Yenidoğan Çetesi davasının ilk duruşmasında neler yaşandı?

Yenidoğan Çetesi davasında ara karar açıklandı. Davada tutuksuz yargılanan 25 sanıktan yedisi için tutuklama kararı verildi. Tutuklu 22 sanığın ise tutukluluk hali devam edecek. 47 sanık 13 gün boyunca savunma yaptı. Peki ilk duruşmada neler öne çıktı? Şimdiye kadar neler yaşandı? İşte davayı ilk günden beri takip eden Medyascope muhabiri Gülseven Özkan’ın izlenimleri.

Yenidoğan Çetesi'nin ilk duruşmasında neler yaşandı?

Türkiye tarihinin en büyük sağlık skandallarından biri olarak adlandırılan Yenidoğan Çetesi’nin ilk duruşması, İstanbul Bakırköy 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 18 Kasım Pazartesi başladı. 22’si tutuklu 47 sanığın yargılandığı davada sanıkların savunması 2 Aralık itibarıyla tamamlandı. Duruşma savcısı 3 Aralık’ta mütalaasını verdi. Mahkeme heyeti ise 4 Aralık’ta ara kararını açıkladı ve yedi kişinin daha tutuklanmasına karar verdi. Bir sonraki duruşma 13 Ocak 2025’te yapılacak.

Çete hakkında bin 399 sayfalık iddianame hazırlandı. İddianamede sanıkların İstanbul’da 112 Acil Çağrı Merkezi’nde çalışan kişilerle ortak hareket ederek, bazı bebekleri önceden anlaştıkları özel hastanelerin yenidoğan ünitelerine sevk ettirdikleri, bu süreçte bazı bebeklerin ölümüne neden oldukları ve haksız kazanç sağladıkları iddia ediliyor.

Peki 13 gün süren ilk duruşmada neler öne çıktı?

Duruşmaya ilgi ilk günden sonra giderek azaldı

18 Kasım’da başlayan duruşma, basın mensupları, siyasi parti temsilcileri, davaya katılmak isteyen barolar ve aileler tarafından yoğun ilgi gördü. Mahkeme salonuna girmek isteyenler izdiham yaşadı. Ancak 13 celse süren dava, zamanla giderek azalan bir ilgiyle karşılaştı.

Kimlik tespitiyle başlayan duruşmada yoğun güvenlik önlemleri alındı. Sanıklar, elleri kelepçeli şekilde salona getirildiğinde, birçok kişi çetenin elebaşı olduğu iddia edilen Fırat Sarı’yı görebilmek için ayağa kalktı. Duruşma süresince mahkeme başkanı, disiplini sağlamak amacıyla sık sık uyarılarda bulundu.

Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Erinç Sağkan, İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu ve çeşitli illerden gelen baro başkanları duruşmada hazır bulundu. Müşteki olmayan bazı mağdur ailelerinin avukatları, sivil toplum kuruluşları ve siyasi partilerin avukatları da davaya katılma talebinde bulundu. Ancak mahkeme “suçtan zarar görmedikleri” gerekçesiyle bu taleplerin tamamını reddetti.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu ve dosyada yer alan aileler davaya katıldı. Ancak iddianamede adı geçen 10 bebeğin ailelerinin ve avukatlarının büyük bölümü duruşmada bulunmadı. Ailelerin ifadeleri alınırken sadece dört aile duruşmaya gelerek yaşadıklarını anlattı. Duruşma boyunca bazı sanıklar iki, hatta dört avukat tarafından savunulurken, 13 gün süresince Kaya bebeğin ailesinin avukatı İsmail Kılıç’ın sanıklara yönelttiği sorular dikkat çekti. Bu süreçte avukatlar ile mahkeme heyeti arasında zaman zaman tartışmalar yaşandı.

