Erdoğan’ın dönemi bitti mi? Çözüm sürecinde son durum ne? İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından neler oluyor? Ruşen Çakır’ın konuğu Mümtaz’er Türköne. Türköne, İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla başlayan 19 Mart süreci, çözüm süreci ve Türkiye’nin siyasal gidişatını değerlendirdi.
Türköne, 14 Nisan’da Turkish Post’ta çıkan yazısında, “Türkiye’nin tam çeyrek yüzyılına damgasını vurmuş Erdoğan dönemi sona eriyor. Mümkün olanları en yalın haliyle kavrayan bir politik lider, bu durumda şık bir finale hazırlanır. Bırakacağı siyasi mirasın sağını solunu düzeltir. Geride kalanlara tutunacakları sağlam kulplar bırakır. Nesnel şartlar başka bir seçenek bırakmıyor. İş Erdoğan’ın ferasetine ve basiretine kalıyor. Öfkenin, düşmanlığın biriktirdiği küçük hesapları, alışkanlıkları bir kenara bırakıp şu geçiş sürecini elden geldiğince en az zararla atlatmaya çalışmaktan başka şansımız yok” dedi.
Türköne videoda yazısını ele alarak şunları söyledi: “Bazen gelecekle ilgili tahminde bulunmak, geleceği de belirler. İnsanların aklına bir şeyler düşer ve onların peşine giderler. Ben, nesnel şartlara bakarak yorum yapıyorum. Nesnel şartlara göre geleceği okumaya çalışıyorum. Genellikle politikacılar da bu nesnel şartlara uygun tavır alır, politika ve strateji belirler” dedi.
“Erdoğan’ın elinde birkaç seçenek var”
Türköne, “Şu anda Erdoğan’ın elinde birkaç seçenek var. Öncelikle, mevcut ekonomik şartları düzeltmesi imkânsız. Çünkü mevcut statükoyu değiştirmesi mümkün değil. İktidarının dayandığı dar çıkar grubunu ikna etmesi de imkânsız. Kendi eliyle oluşturduğu zorluklar var ve bunları aşması çok zor. Öte yandan, elinde 23 yıldır iktidarda olan ve bir geleceği olan AK Parti var. Bu partinin mirasını, elinden geldiğince en az zararla geleceğe aktarmak gibi bir sorumluluğu da var. Bu sorumluluğu yerine getirebilmesi için, yani iktidar değişimi sürecini sağlıklı geçirebilmesi için, bu dönemi uzlaşmacı ve barışçıl yöntemlerle yönetmesi gerekir” dedi.
Türköne, videoda ekonomiyi daha fazla zorlamadan, daha kötü şartlarda terk etmeden hemen bu yıl içinde seçime gidilmesini vurguladı. Mümtaz’er Türköne, ayrıca parlamenter sisteme geçişte muhalefetle uzlaşma arayışına girilmesi gerektiğini söyledi.
Türköne sözlerine şöyle devam etti: “Geride bir enkaz bırakarak, siyasi
anlamda düşmanlar bırakarak, korkunç bir nefret ve öfke yığını bırakarak iktidarı terk
edeceğini düşünmüyorum. Dediğim gibi politikacıların mizacı eğilimi gerçekleri algılama ve
gerçeklere uygun davranma reflekslerine bağlıdır. Erdoğan’a bu konuda güvenebiliriz diye
düşünüyorum.”
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Mümtaz’er hoş geldin.
Mümtaz’er Türköne: Eyvallah.
Ruşen Çakır: Gerek senin yazıların gerek seninle yaptığımız yayınlar, hakikaten abartmıyorum, ses getiriyor. Önce oradan başlayalım. Şimdi sen, Bahçeli’nin ilk çıkışını en çok önemseyenlerdendin, bunu ‘‘Türkiye’de çığır açıcı bir hamle’’ olarak tanımladın ve dediler ki, ‘‘Ya işte eski dostu, Bahçeli, Türköne’ye kıyak geçmiş herhalde, o da ona şey yapıyor’’ falan dediler ama sanki sen haklı çıktın.
