Ruşen Çakır’ın konuğu DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, çözüm sürecinde gelinen aşamayı ve DEM Parti’nin süreçteki rolü ve önemini değerlendirdi. Doğan, çözüm sürecinin hızlanması gerektiğini vurguladı.
DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, süreci değerlendirdi. Doğan, “DEM Parti olarak, tekrarda, anlatmakta fayda olduğunu düşünüyoruz. Maksatlı maksatsız endişeler ve kaygılar var. Bazılarının maksatlı olduğunu düşünüyorum. Endişe, kaygı üreterek, sürekli olmazları hatırlatarak yapılan bazı değerlendirmelerin maksatlı olduğunu düşünüyoruz. Sebeplerini görüyor ve anlıyoruz. Bunun da bugüne kadar sürdürülen politikalardan bağımsız olmadığının farkındayız” dedi.
Ayşegül Doğan, çözüm sürecinin hızlanması gerektiğini söyledi. Doğan, “Birtakım eşikler aşıldı. Bizi bambaşka eşiğin kalbine taşıyan bazı gelişmeler oldu. Ekim’den Şubat’a kadar olan sürecin her biri önemli aşamalar” diye konuştu.
“Türkiye demokratikleşmeli”
Doğan, “En son biz nerede kalmıştık siyasi partiler arasında görüşme, konuşma, diyalog ve istişarede? 31 Mart sonrasında normalleşme adı altında yapılan birtakım görüşmelerde kalmıştık. Sonrasında bu da kesintiye uğradı. Devam etmedi. O zaman neyi tartışıyorduk? DEM Parti’yi dışında bırakan hiçbir normalleşme hamlesi, Türkiye’ye beklenen, özlenen, istenen normalizasyonu getirmez diyorduk. Kürt meselesinde çatışma zemininin ortadan kalkmaması, Türkiye’nin demokratikleşmesi önünde en büyük engel olarak kalır diyorduk. O yüzden bu zemin bambaşka bir şeye evrilmeli. Çatışmasızlık sağlanmalı ve bu kalıcı hale getirilmeli. Türkiye demokratikleşmeli.” dedi.
Doğan, çözüm sürecinde hızlanmanın önemini vurguladı. Doğan, “Onlarca yılı bu tartışmaların, zaman zaman gelişmelerin olumsuz sonuçlanmasıyla kaybettik. Şimdi telafi etmemizin zamanı. Kaybettiğimiz bir sürü şeyi ikame edemeyeceğiz. Ancak ikame edebileceklerimiz var: hukuk, adalet, eşitlik, demokrasi, özgürlük. Bu, Türkiye’nin ortak paydası olabilecek bir eşik. Tam da burada buluşabiliriz. Burada sahici bir adaletin, hayatın ve hepimizin içine sinecek barışı ve demokratik Türkiye’yi yaratabiliriz” dedi.
MİT Başkanı İbrahim Kalın, siyasi partilerle görüşüyor
Komisyonun kurulmasına sayılı günler kaldığını belirten Doğan, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın ziyaretlerini yorumladı. Kalın, TBMM’de kurulacak “Terörsüz Türkiye” komisyonu öncesi siyasi partilerin grup başkanlarıyla görüşüyor. Görüşmelerde sürecin mevcut durumu, yeni önlemler ve istihbarat odaklı stratejik planlamalar ele alınacak.
Doğan, “Kalın’ın yaptığı görüşmeleri komisyon üzerinden değerlendirmemek gerekiyor ama komisyonu da süreçten ayrı değerlendiremeyeceğimiz için konular iç içe geçiyor. Bu ziyaret daha çok süreç ile ilgili” diye konuştu.