Kamu kurumları avukatları sistemi sorgulayan sorular sormadı

Öte yandan, kamu kurumlarını temsil eden avukatlarla yapılan görüşmelerde, dosyada adı geçen ailelere ilişkin çok sınırlı bilgiye sahip oldukları ortaya çıktı. Kamu kurumları adına davayı takip eden avukatların, sanık sayısının fazla olması nedeniyle tüm duruşmaları tek bir kişinin takip etmediği ve dönüşümlü bir sistem uygulandığı öğrenildi. Bu durum, davanın etkinliğiyle ilgili bazı soru işaretlerini beraberinde getirdi. Ayrıca kamu kurumlarını temsil eden avukatlar, duruşma boyunca sağlık sistemi ve kamu görevlilerinin ihmalleri hakkında sorgulayıcı sorular yöneltmedi.

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu ve eşi Dr. Sare Davutoğlu, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Derya Yanık ile üyeler, CHP Sağlık Bakanlığı’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Dr. Zeliha Aksaz Şahbaz ve farklı siyasi partilerden isimler ve baro temsilcileri gözlemci olarak davayı takip etmek için ilk günlerde salondaydı. Ancak ilk birkaç günden sonra onlar da salonda ya da adliyenin çevresinde görülmedi.

Sanıklar savunma yaptı, sistemin çarpıklığı gözler önüne serildi

Mahkeme başkanının her sanığa yönelttiği “Savunma yapacak mısınız?” sorusuna tüm sanıklar “Evet” yanıtını vererek, “Üzerime atılı suçları kabul etmiyorum” dedi. Duruşmanın ilk gününde, 11 hastanenin hasta takibini yapan hemşire Hakan Doğukan Taşçı hâkim karşısına çıktı. Taşçı, savunmasında bazı hastanelerin SGK’dan daha fazla ödeme alabilmek için evrak üzerinde usulsüzlük yaptığını belirterek, “Evrak üzerindeki oynamaları biz her zaman görüyoruz” dedi. Ayrıca “Bu hastaneler yılda 10 kez denetleniyor, bu kurumlar bu denetimlerden nasıl geçiyor? Şikayetler yapılıyor ama dikkate alınmıyor. Hemşirelerin, sekreterlerin şikayetleri de var. Bunun sorumluluğunu neden sadece hemşireler çekiyor? Neden hastane sahipleri değil de biz hemşireler tutukluyuz?” gibi soruları dikkat çekiciydi.

“Hastane yönetimi ölüm saatini ileriye çekilmesini istedi”

Hemşire Taşçı, ilaç satışını kabul ederek şunları söyledi: “7 bin TL’ye alınan bir ilaç için hastane SGK’dan 9 bin 500 TL alıyordu. Ne kadar çok ilaç kullanıldığı gösterilirse, hastane o kadar çok para kazanıyordu. Ancak bu ilaçlar zayi oluyor, dolaplarda birikiyor ve çöpe gidiyordu. Fırat Sarı ile ilaçların çöpe gitmek yerine satılması gerektiğini konuştuk. Hasan Bahri Gök, hastanelerden ilaçları toplayıp bana getiriyordu, ben de Hüseyin Gündüz’e satıyordum.”

Taşçı, hastanelerin taburcu işlemlerini bilerek geciktirdiğini de ekleyerek, “Hastanın yatışı uzatıldığında SGK’dan daha fazla para alıyorlardı” dedi. Ayrıca bir olayda hastane yönetiminin, ölü bir bebeğin ölüm saatini ileri çekmesini talep ettiğini belirterek şu çarpıcı savunmayı yaptı: “Hastaya gittiğimde ölmüştü. Çocuğa dokunduğunuzda kaskatı kesilmiş, buz gibi olmuştu. Ancak hastane yönetimi, ölüm saatinin ileri alınmasını söyledi.”

Taşçı, doktor bulunmadığı durumlarda bebeklere müdahale ettiğini de itiraf ederek, “Entübasyon işlemini doktor yapmalı ama doktor olmadığında bu işlemi benim yaptığım oldu” dedi.