Mümtaz’er Türköne: Yani haklı çıkmak tevazumuza aykırı bir şey de, öyle oldu, gerçekten öyle oldu. Hatta öncesinde bu meşhur 1 Ekim tarihini belirliyor, Bahçeli’nin gidip DEM Grup Başkanvekillerinin elini sıkması olayı. Ben o zaman bir yazı yazdım, hemen o hadiseden sonra, “Çözüm süreci yeniden başlıyor, hayırlı olsun” diye bir yazı yazdım. Şimdi tabii birçok şey birçok şeyle alakalı, siyasette her şey birbiriyle alakalı ve çözüm sürecinin işaretleri ile Suriye’deki gelişmeler arasındaki bağlantıyı da biz seninle beraber ilk fark edenlerden olduk. Bunu da ifade ettik. Yani Bahçeli’nin o 22 Ekim’deki çıkışı olmasaydı, HTŞ’nin Suriye’deki ileri operasyonu ve Suriye’yi ele geçirmesi gerçekleşmeyecekti. Her şey birbiriyle bağlantılı. Ve şu anda da bunu Hakan Fidan kendisi ifade etti zaten hatırlarsan, “2,5 ülke” dedi: Amerika, İngiltere, Fransa. Bunlarla mutabık kalınmış bir düzen var, bir Ortadoğu düzeni var, Suriye ile ilgili bir planlama var. Nitekim İsrail bunun dışına çıktığı için azar yiyor Amerika’dan, Netanyahu, Likud cephesi. Türkiye’nin çıkarları, yakın vadeli, orta vadeli, uzun vadeli çıkarları bu düzene bağlı kalmasına bağlı. İyi kotarılmış bir düzen, Türkiye’yi de öne çıkartan, Türkiye’yi gerçekten güçlü kılan bir düzenleme. Ve bunun için de çözüm sürecinin mutlaka yürümesi lazım. Kürtler bunun dibine kadar farkındalar. Bu taraf, karşı taraf, bizim kamuoyumuz ise çok fazla farkında değildi. Büyük ölçüde Bahçeli’nin ısrarlarıyla, istikrarlı bir şekilde yaptığı vurgularla; hiç taviz vermedi, hiç geri adım atmadı, sürekli aynı şeyleri tekrarladı, hasta yatağında bile ısrarla üzerinde durdu. Ve anlaşıldı ki bunların hepsi birbiriyle bağlantılı ve bunlardan vazgeçmek, bunlardan caymak mümkün değil. Kürtler, Kürt siyaseti, Kürt hareketi bu konuda iyi bir sınav verdi aslında. Yani bu 19 Mart fasılasına çok fazla takılmadılar, orada beklediler, sabırla beklediler ve iyi gittiği belli, yani tekrar Bahçeli’nin çıkışlarıyla. Burada bu arada tabii şeyi de öğrendik artık Türkiye’de: Bahçeli ne dediği zaman ne anlaşılması gerekiyor, kime ne mesaj veriyor; Erdoğan ne dediği zaman Bahçeli’ye, oradan arka planda ne olduğuna dair ne anlamamız gerekiyor…
Ruşen Çakır: Bayağı bizim üzerimizden birbirlerine mesaj yolluyorlar.
Mümtaz’er Türköne: Mesaj yolluyorlar. Mesela Bahçeli, işte ‘‘Cumhur İttifakı şöyle sağlamdır, şöyle iyidir’’ dediği zaman ya da CHP’ye dönüp bir laf söylediği zaman anlıyoruz ki…
Ruşen Çakır: Cumhur İttifakı’nda sorun var.
Mümtaz’er Türköne: Sorun var, Erdoğan’a “ayağını denk al” tarzı bir şey söylemiş oluyor. Erdoğan “Terörsüz Türkiye planı işleyecek, bu konuda gerekli adımları atacağız” dediği zaman da, “Ha, Bahçeli’nin dediği noktaya geldi” diye anlıyoruz.
