Ruşen Çakır & Levent Köker değerlendirdi: Yeni anayasa tartışmalarında doğrular ve yanlışlar

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “sivil anayasa” çağrısı yeniden gündemde. Yeni anayasa tartışmalarında neler nasıl konuşuluyor? Doğrular, yanlışlar neler? Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Levent Köker bu tartışmaları ve çözüm süreciyle olası bağlantısını değerlendirdi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son günlerde yeniden gündeme getirdiği “sivil anayasa” çağrısı, hukuk ve siyaset çevrelerinde farklı yankılar uyandırdı. Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Levent Köker, bu çağrının arka planını ve olası sonuçlarını değerlendirdi.

Köker, 1982 Anayasası’nın bugüne kadar 18-19 kez değiştirildiğini hatırlatarak, bu değişikliklerin önemli bir kısmının demokratikleşmeye katkı sunduğunu belirtti.

Kavala, Atalay ve Demirtaş kararları

Ancak 2017’deki sistem değişikliğinin Türkiye’yi kuvvetler ayrılığından uzaklaştırdığını ve yürütme gücünü tek elde topladığını vurgulayan Köker, “2017 anayasa değişikliği ise Türkiye’deki siyasi sistemi kuvvetler ayrılığı diyemeyiz ama parlamenter sisteme özgü bir takım denge ve denetleme mekanizmalarının yine de işleyebildiği bir sistemi bütünüyle neredeyse terk ederek yürütme organını tek kişiye bağladı” dedi.

“Yeni bir anayasa yapılması tartışmaları, mevcut anayasanın uygulanmadığı bir zeminde gerçekçi değildir” diyen Köker, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına rağmen Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala gibi isimlerin hâlâ cezaevinde tutulduğunu hatırlattı, “Bu durum, anayasanın açık hükümlerinin bile fiilen uygulanmadığını gösteriyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin şu anda insan hak ve özgürlüklerine aykırı olarak yani kendi uluslararası anlaşmalarla bağladığı, kendisini bağladığı hukuk kurallarına ve kendi anayasasına aykırı olarak hapiste tuttuğu çok sayıda insan var” diye konuştu.

Köker’e göre, Erdoğan’ın anayasa değişikliği çağrısının arkasında siyasi iktidarını daha da pekiştirme hedefi olabilir. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için geniş bir toplumsal ve siyasal uzlaşının gerektiğini, bu uzlaşının da şu an için mümkün olmadığını söyledi.

“Türkiye’nin ihtiyacı anayasa yapmak değil”

Öte yandan Kürt meselesine de değinen Köker, PKK’nın silah bırakması ve sürecin barışa evrilmesi için yasal düzenlemelerin yeterli olabileceğini belirtti. Ancak Kürtçe ana dilinde eğitim gibi bazı hakların anayasa değişikliğiyle mümkün olabileceğini, bu noktada uzun vadeli ve kapsayıcı bir anayasal reform sürecinin gerekli olabileceğini ifade eden Köker, şunları söyledi:

“Örneğin ceza infaz sisteminde, infaz yakma diye kamuoyunda tabir edilen birtakım uygulamalardan şikayet ediliyor. Bunların sona erdirilmesi falan gibi hususlar gündemde. Bunlar için bir anayasa değişikliğine gerek yok. Yeni anayasaya da gerek yok. Mevcut anayasa düzeni içinde mevcut yasalarla veya gerekiyorsa yeni yasalar çıkarılabilir.”

Köker, “Türkiye’nin gerçek ihtiyacı, anayasa yapmak değil, mevcut anayasa ve yasaları tüm vatandaşlar için eşit ve adil bir şekilde uygulamaktır” diyerek sözlerini tamamladı.


Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Merhaba, iyi günler. Cumhurbaşkanı Erdoğan son günlerde yeniden, kendi tabiriyle “Sivil Anayasa” konusunda kolları sıvadıklarını söyledi.  Tabii ki Türkiye’nin gündeminde bu konuda farklı görüşler dile getiriliyor.  Bir yanda 19 Mart süreci, bir yanda çözüm süreci, bir de Anayasa tartışması. Kafalar bayağı bir karışmış durumda. Peki bu tartışmada neler nasıl konuşuluyor, doğrular, yanlışlar neler? Bütün bunları bir Anayasa hukukçusu olan Prof. Levent Köker’le konuşacağız. Levent merhaba.  

Levent Köker: Merhaba Ruşen. 

AK Parti iktidara geldiğinden beri hep bir “Sivil Anayasa” der.  Değişik dönemlerde değişik çalışmalar olur. Hatta merhum Ergun Özbudun Hoca’nın başkanlığındaki bir çalışmada sen de yer almıştın diye hatırlıyorum.

Köker: Evet.  

Hepsi de akamete uğradı. Sen, 12 Eylül Anayasası’nın yerine Türkiye’nin yeni ve sivil bir Anayasa yapması iddialarının öyküsünü yakından takip etmiş birisisin. Nedir bu? Sonuçta 12 Eylül Anayasası da bayağı değişti, değil mi? 

Köker: Çok değişti.

Evet, bu süreci nasıl özetlersin? Bugüne kadar yaşananlara kısaca bir bakalım, sonra bugünü konuşalım. 

Köker: Bu sürece kısaca bakmaya benim dilim ne kadar el verir bilmiyorum, çünkü yer yer ayrıntıya da girmeye kalktığımız zaman bu işin tarihinin anlatısı epeyce uzar. Ama 12 Eylül’den sonraki 1982 Anayasası çeşitli defalar değiştirildi. Zannediyorum 18-19 defa değiştirilmiş olmalı. Bir tanesi biliyorsun, başörtüsüyle ilgili anlamsız bir Anayasa değişikliği girişimiydi. Anayasa Mahkemesi iptal etti. Onun dışında, 2010 Anayasa değişikliği üzerindeki tartışmalara ilişkin görüşlerimi mahfuz tutarak söyleyeyim, 2017 Anayasa değişikliğine kadar olan hemen hemen hepsi, 12 Eylül Anayasasının demokratikleşmesi yönünde yapılan ve bence olumlu değişikliklerdi. 1995, 2001, 2004 vesaire.  2007 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi yolunun benimsenmesi, sonradan sistem üzerinde bir basınç oluşmasına da sebep oldu. Yani parlamenter sistemi zorlayan bir değişiklik oldu.  Ama esas itibariyle zaten 12 Eylül’cüler 1982 Anayasası’nı yaparken, devlet işleyişi üzerinde Cumhurbaşkanı’na bir parlamenter sistemde olması gerekenden daha fazla birtakım yetkiler vermişlerdi. 2017 Anayasa değişikliği ise Türkiye’deki siyasi sistemi, kuvvetler ayrılığı diyemeyiz ama parlamenter sisteme özgü birtakım denge ve denetleme mekanizmalarının yine de işleyebildiği bir sistemi neredeyse bütünüyle terk ederek, yürütme organını tek kişiye bağlayarak ve tek kişilik yürütme organı olarak işleyen Cumhurbaşkanlığı makamına, yasama ve yürütme yetkilerinin yanında, adeta yargıyı da kontrol etme yetkisini hukuken ve fiilen, çünkü bazıları fiilen o durumda, hukuken öyle bir yetki olmadığı halde Cumhurbaşkanı yasamayı da fiilen kontrol edebiliyor. Çünkü bir siyasi partinin genel başkanı ve o siyasi parti Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde çoğunluk partisi. 

