Haftaya Bakış (274): İzmir operasyonu | Leman dergisi olayı | Silah bırakma başlıyor

Haftaya Bakış’ın İzmir operasyonu | Leman dergisi olayı | Silah bırakma başlıyor başlıklı videosunda Ruşen Çakır ve Kemal Can gündemi değerlendirdi.

Silah bırakma başlıyor

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” yaparak, örgütün kendini feshetmesini ve silah bırakmasını söylemesinin ardından yeni bir aşamaya geçildi.

PKK haftaya silah bırakmaya başlıyor. Önümüzdeki hafta Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarında silahların bırakılması bekleniyor. İlk silah bırakma muhtemelen Süleymaniye’de olacak.

DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan 12 Mayıs’ta alınan kongre kararlarının gereğince tarihi bir adımın atılmasını beklediklerini söyledi. “Silahsızlanmayla ilgili bir gelişme bekliyoruz” diyen Doğan, henüz kesin tarih veremediğini ancak sürecin önümüzdeki hafta içinde tamamlanacağını belirtti.

Haklarında tutuklama talep edilenler arasında eski İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, CHP İzmir İl Başkanı Şenol Aslanoğlu ve İZBETON Genel Müdürü Heval Savaş Kaya da bulunuyor.

Haftaya Bakış (274): İzmir operasyonu | Leman dergisi olayı | Silah bırakma başlıyor
Haftaya Bakış (274): İzmir operasyonu | Leman dergisi olayı | Silah bırakma başlıyor

İzmir operasyonu

İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne düzenlenen operasyonda gözaltına alınanlardan 99’u için tutuklama talep edildi. Savcı 19 kişi için de adli kontrol istedi.

İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, 1 Temmuz’da belediye iştiraklerinden İZBETON AŞ’de taşeron şirketler aracılığıyla yolsuzluk yapıldığı iddiasıyla soruşturma başlatmıştı.

Leman dergisi olayı

Leman dergisinde yayımlanan bir karikatüre sosyal medyada gelen tepkilerin ardından bir grup, derginin binasına saldırdı.

Karikatürün Hz. Muhammed’i tasvir ettiğini iddia edenler, Leman’ı hedef aldı. Karikatürün sosyal medyada yayılması ve tepkilerin artması üzerine İBDA-C uzantılı Büyük Doğu Akıncılar Derneği’nin çağrısıyla toplanan bir grup, derginin binasına saldırdı.

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, karikatür nedeniyle soruşturma başlatıldığını duyurdu. Karikatürün çizeri, grafikeri, yazı işleri müdürü ve müessese müdürü gözaltına alınırken, ilgili sayının toplatılmasına karar verildi.

30 Haziran’da gözaltına alınan derginin yazı işleri müdürü Zafer Aknar, grafiker Cebrail Okçu, karikatürün sahibi Doğan Pehlevan ile müessese müdürü Ali Yavuz tutuklandı.


Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Haftaya Bakış’la karşınızdayız. Yine her hafta olduğu gibi Kemal Can’la haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba. 

Kemal Can: Merhaba Ruşen. 

Ruşen Çakır: Bu hafta bayağı yoğun geçti, daha da yoğun geçeceğe benziyor. 30 Haziran Pazartesi günkü CHP davası ertelendi. Leman dergisine yönelik operasyonda hem devletin hem de bir grubun operasyonu diyelim, dört kişi tutuklandı. Bu arada İzmir’de, eski Belediye Başkanı Tunç Soyer ve CHP İzmir İl Başkanı’nın da dâhil olduğu çok sayıda kişi gözaltına alındı. Şu saatlerde mahkemede işlemleri sürüyor. Savcılar 99 kişi hakkında tutuklama talep etmiş. Bunlardan birisi de Tunç Soyer. Bugün bir de Manavgat Belediyesi’ne bir operasyon oldu. Yine yolsuzluk operasyonu herhalde. Bu arada PKK herhalde önümüzdeki hafta, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin toprakları içerisinde, muhtemelen Süleymaniye’de, silah bırakmanın ilk aşamasını yapacak. Gazeteciler de çağrılıyor. Belli ki bir grup orada silahlarını teslim edecek. O da bir dönemin görsel olarak da başladığını bize gösterecek. Ama bütün bunların ötesinde, şu anda en son gelen haber, Nihat Genç’in öldüğü haberi. Biliyorsun, yaklaşık bir aydır entübe edilmişti. Nihat, zamanında ikimizin de çok yakın arkadaşıydı, Ankara’da çok vakit geçirmiştik birlikte. Ama sonra bir şeyler oldu ve yollarımız iyice ayrıldı. Daha doğrusu Nihat ayırdı. Uzun bir süredir kanser tedavisi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. Allah rahmet eylesin diyorum. Sen ne demek istersin Nihat’la ilgili? 