Ruşen Çakır: Şimdi şöyle bir şey söyleyeceğim. Geçen ben bir yayında — bunlar çok hassas konular tabii, yani ülkenin kaderi söz konusu — ben şunu söylemeye çalıştım 19 Mart’la ilgili olarak — birazdan geleceğimiz, senin en son yazdığın yazı da tam bu — yani artık Türkiye’de siyasetin denklemi değişti, milli iradenin tercihi belli ve büyük bir ihtimalle sandıkta Erdoğan’la İmamoğlu yarışırsa İmamoğlu kazanacak — ben öyle düşünüyorum — ve bunu durdurmaya çalışmak Türkiye’yi kötü yerlere sürükler. Şimdi Kürt meselesinde de öyle, PKK meselesinde de öyle. Ve hatta, ‘‘Kaotik bir durum oluşabilir’’ diye uyarmaya çalıştım, olabildiğince dikkatli bir şekilde. Hemen AK Parti’nin birtakım troll ajansları “Vay kaosla tehdit ediyor” dediler. Şimdi kaos uyarısı yapmak, yani ‘‘Allah göstermesin, ülke kaosa gider’’ diye bir tavır, yani bir görüş beyan ettiğin zaman bile bunu kriminalize etmeye çalışıyorlar. Halbuki bir şeyde uyarıyoruz. Ve ben başından itibaren Bahçeli’nin çıkışını Türkiye’nin kaotik bir yere gitmesini engellemede son çıkış olarak gördüm.
Mümtaz’er Türköne: Aynen öyle, kesinlikle doğru.
Ruşen Çakır: Yani o olay olmasaydı büyük bir ihtimalle Türkiye yeniden şekillenen Ortadoğu’da birliğini beraberliğini korumakta çok zorlanacak bir ülke olacaktı.
Mümtaz’er Türköne: Tamamıyla haklısın, ben de aynı şeyi düşünüyorum. İki ihtimal vardı: kaos ve kozmoz. Bahçeli, kozmozu imar eden politikacı, devlet adamı olarak ön aldı. Bayağı da bir risk aldı, inisiyatif aldı. Öbür tarafta siyasi hesaplar yüzünden gecikmeler var, siyasi operasyonlar yüzünden. Yani Erdoğan cephesinin, Saray cephesinin siyasi operasyonları yüzünden bu kozmoz arayışını geciktiren olaylara şahit olduk. Ben şöyle görüyorum, Mart’ı şöyle somutlaştıralım, anlaşılması için bazen benzetmeler yapmak gerekiyor; Napolyon’un Rusya seferine benzettim. Napolyon, o “Le Grand Army” dedikleri o büyük ordusuyla giriyor Rusya’ya, Moskova’ya kadar Kutuzov kaçıyor, Ruslar savaşmıyorlar ve kışı Moskova’da geçirmesi lazım Napolyon’un, soğuğa yeniliyor ve geri dönüyor. Geri dönerken de Rus ordusu geriden böyle tırtıklayarak onun ordusunu perişan ediyor ve Napolyon yeniliyor. Bu seferle ilgili Napolyon diyor ki: “General Kış’a yenildim, Rusya’ya değil. General Kış’a yenildim” diyor. 19 Mart operasyonu ekonomiye çarptı, yani ‘‘general ekonomi’’ bu operasyonu dağıttı, ekonomik çöküş dağıttı. Şu çok net olarak görüldü, yani vurgulanması gereken şey, belki yaşadıklarımızdan tecrübelerden çıkartmamız gereken sonuç o: Ekonomi, ekmek hukuka bağlı; ne kadar hukuk, o kadar ekmek. Bu hukuku hangi vesileyle olursa olsun tahrip ettiğin zaman, işte rakibini ortadan kaldırmak için yargıyı seferber ediyorsun, yargıya operasyon yaptırıyorsun. Ne oluyor? Hukuk ortadan kalkıyor. Hukuk ortadan kalkınca ekonomi dağılıyor. Türkiye, Amerika’yla Avrupa arasındaki uçurum derinleşiyor. Bu Trump’ın maceraları, elinde bir kepçe karıştırıyor dünyayı. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne yönelmesi lazım. Çıkarları orada. Her şeyi orada; güvenliği, çıkarları, zenginliği, refahı, her şey orada. Ve başvurabileceği tek şey hukuk. Yani ancak hukukla yaklaşabilir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamayan bir Türkiye’nin Avrupa’ya yaklaşması mümkün değil. Ondan sonra çözüm süreci. Kürtler hiçbir zaman, Kürt siyaseti hiçbir zaman bu ülkede çoğunluğu temsil etmeyecek. Sayıca az olarak kalacaklar. Neticede çoğunluk iktidarları üzerinde çok dolaylı etkileri olacak. O yüzden kendi güvenlikleri için, peşinde oldukları temel haklar, özgürlükler için hukuka ihtiyaçları var, başka bir şeye değil. Yani hukuk, hepsini tespih gibi tek bir ipin üzerinde diziyor, düzene sokuyor. Kozmoz dediğimiz şey böyle ortaya çıkıyor. Ve öyle anlaşılıyor ki, bir statükosu var iktidarın.
