Siyaset sahnesi giderek daha fazla, bir tür kıyamet siyasetine teslim olmuş durumda. Krizlerin üzerine inşa edilen, kaosu bir stratejiye dönüştüren, “bırakın her şey yansın” anlayışıyla hareket eden bir siyaset biçimi bu. İktidarda kalmak ya da tüm sistemi çökertmek dışında bir amacı olmayan bu yaklaşım, sadece Türkiye’de değil, birçok ülkede siyaseti şekillendiriyor. Bu siyaset biçimi, hem kurumlara hem toplumsal bağlara yönelik sistematik bir tahribat yaratıyor. Ortak akıl, prosedürler ve kurumsal işleyişler hedef alınarak toplumun birlikte yaşama zemini adım adım aşındırılıyor. Dahası, bu zemin kaybı, söz konusu siyasal yaklaşımın hem meşruiyetini hem de gücünü pekiştiriyor.
Böyle bir ortamda, klasik siyaset araçlarının etkisizleşme potansiyeli taşıdığını söylemek mümkün. Seçimler ve meclis tartışmaları gibi geleneksel yollar ya baskı altına alınıyor ya da iktidar tarafından araçsallaştırılıyor. Siyasetin sınırlarını çizen ve oyunun kurallarına göre oynanmasını garanti altına alan kurumlar, artık oyunu ortadan kaldırmak için devreye sokuluyor. Bu koşullarda sormamız gereken soru şu olabilir: Bu tür bir siyaset ortamında, muhalefet için nasıl yeni yollar açılabilir?
Kurumların sınırında siyaset
Mevcut siyasal düzenin, gündelik ya da giderek derinleşen sosyal, ekonomik ve ekolojik krizlere yanıt veremediğini söylemek artık abartılı bir ifade değil. Daha kötüsü, bu krizlere verilen bazı tepkiler—özellikle otoriter ya da aşırı sağ politikalar—sorunları çözmek yerine daha da derinleştiriyor ve olası çözümleri tıkıyor.
Türkiye’de bu durumun en görünür örneklerinden biri, yargının iktidar tarafından bir baskı aracına dönüştürülmesi. Hukuki reformlar ve yargı kararları, siyasal muhalefeti bastırmak, gazetecileri susturmak ve toplumu sindirmek için kullanılıyor. Böyle bir ortamda, doğrudan yüzleşmeye dayalı siyaset zaman zaman etkisizleşebiliyor, hatta kutuplaşmayı daha da derinleştirebiliyor.
Gölgede kalan siyaset
Bu nedenle, siyaseti yalnızca çatışma ve doğrudan mücadele üzerinden düşünmek yeterli değil. Sokağa çıkmak, kitlesel mitingler düzenlemek elbette önemli, ancak tek araç bunlar değil. Bazen dolaylı, sembolik ya da manevraya dayalı eylem biçimlerinin de etkili olabileceği göz ardı edilmemeli.
Bu bağlamda, interpasiflik kavramı başka bir perspektif sunabilir. Siyasi eylemin her zaman doğrudan katılımla gerçekleşmesi gerekmez. Bazen bir başkası bizim yerimize sembolik bir eylem gerçekleştirir ya da bir nesne, bir simge bizim siyasal pozisyonumuzu taşır. Örneğin, gazeteci Fatih Altaylı’nın boş koltuğunu izlemek; onun yokluğunu sessizce görünür kılmak, bir direniş biçimidir. Benzer şekilde, toplumun geniş kesimlerinin iktidarın yolsuzluk hikâyelerine inanmaması da bir tür sessiz reddiyeye ve karşı duruşa karşılık gelebilir.
Alternatif meşruiyet adımı: Bir adaylık deneyimi
Muhalefetin zaman zaman benimsediği manevra siyaseti, bu anlamda yeni yollar açıyor. Örneğin, Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığının iç referandumla belirlenmesi, ve destek sandıklarının kurulması sadece bir aday belirleme süreci değil, aynı zamanda toplumsal katılımı genişleten, siyasetin meşruiyetini aşağıdan kuran bir hamleydi. Bu süreçte sadece partililer değil, farklı kesimlerden insanlar da sürece dahil edildi. Böylece, belirli bir partiyle bağlı olarak siyaset yapmanın ötesine geçilerek farklı bir siyasal aidiyet üretildi ve belirli ortak bir zeminde buluşmak mümkün oldu.