Doğan, “Başta CHP olmak üzere parlamentoda bulunan veya bulunmayan pek çok siyasi parti şikayet ediyor. Yalnızca DEM Parti bilgilendirme yapıyor. Süreçte sanki bir tek DEM Parti’nin sorumluluğu varmış gibi davranılıyor. Oysa bu toplu aktörlü bir süreç. Muhalefetiyle, iktidarıyla, toplumuyla, sivil toplumuyla çoklu aktörü olan bir meseleden bahsediyoruz” dedi.
Çözüm süreci ve CHP
Ayşegül Doğan, “Söz söyleme alanımız yıllarca kuşatıldı. Hep olduğundan farklı lanse edilmeye çalışıldık. Ya kriminalize edilmeye çalışıldık, ya uzantı kabul edildik. Yıllardır biz, biz olarak kabul edilme mücadelesi veriyoruz” dedi.
Doğan, CHP lideri Özgür Özel’in sözlerini hatırlatarak, “Bizzat CHP Genel Başkanı Özgür Özel dedi bunu: ‘Ne CHP’nin hakikaten Kürtlerle ilişki kurabilmek için DEM Parti’nin aracılığına ihtiyacı var. Ne DEM Parti’nin Türkiye’de CHP’li olarak bilinen seçmen gruplarıyla ilişki kurabilmek için bir başka siyasi partinin aracılığına ihtiyacı var. Ancak muhalefetin şuna ihtiyacı var: Birlikte yan yana gelerek bugün içinden geçtiğimiz sürecin siyasi ve hukuki zeminine beraber örgütleyip onu örmeye ihtiyacımız var.’ Bizim de tam ihtiyaç duyduğumuz yer burası. Burada bir araya gelmeye ihtiyacımız var” dedi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan’la başlıyoruz. Ayşegül merhaba.
Ayşegül Doğan: Merhaba Ruşen. İyi yayınlar.
Ruşen Çakır: Evet, biz seninle meslektaş olduğumuz için senli benli konuşuyoruz, insanlar bazen yadırgıyor. Ama sen gazetecilikten siyasete yolladığımız bir isimsin. Şu anda Meclis çok hareketli. Sen de Meclis’tesin, anlıyorum. Bir taraftan Numan Kurtulmuş partilerle görüşüyor. Bir taraftan İbrahim Kalın, MİT Başkanı ve ikisinin de gündemi tabii ki süreç ve Meclis’te kurulacak olan, kurulması beklenen komisyon. Bugün İbrahim Kalın galiba 15.30’da da sizin partinizle görüşecek.
Ayşegül Doğan: Evet, birazdan.
Ruşen Çakır: Ne oluyor, hakikaten bir şeyler hızlanıyor mu?
Ayşegül Doğan: Yani aslında geç bile kaldı hızı. Önce onu söyleyeyim. Hızlanması gerekiyor. Bir sürü nedeni var. Zaten bilinen nedenleri üzerinde tekrar tekrar konuşmakta nasıl bir fayda var bilmiyorum. Ancak şunu gözlemliyoruz biz DEM Parti olarak Türkiye’de yeniden; tekrarda fayda var, anlatmakta fayda var. Yeniden durduğumuz yerleri güçlendirmekte, bu pozisyonları hatırlatmakta fayda var. Çünkü bir de maksatlı maksatsız endişeler var, kaygılar var tabii. Bazılarının maksatlı olduğunu düşünüyorum. Sürekli endişe üreterek, sürekli kaygı üreterek, sürekli olmazları hatırlatarak yapılan bazı değerlendirmelerin hakikaten maksatlı olduğunu düşünüyoruz. Görüyoruz, anlıyoruz sebeplerini de. Ve bunun da bugüne kadar sürdürülen bazı politikalardan bağımsız olmadığının da farkındayız. Hızına gelince bu sürecin, niye hıza ihtiyaç var? Sonuçta birtakım eşikler aşıldı. Bizi bambaşka bir eşiğin kalbine taşıyan bazı gelişmeler oldu. Ne oldu? İşte 27 