Kemal Can: Evet, senin söylediğin gibi çok eski tarihlerden, neredeyse belki 30 yıla yakın bir mazimiz var. Oturmuşluğumuz, konuşmuşluğumuz, beraber vakit geçirmişliğimiz var. Senin de söylediğin gibi, sonrasında farklı yerlerdeyiz, farklı düşündük çoğu zaman. Ama sonuçta bir ölüm hadisesiyle karşı karşıyayız. Ailesi başta olmak üzere sevenlerinin başı sağ olsun. Allah rahmet eylesin. Zaten uzunca bir süredir ağır bir sağlık sorunu yaşıyordu. Anladığım kadarıyla bir süredir de daha da sıkıntılı bir hâl almıştı. Ne diyelim? Allah rahmet eylesin ve sevenlerine de sabır versin. Özellikle ailesi, eşi, oğlu ve yakınları için sabır diliyorum. 

Ruşen Çakır: Evet. Kemal, dönelim İzmir’e. Tunç Soyer ve belediye çalışanları, CHP’liler, bayağı bir şey var. Herhalde akşam saatlerinde haberler gelmeye başlar. Bunun doğrudan 19 Mart’la alâkalı olmadığı söyleniyor. Zaten daha önceden başlayan bir soruşturmaydı bu biliyorsun. Ama ben bunun 19 Mart’la ilgisiz olma ihtimalini asla kabul etmiyorum. Yani 19 Mart operasyonunu yaptıkları anda, ‘’İzmir’e de operasyon yapalım’’ diye bir perspektif yoktu herhalde. Manavgat olayı da böyle bir şey sanıyorum, detayları zaman içerisinde ortaya çıkar. Mesele, CHP’li belediyeleri olabildiğince sıkıştırmak. Bu belediyelerde eski başkan, yeni başkan çok da fazla fark etmiyor. Bir imaj yaratma da var tabii. CHP eşittir yolsuzluk gibi bir imaj yaratma derdi var. Biz ‘’İstanbul’da altıncı dalga olur mu, yeni ilçe belediye başkanları da alınır mı?’’ diye beklerken böyle bir hamle oldu ve anlaşıldığı kadarıyla bunlar sürecek. Çünkü çok acayip bahanelerle, gerekçelerle insanlar tutuklanıyor. Mesela Leman dergisiyle ilgili savcıların tutuklama talebinin gerekçeleri çok abes. Her şey böyle hızlı bir şekilde yapılıyor. En son, İmamoğlu’na sahte diplomadan hapis ve siyasi yasak isteniyor. Burada sahte diploma diye bir şey yok, bu bambaşka bir şey. Sorgulanacak birisi varsa da o üniversite. 

Kemal Can: Evet. Sanki İmamoğlu fotokopiyle kendisine diploma yapmış, sonra da o diplomayı ibraz etmiş gibi sahte diploma soruşturması. İzmir’in, şimdi Manavgat’ın, eğer olacaksa devamında başka CHP’li belediyelere yapılacak hamlelerin, gözaltıların, operasyonların hepsinin aynı paket olduğunu ve senin söylediğin gibi 19 Mart’la alakası olup olmadığını değerlendirmek için çok açık bir veri var. Aslında bu sürecin ve İzmir hadisesinin de 19 Mart’ın bir devamı ve parçası olduğunu gösteren en önemli kanıt, geçen hafta Erdoğan’ın bizzat söylediği şey: “Başka belediyelerde de hadiseler var.” Yani CHP’li belediyelerle ilgili, CHP’li yerel yönetimlerle ilgili soruşturma, yargılama, tutuklama, gözaltı, her ne ise, yargı aracılığıyla yapılacak her türlü operasyonun yayılarak devam edeceğini ilan etti; bir anlamda da işaretini verdi. Hemen devamında, ilk hamle İzmir’den, bugün de Antalya’dan geldi. Dolayısıyla neyin neyle ilgili olduğu gayet açık. Hatta biz meseleye hep başından itibaren, yani Saraçhane süreci öyle başladığı için ‘’19 Mart’’ diyoruz ve asıl olarak da İmamoğlu’na dönük bir hamle olarak tarif ettiğimiz için böyle tanımlıyoruz. ‘’Biz’’ derken genel olarak medyayı kastediyorum. Böyle isimlendiriliyor. Ben daha önce de yazıp söyledim bunları. Bu yaşananların, elbette en güçlü aday olarak İmamoğlu’nun önünü kesmek, iktidar açısından en önemli riski zayıflatmak ve mümkünse yoldan çekmek için yapılmış olduğu bir hadise ile karşı karşıyayız. Ama ben bununla sınırlı olmadığını, işin daha evveliyatından, yani 2022’den başlayan, içinde bazen normalleşme, bazen başka saldırı biçimleri, bazen ittifak içi operasyonlar, bazen ‘’plana sadık’’ aktörlerin devreye sokulması ve bir sürü yöntem kullanılarak ve tabii ki ağırlıklı olarak yargı devrede tutularak yapılan daha geniş bir siyasi dizayn operasyonu ile karşı karşıya olduğumuzu ve doğrudan CHP’yi, sadece bir adayını devreden çıkartmak, planla sınırlı olmayan daha büyük bir yere sıkıştırmak ve bir şeye mecbur etmek ya da pazarlığa zorlamak yahut da mümkünse, onu bir muhalefet sürükleyicisi olacak pozisyondan geri durmaya zorlamak konusunda yoğun bir faaliyetin yürütüldüğünü düşünüyorum. 