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Aynı zamanda, Cumhur İttifakı dediğimiz oluşuma bir ‘’ittifak” diyoruz, ama aslında bu da bir koalisyon. Siyasi olarak değerlendirmeye kalkacak olursak, Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin parlamenter sistemdeki en büyük şikâyeti neydi? Hükümet kurma imkânı parlamenter sistemde zorlaşıyor ve Türkiye, geçmiş dönemde olduğu üzere koalisyonlarla yönetilmek mecburiyetinde kalınıyordu. 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra, bu sistemde de böyle bir mecburiyet ortaya çıktı. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiği sistemde de bir mecburiyet ortaya çıktı. Bir ittifak olmadan bir siyasi partinin tek başına meclis çoğunluğunu elde ederek “istikrarlı” ve kalıcı bir yürütme organı oluşturması mümkün değil. Onun üzerine işte ‘’başkan halk tarafından seçilsin, Bakanlar Kurulu da olmasın, Meclis bu konuda tamamen devre dışı kalsın’’ gibi bir çözüme gidildi. Bu da Türkiye’nin demokratikleşme macerası açısından hiç iyi olmadı. Geçmişte yapılmış olan Anayasa değişiklikleriyle elde edilmiş kazanımlar geri çevrilmiş oldu.

Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan sivil bir Anayasa istediğini söylediğinde bir gazeteci olarak benim yüzümde bir gülümseme oluşuyor. Bu süreci yakından takip etmiş bir anayasacı olarak sen ne düşünüyorsun? Gerçekten Erdoğan Türkiye’de sivil, demokratik bir Anayasa istiyor olabilir mi?  

Köker: Bu soruya şöyle cevap vereyim. Bu doğrudan merhum hocam Ergun Özbudun’un ağzından birebir elde ettiğim, medyaya yansıyan, kamuoyunun da bilgisinde olan bir bilgi. Yani benimle Ergun Bey arasında kalmış bir şey değil. 2007’de biz o zamanki jargonla “Sivil Anayasa’’ taslağını hazırlarken, Ergun Bey, böyle bir çalışma yapması kendisinden istendiğinde, “Parlamenter sistem dışında başka bir sisteme göre bir anayasa çalışması yapmamı istiyorsanız ben bu işte yokum” diye bir şart ileri sürmüş. Başta Sayın Cumhurbaşkanı, ki o dönemde Başbakandı kendisi, Adalet ve Kalkınma Partisi, “Biz parlamenter sistem dışında bir başka sistem düşünmüyoruz” demişler. Galiba merhum Burhan Kuzu dışında. Zaten, böyle ‘’başkanlık sistemi’’ diye öne çıkan herhangi bir isim de yoktu.  Dolayısıyla biz de o çalışmayı parlamenter sisteme göre yaptık ve ortaya koymuş olduğumuz Anayasa taslağı, aslında Legal Hukuk Dergisi tarafından gerekçeleriyle birlikte de yayınlandı. İnternet ortamında da var, ilgililer halen merak ediyorlarsa bulup okuyabilirler.  Aslında 1961 Anayasası’na çok yaklaşan, sorumsuz ve yetkisiz Cumhurbaşkanlığı makamını öngören bir Anayasa taslağıydı, parlamenter sisteme çok uygun bir taslaktı. Ama AKP tarafından nedense kabul görmedi.  