“Yatışlar uzundu, dosya epikrizlere uygun yazılıyordu”

Duruşmada savunma yapan, 11 hastanenin hasta takibini yapan hemşire Hasan Basri Gök, sağlık sistemindeki çarpıklıkları gözler önüne serdi. Gök, hasta yatışlarının bilinçli olarak normalden uzun sürdüğünü belirtti. Kendisine “Mehtap’a ‘Bebeği öldür’ dediğiniz iddiası doğru mu?” diye sorulduğunda ise bu soruya yanıt vermedi. Bunun yerine, dosyaların epikrizlere uygun şekilde yazıldığını ifade etmekle yetindi.

CİMER şikayetini yapan kişi olarak bilinen hemşire Deniz Korkmaz, şikayette bulunmasına rağmen tutuklu olmasına tepki gösterdi. Mahkeme başkanının, bir tapede geçen “Devleti soymak, milleti soymaktan şereflidir” ifadesinin nedenini sorması üzerine Korkmaz, “Bu, Kurtlar Vadisi adlı dizide geçen ünlü bir replik. İzlerseniz görürsünüz” yanıtını verdi. Ayrıca Korkmaz doktorların kaşesinin her yerde kullanıldığını anlattı.

“Hemşire kendisini doktor olarak tanıttı”

Ambulans şoförü Hüseyin Gündüz, savunmasında Curosurf adlı ilacı 600 TL’ye alıp bin TL’ye sattıklarını itiraf etti. Ayrıca Hakan Doğukan Taşçı’nın kendisini doktor olarak tanıttığını söyledi.

Hemşire Cansu Akyıldırım’a hesap hareketleri ve para transferleri soruldu. Akyıldırım, “Ekibe motivasyon amaçlı gönderilen paralar vardı. Medisence şirketinden Fırat Bey, bana aylık toplu bir para gönderirdi. Ben de hemşirelerin kıdemine göre bu parayı dağıtıyordum. Sadece motivasyon amaçlı hareket ediyordum” dedi.

Sanık hemşire Çağla Durmuş’a ise tapelerde yer alan bebek ölümleriyle ilgili “Ölüyor mu, ne yaparsa yapsın, ben bırakıyorum” ifadeleri soruldu. Durmuş, bu sözlerin yanlış anlaşıldığını savunarak, “Bu bir sitem ifadesi. ‘Düşünmeyi bıraktım’ anlamında söyledim. Hastayı değil, düşünmeyi bıraktım. Hastanede malzeme sıkıntısı vardı ve bu durum beni gerginleştiriyordu” dedi.

“Herkes diğerinin arkasından iş çeviriyor”

Hemşire Damla Atak, savunmasında, hastane ortamında herkesin birbiriyle dedikodu yaptığını ve iş çevirdiğini söyledi. Ayrıca yoğun bakımda kameraların çıkarıldığını belirterek, ölen bebeklere müdahale edecek uzman doktorların bulunmadığını, bunun yerine alanında uzman olmayan doktorların bebeklerle ilgilendiğini söyledi.

Doktor Rıza Keykubad’ın eşi Hilda Keykubad’ın diplomasını kullanarak Güney Hastanesi’nde yetkisi olmayan bir bölümde çalıştığı iddia ediliyordu. Ancak Keykubad suçlamaları reddederek kendisine ait bir muayenehanesi olduğunu belirtti.

Fırat Sarı’nın çalıştığı Reyap Hastanesi’nde görevli hemşire Mehtap Sayar, düşük maaşlara dikkat çekerek “motivasyon ücreti” aldıklarını savundu. Sayar, tapelerde geçen ifadelerle ilgili sorulara birçok kez “Bilmiyorum” ve “Hatırlamıyorum” yanıtlarını verdi.