Şimdi çok sık dile geliyor, bu son hadisede, zaten dava İmamoğlu’na yine siyasi yasak talebiyle açılmış. Sanıyorum siyasi yasak talep edilen bu dördüncü dava olacak. Yani birkaç dava var İmamoğlu ile ilgili. Bunların birkaç tanesi de doğrudan siyasi yasak talebini içeriyor. Dolayısıyla, bunların hiçbirinin hukuki bir işleyişi olmadığını bildiğimiz için, İmamoğlu’nu devreden çıkartmak için bu davalardan herhangi birini tamamlayıp, siyasi yasak kararı çıkartılarak İmamoğlu’nun adaylığının önü kesilebilir. Ve iddia edildiği gibi operasyonun tek hedefi İmamoğlu’nu aday olmaktan uzaklaştırmak olsaydı, daha kestirme yolları deneyebilirlerdi. Deneyebildiklerini de görüyoruz. Çünkü yargının hukuki olmak gibi bir bağlayıcılığı yok. Öyle deniliyor ve öyle yapılıyor. Dolayısıyla siyasi yasak çıktığı anda da artık aday olamayacağı ilan edilir. Yüksek Seçim Kurulu da buna herhangi bir direniş göstermez. Ama görüyoruz ki, CHP kurultay davasından tutalım, bütün davaların, İmamoğlu davalarının da uzatılması, onun etrafındaki, onunla temasta olan herkesin, kimi itirafçı, kimi iftiracı yapılarak, kimi böyle olmamasına rağmen öyle yapmış gibi lanse edilerek, oradaki çatlaklar üzerinden Özgür Özel’le İmamoğlu arasında problem yaratmak, CHP’nin içerisinde bir çalkantı üretmek gibi pek çok katmanda devam eden daha geniş bir operasyon bu. Dolayısıyla, ben bu işe ‘’o ayrı bir hukuki süreç,’’ ‘’öbürü yolsuzluk,’’ ‘’öbürü siyasi dava,’’ ‘’bu aslında doğrudan İmamoğlu’na,’’ öbürü şuna’’ diye bakmıyorum. Bu neredeyse, bu iktidarın, oy desteğiyle muhalefetin karşısında geniş bir çoğunluk olarak davranma lüksü ortadan kalktığı andan itibaren, ki bu da aşağı yukarı biraz daha zorlarsak 2015’e kadar gidiyor, bunun işaretlerinin görüldüğü tarih. Bu tarihten itibaren siyasi dizayn, büyük ölçüde iktidarın çoğunluk desteğini sağlayarak, muhalefeti siyaseten ezme yöntemini terk edip, diğer güç enstrümanlarını kullanarak ayakta kalmak ve muhalefeti başarısızlığa mahkûm etmek üzerine kurulu. Kendi başarısı üzerine değil, karşısındakinin başarısızlığı üzerine kurgulanmış bir strateji yürütmesi ile ilgili. 

Dolayısıyla bütün bu davalarda, bazen zeytin dalı kılığında görülen, daha önce normalleşme, şimdi anayasa konusunda da benzer bir şey, iç cephe, bunların hepsi aslında bu paketin parçası. O nedenle ben, bir davayı ya da bir dava serisini, bir dava serisinde öne çıkan bir aktörü dikkate alarak, sadece onu dikkate alarak yapılan yorumların eksik kaldığını, bunun daha topyekûn bir hadise olduğunu düşünüyorum. Hatta geçen haftaki yayında da konuştuk. Mesela Bahçeli’nin projeksiyonunda da benzer bir şey var. Erdoğan ve Bahçeli bu konuda biraz farklı yöntemler ve farklı tavırlar sergiliyorlar. Ama aslında Bahçeli’nin de daha genel bir dizaynın parçası olan, herkesin çok kısa vadeli pragmatik bir meseleymiş gibi okuduğu şey, siyaseti yeniden tanzim arayışı. Bu, iktidar tarafında da farklı kanatları olan bir tartışma. Dolayısıyla, bu yaşamakta olduğumuz her şey birbiriyle son derece ilgili. 