Aslında burada enteresan bir şeye dikkat çekmek isterim; 2007’deki bu sivil Anayasa, ‘’Türkiye’ye yeni bir Anayasa lazım’’ çıkışından bu yana geçen 18 yılda, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin en üst seviyede, genel başkanlık düzeyinde sık sık, dönem dönem “Yeni bir Anayasa lazım” şeklinde bir argümanı Türkiye’nin politik gündeminde ön sıralara yerleştirmesine rağmen, nasıl bir anayasa tasavvur ettiğini AKP hiçbir zaman açıklamadı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Türkiye Cumhuriyeti için nasıl bir Anayasa istediğini biz bilmiyoruz.  Diğer siyasi partilerin çoğunun böyle bir Anayasa taslağı var. Adalet ve Kalkınma Partisi en çok ‘’yeni Anayasa’’ diyen bir parti, ama nasıl bir anayasa istediğini hâlâ bilmiyoruz. Kamuoyuna açıklanmış bir Adalet ve Kalkınma Partisi Anayasa taslağı 2007’den beri yok. 2011 sonbaharında, o zamanki Başkan Cemil Çiçek tarafından kurulmuş olan Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmaları devam ederken, AKP birdenbire ‘’başkanlık sistemi taslağı’’ diyebileceğimiz bir öneriyi, Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmaları akim kalırsa biz böyle bir sistem istiyoruz diye Meclis Başkanlığı’na verdi. Hatta Sayın Ahmet İyimaya, ‘’Türk tipi başkanlık sistemi’’ diye adlandırarak, akademik niteliği olan bir yazı da yazdı. Milliyetçi Hareket Partisi’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılına da belki bir nazire yaparcasına 100 maddelik bir Anayasa taslağı hazırladığı ve bunu Adalet ve Kalkınma Partisi’ne verdiği, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin de bunun üzerinde çalışıp, Cumhur İttifakı’nın bir anayasa taslağı olarak kamuoyuna açıklanacağı şeklinde birtakım haberler vardı. Bu da olmadı. Bu da geçmişte kaldı ama bu daha yakın geçmişte olduğundan bunu unutmuş olamayız. Adalet ve Kalkınma Partisi nasıl bir anayasa istediğini bir açıklasa da öğrensek, ben çok merak ediyorum.

Erdoğan bunu dile getirdiği andan itibaren muhalefet cephesinden “Yeniden seçilmek istiyor. Hatta ömür boyu başkan olmak istiyor” şeklinde tepkiler geldi.  İlk tepkiler böyle ve bu baskın bir eğilim olarak gözüküyor. Hakikaten birilerini ikna etmek için onların hoşuna gidecek bir şeyler koyup, esas olarak kendisinin iktidarda kalmasını temin edecek yeni bir anayasa düşünüyor olabilir mi, bu gerçek olabilir mi? 

Köker: Olabilir de olmayabilir de ama burada bir gerilim var. Bahsettiğimiz demokratik değerler ve ilkeler açısından iyi bir Anayasa da kötü bir Anayasa da olabilir ama her hukuk kuralı, her Anayasa, her hukuk kuralı iyi ya da kötü siyasi iktidar üzerinde bir sınırlama getirir.  Buna karşılık siyasi partiler ve siyasi partilerin liderleri, bütün siyaset bilim kitaplarında yazdığı üzere siyasi iktidarı ele geçirmeye çalışırlar. Amaçları siyasi iktidarı ele geçirmek ve iktidarda kalabilmektir. Dolayısıyla Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı’nın siyasi iktidar sahibi bir fert ve bir kurum olarak iktidarını sürdürme niyetinin olması siyasetten çok yadırganacak bir şey değil. Ama demokratik ilkeler açısından baktığımızda, bunun tabii ki son derece sakıncalı olduğunu söyleyebiliriz. Kaldı ki 22-23 senedir Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetme mevkiinde bulunan bir siyasi partinin ve onun liderinin, bunda biraz daha fazla bir süre talep etmesi veya bunu dile getirmesi yadırganacak bir şey de olabilir. Ama bu tabii siyasi bir mesele. Anayasa açısından baktığımızda, bugünkü yeni Anayasa taleplerinin veya söylemlerinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi hayatı bakımından şu anda içinde bulunduğumuz meseleler açısından son derece gereksiz olduğu kanaatindeyim. Bugünkü herhangi bir meselemiz doğrudan doğruya Anayasadan kaynaklanmıyor. Tam aksine, Anayasanın uygulanmamasından kaynaklanıyor.  

Peki yeni bir anayasayı nasıl yapabiliyor Erdoğan?  Meclis’te 400 oy alması lazım ki o rakamı bulabilmesi hayli zor.  Belli bir yere kadar olursa referandum var. Ama açıkçası ben Erdoğan’ın bugün referanduma götüreceği bir anayasanın, oy alma ihtimalinin çok yüksek olduğunu düşünmüyorum. Nasıl yapacak bunu? Rakamlara sen daha hâkimsin ama CHP’yi ikna etmeden yeni bir anayasa yapmak sanki mümkün olmaz gibi geliyor bana. 

