyoruz. Şimdi bir tarafta şey yaklaşımı var: ‘‘Bunlar tiyatro yaklaşımı, Erdoğan’ı seçtirme yaklaşımı.’’ Bir tarafta tamamen uluslararası konjonktüre bağlayanlar var. Bir tarafta da ‘‘Hem iç hem dış’’ diyenler var. Ben açıkçası öteden beri, sen de görüyorsundur, dış yönün, Bahçeli’nin çıkışında en azından dış yönün çok daha baskın olduğunu ama tabii ki olayın iç birtakım yönleri olduğunu da düşünüyordum. Şimdi baktığımda, çok daha net bir şekilde Bahçeli bunu büyük ölçüde uluslararası ve bölgesel, hem küresel anlamda ama bölgesel anlamda… İsrail’e bu kadar vurgu yapması; MHP hareketinin çok derdi olan bir ülke değil İsrail. Ama son dönemde sürekli buna çok ciddi vurgu yapıyor, İslamcılardan daha fazla belki yapıyor falan. Böyle bir durum var. Ne dersin bu bölgesel ya da dış-iç dengesi meselesine? Katılır mısın bu sefer iyice Bahçeli’nin terazinin dış kefesine ağırlık verdiğine?
Kemal Can: Harekete geçirici olarak, evet, katılırım. Baştan itibaren hatırlarsan ben de ilham veren, bu sürece ilham veren, harekete geçiren, hatta hızlı ve yüksek hareketi gerektiren şeyin gerekçelerinin dış dinamikler olabileceğini ama çizilen çerçevenin iç dinamiklere ilişkin çok önemli tarafları olduğunu söylüyordum. Yani dışarıda bir durum stabilizasyonuyla yeterli durmayan, oradaki durumu tanzim etmekle iktifa etmeyen bir çerçeve koyuyor. Ve bunu da yine iki tane şeyle temellendiriyor Bahçeli başlangıçtan itibaren. Yani her grup konuşmasında, her hamlesinde, her adımında karşımıza gelen iki tane dayanağı var. Birincisi, söylediğin gibi, ilk elini uzattığında zaten söylemişti: “Ben iç cepheyi güçlendirme gereğinden ilham aldım elimi uzatırken” demişti. Ondan sonra da zaten bu çerçeveyi çizdi. Birinci dayanak noktası dış dinamikler. İkinci oturttuğu zemin ise tarihsel perspektif. Bu, bu konuşmasında da var, önceki konuşmalarında da vardı. Bir tarihsel zemine oturtuyor, yani “Biz eskiden bu işleri nasıl yapıyorduk?” zeminine yerleştiriyor. Ve hatta İlay-ı Kelimetullah’a kadar götürdüğü…
Ruşen Çakır: Kızıl Elma…
Kemal Can: Zamanında, 12 Eylül rejiminin bile kullandığı İslami ayağı, bir biçimde devlet ideolojisinin içerisine yerleştirdiği bir perspektife oturtuyor. İki tane meşruiyet: biri konjonktürel, biri yapısal. Yani Türk devlet geleneği dediği yapısal bir zeminin üzerinde, konjonktürel durumu fırsat ve riskleri itibarıyla bir çerçeveye oturtuyor. Bu çerçeve tartışıldığı gibi bir Kürt meselesi çözüm perspektifi değil; karşılaşılan şeye karşı geliştirilen — sen işte “baraj” diye tarif ettin — bir durumsal strateji.
Ruşen Çakır: Tedbir almak.
Kemal Can: Tedbir almak. Ama bu tedbiri alırken şöyle bir şey yapıyor; pek çok aktörü, bu aktörlerden birinin de ben doğrudan Erdoğan da olduğunu düşünüyorum, pek çok aktörü kendi kurduğu çerçevenin içerisinde yeni pozisyonlara yerleştiriyor. Yerleştirmekle de kalmıyor, bu konuda acele ettiriyor. “Elinizi çabuk tutun’’ diyor.
Ruşen Çakır: Ona birazdan geleceğiz.