Hemşire Tuğçe Toptemel, kendisini doktor olarak tanıtanlara değindi ve gece doktoru olmadığını itiraf etti. Ayrıca altı aylık bebeklerin servise yatırılması gerektiği halde, yatırılıp yatırılmadığını sorgulamadığını açıkladı.

“Neden 112’de çalışan personelin ifadesi alınmıyor?”

112 ambulans şoförü Gıyasettin Mert Özdemir, hasta yönlendirmesi yaparak maddi kazanç elde ettiğini söyledi. Özdemir, “İstanbul dışında çalışan 112 nakil biriminde görevli personelin ifadelerinin alınmadığını görüyorum” diyerek, iddianamede eksik olan bir noktaya dikkat çekti. Ayrıca sadece yenidoğanlar değil, yetişkin hastalar için de yönlendirme yaptığını vurguladı.

Yenidoğan Çetesi’nin iki numarası olarak gösterilen Dr. İlker Gönen, savunmasında kendinden emin bir şekilde konuştu. Diğer sanıklar gibi medyanın eliyle “katil” ilan edildiklerini vurguladı. Özel hastanelerin yenidoğan ünitelerinde doktor ve hemşire çalıştırmakta zorlandıklarını belirterek, hasta bulmak amacıyla yapılan teklifi kabul ettiğini ifade etti.

Çete lideri olduğu iddia edilen Fırat Sarı sakin konuştu

23 Kasım Cumartesi günü, çete lideri olduğu iddia edilen ve 582 yıla kadar hapsi istenen doktor Fırat Sarı savunma yaptı. Herkes Sarı’nın ne diyeceğini merak ediyordu. O gün duruşmaya katılım daha yüksekti. Daha önce haberlere konu olan peruk taktığı gündeme gelen Sarı’nın, başının büyük kısmında saç olmadığı dikkat çekti. Altı gün boyunca sakallarını sık sık sıvazlayarak diğer sanıkları dinleyen Sarı, savunmasını yaparken ses tonunu normal ve sakin bir şekilde kullandı, konuşması boyunca sesini hiç yükseltmedi.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Sarı, savunmasında kişisel düşüncelerine sıkça yer verdi. Kendini iyi bir insan olarak tanıtmak ve heyete güven vermek için duygusal konuşuştu. Örneğin 15 yaşındaki çocuğunu arayan birinin “Baban iyi bir insan” dediğini, çocuklarının ise kendisinden korktuklarını aktardı. Ancak bebek ölümlerine neden olan sağlık sistemini eleştiren veya sorgulayan herhangi bir ifade kullanmadı.

Sarı, iddianamedeki bazı suçlamaları kabul etti. Sarı’nın en dikkat çekici ifadelerinden biri yaşananlardan hastane sahipleri ve yöneticilerinin bilgi sahibi olduğu yönündeki itirafıydı. Sarı, “İşletme” denilen yapının birçok serviste mevcut olduğunu belirterek, “Çocuk ve yenidoğan servislerinin işletmeye verildiğini söyledim. Fizik tedavi, kalp damar cerrahisi gibi alanların hepsi işletme usulü çalışıyordu. Ben de bu işe el attım” dedi.

Tutuklu sanıkların savunmalarının ardından, tutuksuz yargılanan 25 sanığın ifadesi alındı. Hemşire Ecem Koç, ölen bebekle ilgili “Bebek eks olduğunda doktor yoktu” dedi ve gece doktor taleplerinin yanıtsız kaldığını belirtti.