Ruşen Çakır: Kemal, bu arada fark ettin mi bilmiyorum? Dün Mahmut Övür’ün Sabah gazetesinde şöyle bir yazısı vardı. Diyor ki: ‘’İstanbul soruşturmasında etkin pişmanlık ifadesi verenlerin söyledikleri, halkın kafasını karıştıracak kadar bulanık, yargının elini zayıflatacak kadar hesaplı. Bu, itiraftan çok, organize suskunluğun makyajlı yüzü.’’ Yani adamlar yaranamıyorlar. İtiraf ediyorlar, pişman oluyorlar ama yaranamıyorlar. Hakikaten de pişmanların ifadelerine baktığın zaman, ‘’insan burada ne var?’’ diye sormadan edemiyor bir türlü. O kadar etkin pişmanlıktan yararlanan isim oldu, o dosya hâlâ bir türlü dolmadı, değil mi? 

Kemal Can: Evet. Ama zaten Mahmut Övür’ün bu yazısı dışında, yine iktidar çevresinde böyle çeşitli kanatları temsil ediyor gibi görünen birtakım isimlerde, son zamanlarda ilginç biçimde hem bu süreçle ilgili hem bu sürecin hızı ve varması gereken hedefler konusunda birtakım ayrışmalar olduğu, hatta bu daha önce de gündeme gelmişti: Bir operasyonda jandarmanın kullanılması, bu soruşturmaları yürüten savcıların, emniyetten yeterince destek alamadıkları iddiasıyla şikâyetçi oldukları. Yine iktidar içerisindeki bazı kanatların, ki Bahçeli’nin de ilginç birkaç çıkışı olmuştu, bu davanın istenildiği kadar kuvvetli hazırlanmadığı konusunda eleştirileri olduğu, bu yöntemler konusunda içeride de bazı tartışmalar olduğu konusunda çok fazla yazıp çizmeye başladılar. Hatta bunu biz de birkaç kere konuştuk, televizyon yorumcuları ‘’Niye çok rütbeli AKP’liler topa girmiyorlar? Niye bakanlar devrede değiller?’’ diye açıklamalar yaptılar. 

Ruşen Çakır: O konuda sana bir şey söyleyeceğim. Adını vermeyeceğim ama eski bir Fethullah tetikçisi, şimdi de AKP tetikçisi olan birisi var. Yememiş içmemiş, AKP’nin İstanbul milletvekillerinin sosyal medya paylaşımlarını saymış. Diyor ki: “Kırk bir milletvekili var. Bunlardan 36’sı Sayın Erdoğan’ın ve Sayın Ömer Çelik’in açıklamalarını bir kez bile retweet etmemişler.” Ama aynı kişi, zamanında AKP’lilerin %80’inin İran ajanı olduğu üzerine kitap da yazmıştı. O ayrı bir şey, onu kenara koyalım. Ama böyle zabıtalar da var.

Kemal Can: Tabii, yani sürekli Erdoğan’ı yalnız bırakma suçlamaları var, Bir tarafta, ‘’Erdoğan yanlış yönlendiriliyor’’ suçlamaları var. Yani orada da bir şeyler dönüyor. İktidar içerisinde başka eğilimler ya da hep söylenildiği gibi, fabrika ayarlarına dönmek isteyen demokrat bir kanat var iddiasını dile getirecek değilim. Ama orada yöntemler ve yöntemler sonucunda varılacak hedefler, kısa vadeli ve orta vadeli projeksiyonlar, hesaplar konusunda bir mücadele var. Dolayısıyla bazen parça parça gelişen olaylar, bir şeyler oluyor, sonra geri çekiliyor. Mesela bu medya ayağı meselesi gündeme geldiğinde, bazı isimlerin içine girip, bazı isimlerin tekrar çıkması, bazılarının birdenbire buharlaşması. Açıkçası, muhalefet medyası içerisinde de muhalefetin kendi içini karıştırabilecek kulis faaliyetinin ve haberciliğin, şu anda iktidara dönük muhalefet hareketliliğinin üzerine çıktığını görüyoruz. Bunlar bana hiç de öyle dönemin rengi filan gibi gelmiyor. Yani daha derli toplu, daha büyük bir tasarımın parçaları gibi geliyor. 