Ruşen Çakır: Ve bugün diyorsun ki, ‘‘Bu statükonun sonu geldi.’’
Mümtaz’er Türköne: Evet.
Ruşen Çakır: Ve diyorsun ki, tam kelime bu değil ama; ‘‘Erdoğan’ın önünde iki seçenek var: ya kaybı kabul edecek ya da şansını zorlayacak’’ diyorsun, değil mi?
Mümtaz’er Türköne: Yani Erdoğan makul bir adam, realist bir adam. Başarılı siyasetçiler realisttir. Tam anlamıyla mümkün olana bakar, gerçekleştirebileceğine bakar. Ben o yüzden çok endişe de taşımıyorum. Yani direnme ihtimali, değişimi durdurma ihtimalini çok güçlü.
Ruşen Çakır: Bunu kimseye anlatamıyoruz Mümtaz’er. Hep diyorlar ki, ‘‘Sonuna kadar gider, sandıkta gider, şu da olur bu da olur.’’
Mümtaz’er Türköne: 23 yıl iktidarda kalmış ve her girdiği seçimi kazanmış, büyük ölçüde kazanmış, siyaseti doğru okuyan, doğru değerlendiren ve doğru stratejiler benimseyen – ki neticeden o anlaşılıyor – bir politikacı bu konuda hata yapmaz, gerçekçi davranır. Siyaset, gerçeklerin dünyasında olup biten bir şey. Ben o yüzden endişe etmiyorum. Yani çok önemli bir şey, herkesin gözden kaçırdığı… Yani tabii şüphesiz sokaklara çıkan, Saraçhane’ye çıkan, mitinglere gelen insanların gösterdiği şey çok önemli ama onlardan daha önemli bir şey var: ekonomi çöktü, ekonominin altyapısı da çöktü. Ve AK Parti’nin dayandığı bir ekonomik temel vardı, bir sınıf çarkı, işleyen bir sınıf çarkı vardı, özellikle Anadolu’daki orta ölçekli, sonradan büyümüş olanları da var, sermaye grupları. Onların herhangi bir umudu, herhangi bir çıkarı kalmadı iktidardan. Rant çöktü. Son 10 yılı rantla götürdü iktidar, bütün şeyi rantla çevirdi. Rant da bitti. Bu Kanal İstanbul olsaydı yeni bir rant yaratma imkânı vardı.
Ruşen Çakır: Tekrar canlandırmaya çalışıyorlar sanki.
Mümtaz’er Türköne: Bu, İstanbul Belediyesi’ne kayyum atama meselesini de sırf ‘‘Kanal İstanbul için mecburlardı’’ diye yorumlayanlar da var, ki mantıklı.
Ruşen Çakır: Ama atayamadı.