Kemal Can: Sen demin şey dedin ya, gazı kesiyor filan, şu açık; gazı bazen artırıyor, bazen kesiyor ama gaz pedalı Bahçeli.
Ruşen Çakır: Şimdi burada şöyle bir husus var; Davutoğlu’na yönelik birtakım eleştirileri var, biliyorsun, Davutoğlu’nun Irak Kürdistanı’nda yaptığı konuşmaya istinaden. Orada senin demin söylediğin, Kürt sorununun varlığını reddetme… Ben de buna taktım, biliyorsun. Şimdi Kürt realitesini kabul ediyor, Kürt hareketi realitesini de kısmen kabul ediyor. Yani Kandil’i ve Demirtaş’ı dışarı atıp, Öcalan ve DEM Parti’ye indirgediği bir Kürt hareketi var. Ama Kürt sorununu kabul etmiyor. Yani, ‘‘Ayrı gayrı hiçbir şey yok’’ diyor. Şimdi bunun böyle olmadığını… Şimdi Davutoğlu demiş ya, “Türk-Kürt eşitliği” falan demiş. ‘‘Böyle bir şey denemez’’ filan. Halbuki esas mesele bu. Şimdi burada, sanki Bahçeli’nin, tabii birçok başka şeyi var ama bence en zayıf yeri burası. Kürt sorunuyla ilgili bir şey söylemeden, mesela Kürtçe ile ilgili bir şey söylemeden, başka şeyler söylemeden, kayyum meselesi, Kürtlerin birinci derecede şikayetçi olduğu hususları söylemeden, neyi nasıl çözeceksin meselesi var. Ya da PKK silahı sırf Öcalan istedi diye mi bırakacak? Karşılığında bu insanların, PKK’yı destekleyen insanların hangi beklentisini karşılıyorsun? Orada tam bir boşluk var. Buradan da bir yerde tıkanıyor, yani daha baştan tıkanıyor.
Kemal Can: Evet, dediğin doğru. Yani aslında normalde bir problemi, toplumsal siyasal problemi algılama biçiminde, onun bütün kök kaynaklarıyla birlikte onu değerlendirdiğimizde bir çözüm perspektifi yok. Ama zaten Bahçeli böyle bir tarihsel meseleyi, ‘‘Artık oturalım yüzleşelim ve hepimiz karşılıklı olarak farklı bir pozisyona geçelim’’ diye tarif etmiyor.
Ruşen Çakır: Ama bazı yerlerde şey var, bak dikkat edersen, şimdi ‘‘Kürt sorununa’’ demiyor ama ‘‘çatışmaya’’ diyor.
Kemal Can: Tabii tabii.
Ruşen Çakır: Mesela Bahçeli barış istiyor.
Kemal Can: Tabii, ama onun barış dediği şey bir stabilizasyon. Yani bir durum, bir siyasal statü tarifi olmaksızın, “Bizim ikimizin de çıkarına olan, ikimizin de risklerini ele alarak” diyor. Çünkü çatışan taraflar iki şekilde uzlaşırlar. Birincisi; birinin, hatta ikisinin birlikte geri adım atması ya da ileri adım atmasıyla durumu değiştirirler; ya da ikisi de mevcut durumun kendileri aleyhine gelişebileceği ihtimaline karşı geçici olarak, mesela geçici ateşkes yaparlar, geçici uzlaşmalara varırlar, bir detant yaratırlar, bir geçici statü üretirler. Ve burada tarihsel perspektife sürekli gitmesinin nedeni, “Ya biz bunu daha önce becerdik.” Aslında siyasi ve toplumsal olarak 100 yıllık sorun kabul etmeme perspektifini değiştirmiyor devlet. Çünkü 100 yıldır bu ülke Kürt sorununu resmi olarak, bir statü sorunu olarak kabul etmeme üzerine kurgulanmış bir problemi yaşıyor.
