Gürkan Çakıroğlu: “Öcalan’a umut hakkını konuşuyorsak parlamenter sistemi de konuşabiliriz”

Gürkan Çakıroğlu, Medyascope’ta Ruşen Çakır’ın konuğu oldu. Çakıroğlu, videoda çözüm süreci, İmamoğlu’nun tutuklanması ve Türkiye’nin geleceği hakkında açıklamalarda bulundu. Çakıroğlu, “Türkiye hukuk devleti değil. Türkiye kanun devleti dahi değil. Türkiye kanun devleti olsa bugün Ekrem Bey’in diploması iptal edilemezdi” dedi.

Çakıroğlu, Ekrem İmamoğlu için şunları söyledi: “At binenin, kılıç kuşananın. Ama Ekrem Bey istiyor ki armut pişsin, ağzına düşsün. Öyle bir dünya yok. O kadar çok fırsat tepti ki. Siyaseti ezber ve popülist kodlarla okudu” dedi.

İmamoğlu’nun tutuklanmasının tamamen hukuka aykırı olduğunu vurgulayan Çakıroğlu, “Bugün Ekrem İmamoğlu’nun içeride olması tartışmaya kapalı şekilde hukuksuz bir operasyon. Diplomasının iptali ise daha da fecaat bir durum. Ama siz hukuk yokken varmış gibi davranıp siyaset yaparsanız, duvara toslarsınız” dedi.

“Mevcut zemin ve şartlara göre siyaset yapılmalı”

Türkiye’nin artık ne hukuk devleti ne de kanun devleti olduğunu belirten Çakıroğlu, “Eğer Türkiye kanun devleti olsaydı, Ekrem Bey’in diploması iptal edilemezdi. Ama değil. O zaman mevcut zemin ve şartlara göre siyaset yapılmalı” diye konuştu.

İmamoğlu’nun parlamenter sisteme, 22 Ekim’deki sürece ve normalleşmeye sahip çıkmadığını söyleyen Çakıroğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Beyefendi 22 Ekim’e sahip çıkmadı. Beyefendi normalleşmeye sahip çıkmadı. Çünkü beyefendinin aklı, fikri, zikri Erdoğan’ın koltuğunda. Diyoruz ki kardeşim bu koltuk zehirli. Oturan kim olursa olsun ona zarar veriyor. Peygamberi otursan 3 güne oradan şeytanlaşır çıkar ya. O yüzden bu koltuğu bırak. Türkiye’nin bu koltuğa ihtiyacı yok”

Çakıroğlu, Türkiye’nin temel ihtiyacının açık olduğunu ifade etti: “Türkiye bu koltuktan bir hayır görmedi. Türkiye’nin demokratikleşmeye ihtiyacı var. Türkiye’nin hukuk devletine ihtiyacı var. Türkiye’nin eşit yurttaşlığa ihtiyacı var. Ekrem Bey bunları görmediği için sürekli dikine dikine vura vura gitti. Senin karşında demokratik bir hükümet yok. Senin karşında demokratik bir rejim yok. Yani sen böyle oynarsan oyunu onlar da bunun cevabını böyle verir”

Gürkan Çakıroğlu, Türkiye’nin öngörülemez bir siyasi atmosfer içinde olduğunu vurgulayarak, siyasal gelişmelerin hızla değişebileceğini ifade etti: “Bugün 22 Ekim’i konuşuyorsak, bugün Öcalan’a umut hakkını konuşuyorsak, bundan bir ay sonra parlamenter sistemi de konuşabiliriz. Çünkü biz öngörülebilir bir sistemde ya da öngörülebilir bir siyasi atmosferde yaşamıyoruz. Olağanüstü bir dönemden geçiyoruz.”

İmamoğlu’nun tutuklanması ve Türkiye’nin geleceği
İmamoğlu’nun tutuklanması ve Türkiye’nin geleceği | Gürkan Çakıroğlu değerlendiriyor

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Gürkan Çakıroğlu’yla devam ediyoruz. Gürkan, merhaba.

Gürkan Çakıroğlu: Merhaba abi.

Ruşen Çakır: Şimdi senin bayağı bayraktarlığını yaptığın çözüm süreci durduğu yerden tekrar perşembe günü Külliye’deki buluşmayla hareketlendi ama bunun yine işaret fişeğini Devlet Bahçeli özellikle Türkgün‘deki ilk günkü yazısıyla verdi. Yani ben o zaman şey diye yayın yapmıştım: ‘‘Bahçeli çözüm sürecini, MHP’yi ve devleti kurtarmak istiyor.’’ Çünkü 19 Mart krizinin ortasında çözüm süreci yok olup gidiyordu sanki. Öncelikle şunu sormak istiyorum: Erdoğan mesela bu perşembe günkü buluşmayı daha önceden söylemişti, İmralı heyetini kabul edeceğini; ama perşembe günkü buluşmayı gönüllü bir şekilde mi yaptı sence, yoksa bir şekilde mecburen mi yaptı?