Eski Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun hastanesi de işin içinde

Eski Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’na ait Avcılar Hospital Başhekimi Fetin Rüştü Yıldız da savunma yaptı. Yıldız aynı zamanda eski İstanbul İl Sağlık Müdür Yardımcısıydı. Yıldız, hastanelerindeki son beş yıldaki ölüm oranı ortalamasının yüzde 2,2 olduğunu belirtti. Fırat Sarı’nın sahibi olduğu Medisense şirketiyle hastane arasında bir “hizmet alım” sözleşmesi imzalandığını kabul etti. Ancak yenidoğan yoğun bakımın tamamen işletmeye verildiği yönündeki iddiaları reddederek, “Sözleşmeyi Fırat Sarı ile imzaladık. Ancak anlaşma personel maaşları veya personel ile ilgili durumları kapsamıyordu. Anlaşma, yalnızca yenidoğan yoğun bakımın daha kaliteli bir şekilde sürdürülmesi amacıyla yapılmıştı” dedi. Ayrıca yenidoğan yoğun bakım kapasitesinin 22 kişi olduğunu, ancak fiilen yüzde 20 kapasiteyle çalıştıklarını belirtti.

“Sembolik başhekim”

Üç bebeğin ölümünden sorumlu tutulan Bağcılar Medilife Başhekimi Dr. Cafer Akdur, yönetimin ısrarı ile görev yaptığını ve yenidoğan yoğun bakım hakkında herhangi bir bilgisi olmadığını belirtti. Akdur, bu görevde “sembolik” olarak yer aldığını vurguladı. Mahkeme başkanının acil durumlarda kimi aradığını sorması üzerine Yoğun Bakım Hemşiresi Tuğba Baş Özkaynak, “İlk aradığım kişi sorumlu hemşirem oluyordu” diye yanıt verdi. Ayrıca iş bulmanın zor olduğunu belirterek, bu nedenle şikayette bulunmadığını dile getirdi.

Giderler arttı hastane sahibi hasta bulma arayışına girdi

Birinci Hastanesi’nin sahibi Ali Aksu, mahkeme başkanının Fırat Sarı ile arasında geçen “Olabildiğince hasta almaya bak” konuşmasına ilişkin sorusunu yanıtladı. Aksu, asgari ücretin artmasının ardından hastanenin bütçesinde de giderlerin arttığını belirterek, “Bütçe önüme geldiğinde giderlerin arttığını gördüm. Yenidoğan yoğun bakımında maaşlar yüksektir. Ancak SGK’nın ödediği tutar çok düşüktür. Bu yüzden 10 yataklı ünitemize hasta almalarını rica ettim” dedi.

Hastanelere kayyum atandı

Duruşma sürecinde, Fırat Sarı’nın mal varlıklarına mahkeme kararıyla tedbir konuldu. Ayrıca Sarı’ya ait Medisense şirketine bağlı kişilerin mal varlıklarına da tedbir uygulanmasına karar verildi. İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Yenidoğan Çetesi soruşturması kapsamında yapılan yeni operasyonlarda, beş doktor, üç hemşire, beş sağlık çalışanı ve bir sivil olmak üzere toplam 14 kişinin daha gözaltına alındığını açıkladı. Ayrıca Yenidoğan Çetesi davasında adı geçen hastanelere kayyum atanmasına karar verildi.

Aileler yaşadıklarını anlattı

Duruşmada aileler de konuştu. Çocukların anne ve babaları, yaşadıklarını kimi zaman gözyaşları içinde anlattı ve sağlık sistemindeki çarpıklıkları ortaya koydu. Kaya bebeğin babası Mehmet Hanife Kaya, “Morga indim. Çocuğumu bisküvi kutusunda bana verdiler. Cenazeyi alıp aracımla Çatalca’ya doğru yola çıktım. Yoldayken aradılar, ölüm belgesinde imzamın eksik olduğunu söylediler. Geri döndüm, belgedeki eksikliği tamamlayıp tekrar yola çıktım” dedi.

Opara bebeğin annesi ise “Oksijen aleti çalışmıyordu, ‘Para yoksa tedavi de yok’ dediler” diye konuştu. Kerem Muhammed Tokluoğlu’nun babası, “Baba, bebeğin fotoğrafını çekmek istediğinde bebeğin ‘öldüğü’ söylendi” dedi. Ayaz bebeğin babası Erhan Karaduman, “Bakırköy Devlet Hastanesi, Çam ve Sakura ve Muş’a gittik. Bir sürü devlet hastanesi var, niye oraya sevk ettiler, anlamadım” dedi.