Köker: Yeni bir anayasadan bahsediyorsak, bu yeni anayasanın mutlaka ve mutlaka Türkiye toplumunu meydana getiren siyasi güçlerin, büyük oranda üzerinde konsensus sağladıkları bir anayasa olması gerekir. Sadece mevcut siyasi iktidarın, iktidarı elinde tutan Cumhur İttifakı’nın, onun bileşenlerinin ve belki ona potansiyel olarak destek verecek siyasi partilerin uygun göreceği, onay vereceği bir anayasa yeni bir anayasa olabilirse de bu Türkiye açısından kabul edilebilir bir anayasa olmaktan uzak bir girişim olacaktır. Genel bir değerlendirme olarak önce bunu ortaya koymamız lazım. İkinci olarak, temsil gücü olduğu için Türkiye’deki siyasi partilerin uygun görmeyeceği, karşı çıkacağı, büyük oranda üzerinde anlaşma sağlamadıkları bir anayasanın olması nasıl sakıncalıysa, böyle bir uzlaşmanın yapılabilmesi için herhangi bir anayasa meselesini konuşmanın üzerinde konuşmanın da bugün herhangi bir biçimde mümkün olmadığını düşünüyorum. Çünkü şu an yürürlükte olan mevcut Anayasa, ne kadar aksayan ve kötücül tarafları olursa olsun, özellikle insan hakları ve temel hürriyetler bakımından sahip olduğu hükümler ve bunun yasalardaki ifadesi bakımından uygulama dışı kalmış olan bir metin. Muhalefet partilerinin, özellikle CHP’nin, DEM Parti’nin ve diğerlerinin, ‘’Anayasayı uygulamayan bir iktidarla biz nasıl anayasa konusunu konuşabiliriz?’’ diye son derece haklı itirazları var. Bunda haksız olduklarını söyleyemiyoruz. Çünkü mesela, daha mürekkebi kurumadı, en son, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Selahattin Demirtaş’la ilgili yeni bir karar daha verdi. Bu daha önceki kararlarının tekrarı aslında ve Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Selahattin Demirtaş’la ilgili kararını uygulamamakta direniyor. Onun için de belli bir tazminat ödemeye mahkûm edildi. Tabii Anayasanın 90. maddesinin son fıkrası, ki Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından, Meclis’te onun büyük çoğunluğu varken değiştirilmiş olan bir madde, bu maddeye göre Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi sadece bağlayıcı değil, aynı zamanda “iç hukuk” tabir edilen yasalar ve o yasalara göre verilmiş olan mahkeme kararlarının da üzerinde mütalaa edilerek derhal uygulanması gereken bir nitelik taşıyor. 

Benzer bir durum, birkaç defa bu karar verildiği için Osman Kavala için de geçerli. Aynı şekilde, o konuda bir net karar olmamakla birlikte, Osman Kavala ile olan irtibatları nedeniyle mahkûm edilmiş olan Gezi tutukluları için de böyle bir durum söz konusu. Keza, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin çeşitli kararlarını, içtihatlarını daha geniş bir biçimde yorumlarsak, daha farklı kişilere de teşmil edersek, sayı iyice kabarıyor. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti’nin, insan hak ve özgürlüklerine, uluslararası anlaşmalarla kendisini bağladığı hukuk kurallarına ve kendi Anayasasına aykırı olarak hapiste tuttuğu çok sayıda insan var. 19 Mart sonrasında Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin, başta Ekrem İmamoğlu’nun yaşadığı tutuklama süreci bir tarafa, ondan önce HDP’li, DEM Partili belediyelerin, yerel yönetimlerin zaten yaşayageldikleri süreçler, kayyum atamaları gibi uygulamalar, Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesinin, olağan kanun haline getirilmesinin ürünüdür. Bunların hepsi aslında mevcut Anayasanın izin verdiği şeyler değil, tam aksine, mevcut Anayasanın izin vermediği uygulamalar.  