Ruşen Çakır: Evet, burada şöyle bir şey var yalnız. Bahçeli’nin en önemli farkı, bence, yani Bahçeli’den beklenmeyecek çıkışını anlamlı yapan şu: Bu, PKK’yı “terör örgütü” vesaire diye tanımladığı yapıyı asla taviz vermeden, hani kökünü kurutma söylemi üzerine giden bir hareket. Şimdi onların bir şekilde, şu ya da bu şekilde, kendilerinin silah bırakmasını talep etme… Yani şöyle bir şey, tabii ki ‘‘Terörle mücadele’’ falan diyor ama Bahçeli ısrarla sürekli, bugün de onu söyledi; yani bunu bir şekilde halledelim. Bu aslında bir anlamda kökünü kurutamayacağının da itirafı ve bu anlamda yeni. Burada ilginç olan şu, Erdoğan da son dönemdeki PKK’ya karşı yapılan, hem Türkiye’de hem de Irak ve Suriye’de yapılan birtakım operasyonların vesairenin elde ettiği sonuçlara bakarak, bu sefer o geleneksel devlet perspektifine daha fazla kapılmış ve bunu sanki kökünü kurutabilecekmiş gibi bir duyguya kapılmışken yapıyor. Burada böyle ilginç bir durum var. Yani Erdoğan’ın mesela Brezilya dönüşü uçakta söylediklerini hatırlıyorsun. Terörsüz Türkiye önermesi… ‘‘Onu yaptık, bunu yaptık’’ diyerek, hatta Suriye’ye yeni bir operasyon ihtimaline kapı aralayıp vesaire yapıp… Normalde tersi beklenirdi. Geçmiş dönemde Erdoğan, bunun silahlı olmayacağını kabul etmiş birisi olarak çözüm süreci denedi; Bahçeli de “Olmaz öyle şey, teröristle pazarlık edilmez” deyip silahlı olmasını istiyordu. Şimdi Bahçeli, “Bu iş silahlı olmaz” demiyor ama sonuçta fiilen söylediği buraya geliyor. Bu da çok önemli bir farklılık yani.
Kemal Can: Tabii ama burada şöyle bir nüansa dikkat çekmek lazım; şimdi, karşı tarafla ‘‘Gel anlaşalım’’, yani çatışmasızlık durumu yaratmak iki motivasyonla mümkündür. Birincisi, kendinizi daha güçlü hissedersiniz ve bu güçlülük dolayısıyla talep etme gücünü bulursunuz. “Bak, şimdi ben seni yok etmeye yakın bir aşamaya geldim ama buraya gelmeyelim, sen şu şeyi kabul et.” İkincisi, daha zayıf ve riskli bir durumdasınızdır, talep eden olursunuz. Şimdi burada tam olarak Bahçeli birincisinin havasını yapıyor. Yani karşı tarafa, işte bu ‘‘Biden’ın üvey çocukları’’, geçen grup toplantısındaki Kandil’i kastederek yaptığı konuşma… Yani “Bakın, sizin geleceğiniz de garanti değil. Bu sizi ortada bırakır, onun devri de bitiyor, şurada az bir şeyi kaldı. Siz bu işten dönün. Onların koruyuculuğuna güvenmeyin” diyor.
Ruşen Çakır: Bir de şey dedi hatta Biden’ı kastederek “Görevden alın bunu” dedi.
Kemal Can: “Elinizi çabuk tutun, size bir şey veriyorum” diyor, yani bu havayı veriyor. Bunu açıktan söylemiyor ama bu imayı taşıyan bir şey yapıyor. Gerçekten böyle olduğu için değil ama bu havayı şey yapmak istiyor. Ve söylediği şeyde de, ilk ‘‘Öcalan konuşsun’’ meselesinde de bugünkü DEM hikayesinde de, ki aslında biraz önce haberini verdiğiniz başvuru da bir tür aslında Erdoğan’a da bir mesaj içeriyor. Ama burada da herkesi hızlanmaya çağırıyor.