Savcı mütalaasını açıkladı

3 Aralık’ta duruşma savcısı mütalaasını açıkladı. Savcı, tutuklu olan tüm sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar verilmesini talep etti. Ayrıca tutuksuz sanıklar Ali Aksu, Ali Dirik, Şehmus Çelik, Mehmet Gürül, Murat Mantuş, Mustafa Kazan, Ceren Hatice Kırım, Serenay Şenkalaycı, Sümeyye Özdemir ve Renginar Molla’nın yüklenen suçun niteliği, suçun cezasının büyüklüğü, delillerin henüz toplanmamış olması ve sanıkların kaçma şüphesinin bulunması nedeniyle derhal tutuklanmalarına karar verilmesini talep etti.

4 Aralık’ta mahkeme heyeti ara kararını açıkladı

Yenidoğan Çetesi davasında ara karar 4 Aralık’ta açıklandı. Davada tutuksuz yargılanan 25 sanıktan yedisi için tutuklama kararı verildi. Tutuklu 22 sanığın ise tutukluluk halinin devamına karar verildi. Tutuklama kararı verilen yedi sanıktan dördü için yakalama kararı çıkarıldı. Bunlar arasında Birinci Hastanesi’nin sahibi Ali Aksu da yer aldı. Bir sonraki duruşma ise 13 Ocak 2025’e ertelendi.

Duruşmada 13 gün boyunca sağlık sistemi sorgulanmadı

13 gün süren duruşma boyunca bazı önemli noktalar öne çıktı. Sanıkların çoğu örgüt varlığını reddetti ve suçsuz olduklarını savundu. Birçok sanık, “bebek katili” olarak anıldıklarını belirterek medyayı suçladı. Yargı kararı olmadan hüküm verildiğini vurguladı. Çapraz sorgu sırasında bazı sanıklar zorlandı ve sorulara kendilerinden emin şekilde yanıt veremediler. Mahkeme başkanının telefon konuşmalarındaki ifadeleri okuması ve bu konuşmalarla ilgili sorular sorması, bazı sanıkların açıklama yapmasını zorlaştırdı. Birçok sanık, sorulara “bilmiyorum”, “hatırlamıyorum”, “saçmalamışım”, “bunaldığım zamanlar oluyordu” ya da “sitem ediyordum” gibi belirsiz ve sorumluluktan kaçan yanıtlar verdi. Hiç kimse, bebek ölümlerindeki sorumluluğu üstlenmedi. Savunmalarında tıbbi terimler kullanıldı ve hemşirelerin düşük maaşlar nedeniyle iş ilişkisi kurduklarını söylediler. Ayrıca gece doktorlarının bulunmadığını da itiraf ettiler.

Sanık avukatları delil istedi

Duruşma sürecinde dikkat çeken bir diğer önemli unsur, ailelerin avukat sayısının oldukça düşük olmasıydı. Ailelerin avukatları neredeyse bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azdı. Kamu kurumlarını temsil eden avukatların ise soruları yetersizdi ve sağlık sistemini sorgulayan herhangi bir soru yöneltilmedi. Sanık avukatları, müvekkillerinin tape kayıtlarına dayanarak yargılandıklarını belirtti. Ayrıca dosyada adı geçen ve hayatını kaybeden 10 bebekten sadece birinin otopsi raporunun bulunduğu belirtildi. Avukatlar, delil eksikliği olduğunu ve hazırlanan uzman görüşü raporlarının somut kanıtlara dayanmadan oluşturulduğunu savundu. Davanın toplum üzerindeki baskıya maruz kaldığını vurgulayan sanıklar bu görüşe katıldılar.