Tabii Can Atalay’ı burada anmadan geçmek olmaz. Seçilmiş bir milletvekilinin milletvekilliğinin düşürülmesiyle ilgili süreçte Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu yokluk kararına rağmen Milletvekili Can Atalay halen hapiste tutulmaktadır. Bütün bunlar mevcut Anayasaya rağmen oluyor, mevcut Anayasa bunlara izin vermiyor. Ama bunlara izin vermediği halde bu uygulamalar yapılıyor. Daha çok ayrıntısına girecek olursak, Türkiye’de yasalara ve anayasaya aykırı pek çok icraat var. Dolayısıyla yeni bir anayasa lazım. Tamam lazım da bu anayasayı hangi temelde inşa edeceğiz ve bunu kiminle nasıl konuşacağız konusu büyük bir belirsizlik taşıyor. Çünkü var olan Anayasa zaten uygulanmıyor.

Erdoğan bu anayasa meselesini gündeme getirdiğinde Türkiye’de ‘’terörsüz Türkiye’’ diye tanımladığı yeni çözüm süreci başlamıştı, kaçınılmaz olarak bununla da irtibatlandırılıyor tabii. PKK’nın silah bırakması ve Kürt sorunun çözümüne doğru gidişatı bağlamında, yeni Anayasayı bu anlamda da değerlendirmek gerekmez mi?  

Köker: Kuşkusuz gerekir, ama burada da herhalde bu konuda kalem oynatanlar, fikir yürütenler arasında şöyle bir ayrım var: Bu bir barış ve demokrasi süreciyse, iktidar buna ‘’terörsüz Türkiye’’ diyor, ki aynı anlama gelmesi gerekir bence, barış ve demokrasinin inşası sürecinde iki terminoloji kullanılıyor. Birisi negatif barış, diğeri pozitif barış. Ben bunu şöyle anlama eğilimindeyim: Birincisi, PKK ile devlet arasında bir uzlaşma veya bir anlaşma var. Buna göre, PKK silah bırakacak ve kendisini feshedecek. Zaten Sayın Bahçeli’nin de ‘’kurucu önder’’ tabiriyle hitap ettiği Abdullah Öcalan en son videolu açıklamasıyla bu konudaki son noktayı da koymuş vaziyette. Burada PKK’nin büyük bir kararlılığı var, silahlar bırakılacak ve PKK kendisini feshedecek. Bu karar alınmış ve bu süreç devam ediyor. 

Şimdi Türkiye Cumhuriyeti’nin bu süreci ilerletmesi bakımından devlet olarak yapması gerekenler var. Onlar herhalde devletle örgüt arasındaki müzakerelerde ayrıntılı bir biçimde konuşuluyor. Örgüt feshedildiğinde, örneğin örgüt mensuplarının durumlarının ne olacağı, bugün Türkiye Cumhuriyeti hapishanelerinde bulunan siyasi tutukluların akıbetinin ne olacağı, infaz rejiminden tutun, çeşitli konulara kadar ayrıntılı olarak bazı yasal düzenlemeler de gerekiyor olabilir. Ceza infaz sisteminde, kamuoyunda infaz yakma diye tabir edilen, infaz ve gözetim kurullarının kararlarına bağlı olarak, cezasının infaz süresini doldurmuş olan mahkumların cezaevinden çıkarılmasını engellemek gibi birtakım uygulamalardan şikâyet ediliyor. Bunların sona erdirilmesi gibi hususlar gündemde. Bunlar için bir Anayasa değişikliğine gerek yok. Yeni Anayasaya da gerek yok. Mevcut Anayasa düzeni içinde, mevcut yasalarla veya gerekiyorsa yeni yasalar çıkarılarak buna benzer düzenlemeler gerekiyor olabilir. Biliyorsunuz, bu konuda yakınlarda DEM Parti’nin ve PKK’nin yakın çevresinin yetersiz olduğunu açıkladığı bir infaz düzenlemesi yapıldı. Ya da bazen yürütme ve idarenin basit kararnameler veya kararlar alarak bu süreci ilerletmesi mümkün. Ama “silahların bırakılması” ve “örgütün feshi” ve bu anlamda negatif barışın sağlanması bakımından yeni bir anayasaya gerek yok. Bu tartışmanın bir manası yok. 