Şubat’ta, Ekim’den Şubat’a kadar olanlar da her biri kendi başına değerlendirildiğinde önemli aşamalar aslında. Siyasetin bu denli tıkanma yaşadığı, hiç diyalog kurmadığı, hiç yan yana gelmediği… En son biz nerede kalmıştık mesela siyasi partiler arasında görüşme, konuşma, diyalog, istişarede; 31 Mart sonrasında normalleşme adı altında yapılan birtakım görüşmelerde kalmıştık hatırlarsa bizi izleyenler de, sen de hatırlayacaksındır. Sonrasında bu da bir kesintiye uğradı. Devam etmedi. O zaman neyi tartışıyorduk? ‘‘DEM Parti’yi dışında bırakan hiçbir normalleşme hamlesi Türkiye’ye beklenen, özlenen, istenen normalizasyonu getirmez’’ diyorduk. O zaman neyi tartışıyorduk? Diyorduk ki: ‘‘Kürt meselesinde çatışma zemininin ortadan kalkmaması Türkiye’nin demokratikleşmesi önünde en büyük engel olarak kalır. O yüzden bu zemin bambaşka bir şeye evrilmeli. Çatışmasızlık sağlanmalı ve bu kalıcı hâle getirilmeli. Türkiye demokratikleşmeli.’’ Şimdi bunu niye hız meselesiyle bağlantılandırdım? Onlarca yılı bu tartışmaların, zaman zaman birtakım gelişmelerin olumsuz sonuçlanmasıyla kaybettik. Şimdi telafi etmemizin zamanı. Yani kaybettiğimiz bir sürü şeyi ikame edemeyeceğiz. Ancak ikame edebileceklerimiz var. Hukuk, adalet, eşitlik, demokrasi, özgürlük ve bu Türkiye’nin ortak paydası olabilecek bir eşik. Tam da burada buluşabiliriz. Tam burada hakikaten sahici bir adaletin içine sinebilecek, hayatın içine sinebilecek, hepimizin içine sinebilecek bir barışı ve demokratik Türkiye’yi yaratabiliriz. Komisyon hızlanıyor. Çok yakın zamanda komisyonun kurulduğuna dair gelişmeyi biz de bekliyoruz. İşte sayılı günler kaldı diyelim komisyonun kurulmasına. Tabii bugün MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın yaptığı görüşmeyi komisyon üzerinden değerlendirmemek gerekiyor. Ama komisyonu da süreçten ayrı değerlendiremeyeceğimiz için iç içe geçiyor bu konular. Daha çok süreçle ilgili bir ziyaret bu siyasi partilere. Yine hatırlatmak isterim ki, başta Cumhuriyet Halk Partisi olmak üzere parlamentoda bulunan ve bulunmayan pek çok siyasi parti şundan şikâyet ediyordu ve haklı bir ifade bu: Yalnızca DEM Parti bilgilendirme yapıyor. Süreçte sanki bir tek DEM Parti’nin sorumluluğu varmış gibi davranılıyor. Oysa bu süreç çoklu aktörlü bir süreç. Muhalefetiyle, iktidarıyla, toplumuyla, sivil toplumuyla çoklu aktörü olan bir meseleden bahsediyoruz. Çoklu aktörlü bir meselede her aktör üzerine düşen rolü, üstlendiği sorumluluğu mevcut siyasi partilerle de toplumla da paylaşmalı. Dolayısıyla biz ‘‘barış ve demokratik toplum süreci’’ diyoruz. Sen ‘‘yeni çözüm süreci’’ diye açtın. Ve iktidarın tanımlamasını da yaptım. Biz bu tanımlamanın da yanlış olduğunu yıllardır söylüyoruz biliyorsun. Bir güvenlik meselesi olarak ele almak ya da işte tırnak içerisinde terör parantezine alıp buradan görmek Türkiye’ye çok kaybettirdi. Yani bu ziyaret komisyondan çok süreçle ilgili.