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Ruşen Çakır: Konuşacak çok şey var. Buradan Leman meselesine geçelim. Ama Leman’dan önce Sözcü TV ve Halk TV’ye verilen cezalar. Bunlar çok sert cezalar ve devamı gelebilecek şeyler. Zaten öyle de bir tehdit var. Bakalım nasıl cevap verecekler? Dik durmaya çalışıyorlar ama sonuçta koca müesseseler söz konusu. Lisans iptali gibi seçenekler ciddi bir şekilde masada ve pekâlâ olabiliyor. Yani burada cezayı gerektirecek konuşmalara baktığın zaman insanın ağzı açık kalıyor. Neyse, Leman konusuna geçelim. 

Kemal Can: O medya cezaları konusunda şunu söylemek istiyorum: Bu tür hamleler yapıldığında, yükselen, peş peşe gelen operasyonların peşinden böyle şeyler geliyor. Bir de, gelmekte olan bir dalganın öncesinde, bir hazırlık olarak böyle hamleler yapılıyor. Bunların hangisi ile karşı karşıya olduğumuzu yakında göreceğiz. 

Ruşen Çakır: Evet. Bu çok daha sert başka şeylerin işareti de olabilir. Leman meselesinde tam anlamıyla bir fırsat yakaladıklarını düşünüp oradan bir hareketlilik ve mobilizasyon ve tabii ki CHP’nin sokakta varlığına da bir cevap gibi bir şey yapmaya çalıştılar. Ne derece başarılı oldular bilmiyorum, ama Leman‘ın hayatını sürdürebilmesi çok zorlaştı herhalde. Dört kişi tutuklandı, iki kişiye yakalama kararı var. Ayrıca bu saatten sonra devam etmek isteseler de Leman’ı basacak, dağıtacak yer de bulamazlar artık ki kaç yıllık bir dergi. 1985’te kurulan Limon dergisinden ayrılan ekip tarafından kuruldu Leman.  İlk sayısı 1991’de yayımlandı yanlış hatırlamıyorsam. Ortadaki olay tam bir köpürtme, sallama ama bir şey yapılamadı ve çok kişi de bu oltaya geldi. Ekrem İmamoğlu da geldi. Mansur Yavaş zaten geldi. Bir tek o anlamda Özgür Özel bir duruş sergiledi. Açıkçası zor bir şey yaptı, ama yaptı. Hatta peş peşe iki gün aynı şekilde durdu. 

Kemal Can: Hatta Erdoğan üzerine saldırmasına rağmen geri adım atmadı, pozisyonunu korudu ve savundu. 

Ruşen Çakır: Ama söyledikleri çok normal, burada birşey yok. Sen ne dersin? Yani bu bir fırsatçılık oldu. Hz. Muhammed’e hakaret, şu bu… Karikatürdekinin Hz. Muhammed olmadığı belli. Olsa dahi en fazla resmini çizdin diye olabilir. Ama orada, o iki kişiye, Muhammed ve Musa adındaki iki kişiye atfedilen şeyler iyi şeyler. Öyle değil mi? 

Kemal Can: Evet. Burada hakaret meselesi zaten tamamen mesnetsiz bir iddia. Sen fırsatçılık diyorsun ya, bu kaçıncı vaka? 6-7 Eylül olaylarından, ‘’Selanik’te Atatürk’ün evi bombalandı’’ söyleminden başla, Kahramanmaraş’a git, Madımak’tan dön gel. Türkiye’de bu tür manipülatif, gerçek olmayan, kışkırtma gerekçesi sayılan ve bunu ne yazık ki haklı ve makul bulabilecek bir vasatın varlığı, bu imkânı, senin söylediğin gibi bu fırsatı hep canlı tutuyor. Yani bir gün ‘’bizim kutsalımıza bir şey denildi’’ diyerek hakikaten büyük bir gürültü çıkartabilirsiniz. Hatırla, daha birkaç sene önce, Sezen Aksu’nun bilmem kaç sene önceki şarkısından yine dinimize hakaret edildi diye evinin önüne toplaşmaya kalkmışlardı. Böyle çeşitli şeyleri zaman zaman kullanıyorlar. Burada önemli olan, tam da senin söylediğin kavramla devam edersek, bu fırsatı, meşru, haklı ve dikkat edilmesi gereken, uzak durulması gereken, uyulması gereken referans olarak kullanma ikiyüzlülüğüne karşı çıkmak. Aslında dediğin gibi Özgür Özel’in tutumunda hiçbir olağanüstülük yok. Zaten söylemesi gerekeni söyledi. Hatta iktidarın orada bu eylemi yapanlarla ilgili harekete geçmemesi, hâlâ herhangi bir soruşturma açılmaması… İnsanları düşmanlığa teşvikten tutuklama çıkartıyorlar. Ama orada açıkça insanları tehdit eden, canlı yayın kameraları önünde düşmanlığa teşvik değil katliam çağrısı yapan, katliam tehdidi yapan insanlar var, herhangi biriyle ilgili bir şey yapıldığını duymuyoruz. Diplomasını yırtan çocuğu bile gözaltına almayı akıl eden yargı ya da emniyet güçleri, orada sadece o kışkıranları yatıştırmak ve sırtlarını sıvazlamakla uğraşıyor. 