Gürkan Çakıroğlu: Bu meseleye aslında şu şekilde temel bir tasnif yaparak başlayabiliriz: Çözüm süreci ve Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’de başlattığı süreç de diyebiliriz, bu devlete yönelik, 19 Mart tam odaklı bir süreç. Yani ikisi arasında bir kere çok temel bir fark var, çok temel bir ayrım var ve zaten Devlet Bey’in dün 19 Mart’a yönelik olarak yaptığı açıklama da aslında meseleye dair, meselenin içinde olmadığına dair, meseleye yönelik bir dahli olmadığına dair bir açıklama. Ama burada 22 Ekim’e dönecek olursak 22 Ekim’in önemi herhangi bir şeyle açıklanamayacak kadar veyahut da Türkiye’deki son gelişmelerle açıklanamayacak kadar önemli. Çünkü 22 Ekim doğrudan rejime yönelik bir hamle. Yani 22 Ekim, Türkiye Cumhuriyeti’nde 1925’te Takrir-i Sükûn’la birlikte temelleri atılan, akabinde 12 Eylül’le tahkim edilen ve 16 Nisan referandumuyla da 2017 yılında revize edilen sistemin, rejimin tamamen paramparça edilmesi demek. Çünkü sistem aslında bir Türk’ü öven veyahut da Türk’ün tarihi ile bütünleşmesini sağlayan ve Türk’ün töresi üzerine kurulu bir sistem değildi. Sistem tamamen Kürt karşıtlığı, Kürt’ün yok sayılması bir yanda, diğer yanda ise muhafazakarların yine hakeza görülmemesi üzerine, onlar yokmuş gibi davranılması üzerine inşa edildi 1925’te. Sonrasında özellikle Tayyip Erdoğan ve AK Parti iktidarında bunun, yani rejimin iki temel ayağından bir tanesi parçalandı ama bu parçalanma Türkiye’ye bir demokrasi getirmedi. Sebebi ne? Tayyip Bey gitti kendi kişisel koltuk ikbali uğruna, anlaşılabilir sebeplerle ama yani yine kişisel olarak kendi kişisel ikbali adına, anlaşılabilir sebeplerle kendisine emanet edilen iradeyi gitti rejime ciroladı ve bunun neticesinde Türkiye yine demokratikleşemeden 12 Eylül’ün adeta magnum opus’unun karikatürize halini yaşamaya başladı 2016-2017’den bu yana. Ama Devlet Bey’in yaptığı bu hamle bütün bunları paramparça ediyor ve bu hamle eğer ki tamamına ermesi halinde Türkiye’deki siyasetin yapılma şekli, devletin millete muamele şekli, milletin siyasetçiye bakış açısı baştan aşağı değişecek. Çünkü siz Kürt meselesini, Kürt sorununu oradan çekip aldığınız takdirde siz hamaset dilini, siz terör dilini siyasetten tamamen yok etmiş oluyorsunuz. Ondan sonra siz istediğiniz kadar bu terimleri ve kavramları kullanın, bunun millette bir karşılığı yok. O yüzden 22 Ekim, eğer işte sürekli 15-20 yıldır bu İkinci Cumhuriyet’e dair birçok şey söyleniyor ya, eğer gerçekten tam anlamıyla bir İkinci Cumhuriyet’ten bahsediyorsak, tıpkı Atatürk’ün 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkması gibi, cumhuriyetin kuruluşuyla başlayan bir süreç oysa, o tarihse İkinci Cumhuriyet’in başlangıç tarihi olarak da biz 22 Ekim’i koyarız. Çünkü ondan sonraki bütün gelişmeler, bundan önceki yüzyılın temel paradigmasını paramparça eden şeyler. O yüzden 22 Ekim’le bence 19 Mart’ı çok yan yana getirmek bu anlamda mantıklı değil. 19 Mart başka bir şey. 19 Mart, iktidarın, Cumhur İttifakı’nın AK Parti ve Erdoğan kanadının kendi içerisinde, kendilerine yönelik mevcut rejim içerisinde var olan bir alternatife yönelik bir tepkileri, bir reaksiyonu. İkisi çok bence aynı şeyler değil.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Ruşen Çakır: Peki, dün Devlet Bahçeli’nin — biraz bahsettin — yaptığı açıklamayı nasıl okuyorsun? Ben orada şöyle yorumladım, gördün mü bilmiyorum: “Ya yeter artık, buradan bir şey çıkmayacak, bu olayı bir an önce halledin” diye Erdoğan’a yönelik bir mesaj olarak okudum. Sen nasıl bakıyorsun?