Kamu görevlileri, denetimler, hastane sahipleri nerede?

Duruşma sırasında, iddianamede adı geçen 19 hastane dışında bebeklerin başka hastanelere gönderildiği iddiası derinlemesine sorgulanmadı. Fırat Sarı’nın diğer hastanelerle de anlaşmalar yaptığına dair bir konuya da değinilmedi. Kamu görevlilerinin sorumluluğuna ilişkin olarak, Sağlık Bakanlığı ve İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü’nün üst düzey yetkililerine yönelik sorular yöneltilmedi.

Sanıklar, denetimlerden bahsetti ancak bu denetimlerin somut sonuçlarının ne olduğu netleşmedi. Ayrıca hastane yönetimlerinin kendilerine “hasta bul” şeklinde baskı yaptığı ifade edildi ve yaşananlardan hastane sahiplerinin haberdar olduğu ortaya çıktı. Öte yandan kapatılan Avcılar Hospital’ın sahibi olan ve eski Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun adı ise duruşmada geçmedi.

Dört sanık firar etti

Sanıklar arasında tek hastane sahibi Birinci Hastanesi sahibi Ali Aksu’ydu. Aksu savunma yapmasına rağmen kararların açıklandığı son iki gün duruşmaya gelmedi ve şu an nerede olduğu belli değil. Sanıklardan Güney Hastanesi Mesul Müdürü Ali Dirik, Hemşire Serenay Şenkalaycı ve Hemşire Ceren Hatice Kırım hakkında ise yakalama kararı çıkarıldı.

Kamuoyu baskısı sanıklar üzerinde yoğunlaştı

Sanıkların savunmalarının ortaya çıkmasıyla beraber sosyal medyada sanıklara karşı büyük bir tepki oluştu. Duruşmada sanıklar, kendilerine “katil” damgası vurulmasından rahatsız olduklarını belirtti.

Bebeklerin ölümündeki ihmaller açık olsa da, sorumluluğun yalnızca sanıklara yüklenmesi en önemli sorgulanması gereken noktalardan biriydi. Davada büyük ölçüde telefon kayıtları ve bu kayıtlardan çıkarılan sonuçlar üzerine gidildi. Belgeler, denetim sonuçları ve otopsi raporları eksikti. Sanıklar arasında hemşireler çoğunlukta olsa da doktorlar ve başhekimler de bulunuyordu.

Dosyada adı geçen 19 hastane sahibinden yalnızca biri yargılandı. Sanık savunmalarında sağlık sisteminin kötü durumda olduğu açıkça ortaya çıktı. Soruşturma sürecinde, bu hastanelerin nasıl denetlendiği ise belirsizdi. Sanıkların çoğu gençti ve hemşirelerin düşük ücretlerle çalıştırıldıkları hastanelerde yeterince deneyim ve eğitim almadıkları görüldü.

Sağlık sisteminin başındaki yetkililer, ihmale göz yumanlar ve denetim yapan üst düzey yöneticiler dosyada yer almadı. Başhekimlerin “haberim yok” veya “sembolik olarak görevdeydim” gibi açıklamaları, doktorların “danışmanlık” adı altında çalıştırılması gibi unsurlar, sistemdeki eksiklikleri ortaya koydu.

Fırat Sarı’nın “hastane sahipleri biliyordu” açıklaması, bu durumu gözler önüne serdi. Hemşirelerin yoğun bakım servislerinde doktor bulunmadığını vurgulaması da dikkat çeken bir başka noktaydı.

İlk duruşmanın en önemli tespiti, dosyada kapsamlı bir soruşturmanın bulunmadığı ve sistemin başındaki üst düzey yöneticilerin, kamu görevlilerinin ihmalden sorumlu tutulmadığıydı. Sağlık Bakanlığı’nın denetimleri sorgulanmadı. İlk duruşmada gözlemlediğim üzere sorumluluk sadece sanıklara yüklendi.