Şimdi işin şu tarafı önemli ama: Bu ülkede her zaman dinsel konular kalkan edilerek, fikir özgürlüğünden eleştiri hürriyetine kadar her şey büyük bir baskı altında tutuluyor. Ben kendilerini hâlâ muhalefette sayan bazı sağcı milletvekillerinden, parti yöneticilerinden, “Biz dindarlar sizin hayatınıza karışıyor muyuz? Siz niye dine laf ediyorsunuz?” gibi bazı şeyler gördüm. Ki bu karikatür olayında öyle bir şey de yok. Aslında tam tersi. Bu saldırgan muhafazakârlık, ağır bir tacizle toplumla ilişki kuruyor. Bu tacizin en başında da her an kışkırabileceğini, kışkırdığında da öldürmeye kadar varabilecek şeyler yapmayı kendisine hak görebileceğini, dolayısıyla bu kışkırma ihtimaline, bu rencide olma ya da hakarete uğradığı kompleksine kapılma lüksünü, bir dayatma olarak insanların önüne koyuyor. ‘’Biz hiçbir şeye karışmıyoruz’’ denilen taassup tam da böyle kuruluyor. Bu referansı, bu baskıyı, bu politik açmazı veri kabul edip, “Dindar insanların hassasiyetlerini de gözetmek lazım” diye cümleye başlayan… Burada açıkça söylüyorum, İmamoğlu’nu kastediyorum. Burada, ‘’Özgür Özel’in kitlesi başka, İmamoğlu’nun kitlesi başka, dolayısıyla o kendi kitlesine konuştu; bu biraz makul bulunmalı, çünkü o cumhurbaşkanı adayı, daha geniş bir kitlenin desteğine oynuyor’’ yorumları da yapıldı. Geniş bir kitlenin desteğine oynuyor olmak, geniş bir kitlenin yanlışlarına ortak olmayı gerektirmez. Siz doğruları söylemeye devam ederek, doğruları söylediğiniz için geniş bir kitlenin desteğini alabiliyorsanız bir anlamı var. Geniş bir kitlenin yanlışlarının ortağı olarak onların oyunu alıyorsanız, zaten o oyu alanlar var. Onlara bir alternatif değilsiniz demektir. Bu çok açıkça, yapılan bu fırsatçı atağa ilişkin hiçbir şey söylemeden ya da onu öne koymadan, “Tamam, bunu da yapmayın” demeyi bir dipnot sınırına itmeden, daha birinci cümlede, oraya gelen güruha haklılık verecek biçimde, “Evet efendim, hakaret edilmiş” diye başlarsanız, bu, sizin daha geniş bir kitleye iyi görünmeniz değil, sizin samimi ve hakikaten olayları süzme konusunda bir eksiğiniz olarak kayda girer. 

Açıkçası, burada hapisteki bir insana ilişkin bu kadar eleştirel davranmak insanı rahatsız ediyor, tabii ki bunu istemiyorum. Evet, avukatlarıyla görüşüyor, siyasilerle görüşüyor, sürekli bir trafik var, ama geniş bir danışman kadrosu ve çevresinde insanlar olmadan birtakım anlık reaksiyonlar geliştirme konusunda, bu, İmamoğlu’nun kötü sınavlarından biri diyebiliriz. Umarım bundan sonra kendisi daha iyi düşünür. Hatırlarsan benzer bir şeyi de o Karadeniz gezisinde otobüsteki toplu fotoğrafa tepki gösterenlere yönelik böyle erken bir şey yapmıştı…

Ruşen Çakır: Trabzon’daki olayı diyorsun, değil mi?

Kemal Can: Evet. ‘’Vız gelir, tırıs gider’’ demesi. Bunları bazen çok yapıyor ve çok da otomatik bir şey gibi yapıyor. Bu karikatür olayında verdiği tepki de kaçınılmaz olarak kayda biraz öyle düşüldü. Üstelik, Özgür Özel çok açık, doğru bir tavır takındığı için, birdenbire oradaki kontrast daha da büyük göründü. Neyse, bunu bir yol kazasına ve hapishanedeki yalnızlığına bağlayalım. 