Ruşen Çakır: Tamam ona gelelim. Evet, Bahçeli çok net bir şekilde ‘‘Bir an önce görüşsünler’’ dedi. Tam da senin dediğin gibi, aslında bu mesaj Erdoğan’a. ‘‘Bırak görüşsünler, bir şey olsun’’ diyor. Çünkü öteki türlü, ‘‘Öcalan gelsin, burada konuşsun’’ demek çok afaki bir şey. Ne olacak? Bayağı bir protokol gerektiren bir şey değil mi? Diyelim ki bugün karar verdin, Öcalan’ın DEM Parti grubuna gelmesi 6 ay sonra oldu. Ama bak başvurdular, bugün izni verilse yarın İmralı’ya gidebilirler. Şimdi böyle bir şey. Aslında bir de şöyle de bir ilginçlik var tabii. Öcalan’la en son kim görüştü? Ömer Öcalan, yeğeni ama aynı zamanda DEM Parti Milletvekili. Aslında DEM Parti bir anlamda görüşmüştü, aile üzerinden görüşmüştü. Şimdi anladığım kadarıyla Tuncer Bakırhan, Hatimoğulları’yla birlikte, Eş Başkan’la birlikte gitmek istiyor. Başvurdular ve bu açıkçası Erdoğan’ı da… Bugün biliyorsun Özgür Özel şey diyor, ‘‘Ahmet Özer’le bizi bir aydır görüştürmüyorlar.’’ Hatta Bakan Yardımcısı diyormuş ki, ‘‘Ya biz zor durumda kalıyoruz’’ falan. Belli ki Erdoğan izin vermiyor, değil mi? Şimdi burada bu başvuruya hayır cevabı verirse, bu başvuru sallanırsa ne diyeceğiz? ‘‘Adalet Bakanı durumu inceliyor’’ mu diyeceğiz, yoksa ‘‘Erdoğan durumu inceliyor’’ mu diyeceğiz? ‘‘Erdoğan durumu inceliyor’’ diyeceğiz. Yani burada top şimdi Erdoğan’da. Erdoğan’ın kucağına bir şey bıraktı. Son bir şey söyleyeyim; hemen olmasa bile bu olacak gibi görüyorum ben.
Kemal Can: Zaten geçen haftaki programda ben iki tane şeyi söylemiştim, bu Ufuk Uras görüşmesinden sonra. Bir: Bahçeli ile başka görüşmeler olabilir. İkincisi: Muhtemelen temas trafiğinde de yeni arayışlarla yakında karşılaşabiliriz. Ki işte bunlar ortaya çıktı. Şimdi şu dipnotu koyarak bu konuya gireyim. Şimdi bu rol paylaşımı, Bahçeli, Erdoğan’ın riskini üstlenerek bu işte ‘‘Sözcülük yapıyor’’ teorisinin doğru tarafları olabilir. Böyle yaptıkları zamanlar çok fazla var. Bu hadisede de böyle düşünmek çok acayip değil, küçümsemiyorum ama şu açık. Yani sen de senelerdir tanıyorsun Erdoğan’ı ve Bahçeli’yi. Şimdi Erdoğan’ın üzerinden bu konuda risk almanın siyasi faydasını şuraya koy, bu tutumun Erdoğan’ın karizmasını nasıl sömürdüğünü şuraya koy. Şimdi Erdoğan siyaseten hangisini daha problemli görür? Yani şu hikayede, böyle Meclis şeyinden ver izni, Erdoğan’ın üstündeki riski ne kadar? Çünkü bütün diğer aktörler de, özellikle DEM defaatle “Biz asıl olarak Erdoğan’a bakıyoruz. Bakalım o ne yapacak?” diye bir tazyik oluştururken, ana muhalefet partisi benzer bir tutum alırken ‘‘Bakalım Erdoğan ne yapacak?’’ diye, kamuoyu aynı şekilde bakarken, Bahçeli çıkıyor, diyor ki “Bu izni ver.” Şimdi burada Erdoğan’ın üstündeki hangi riski almış oluyor Bahçeli?
Ruşen Çakır: Yok, Erdoğan’ı zor durumda bırakıyor.