Ruşen Çakır: Peki şunu sormak istiyorum. Şimdi dedin ki, ‘‘Diğer partiler şikâyet ediyorlar sadece DEM anlatıyor diye’’ ve bu anlamda İbrahim Kalın’ın parti ziyaretlerinin önemli olduğunu söyledin. Ama burada şöyle de bir incelik var. Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün Kıbrıs dönüşü uçakta demiş ki, ‘‘İmralı — Öcalan demiyor biliyorsun, İmralı diyor — her konuda destek veriyor. Meclis’te büyük bir hareketlilik olacak’’ diyor. Şimdi orada da görüyoruz ki devletin esas muhatabı aslında Abdullah Öcalan. Yanılıyor muyum?
Ayşegül Doğan: Şimdi Öcalan bu sürecin çok önemli bir aktörü. Yalnızca örgütün kurucu önderi değil Öcalan. Öcalan çok çeşitli ülkelerde yaşayan Kürtler ve yalnızca Kürtlerle sınırlı olmayan halklar üzerinde etkisi olan bir isim. Biz bunu yıllardır anlatmaya çalışıyoruz. Yani bir hakikati ifade etmeye çalışıyoruz. O yüzden de kendisinin barış ve demokratik toplum çağrısında olduğu gibi bunun inşasında da çok önemli bir rolü var. Üstlenebileceği, bir başka kimsenin yapamayacağı birtakım önemli misyonları var. Şimdi tek bir misyon üzerinden de anlatamayız. Şimdi Suriye Kürtleriyle başka bir bağı var. Irak’ta yaşayan Kürtlerle başka bir bağı var. İran’da yaşayan Kürtlerle başka, Türkiye’de yaşayan Kürtlerle başka, diasporadakilerle başka ve dahi Kürt olmayanlar üzerindeki etkileri de var. Dolayısıyla Öcalan tabii ki bu sürecin en önemli muhataplarından ve baş müzakereci, hani eğer müzakere deyimiyle ifade etmek gerekirse esas aktör, böyle söyleyeyim ve esas muhatap Öcalan. Bu çoklu aktörlü hâl Öcalan’ın aktörlüğü ve muhataplığı meselesinde yanlış anlaşılmamalı. Yani eğer pozisyonları doğru tanımlamazsak süreci ilerletmek konusunda ya da ivme kazandırmak konusunda da maalesef eksiklikler bırakırız, ki bu defa böyle bir lüksümüzün olmadığını düşünüyorum Ruşen. Hata yapma lüksü yok. Hiç kimsenin yok. Hiçbir tarafın yok. En başta biz DEM Parti olarak bu konuda mesela farkında olarak en başından beri uyarılarda bulunuyoruz. Yalnız uyarılarda bulunduğumuzda ya da çağrı yaptığımızda kendimizi bu uyarılardan ve çağrılardan muaf tutmuyoruz. ‘‘Ciddiyetle yaklaşmalı’’ dememizin nedeni de bu. Birileri gayriciddi yaklaştığı için değil. Bu zamana yayılacak bir mesele değil. Endişeler var. Giderilmeli. Atılması gereken adımlar atılmalı. Öcalan’ın rolünü oynayabilmesi için işlemesi gereken, işletilmesi gereken mekanizmalar işletilmeli. Mesela aylar önce biz bir Merkez Yürütme Kurulu toplantısı sonrası açıklama yaptık. Henüz Suriye’de durum böyle değildi. Henüz İran’daki son gelişmeler yaşanmamıştı biz bu açıklamayı yaptığımızda. Henüz silahlar yakılarak imha