Mümtaz’er Türköne: Atayamadı ve Kanal İstanbul da İstanbul Belediyesi elinde olmayınca işletmesi mümkün değil çünkü engel olur. Yani ekonomik olarak, ekonomik çıkar grupları — zaten statükoyu büyük ölçüde oluşturan onlardır — bu iktidara destek vermiyor. Bu iktidardan çıkarları yok. Halkın zaten yok. Halk sefalet içinde, zorluk içinde. Ve dikkat edilirse bu gözden kaçıyor: Erdoğan’ın muhalefete karşı kullandığı tek silah var, o da yargı. Onun dışında bir gücü yok. Yani büyük sermayeyi karşısına aldı. Orta, küçük ölçekli sermaye zaten AK Parti’nin dışında. AK Parti, AK Parti’nin kendisi parti teşkilatı olarak devre dışı. Kullanabildiği, seferber edebildiği, toplumda baskı, korku yaratmak, bazı şeyleri sindirmek için kullanabildiği yargı var. Yargıdaki gücü de çok sınırlı. Bir şekilde, çok az sayıda yargı mensubuyla döndüğü belli bu olayın, doğal yargıç prensibine aykırı bir şekilde belirleniyor bu tür soruşturmaların davalarının yargı mensupları. Bunun dışına çıktığı zaman hemen… İşte şeyde görüldü, Ayşe Barım meselesinde; Asliye Ceza Mahkemesi’ne gidiyor, tahliye ediyor, ondan sonra hakimi görevden alıyorlar. Yani çok dar bir çevre içinde, çok dar bir çelik çekirdek etrafında döndüğü belli bu yargı operasyonlarının. Onun dışında kullanabileceği güç, iktidarını sürdürmek için, iktidarının dayanağı olarak ekonomik sınıflar, hâkim sınıflar yok, dağıldı. Ordu hiçbir zaman arkasına geçmez, böyle bir iktidara destek vermez. Bir kere karikatür gibi… 15 Temmuz’dan sonra oluşmuş eğitim düzenine göre, askeri eğitim düzenine göre kendilerinin seçtiği öğrencilerden karşılarına çıkan manzara, o “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” yemini, öyle bir güçlerinin olmadığını gösterdi aslında.
Ruşen Çakır: Peki şimdi, tabii ki buna birçok kişi inanmıyor ve ben de benzer şeyler söylüyorum. Seninle detaylarda farklılaşıyoruz belki ama ben bu işin, bu devrin kapandığını, aslında 2023’te de kapanmış olduğunu ama orada bir sorun yaşandığını ve 2024 yerel seçiminin bunu çok daha net bir şekilde gösterdiğini söylüyorum. Burada şunu sormak istiyorum, tekrar çözüm sürecine geçersek, burada bugünkü yayının başlığını öyle verdim: ‘‘Çözüm süreci 19 Mart krizini gölgeler mi?’’ Yani Erdoğan’ın bu çözüm sürecine tekrar dönmesi, tabii ki Bahçeli’nin talebi, bastırması var ama aynı zamanda gündemi tekrar kazanmak için bunu kullanmak ister mi? Herhalde ister ama çözüm süreci ilerlese de insanlar Ekrem İmamoğlu’nu, vesaire, o yaşanan 19 Mart’ı unutur mu?
Mümtaz’er Türköne: Yani kişilere odaklı düşündüğün zaman endişe edecek çok şey var ama ben öyle düşünmüyorum. Ben ortaya çıkan düzeni, değişen düzeni, değişimi takip etmeye çalışıyorum. Orada görünen şu: Çözüm süreci gündeme geldiği zaman aslında Türkiye’nin hukuk devleti prensipleri gündeme gelecek, hukukun işleyişi gündeme gelecek. İşte Selahattin Demirtaş gibi, Erdoğan’ın karşısına cumhurbaşkanı adayı olarak çıkmış, %13 oy almış, 8 yıldır cezaevinde olan bir politikacı girecek. Mahkeme kararlarına rağmen cezaevinde tutulan biri girecek. Ve çözüm sürecinin nihayete ermesi, bir sonuca bağlanması için hukuk güvenceleri gerekecek.
Ruşen Çakır: Bahçeli’nin Türkgün’deki yazısı da bunun üzerine.
Mümtaz’er Türköne: Evet, bunun üzerine kurulu. Şimdi hukuk demek, otokrasinin iflası demek, otokrasinin kullandığı, kullanabileceği araçların tamamının elinden alınması demek. Bu şekilde ben, çözüm süreciyle 19 Mart sürecinin birbirini destekleyerek, birbirini besleyerek, birbirini çözeceği kanaatindeyim.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Ruşen Çakır: Peki, senin bir tespitin vardı: ‘‘Çözüm süreci Erdoğan’ı mutlu etmez’’ gibi ya da ‘‘Çözüm sürecinin başarısı Erdoğan’ın kazanımı olmaz’’ diyorsun. O zaman mecburen mi yapacak yani? Ve ayak sürümesini de buna bağlıyorsun herhalde.