Kemal Can: Yani ben de başından itibaren bu rol paylaşımının Erdoğan’a faydasını bir türlü anlamadım. Yani burada daha benzer bir durum var. Şimdi aralarında bu konuşmayı yapmış olsalar, o ikili görüşmede bunu yapmış olsalar başka bir şey ama Meclis’te grup toplantısında “Yüz yüze görüşmeye izin verin” in aynı günü…
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Ruşen Çakır: Şimdi burada da şöyle bir araya gireyim. Ufuk Uras en son verdiği röportajda – ki onu da söyleyeyim, yarın Ufuk Uras’la da bir yayın yapacağım, ayrıca detayları konuşacağız – şöyle söylüyor; diyor ki Bahçeli: ‘‘Kendisiyle bir şeyde mutabık kaldık, terörsüz Türkiye vesairede mutabık kaldık ve sonra ben bu açılımı yaptım’’ diyor. Yani Erdoğan’la ana hattıyla mutabık kalıyor, sonra Ufuk Uras’ın aktardığı, Bahçeli ona öyle demiş; ‘‘Sonra ben düşündüm, zaten bir taziyeleri vardı, başsağlığı dilemek vesilesiyle el uzattım, ben bir şey yaptım’’ diyor. Yani burada şey yok, yani ana hatlarıyla bir mutabakat var, iç cepheyi tahkim etme mutabakatı var ama sonrasını Bahçeli kendisi karar vermiş. Ve Bahçeli de aldığı kararın, söylediği lafın, mesela “Gelsin Öcalan konuşsun” ya da “Verin izni görüşsünler” dediği zaman bunun Erdoğan’ı zorlayacağını bilmeyecek bir siyasetçi değil. Ama burada aynı zamanda iktidar içi bir iktidar mücadelesi boyutu da var. Ne kazanır, ne kaybeder bilmiyorum ama sonuçta şey hikayesi – ki hiçbir zaman ben inanmadım ona – hani her şeyi birlikte yapıyorlar, iyi polis kötü polis falan… Burada şimdi kim iyi polis, kim kötü polis yani?
Kemal Can: Bir de daha önemlisi, bunun faydası ne? Yani böyle olduğunda bunun formüle faydası ne, ben onu da anlamış değilim. Yani Bahçeli bu riski üstüne aldı, Erdoğan kenardan seyrediyor. Bunun Erdoğan’a faydası ne, sürece faydası ne?
Ruşen Çakır: Bahçeli’ye faydası ne? İstersen şeyle yürüyelim, Ahmet Türk olgusu var. Başından itibaren Devlet Bahçeli’nin geçmişte de Ahmet Türk’ün cezaevinden çıkmasına dahil olmuşluğu var. Yaptığı konuşmalardan birisinde Ahmet Türk’e yönelik saygılı ifadeleri var. Ve bugün Ahmet Türk Meclis’teydi Pervin Buldan’la beraber ve Sırrı Süreyya Önder’in, Meclis Başkanvekili’nin odasında beraberdiler. Ve herkes şunu bekliyor: Ahmet Türk, Devlet Bahçeli ile görüşecek mi? Evet, belli ki başvurmamışlar ama her an görüşecekler gibi. Bugün bile olabilir. Şimdi burada aslında çok ilginç bir durum var. Ahmet Türk, bu hareketin en sembol isimlerinden birisi. Devlet Bahçeli zaten malum ve birbirlerinin bir hukuku var. Daha önce değişik dönemlerde denenmiş. Aslında o ikisinin buluşması, ne konuşurlar, ne olur bilmiyorum ama sembolik, hatta semboliğin de ötesinde fiili bir anlamı olur sanki.
Kemal Can: Evet, yani fiilen bu görüşme olur mu, olmaz mı bilmiyoruz.
Ruşen Çakır: Ama Devlet Bey’in son söyledikleri olacakmış gibi gösteriyor.