edilmemişti ve bir ikinci mesajın üstelik görüntülü bir şekilde geleceğinden hiçbirimiz haberdar değildik. Beklentilerimiz vardı o ayrı, öngörülerimiz vardı Ortadoğu’daki bazı gelişmelere ilişkin. Elbette olacak. Bütün bunları görüyorduk. Ama daha proaktif bir yerden bakarak önleyici tedbirler geliştirebilmek, süreci daha dayanıklı hâle getirebilmek için Öcalan’ın bazı isimlerle görüşmek istediğini kamuoyuyla paylaştık. Yetkililerin gerekeni yapması için paylaştık. Şimdi düşünün, ben bir milletvekili olarak herhangi bir cezaevine Adalet Bakanlığı’na bildirimde bulunarak gidebiliyorum. Onlar da işte gerekli işlemleri Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne o bildirimi ileterek kolaylaştırıyorlar bizim ziyaretlerimizi. Ama hâlâ daha İmralı’nın statüsü bambaşka bir durumda. Yani şimdi bu statü fiilen böyle sürdürülebilir mi? Sürdürülemez. Sürdürülmemeli. Sürdürülmemeliden kastım tam olarak şöyle bir şey. Yani ilk defa biz çözmüyoruz ki bir çatışmayı. Dünyada çeşitli yerlerde çözülmüş. Evet, biz belki emsalsiz bir modelle ilerliyoruz. Tüm kalbimle ve tüm kalbimizle söylüyorum, ayrıca bütün mücadele azmimizle birlikte söylüyorum bunu başarıya ulaştırmak için; umarım başarıya ulaşır ve ‘‘Türkiye modeli’’ olarak çatışma çözümü literatürüne geçer bizim modelimiz. Ancak burada şöyle bir şeye ihtiyaç var. Şimdi biz Cumhurbaşkanı’nı duyuyoruz değil mi, açıklamalarını duyuyoruz? Öcalan’ı duymuyoruz. Duymamız gerekiyor. Temas etmemiz gerekiyor. Bu sürecin bu kadar önemli bir aktörünü duyulmaz kılıp, görünmez kılıp ivme kazanmasını beklemek paradoksal bir durum. Bu paradoksu gidermek gerekiyor artık.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Ruşen Çakır: Tam da bunu söyleyecektim. Şimdi 27 Şubat’ta bayağı bir metni Öcalan adına insanlar okudular. İmralı Heyeti kalabalık olarak gitmişlerdi, okudular. Ondan sonra Öcalan’ın kongreye, yani örgütün kongresine yolladığı metin örgüte iletildi, bayağı uzun bir metin yolladığı söyleniyor, bir manifesto gibi bir şeyi. Ve en son video çağrısı da yapıldı. Yani sanki böyle adım adım Öcalan’ın seslenmesi, devletin böyle bir stratejisi var gibi geliyor bana ve böyle adım adım bir şeyler yapıyor. Önümüzdeki günlerde, Erdoğan’ın da bugün İmralı’dan çok olumlu bahsetmesini de göz önüne alırsak herhâlde onun önü açılacak. Ben şunu sormak istiyorum. Siz parti olarak tam olarak ne yapıyorsunuz? Yani geçmiş dönemde HDP’nin böyle bir İmralı ve Kandil arasında bir tür aracılık yapıyor olması söylendiğinde partililer kızıyordu. Şu anda Öcalan’ın görüşlerini aktarmanın ötesinde parti olarak nasıl bir misyon kendinize benimsemiş durumdasınız?