Mümtaz’er Türköne: Ben çok detaylarda, çok dikkatli okumalarla, 1 Ekim tarihinden bugüne, Erdoğan’la Bahçeli arasındaki diyaloğun ve restleşmelerin detaylarında, Erdoğan’ın böyle sündüre sündüre kullanacağı fakat neticeye bağlamayacağı bir çözüm süreci başlattığı kanaatine vardım. Yani 22 Ekim’de Bahçeli biraz da o tavrı gördüğü için öyle sert bir çıkış yaptı galiba. Çünkü Bahçeli’nin o çıkışına Erdoğan’ın cevabı Ahmet Türk’ü Mardin Belediye Başkanlığı’ndan almak oldu. Yani hiçbir soruşturma geçirmeyen, hakkında hiçbir iddia bulunmayan bir belediye başkanını, sırf Bahçeli’ye yakın olması dışında, yani Bahçeli’nin sevdiği, saydığı bir kişi olması dışında bir özelliği olmayan bir adamı siz kayyum tayin edip görevden alıyorsunuz.
Ruşen Çakır: Son perşembe günü şeye de kabul etmedi.
Mümtaz’er Türköne: Kabul etmedi. Bazı şeyler var, yani bu süreçte karşımıza çıkan göstergeler var. Mesela Ahmet Türk’ün tekrar Mardin Belediye Başkanlığı koltuğuna oturması lazım, Ekrem İmamoğlu’nun dışarı çıkması lazım, Selahattin Demirtaş’ın dışarı çıkması lazım; ki Türkiye hukuka döndü, hukuka uygun davranıyor, otokratik eğilimler frenlendi, artık belirli hukuk kurallarına uygun bir şekilde devlet tasarrufta bulunuyor kanaati yerleşsin ki çözüm süreci neticeye ilerlesin. 19 Mart’ın başlattığı ve Türkiye’yi allak bullak eden, ekonomiyi çökerten o sürecin de tekrar geriye dönüşü mümkün olsun. Ben hukukun, yani çaresiz ve başka şansı yok, hukukun galebe çalacağını, her ikisi için de, o yüzden birbirini besleyeceğini, birbirini destekleyeceğini düşünüyorum. Yani çözüm sürecinden İmamoğlu’nun özgürlüğe kavuşması da çıkar. İmamoğlu’nun özgürlüğe kavuşmasından ve tekrar normal, sağlıklı siyasi şartlara dönmesinden çözüm sürecinin daha sağlıklı işlemesi gibi bir netice çıkar.
Ruşen Çakır: Burada sen bu tespitleri yapmaya başladığın andan itibaren hep şu soruluyor. Hatta birisi — adını anmayalım şimdi, reklama girmesin — önce dedi ki: ‘‘Bahçeli’nin danışmanı, metinlerini o yazıyor’’ dedi. Sonra senin bir başka çıkışının, devlet-hükümet kavgası çıkışının ardından da seni Bahçeli’ye şikayet etti mesela. Bu senin geliştirdiğin düşünceler, dile getirdiğin düşüncelerle MHP’nin ve özellikle Devlet Bahçeli’nin arasında bir ilişki var mı? Yani sen birileriyle görüşerek mi birtakım şeyler geliştiriyorsun, yoksa tamamen açık kaynaklara bakarak oradan bir çıkarımda mı bulunuyorsun?
Mümtaz’er Türköne: Evet, bu seninle konuştuğumuz ama aşikâr etmemiz gereken bir şey, açıklamamız gereken bir şey. Hiçbir ilişkim ve hiçbir iletişimim yok. Yani sanıyorum Bahçeli’nin mesajlarıyla benim analizlerim, çözümlemelerim aynı gerçeğin ifadesinden kaynaklanıyor. Ve yani şunu söyleyebilirim; ben Devlet Bahçeli’yi talebelik yıllarından beri tanırım.
Ruşen Çakır: Evet, daha önce konuşmuştuk.