Ama şunu kabul ediyorsak, ki tarihsel gerçeklik bize onu söylüyor, Türkiye’nin bir Kürt meselesi var ve PKK’nin ortaya çıkışı ve varlığını bugüne kadar sürdürmesi de bu meseleyle doğrudan bağlantılı diyorsak, o zaman Kürt meselesinin çözümü için Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu açık. Yeni bir anayasa yapılmaksızın Türkiye’nin sahip olduğu bu Kürt meselesiyle ilgili sorunların değişik boyutlarının çözülmesi mümkün değil. Örneğin, Kürtçe anadilinde eğitim hakkının tanınması bir anayasa değişikliğini gerektiriyor. Anayasanın 42. maddesinde bir değişikliği gerektiriyor.  Anayasanın 42. maddesinin son fıkrasının kaldırılması veya ana dilinde eğitim hakkının Türkçe dışındaki dillere de tanınacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Bunun için tabii bir anayasa değişikliği lazım, ama bu anayasa değişikliği, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın temelleriyle ilgili de bir meseleyi tartışmamızı gündeme getiriyor. Çok farklı kesimlerinin, sivil toplumun da devreye girerek bu konuları müzakere edip uzlaşma ortamını oluşturabilecekleri bir vasatın ortaya çıkması gerekiyor. Aslında bunun için önümüzde bir imkân var. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Kurtulmuş’un da açıkladığı üzere, artık buna ‘’çözüm süreci’’ mi diyelim, ‘’barış ve demokratik toplum inşa süreci’’ mi diyelim, ‘’terörsüz Türkiye süreci’’ mi diyelim, ki ben ikincisinden yanayım doğrusu, yakında bu süreçte etkili olması beklenen, istenen bir komisyon kurulmasından bahsediliyor. Bu komisyon, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunan bütün siyasi partilerin eşit sayıda temsiline dayanan ve sivil toplumla irtibat içinde çalışacak bir komisyon şeklinde örgütlenirse, bu, negatif barış sürecini gözetim ve denetim altında tutar, onun ilerlemesini gerçekleştirebilir, bu bakımdan çok değerli, çok önemli hizmetler görebilir ki bunun desteklenmesi gereken bir girişim olduğuna eminim, kimsenin de kuşku duyacağını zannetmiyorum. Ama bu komisyon çalışmaları süreci, komisyon, gerçekten demokratik prensiplere uygun bir biçimde teşekkül edilirse ve çalışma prosedürleri, kuralları, iç mekanizmaları da demokratik prensiplere uygun bir biçimde örgütlenebilirse, negatif barışın sağlanmasından, pozitif barışa doğru gidişin ve dolayısıyla Türkiye’de yeni bir anayasa düzenini inşa etmenin de başlangıç taşlarını döşeyebilir, ona bir zemin oluşturabilir, o komisyon içinde bu çalışmalar gündeme gelebilir. Bu bakımdan önemli bir gelişme olur. Ama şu aşamada, sadece bu çözüm süreci meselesine bağlı olarak bir anayasa değişikliği veya yeni Anayasa tartışmasının gerekli olmadığı kanaatindeyim.  

Çok teşekkürler Levent katkıların için. Çok sağ ol.

Köker: Ben teşekkür ederim.  

Prof. Levent Köker’le, yeni anayasa tartışmalarında doğrular ve yanlışlar, eksikler ve muhtemel gelişmeleri konuştuk.  Kendisine çok teşekkürler, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.