Ayşegül Doğan: Aslında bizim misyonumuzda da, durduğumuz yerde de, pozisyonumuzda da düne göre bir değişiklik yok. Yani biz en başından beri, bugün DEM Parti olarak kendini ifade eden siyasal gelenek, bir diyalog, müzakere ve mücadele partisi olarak tanımladık hep ve silahların tümden devre dışı bırakılacağı, savaş hâlinin son bulacağı, hakiki bir barışın inşa edileceği, eşit kardeşliğin ve demokratik Türkiye’nin oluşturulabileceği bir dünyaya inanan ve bunun için mücadele eden bir siyasi partiden bahsediyoruz. Bugün barış ve demokratik toplum sürecinde üstlendiğimiz rol birileri tarafından bize bir görev olarak tevdi edildiği için değil; toplumsal ihtiyaç, bizim varmak istediğimiz yer, parti programımız, tüzüğümüz, üstlendiğimiz aynı zamanda sorumluluk, bu uğurda ödenen bedeller, bütün bunların farkındalığıyla hareket ediyoruz biz. Ve esasında aracılıktan ziyade, o terminolojiyle konuşmayalım ama şöyle diyelim isterseniz: Biz bir kolaylaştırıcılık yapmaya çalışıyoruz. Bu yolu yürünebilir hâle getirmek için ve gerçekten ivme kazanmasını sağlayabilmek için, Türkiye’nin toplumsal taleplerinin, ihtiyaçlarının hakiki ve sahici bir biçimde ortaya konulabilmesi, gereklerinin anlatılabilmesi için bir yandan toplumsal ayağını inşa etmeye çalışıyoruz, bir yandan da siyasi partiler arası, kurumlar arası, yalnızca parlamentoda grubu bulunan siyasi partiler ya da temsili bulunan siyasi partilerle sınırlı kalmayıp bunu daha geniş bir alana olması gerektiği gibi yaymaya çalışıyoruz. Örgütlemeden kastımız bu. Söylemimizi dolaşıma sokmaktan kastımız bu. Şöyle bir kaygımız yok bizim Ruşen Çakır. Bunu en başında söyleyeyim. Yani işte oy kaygısı, seçmen… Biz de bir siyasi partiyiz. Elbette olması son derece normal, olması da gerekir. Ama biz birtakım anketler yapıp, ölçümler yapıp ‘‘Acaba şöyle dersek bu bizim oy oranımızı nasıl etkiler?’’ ya da ‘‘Böyle dersek oy oranımızı nasıl etkiler?’’ deyip takiye yapmıyoruz. Buna göre pozisyon almıyoruz. Biz inandığımız şeyi hangi koşulda olursa olsun inandığımız biçimiyle ve en çok da toplumsal tarafını dikkate alarak anlatmaya ve bunu eylemeye çalışıyoruz. ‘‘Kolaylaştırıcılık’’ diyebilirim illa bir tanım arıyorsak. Çünkü taraflar açısından barış ve demokratik toplum sürecinin, senin de biraz önce anlattığın gibi, belli ki karşılıklı bir ritmi var, bir temposu var karşılıklı. Yani çoklu aktörlü diyoruz ya. Çatışan taraflar var ve bunların aktörleri var meselenin içinde. Dolayısıyla biz burada ancak hem kolaylaştırıcı olabiliriz hem de bir kurucu özneyiz biz aynı zamanda siyasette. Önemli bir gücü temsil ediyoruz bugün Türkiye’deki siyasi yelpazeye baktığımızda ve demokratik siyaset alanının hem yeniden inşası hem de genişlemesi için çok büyük iddiası olan bir partiyiz biz. Öznelikten kastımız da bu. Öyle bir yerde duran, birine kazandıran, ötekine kaybettiren, hep bu tartışmalara sıkıştırılmaya çalışılan bir DEM Parti var. Ama DEM Parti bu kabuğunu çoktan kırdı, hiçbir zaman bunun içine sığmadı.
Ruşen Çakır: Peki, şunu sorabilir miyim? Erdoğan’ın o Kızılcahamam’daki konuşmasının sonunda söylediği “Biz üç parti bir süreç yapıyoruz” açıklaması tabii muhalefette, özellikle CHP’de çok büyük bir tepki yarattı ve ilk andan itibaren sizin parti yöneticileriniz bu konuda açıklama yaptılar. Bu mesele halloldu mu? CHP’yi ikna ettiniz mi? Yoksa CHP’liler hâlâ size “Siz Cumhur İttifakı’nın parçası mı oldunuz?” diyorlar mı?