Gürkan Çakıroğlu: Ben orada senin yaptığın açıklamaya hatta bir bağlantı da yaptım. Yani at binenin, kılıç kuşananın. Yani burada Ekrem Bey istiyor ki armut piş, ağzıma düş. Öyle bir dünya yok. Yani siz o kadar çok fırsatı teptiniz ki Ekrem Bey olarak, yani Ekrem İmamoğlu olarak ve siyaseti o kadar böyle ezber popülist kodlarla okudu ki… Bugün Ekrem İmamoğlu’nun içeride olması tamamen hukuka aykırı, bunun tartışmaya açık bir yanı yok, tamamen hukuksuz bir operasyon. Ondan daha fecaat olan diplomanın iptali, tamamen hukuka aykırı. Ama siz şimdi hukuk yokken varmış gibi siyaset yaparsanız duvara toslarsınız. Türkiye’de şu an hukuk yok. Türkiye hukuk devleti değil. Türkiye kanun devleti dahi değil. Türkiye kanun devleti olsa bugün Ekrem Bey’in diploması iptal edilemezdi. Ama değil. O zaman mevcut zemin ve şartlara göre hal, hareket ve tavırlarınızı belirleyeceksiniz, siyasetinizi buna göre yapacaksınız. Beyefendi parlamenter sisteme hiçbir zaman sahip çıkmadı, ağzının ucuyla söylemek dışında. Beyefendi 22 Ekim’e sahip çıkmadı. Beyefendi normalleşmeye sahip çıkmadı. Çünkü beyefendinin aklı fikri zikri Erdoğan’ın koltuğunda. Diyoruz ki: kardeşim, bu koltuk zehirli. Oturan kim olursa olsun ona zarar veriyor. Peygamberi oturtsan üç güne oradan şeytanlaşır çıkar ya. O yüzden bu koltuğu bırak. Türkiye’nin bu koltuğa ihtiyacı yok. Türkiye bu koltuktan bir hayır görmedi. Türkiye’nin demokratikleşmeye ihtiyacı var. Türkiye’nin hukuk devletine ihtiyacı var. Türkiye’nin eşit yurttaşlığa ihtiyacı var. Ekrem Bey bunları görmediği için sürekli dikine dikine vura vura gitti. Senin karşında yani demokratik bir hükümet yok. Senin karşında demokratik bir rejim yok. Yani sen böyle oynarsan oyunu, onlar da bunun cevabını böyle verir. Bakın, Recep Tayyip Erdoğan o koltuğa kendisinden başka hiç kimsenin oturmasına müsaade etmez. Eğer ki o koltukta ben şahsen otursaydım ve geçmiş 20 yılım böyle geçseydi, ben asla kendimden sonra o koltuğa bir başkasının oturmasına müsaade etmezdim; çünkü korkunç bir güç, herhangi bir sınır yok. Bunun için Ekrem Bey ne yapabilirdi? Bu gücün, bu zehirli gücün, yani onun zehrini alabilirdi. İşte normalleşmeye mesela sarılsaydı, Özgür Bey bu noktada biraz daha elini rahatlatsaydı, mesela parlamenter sisteme sahip çıksaydı, söylemini hep bunun üzerine kursaydı, mesela işte bu 22 Ekim’e sahip çıksaydı. Bunların hiçbirini yapmadı Ekrem Bey, hiçbirini yapmadı. Ve ben maalesef, mesela bu CHP’nin kendi içerisindeki bu adaylığına dair sürece de, işte cumhurbaşkanı adayını belirleme sürecine de sonuna kadar karşı olan birisi olarak — çünkü o Mansur Bey’i ekarte etme hareketiydi — tutuklandığı anda gittim koşa koşa sandığa, Ekrem Bey’e oyumu verdim. Bu ayrı bir reaksiyondur çünkü orada milli iradeye sahip çıkmaktır. Ama Ekrem Bey’in yaptığı politikaların bence, kendi adıma kabul edilebilir bir yanı yoktu. Ve maruz kaldığı bugünkü zorbalıkta Ekrem Bey’in siyasi hataları da maalesef bu yola, bu kötülüğe giden yolun taşlarını döşedi.

Ruşen Çakır: Şimdi sen en son yazdığın yazıda ‘‘Beştepe’ye veda, Çankaya’ya selam’’ mı, öyle bir başlık attın.

Gürkan Çakıroğlu: ‘‘Beştepe’yi verin, Çankaya’yı alın.’’

