Önder Özden yazdı – Bekleyerek siyaset yapmak: Ertelenmiş olanın politikası

Önder Özden, iktidar cephesinde belirgin bir duraksamanın yaşandığını; ancak bunun geri çekilme anlamına gelmediğini yazdı. İşte Özden’in Bekleyerek siyaset yapmak: Ertelenmiş olanın politikası yazısı.

Son zamanlarda Türkiye’de siyaseti tarif eden umut ya da öfke gibi duyguların yanında başka bir duygudan daha söz etmek gerekebilir: Bir bekleyiş hali. Sessiz olmayan, soruların çokça olduğu, yaygın bir bekleme. Bu yalnızca toplumun değil, siyasetin kendisinin de içine yerleştiği bir ruh durumu. Özellikle iktidar düzleminde, zamanın askıya alındığı; hareketin değil, durağanlığın belirleyici olduğu bir dönemden geçiyoruz.

İktidarın pozisyonu, bu bekleyiş halinin başlıca üreticisi gibi görünüyor. Türkiye’de siyasetin yönünü belirleme iddiasını yıllardır taşıyan Erdoğan, artık bu iddiayı yeniden inşa etmek yerine, politik süreci askıya alma stratejisine yönelmiş durumda. Bu pasiflik bir tür geri çekilme değil; tersine, oldukça aktif ve stratejik bir “ertelemeye dayalı siyaset” biçimi.

Stratejik askıya alma

Bu durumun kendiliğinden ortaya çıkmadığını görmek gerekiyor. 2023 seçimlerinin ardından Erdoğan’ın siyasi anlatısı belirgin şekilde değişti. Uzun süredir vaat ettiği gibi “Türkiye Yüzyılı”na güçlü bir başlangıç yapılacağı beklentisi oluşmuştu. Ancak seçim sonrası ortaya çıkan tablo, ne yeni bir politik vizyon ne de çözüm odaklı hamlelerle şekillendi. Tam aksine, iktidar cephesinde belirgin bir duraksama yaşanıyor. Özellikle Kürt meselesi — ya da yaygın anlaşıldığı biçimiyle “Terörsüz Türkiye” — gibi kilit başlıklarda “yeni” bir yönelim ya da adım atmak yerine, mevcut durumun askıda tutulduğu bir süreç hâkim. Örneğin Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta sürece dâhil olma konusunda verdiği mesajlar, kendisini çözümün değil, sürecin – belirsiz bir sürecin – bir parçası olarak konumlandırdığını gösteriyor. Bu, sürece sahip çıkma değil; süreci sürdürme – belki de süründürme – yönünde bir müdahale.

Bu “askıda tutma”, Erdoğan’ın siyaseti sahadan çekmesi değil; aksine, sahada kalıp süreci belirsiz bir biçimde kontrol etmesi anlamına geliyor. İktidar, sorunları çözümsüz bırakıyor ama aynı zamanda bu çözümsüzlüğü kontrol altında tutmayı başarıyor. Bu hâl, toplumda bir tür “bekletilme hissi” yaratıyor. Hiçbir şey bitmiyor, hiçbir şey de tam olarak başlamıyor.

Zamanı donduran güç: Katechon

Bu bekleyişi anlamlandırmak için siyaset teorisinden ödünç alınabilecek bir kavram yardımcı olabilir: katechon. Hristiyan teolojisinde yer alan bu kavram, “kötülüğün yeryüzüne hâkim olmasını geciktiren güç” olarak tanımlanır. Dünyanın sonunu, yani kıyameti, bir anlamda geciktirir. Bu bağlamda katechon, zamanı tutan, erteleyen ve tarihi belirli bir noktada durduran bir kuvvet olarak karşımıza çıkar.

Elbette Türkiye’deki politik gerçeklik ile bu teolojik kavram arasında doğrudan bir örtüşme yok. Terimin yerleştiği anlam ve kavram ağı düşünüldüğünde, doğrudan bir ilişki kurmak sorunlu olabilir. Ancak belirli bir tür “ertelemeye dayalı siyaset” anlayışının benzer bir işlev gördüğü de unutulmamalı. Erdoğan iktidarının bugün içinde bulunduğu hâl, tam da bu tür bir geciktirme, askıya alma ve bekletme durumunu çağrıştırıyor. Politik hamle yapılmıyor ve süreç de tamamlanmıyor. Gerilimler çözülmüyor, uzatılıyor. Kayyumlar tek hamleyle kaldırılabilecekken uygulama olduğu yerde duruyor, silah yakma merasimine katılacakların yurtdışı yasakları son dakikada kaldırılıyor… Yeni bir pozisyon alma söz konusu: Bekleme. Zamana yayma. Siyasi süreci uzatma. Bu bakımdan, “Bir şey olacak ama ne zaman?” sorusu akılları kurcalamaya devam ediyor.