Ruşen Çakır: Evet. Şimdi açılım, çözüm süreci, artık adı neyse ona gelelim. Olmayacak, olmayacak denilen şey nihayet oluyor. DEM Parti bayağı bir faaliyet içerisinde. Haftaya muhtemelen Süleymaniye’de silah bırakma olacak. Öcalan’dan yeni bir mesaj, hatta görüntülü mesaj bekliyorlar. Temenni ediyorlar, bekliyorlar. Biliyorsun, İbrahim Kalın Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde her iki tarafın da önde gelen isimleriyle görüştü. Belli ki bunun altyapısı kuruluyor ve şu anda sorun yok. Bir ara bir çatışma, saldırı haberi geldi, ama üstü kapatıldı. Birileri onu köpürtmeye çalıştı ama o topa girilmedi. Bir de fark etmişsindir, Mustafa Karasu ölmemiş. Orada şöyle bir detay var: bir grup Kürt, yurtdışındaki Kürt milliyetçileri, ‘’Öcalan bizi, Kürtleri satıyor’’ diye bu sürece de karşılar biliyorsun. Onlar, onun PKK tarafından öldürüldüğünü söylediler. Neden öldürülmüş? Çünkü sürece karşıymış. Şimdi adam ortaya çıktı, “Ben yaşıyorum” dedi. Bunu söyleyenlere de “Çürük kafalar” diye tepki gösterdi. ‘’Biz bunu beş bağımsız kaynaktan doğrulattık’’ diye iddialı laflar vardı. Şimdi ölmediği ortaya çıkınca ‘’O aslında yaşayan bir ölü’’ diyorlar. Bahçeli için de öyle demişlerdi, biliyorsun. 

Şimdi oradan bir şey başlıyor, sonrası nasıl gidecek bilmiyorum, ama sonuç olarak başlıyor ve herhalde onun devamında, en azından silah bırakma olayı gelişecek. Her ne kadar Karasu en son yaptığı açıklamada, saldırıların, operasyonların olduğunu ve kendilerini savunduklarını söylese de, o da bunu çok büyütmek istemiyor gibiydi. Belli ki yine birtakım arızalar çıkacak ama sonuçta silah bırakma fiilen başlıyor. Sonrasında meclisteki komisyon da kurulmuş olur. Orada birtakım gelişmeler olur ve kışın, Eylül’den sonra herhalde bu konu daha da berraklaşır. Ne dersin? 

Kemal Can: Evet. Bana şöyle geliyor. Bu hemen yakın zamanda olacak olan şey, biraz sembolik bir vaziyet, bir tür mizansen aslında. Yani sahiden, sayıları çok olan silahlı birileri gelecek, silahlarını yetkililere teslim edecek gibi bir tablodan çok, sembolik, Kürdistan Özerk Bölge yönetimini de içine dâhil eden, süreci biraz daha çok aktörlü bir görünüme kavuşturan ve galiba ağırlıklı olarak Türkiye’nin ve iktidarın, özellikle Erdoğan tarafının, kısmen Bahçeli… Ama Bahçeli geçen günkü grup konuşmasında bu meseleye yüklediği misyonun, yine uzun ve kısa vadeli pragmatik şeylere feda edilmemesi gereken bir mesele olduğu, jeostrateji gibi üzerine çok konuşulacak birtakım laflar etti, ama asıl olarak vurgusu şuydu: “Birtakım şeyler yapıyorsunuz, ama böyle kısa vadeli pragmatik hesaplarla bunu harcamayın. Bu başka bir şey.” Bunun daha uzun vadeli ve daha derinlikli bir mevzu olduğunu tekrar etti. Bu arada, önümüzdeki hafta yaşanacak mizansen, büyük ölçüde iktidarın diğer kanadının, yani gönülsüz, nazlı tarafının talep ettiği bir şey. Çünkü zaten ilk başından itibaren hem resmi açıklamalarda hem basınla temaslarda, onların bir süredir, “Hadi görelim bakalım. Hadi bakalım yapsınlar. Silahlar bir bırakılsın, bıraktıklarını görelim” gibi, biraz kendilerinin kullanabileceği materyali arttırmak için buna ihtiyaç duyduklarını ve biraz bunu talep ettiklerini düşünüyorum. Açıkçası bu mizansen, onların mizanseni. Ayarlanan şey, biraz o resmi vermek için ve biraz zaman kazanmak için. Çünkü asıl olarak mesele, o komisyon ve sürecin takvimlenmesi. 