Kemal Can: Şöyle bir şey açık; bu görüşme olsun ya da olmasın, en azından daha önce DEM’in resmi olarak partiler turundaki görüşme talebini kabul etmemesine rağmen Ahmet Türk’le görüşebileceğini Bahçeli’nin söylemesi bir pozisyon tarifi zaten. Ve ayrıca bu temas trafiğinde şunu da kabul etmek lazım ya da Ahmet Türk’ün başvuru yapmayıp Ufuk Uras’ın gitmesi, geçen hafta da konuştuğumuz gibi, kolay bir şey değil. Şimdi iki şey DEM açısından zor. Birincisi, Bahçeli bir şey açtı diye koşarak, yani bütün tarihi yok sayarak, bütün yakın ve uzak tarihi bir hafızasızlık kuyusuna atıp birdenbire şey yapmak zor. Ama tamamen kayıtsız kalıp, hani böyle bir şey var, bir görüşme imkânı var, bir temas şeyi var, bunu da peşinen reddetmek… Şimdi zor bir durum. İşte Bahçeli de sürekli bu tazyiki yapıyor, bugünkü konuşmasında da öyle. Bir yandan, ‘‘Görüşmeye izin verin, onlar görüşsün’’ diyor; diğer taraftan da yine aynı cümlenin devamında, “İmralı’nın DEM’i mi olacaksınız, Kandil’in DEM’i mi olacaksınız, karar verin” diyor yani. Bir yandan da oraya bir tazyik var.
Ruşen Çakır: Şöyle de bir husus var; “Değerli bir insan” dedi, övdü yani, daha önce de yapmıştı. Şimdi çok daha net bir şekilde övdüğü Ahmet Türk’ü iktidar görevden aldı, yerine kayyum atadı.
Kemal Can: Bir detay daha söyleyeyim: Erdoğan, “Ne idiği belirsiz” dedi.
Ruşen Çakır: Evet. Şimdi istersen bir şeye bakalım, tam da bu bağlamda operasyonlar, Türkiye’nin dört bir tarafında; İstanbul, Ankara, Eskişehir, Şanlıurfa, Mardin, artık çok sayıda ilde, kimisi Ankara merkezli kimisi Eskişehir merkezli deniyor, operasyonlar var. Tam da Bahçeli’nin ‘‘İmralı ile görüşsün’’ dediği zamanda, büyük bir ihtimalle PKK ile KCK ile ilişkilendirilmiş bir operasyon yapıldı. Gözaltılar var. İnsan Hakları Derneği Kurucu Üyesi Nimet Tanrıkulu da gözaltına alınan isimler arasında. Evet, şimdi bakıyoruz. Nimet Tanrıkulu’nu ben iyi tanırım. Celalettin Can’ın eşidir. Bugün Celalettin ile konuştum. Daha önce Celalettin alınmıştı, biliyorsun. Şimdi eşini… Ne olduğunu bilmiyorlar. Ankara’da bir dava, cuma günü savcıya ifade verecekmiş ama bugünden gözaltına alıyorlar, götürüyorlar. Bunların hemen hemen hepsi zaten aleni bir şekilde gazetecilik yapan kişiler, belediye başkanı vesaire insanlar. Şimdi demin tam söylediğimiz yere gelecek olursak, Ahmet Türk değerli bir insan oluyor ama İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınıyor. Bir taraftan Bahçeli bir şeyler söylüyor, İmralı’ya işaret veriyor vesaire ve bir taraftan da operasyonlar, kayyumlar devam ediyor. Bugünkü operasyonun da tam aynı güne denk gelmesi çok manidar. Bilerek yapıldığını iddia etmiyorum ama. Şimdi Bahçeli tekrar ayağını gaza koydu, diyoruz. Açılım ya da adı her neyse burada bir şeyler olacak, diyoruz. ‘‘Ahmet Türk görüşecek mi, görüşmeyecek mi acaba?’’ diyoruz. Belki de Ahmet Türk Meclis’ten çıktığında onu gözaltına alabilecek bir siyasi irade de var. Yani böyle acayip bir durum var. Kimileri bunu işte o meşhur havuç sopa meselesinde okuyabilir. Dün Cuma Çiçek’le yaptığımız yayında ona da öyle söyledim. Ortada sopa var da havuç ne yani? Bahçeli’nin söyledikleri tek başına bir havuç anlamına gelmiyor. Bu kadar sertleşmesi, bu kadar bilinen belediye başkanlarının…
Kemal Can: Bahçeli’nin söyledikleri belki en fazla sopanın geçici olarak kaldırılmasını ancak içeriyor.