Sokak ve oy: Katılımın yeniden inşası
Bu nokta, mitinglerin yanında ve muhalefetin Ankara dışına taşan siyaset stratejisini – “Sokak fetişizmi” olarak değerlendirip küçümsemeden – çeşitlendirmesi gerektiğinin altını çiziyor. Özellikle bazı toplumsal talepler için gayri resmî halkoylamaları düzenlemek, alternatif siyasal araçlar arasında önemli bir yere sahip olabilir.
Bu referandumlar devlet onayına ya da resmî geçerliliğe sahip olmak zorunda değil. Asıl önemli olan, halkın doğrudan katılımını teşvik etmesi ve siyasal farkındalığı artırmasıdır. Örneğin, “erken seçim istiyor musunuz?” sorusunu halka yöneltmek ve ardından çıkan sonuçlar üzerinden açık forumlar düzenlemek hem iktidar üzerinde baskı oluşturabilir hem de muhalefeti toplumsal düzeyde farklı bir şekilde yeniden örgütleyerek meşruiyet zeminini genişletebilir. Böylesi hamleler, tıpkı İmamoğlu’nun adaylığını perçinleyen bir süreç gibi Ankara dışına taşan muhalefet adımlarına yeni bir soluk getirebilir, iktidarın daha rahat hareket etmesine engel olabilir ve onun meşruiyetinin daha da sorgulanır hale gelmesine katkıda bulunabilir.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Sabırsız siyaset ve ortak zemin
Bugün karşı karşıya olduğumuz bu “her şey yansın” yaklaşımı, sadece siyasal değil, toplumsal bir yıkımı da beraberinde getirme riskini barındırıyor. Bu tür anti-siyaset, bir bakıma siyasete duyulan sabırsızlığın, kurumlardan kaynaklanan hoşnutsuzluğun ve kurallara tahammülsüzlüğün dışavurumu. Aynı anda bu yıkıcılık, en nihayetinde ortak aklı, toplumsal güveni ve birlikte yaşamın kurumlarını yok etmeye meyledebilir. Ortak bağlar çözülürken, bireyler sadece birbirinden değil, siyasetten de kopabilirler ve böylesi bir durum, daha derin bir polarizasyon döngüsüne yol açıp, otoriter siyasal iklimi yoğunlaştırma potansiyeli taşır.
İnşa ve direnişi çoğaltmak
Ne yapabileceğimiz sorusu, artık tek bir yanıtla açıklanabilecek bir soru değil. Belki de daha uygun olan, hangi yolları birlikte düşünebiliriz diye sormaktır.
Sokaktan sandığa, simgesel eylemlerden gayriresmî referandumlara, kültürel üretimden yerel dayanışma ağlarına kadar uzanan çok katmanlı bir siyaset anlayışına ihtiyacımız var. Bu anlayış, yalnızca mevcut sistemin sınırları içinde değil, onun dışında da yeni siyasal alanlar açabilir.
Çünkü kıyamet siyasetiyle mücadele, onun yöntemlerini taklit etmekle değil; onun tahayyül edemeyeceği biçimlerde direnmekle mümkündür. Bu, özellikle 19 Mart’tan sonra daha da önem kazandı. Muhalefetin tüm köprüleri yakması gerektiğine dair beklentiler, çözümsüzlüğü kalıcılaştırabileceği gibi, mevcut iktidarın şiddet düzeyini daha da artırabilir. Bu noktaya varmadan önce—böyle bir karşılaşma kaçınılmaz olsa bile—hali hazırdaki siyasal mücadele biçimlerini güçlendirmek, çeşitlendirmek ve küçümsemeden sürdürmek, en az çatışma kadar etkili ve stratejik bir seçenek olabilir.