Mümtaz’er Türköne: Yani mizacını bilirim, nasıl muhakeme yürüttüğü hakkında fikir sahibiyim. MHP’nin böyle sorunlara nasıl yaklaştığı konusunda da ciddi bir tecrübem var. Yani onları da okuyabiliyorum. Benim başım bir sürü belaya girdi bu yüzden, şu ‘‘Apo’yu paşa yapalım’’ meselesinden itibaren belaya girdi. Ve anlayabiliyorum, Bahçeli’nin yapmaya çalıştığı şeyi anlayabiliyorum. Yani bugüne kadar MHP cephesinden ve Bahçeli’nin kurmaylarından bana herhangi bir ikaz gelmedi. Yani, ‘‘Bu bizi zor duruma sokuyor’’ tarzı bir ikaz gelmedi. Ben de doğrusu üslubuma dikkat ediyorum.
Ruşen Çakır: Dikkat ettiğin üslup bu mu Mümtaz’er?
Mümtaz’er Türköne: Bahçeli’nin üstlendiği devlet adamlığı rolünü çok önemsiyorum.
Ruşen Çakır: Peki şimdi şeye geçelim, bugün çıktı değil mi en son yazı?
Mümtaz’er Türköne: Evet.
Ruşen Çakır: Turkish Time mıydı?
Mümtaz’er Türköne: Turkish Post.
Ruşen Çakır: Evet, Turkish Post’ta çıkan yazında diyorsun ki, ‘‘Artık Erdoğan’ın dönemi bitti.’’
Mümtaz’er Türköne: Evet.
Ruşen Çakır: Ve de Erdoğan’ın rasyonel olduğunu ve bunu kabul edeceğini ve kendine herhalde bir çıkış stratejisi inşa edeceğini düşünüyorsun. Ama birçok kişi senin gibi düşünmüyor tabii. Diyelim ki sen haksız çıktın, ne olur?
Mümtaz’er Türköne: Yani birkaç ihtimal var, bunları konuşalım. Bazen gelecekle ilgili tahminde bulunmak, geleceği de belirler. Yani insanların aklına bir şeyler düşer, onların peşine gider. Ben nesnel şartlara bakarak yorum yapıyorum, nesnel şartlara bakarak geleceği okumaya çalışıyorum. Genellikle politikacı da o nesnel şartlara uygun tavır alır, politika belirler, strateji belirler. Şimdi birkaç seçenek var Erdoğan’ın elinde. Öncelikli olarak bu ekonomik şartları düzeltmesi imkansız çünkü statükoyu değiştirmesi imkansız. İktidarının dayandığı dar çıkar grubunu ikna etmesi imkansız. Yani kendi oluşturduğu kendi zorlukları var, onları aşması imkansız bir şey. Bir de AK Parti gibi 23 yıldır iktidarda olan ve geleceği olan bir parti var elinin altında. O mirasını elinden geldiği kadar en az zararla geleceğe aktarmak zorunda. Böyle bir sorumluluğu da var, böyle bir görevi de var. Bunu yapabilmesi için de bu geçiş dönemini, yani iktidar değişimi sürecini uzlaşmacı, barışçı yöntemlerle çözmesi lazım. Uzlaşmacı, barışçı yöntemler deyince iki şey var: Bir tanesi, işte ekonomiyi daha fazla zorlamadan, daha kötü şartlarda terk etmeden hemen bu yıl içinde seçime gitmek; ikincisi, gene bu yıl içinde seçime gitmek ama parlamenter sisteme geçişle ilgili muhalefetle bir uzlaşma arayışına girmek. Eğer muhalefetle birlikte parlamenter sisteme dönüş için bir anlaşma, uzlaşma sağlayabilirse, bu sefer Meclis aritmetiğinden tekrar Meclis’in seçeceği bir cumhurbaşkanı olma ihtimali olabilir.
Ruşen Çakır: Evet, bunu dillendirenler var bayağı.