Ruşen Çakır: Ama sopa tam tersine birden daha hızlı bir şekilde iniyor. Yani, geçen seferde hatırla; kayyumlar atandı, Bahçeli konuştu. Pazartesi günüydü değil mi kayyumların atanması, Ahmet Türk’e falan?
Kemal Can: Evet.
Ruşen Çakır: Onun öncesinde cuma günüydü yanılmıyorsam, Ahmet Özer. Pazartesi sabahı Ahmet Türk…
Kemal Can: Mesela şu 3 gün üst üste şöyle gelişti: Bahçeli konuşmasını yaptı, ertesi gün Öcalan İmralı’da 4,5 yıldan sonra ilk kez görüşme gerçekleştirdi.
Ruşen Çakır: Bomba patladı.
Kemal Can: Bomba patladı ve kayyumlar atandı.
Ruşen Çakır: Evet, Ahmet Özer, sonra…
Kemal Can: Yani bunlar böyle aynı haftanın içerisine sıkıştı.
Ruşen Çakır: Bugünkü operasyonlar bence bu şeyden bağımsız değil, yani şimdi çok zorlama gibi gelebilir ama “Bir şeyler yapacak olsak bile sınırınızı bilin, haddinizi bilin” gözdağı gibi yani.
Kemal Can: Evet. Aslında baktığın zaman, biraz daha geriye çekilip baktığımızda aslında neredeyse 15 senedir böyle işliyor süreç. Oslo görüşmelerinden al Habur’a, Habur’dan sonra sürekli bir şeyler karşılıklı olarak. Yani sürekli birbirine sopa, havuç.
Ruşen Çakır: Paris saldırısı var. Acayip bir şey.
Kemal Can: Paris… Yani dünya kadar… Baktığında, şimdi böyle bir haftaya, 15 güne, bir aya filan baktığında bir grafik görüyoruz ama bu şeyi böyle genişlettiğinde, aslında 15 yıldır benzer bir grafiğin işlediğini görüyoruz. Bu böyle işleyen bir denklem. Ama burada mesela şöyle bir hikaye var. Şimdi bu havuç sopa meselesini herkes DEM üzerinden okuyor haklı olarak; DEM’i bir yere doğru itme, işte orada havuç ve sopa denklemi kullanılıyor. Ama bir yandan bakıyoruz ki işin belirli noktalarında Esenyurt’la başlıyor mesela, Mardin’den önce Esenyurt. Şimdi Dersim Ovacık’la beraber başlıyor. Operasyonun ne kadarı şey, mesela bazı gözaltına alınanların da doğrudan DEM’le ilişkili olmama ihtimali var. Yine medyada birtakım yeni oluşumlar, şeyler var. Ve bugünkü konuşmasında yine, iki haftadır yaptığı konuşmalarda CHP’ye özel bir yer de ayırıyor Bahçeli. Dolayısıyla bence o sopanın siyasetin genel dizaynıyla da bir bağlantısı var. Etki ajanlığı yasasını da bunun içine koy, kayyumlarla ilgili hazırlanan, MHP’nin hazırladığı yeni bir yasa teklifi var, onu da koy. Başka bir resim var. Ve mesela, yine birkaç ay önce, çok değil yaz başında filan Bahçeli’nin hatırlarsan bir resti olmuştu Erdoğan’a; “Tamam, biz çekilelim’’ diye. O zaman birtakım popüler YouTuber’lar, “Anlaştılar. CHP ile AKP anlaştı, artık MHP’yi de itecek, dirsekleyecek” diyorlardı. Bahçeli de çıktı hatırlanırsa, dedi ki: ‘‘Tamam, biz çekiliriz yani. Buysa, yapacaksanız yapın.’’ Şimdi gelinen nokta ne? Bence şu gelinen noktada, DEM’i Bahçeli istediği seçeneğin kabulü noktasında buyur ediyor oyuna ama o koşulla, yani kendi çizdiği rolle.