Zaten daha önce de söyledim. Fesih, silah bırakma filan, tıkır tıkır, neredeyse takvimi sabitlenmiş biçimde işliyor; orada bir şey olmuyor. Ama asıl olarak ‘’buradan sonra ne olacak?’’ meselesiyle ilgili tanzim, hâlâ kapalı tartışma. Onun açıkta olan hiçbir tarafı yok. Açıkta olan tarafı kendi yolunda yürüyor. Yine öyle yürüyecek. Muhtemelen sonbaharda, bunun peşine birkaç şey daha gelir. Ama hem Suriye’de hem de genel olarak bölgede yeni tanzimin şartları ve bunun Türkiye’ye yansımaları, hep söylediğim gibi, birkaç sürecin, yani anayasa, bu çözüm süreci ve 19 Mart süreçlerinin nasıl entegre edileceği meselesi hâlâ boşlukta. Bu tür boşluk alanları ve bu tür alanlardaki belirsizlikler büyüdükçe, biraz önce senin örneklerini verdiğin gibi, köşeli yüksek iddialar, kulisler, komplolar, dedikodular çok yüksek prim yapıyor. Hatta daha soğukkanlı, “Bir dakika, bir durun, bir bakalım. Bu işin şöyle tarafı da var, böyle tarafı da var” diyenler, “Sen ne diyorsun? Lafı geveliyorsun” muamelesi görürken, ‘’O ölmüş. Öbürü zaten yapay zekâyla konuşturulmuş. O da zaten ölmemiş ama ölmek üzereymiş’’ diye acayip acayip çıkışlar yapanlar… 

Ruşen Çakır: Kemal senin için de diyorlar. Sen de ölmüşsün, senin yerine Yosi Kohen diye bir Mossad ajanı yerleştirmişler. 

Kemal Can: Bu tür şeyler büyük prim alıyor tabii. Yani böyle çok acayip şeyler oluyor. Hatırlarsan, bu komplo teorileri Ege’deki yangınlarda da yapıldı. Yangın hâlâ devam ediyor. Gerçekten çok acı. Şu anda ben de yakın bir bölgedeyim, biliyorum. Orada da ne biçim komplolar çıktı. Bunu da bir politik meseleye çevirenler oldu. Bu tür şeylerde hemen bunlar işliyor ve büyük prim alıyor. Ama bu belirsizlik bence bu önümüzdeki hafta yaşanacaklarla kapanmayacak. Orada bir şey görünecek, iktidar tarafı rahatlayacak, bir şey yapacaksa, “Bakın, biz dediydik. İşte bakın, bir şeyler de oluyor” diyecek bir şeye sahip olacak. Bana bundan daha fazlası gibi görünmüyor şu anda. 

Ruşen Çakır: Yıllar önce Urfa’ya gitmiştim. Bir arkadaş beni gezdiriyor. O zamanlar dükkânlarda video kaset kiralanıyordu biliyorsun. Bir ara sokakta yan yana iki dükkân vardı. “Bunlar yan yana ne yapıyorlar?” dedim. Bana şunu söyledi: “Bizim millet gözüyle düşünür diye bir laf vardır” dedi. “Nasıl yani?” dedim. “Şu soldaki dükkân açtı, bayağı iş yapıyordu. Yanındaki bakkaldı. Baktı orası iş yapıyor. O da videocu oldu’’ dedi. Sonuçta ne olmuş? Aynı parayı ikisi aralarında bölüşür olmuşlar. Şimdi, bizim millet gözüyle düşünüyor. “Silah bırakacak, bilmem n,” diyoruz. “Ha, ha,” diyorlar. Mesela PANORAMATR’nin araştırmalarında şunu görüyorsun: ‘’Bu süreç iyi mi? sorusuna ‘’Evet’’ diyenlerin oranı %60. ‘’PKK silahı bırakır mı?’’ sorusuna ‘’Evet’’ diyenlerin oranı %30. İnsanlar hâlâ inanamıyor. Ama o silah bırakma görüntüleri görünce, o insanların gözünü ikna edip, “İşte görüyorsunuz, adamlar bıraktı. Tamam, uzatmayın” diyebilmek istiyorlar. Ondan sonra işler kolaylaşacak bence. Millet hakikaten, “A, oluyor galiba” diyecek. 

Kemal Can: Ama hatırlıyorsan önceki süreçte de mizansenler önde yürümüştü. Sonra arkada işler karışmıştı. 

Ruşen Çakır: Ama o dönemde mizanseni çok alelacele yapmışlardı. Orada, gelenler sanki zafer kazanmış gibi gelmişlerdi. Hatta Erdoğan ilk gün, “Ne güzel işte” filan demişti. Sonra gelen tepkileri görünce, ‘’bu kadar da olmaz ki’’ diye döndü. Bu sefer herhalde daha çalışılmış bir mizansen olacak. 

Kemal Can: Evet. 

Ruşen Çakır: Bakalım, hayırlı olsun. Evet Kemal, noktayı koyalım. ‘’Haftaya Bakış’’ı burada noktalıyoruz. Haftaya tekrar görüşmek üzere. İyi günler. 

Kemal Can: İyi günler.