Mümtaz’er Türköne: Buna benzer imkanları, ihtimalleri olabilir ama ben geride bir enkaz bırakarak, yani siyasi anlamda düşmanlar bırakarak, korkunç bir nefret ve öfke yığını bırakarak iktidarı terk edeceğini düşünmüyorum. Yani dediğim gibi, politikacıların mizacı, eğilimi, gerçekleri algılama ve gerçeklere uygun davranma reflekslerine bağlıdır. Erdoğan’a bu konuda güvenebiliriz diye düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Şimdi bir izleyicimiz bir soru yollamış, diyor ki, ‘‘Barış akademisyenleri döner mi? Mülkiye’den ihraç bir akademisyen olarak, Mülkiyeli Türköne ve size sormak isterim,’’ Ozan Değer. Döner mi? Çözüm süreci yürüyorsa, barış akademisyenleri de herhalde döner, değil mi?
Mümtaz’er Türköne: Yani bir demokrasi ve hukuk bolluğuna, onun bol olduğu bir mevsime geçiş yapmamız lazım bizim. Bu sorunun muhatabı da artık muhalefet, yani muhalefet döndürür mü? Döndürür. Zaten kendi iktidarlarını da pekiştirmek için hukuka ihtiyaçları var. Başka türlü mevcut aksaklıkları düzeltemezler, hataları telafi edemezler, suçlular varsa onları cezalandıramazlar başka türlü, yapıyı olduğu gibi muhafaza ettikleri takdirde. O yüzden ben müstakbel iktidarın, yani bu geçiş dönemi sona erdikten sonra ortaya çıkacak müstakbel iktidarın Türkiye’yi tam anlamıyla Avrupa standartlarında bir hukuk düzeni içine sokmak mecburiyetinde olduğunu düşünüyorum. Bu geçiş gerçekleşirken de mevcut AK Parti iktidarının artık o otokratik eğilimleri frenlemesi, biraz kendine çekidüzen vermesi ve ortadaki o düşman… Ceza hukuku diyorlar, çok yanlış kullanılıyor o da. O bambaşka bir şeydir mesela.
Ruşen Çakır: Düşman hukuku.
Mümtaz’er Türköne: Düşman hukuku şeyin, Carl Schmitt’in. Bu düşman ceza hukuku, başka bir şey. Bu, Jacobs diye bir Alman hukukçu var, onun geliştirdiği bir kavram, mantığı ve şeyi de farklı. Genellikle çok genelleştirilerek kullanıldığı için çok yanlış kullanılıyor. Bu cunta tabirini de yanlış kullandılar mesela, cunta da yanlış.
Ruşen Çakır: Peki son olarak şunu sorabilir miyim: Şimdi diyorsun ki ‘‘değişecek’’, peki o zaman her şey çok güzel mi olacak?
Mümtaz’er Türköne: Evet, bu sabahki senin videonu seyrettim. O videoda benim duygularımı da ifade etmişsin. Yani ötesinde şeyler söyleyeyim ben; ortaya panik yaymaya çalışan tipler var. ‘‘Hepimiz tutuklanacağız, hepimiz içeri atılacağız, dikkat edin’’ falan filan diye böyle gaz veren tipler var. Bir tanesini gördüm, bir sanatçı sahneye çıkmış, şarkı söyleyecek, şarkıdan önce hani böyle bir iletişim kurarlar ya izleyicilerle, diyor ki; ‘‘Hepimiz tutuklanabiliriz, ben de tutuklanabilirim.’’ Yani felaket tellallığı yapıyorlar. Ortadaki korku iklimini besliyorlar, onu destekliyorlar. Her şeyin çok güzel olacağına dair bir altyapımız var. Yani Suriye’deki gelişmelerden başlayıp çözüm süreci dahil… Ekonomi berbat bir durumda. Ondan çıkış için de ancak bir iktidar değişikliği gerekiyor, başka türlü mümkün değil. Bütün bunların hepsini bir araya getirip, duygulardan öte, yani korku, endişe, umut gibi duygulardan öte mantığa dayalı bir cevap vermemiz gerekirse, her şey kesinlikle çok iyi olacak.
Ruşen Çakır: Çok sağ ol Mümtaz’er yayına katıldığın için ve son dönemde Medyascope’a katkıların ve bunlar aynı zamanda Türkiye’ye katkılar tabii, onlar için çok teşekkürler.
Mümtaz’er Türköne: Eyvallah.
Ruşen Çakır: Arada laf edenler var ama onlar her zaman herkese ediyorlar zaten, onun için çok da önemsemiyoruz diyelim.