Siyasetin ürettiği can sıkıntısı

Bu bekleme hali, toplumda yalnızca politik bir durgunluk değil, daha derin bir ruh haline neden oluyor: Sıkıntı. Ama burada sözünü ettiğim, sıradan bir sıkılma değil. Bir otobüs beklerken ya da trafikte oyalanırken yaşadığımız geçici can sıkıntısından farklı bir şey bu. Bu, daha derin bir sıkıntı türü: Hayatın içindeki şeylerle bağ kuramama, etrafımızdaki hiçbir şeyin bize hitap etmediği, hiçbir şeyin ilgimizi çekmediği, hiçbir şeyin içine giremediğimiz bir ruh hali.

İşte siyasetteki bu “bekleme siyaseti”, tam da bu tür bir sıkıntıyı çağrıştırıyor. Yüz yüze gelinen sorunlara verilen güçlü bir yanıt yok iktidar tarafından. Herkes bir şey olacakmış gibi hissediyor, ama o şey bir türlü olmuyor. Zaman uzuyor, süreç askıya alınıyor. Bu bekleyişin yarattığı durum, toplumda anlamlı bir ilişki kurma zeminini de gevşetiyor.

Bu nedenle yaşanan şey, bir ilgisizlik ya da sessizlik değil; daha çok bir askıya alınmışlık hali. Konuşuyor olabilir, tepkilerimizi verebilir, sokakta olabiliriz — ama yine de sanki bir şeyler eksik, bizi çevremize bağlayan bağ eksik gibi. İlişki kurabileceğimiz bir zemin sunulmadığı için de bu sıkıntı hali yaygınlaşıyor.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Ortada bir sessizlik değil, bir gürültü var aslında. Herkes bir şey söylüyor, herkes bir şey yapıyor gibi. Ama bu gürültünün içinde toplumsal anlamlar karşılık bulamıyor. Her şey konuşuluyor ama hiçbir şey ilerlemiyor. Herkes bekliyor, ama neyi beklediği belirsiz. İşte bu ortam, sıkıntının siyasal karşılığına dönüşüyor.

Sıkıntı burada bir ilgisizlik ya da pasif bir teslimiyet anlamına gelmiyor. Bu hâl, hâlâ bir potansiyel taşıyan bir suskunluk. Asıl soru şu: Bu askıya alınmışlık halini kim bozacak? Bu sıkıntıyı dağıtacak, ilişki kurma imkânını yeniden yaratacak ilk adımı kim atacak?

Bekleyişi dağıtmak

İktidarın stratejisi belli: Süreci uzatmak, beklemeyi derinleştirmek, belirsizliği yönetmek. Tekrarlamak pahasına söylemek gerekir ki, bugünkü siyasi atmosferde Erdoğan liderliğindeki iktidarın temel stratejisi artık aktif hamlelerle sahaya inmek değil; süreci kendi lehine olacak şekilde askıya almak. Bu bakımdan “kim kazanıyor, kim kaybediyor” gibi klasik sorular ve sınırları belirli ikilikler bir ölçüde anlamını yitiriyor. Çünkü iktidarın şu anda asıl hedefi bir şey kazanmak değil, zamana yaymak, yanıtlar yerine daha çok sorular üretmek.

Peki ya muhalefet? Bu noktada önemli olan, bekleyiş halini dönüştürecek, askıya alınan toplumsal enerjiyi harekete geçirecek bir müdahale. Çünkü mesele, iktidarın askıda bırakma siyasetini kesintiye uğratmak, bekleyişin ritmini kırmaktır.

Bunun için en temel ihtiyaçlardan biri, birlikte konuşmanın imkânını yaratmaktır. Mitingler düzenlemenin, sokakta görünmenin yanında; gerçekten konuşulabilecek alanlar yaratmak. Yozgat’ta bir çiftçinin Erdoğan’ın anlatısını doğrudan çürütebildiği örnekte olduğu gibi, toplumun kendi sözünü kurabileceği, kendi gündemini ortaya koyabileceği alanların açılması gerekiyor.

Erteleme siyasetinin etkisiz hale gelmesinin yolu, “şimdi konuşmak”tan geçiyor. Bekleyişin içinden çıkmanın tek yolu, bekleyeni konuşturmaktan geçiyor. Bu sadece CHP’nin değil — ve belki de özellikle — Kürt Hareketi’nin de meselesi. Bu yüzden toplumsal muhalefetin tüm kesimlerinin stratejik bekletme, askıda bırakma siyasetine karşı farklı bir yaklaşım geliştirmeye odaklanması gerekebilir.