Ruşen Çakır: Evet. Diyorsun ki, parlamenter sisteme dönmek… Hatta, ‘‘Erdoğan’ın cumhurbaşkanı, Özgür Özel’in başbakan olduğu formüller bile seslendiriliyor’’ diyorsun ama açıkçası ben ilk defa senin yazında duydum bunu. Böyle bir ihtimal hakikaten var mı?

Gürkan Çakıroğlu: Bu arada bu bir yorum değil, bu bir bilgi.

Ruşen Çakır: Tamam, eyvallah.

Gürkan Çakıroğlu: Yani mesela Meclis’e gidildiğinde veyahut da Meclis’teki milletvekilleriyle oturup konuştuğumda, bunun çok tartışıldığı, yarı başkanlık sistemine dair birçok şeyin tartışıldığı, hatta işte Gelecek Partisi’nden transfer edilen milletvekilinin de buna yönelik hazırlıklarının da olduğu, güçlendirilmiş parlamenter sistem dahil, bu yüzden bunların tartışıldığı konuşuluyor. Bakın, bunlar uzak şeyler değil. Biz bugün 22 Ekim’i konuşuyorsak, biz bugün Öcalan’ın umut hakkını konuşuyorsak, bundan bir ay sonra parlamenter sistemi de konuşabiliriz. Çünkü öngörülebilir bir sistem içerisinde veyahut da öngörülebilir bir siyasi atmosferde yaşamıyoruz. Olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Ve burada şu an üç ihtimal var Türkiye’nin önünde. Ben gerçekten kendi adıma dördüncü bir ihtimal göremiyorum. Bir, şu saatten sonra, özellikle 19 Mart yaşandıktan sonra, bu saatten sonra bir sınıra dayandı Türkiye. Bunun önüne geçerse artık mevcut sistem, diktatörlük niteliklerini de tamamen kaybederek tiranlaşacak, ki bu Türkiye için maalesef fecaat olur, hepimiz için çok kötü olur. Ya da 22 Ekim’e sığınarak, 22 Ekim üzerinden yarı başkanlık veya parlamenter sisteme doğru yönelecek. Yarı başkanlık sisteminin benim çok gerçekleşmesine ihtimal vermememin sebebi, yarı başkanlık sisteminde AK Parti’nin şu an için birinci parti olma ihtimali hemen hemen kalmadı, çünkü siyaset yapamıyor AK Parti. Bundan kaynaklı olarak, Cumhuriyet Halk Partisi’ne başbakanlığı ve yarı başkanlık sistemindeki birçok alanı ben Tayyip Bey’in bırakabileceğini düşünmüyorum. Yani o şekilde çalışabilecek birisi değil kendisi. Fıtratında bu yok, yapısında bu yok. O yüzden şu saatten sonra Tayyip Bey’in Çankaya’ya çekilmesi ve siyasi partilerin önünü açması, belki bir sonraki dönem koalisyon olarak, 22 Ekim de tam tekmil hayata geçerse, AK Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve DEM Parti’nin koalisyonuna götürecek Türkiye’yi. Başbakan da artık onların içlerinden birisi olabilir. Yani birçok varyasyon konuşuluyor, tartışılıyor şu an. Ama en azından bunlar, biraz daha Türkiye’yi tedrici de olsa demokrasiye yaklaştıracak şeyler. Mevcut durumda ben çok parlak bir hal görmüyorum. Mesela işte Mümtaz’er abiyle, sen de biraz iyimsersin Ekrem Bey’in çıkacağına dair. Ben şu saatten sonra, olası bir genel af haricinde Ekrem Bey’in dışarı çıkma ihtimalini görmüyorum. Çünkü aksi hal, mevcut hamasete dayalı siyasetsizliğin yapısına aykırı. Siz yani mevcut adamı daha da parlatmak dışında, onu daha da ön plana çıkarmak dışında, adaylığını tamamen yok etmek dışında bu işlemi yaptıysanız size ahmak derler. Veyahut da siz tamamen kendi pilinizin bittiğini kabul etmiş olursunuz. O yüzden ben maalesef ama maalesef Ekrem Bey’in özgürlüğüne kavuşacağına dair kısa vadede çok ümitvar değilim. Ancak belki bu Çankaya olursa, yani bu parlamenter sistem olursa, ki Türkiye 22 Ekim başarıya ulaşırsa bir genel affa da gebe, o takdirde belki Ekrem Bey dışarıya çıkabilir, özgürlüğüne kavuşabilir, Cumhuriyet Halk Partisi’nin başına geçebilir, şartlar uygun olursa ve belki o, Türkiye’nin gideceği ilk genel seçimlerde, parlamenter sisteme döndükten sonra Türkiye’nin gideceği ilk genel seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nin başında o seçimlere gidebilir.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Gürkan, çok sağ ol.