Ruşen Çakır: Siyaseti dar bir alana…
Kemal Can: Yani, ‘‘Oyuna girebilirsin ama bu rolle bu oyuna girebilirsin.’’ Ama birini alandan itiyor, o da CHP. Bugünkü konuşmasında çok ciddi biçimde bir başka göndermesi daha var. Aslında Esenyurt’un da mesajı buydu, Dersim Ovacık şeyinin de mesajı buydu. Yani, DEM’e alternatif seçenek olarak Kent uzlaşısı, şu, bu falanla, yani muhalefetle birlikteliğin bir güvence oluşturmadığını hatırlatan ve o güvence oluşturmamasını da o tarafın oyundan itilmesiyle somutlaştıran bir vaziyet var. Yani, bence hiç bununla bağlantısı kurulmuyor ama yazın Bahçeli’nin yaptığı restleşmenin hem iktidarın iç tartışmaları açısından hem siyaset dizaynının perspektifi açısından, bütün bu süreçle bir bağlantısı da olduğunu düşünüyorum. Ve bence havuç sopa, eğer onu iki boyutlu olarak düşünürsek, ‘‘Ne işe yarıyor, ne işe yaramıyor?’’ tartışması var ama biraz daha fazla boyutlu baktığımızda denklemin başka türlü işlediğini düşündürecek tarafları var.
Ruşen Çakır: Kemal, son olarak bunu bahsettik ama bir daha görelim. Bahçeli gazetecileri yine tehdit etti, Halk TV başta olmak üzere. İstersen onunla ilgili söyleyeceklerimizi söyleyelim, o videoyla beraber yayın bitsin.
Kemal Can: Tamam.
Ruşen Çakır: Yani Bahçeli, bence şöyle dedi: “İyi hoş, ben size burada bir şey çiziyorum ama ben sizin bildiğiniz Bahçeli’yim’’ dedi. Ve tam da Halk TV Flash TV’yi almışken, açık açık adını verdi Halk TV’nin ve ‘‘Patronları…’’ dedi ve bir şekilde Cafer Mahiroğlu’nu da şey yaptı. Sen ne demek istersin?
Kemal Can: Yani, senin dediğine kalıyorum. Bu sürecin başından itibaren ben zaten hep öyle tarif etmeye çalıştım. Bahçeli’nin bir rota değişikliği ya da 180 derece farklı bir şey söylediğinden çok, kendi pozisyonunu koruyarak hiç beklenmedik şeyler yapabileceğini gösteren ama aynı yerde durarak, aynı pencereden bakarak bunu yapabileceğini ima eden bir tutum sergiledi. Bu da, senin söylediğin gibi, bu meseleyle bağlantılı. Ve hani şunu zannediyorsanız; Bahçeli ister Erdoğan’ın şeyini üstlenmek için, onun için kendini yakıyor diye düşünün, ister küçük pazarlık hesapları diye düşünün ama ‘‘Bahçeli güvercin oldu’’ filan gibi bir perspektif yok. Hani öyle bir yanılgıya kapılmayalım.
Ruşen Çakır: Şahin olmaya devam ediyor.
Kemal Can: Ve girdiği hatta bazen öyle bir etki yaratıyor ki, kendi şahinliğinden daha fazla şahin bir yere de itebiliyor mesela Erdoğan’ı. Erdoğan hatırlarsan, bu süreç başladığından itibaren takdirlerini sundu, şunu yaptı, bunu yaptı ama kendi yaptığı açıklamaların hepsinde Bahçeli’nin fersah fersah ötesine gitmek zorunda kaldı.
Ruşen Çakır: Sonuç olarak, bunun asla kabul edilemez bir şey olduğunu söyleyelim. Bahçeli’nin sözleriyle izleyicilerimizi baş başa bırakalım. Kemal Can’a çok teşekkürler. Yayına emeği geçen tüm arkadaşlarımıza teşekkürler. Söyleyeceklerimiz bu kadar, iyi günler.