Ayşegül Doğan: Biz şunu biliyoruz ki bizi en iyi, yani sosyal medyada evet zaman zaman bir dalgalanma görüyoruz ve bunu anlamsız bulmuyoruz. En küçük eleştiriyi, en küçük itirazı çok değerli buluyoruz, çok ciddiyetle yaklaşıyoruz, dikkate alıyoruz, yanıt olmaya çalışıyoruz. Bu kendimize olan güvenle ilgili bir sorun değil. Söz söyleme alanımız yıllarca o kadar çok kuşatıldı ki… Hep olduğundan farklı lanse edilmeye çalışıldık. Ya kriminalize edilmeye çalışıldık, ya uzantı kabul edildik. Yani biz biz olarak kabul edilme mücadelesi veriyoruz zaten yıllardır. Şimdi şunu da çok iyi biliyoruz: Bizim, bizzat CHP Genel Başkanı Özgür Özel söyledi bunu, ne CHP’nin hakikaten Kürtlerle ilişki kurabilmek için DEM Parti’nin aracılığına ihtiyacı var, ne DEM Parti’nin Türkiye’de CHP’li olarak bilinen ya da öyle kategorize edilen farklı seçmen gruplarıyla ilişki kurabilmek için bir başka siyasi partinin aracılığına ihtiyacı var. Ancak muhalefetin şuna ihtiyacı var: Birlikte yan yana gelerek bugün içinden geçtiğimiz sürecin siyasi ve hukuki zeminini beraber örgütleyip bunu örmeye ihtiyacımız var. Bizim tam da ihtiyaç duyduğumuz yer burası. Burada bir araya gelmeye ihtiyacımız var. Yoksa, evet, gri alanlar var, bunu biliyoruz. Birtakım geçişkenlikler var, hep olageldi. Şimdi biz diyelim ki şu anda bir kamuoyu araştırması yapılsa, basit sorular sorulsa, dümdüz, herhangi bir yargı içermeyen ve silahsızlanma, barış ve demokratik toplum süreci ile ilgili düşünceler sorulsa eminim farklı seçmen kümeleri, akla gelmeyecek siyasi partilerden farklı seçmen kümeleri yan yanaymış gibi görünecek. Bu, aynı yerden bakmak anlamına mı gelir? Bu, bir ittifakın parçası olmak anlamına mı gelir? Ya da diyelim ki İmamoğlu meselesinde sorulsa şimdi, mesela ‘‘İmamoğlu’nun özgürlüğüne ilişkin ne düşünüyorsunuz?’’ diye, CHP seçmeniyle DEM seçmeni aynı yerde duracaktır. Çünkü biz kayyum uygulamalarına karşıyız. Biz halk iradesine saygı diyoruz. Halk iradesini önemsiyoruz ve halk iradesi mücadelesi veriyoruz. Elbette aynı yerde duracağız. Ama belki DEM seçmeni ve MHP seçmeni, yalnızca bir araştırma varsayımından hareketle söylüyorum, barış ve demokratik toplum süreci ile ilgili bir soruya, mesela Öcalan’ın etkisi sorusuna aynı cevabı verebileceği bir noktadan bahsediyoruz bir yandan. Şimdi herkes biliyor bizim herhangi bir ittifakın bir parçası olmadığımızı. Şimdi, kent uzlaşısı bir ittifakın parçası olmak mıydı? Kent uzlaşısı bizim CHP ile bir seçim ittifakımız mıydı? Hayır, değildi. Seçim ittifakı da yapabilirdik ama değildi. Yani nasıl kent uzlaşısı bizi CHP ile bir ittifakın parçasına dönüştürmüyorsa, iktidar blokuyla bugün barış ve demokratik toplum sürecine ilişkin yaptığımız görüşmeler bizi iktidar blokunun bir parçasına dönüştürmez.
Ruşen Çakır: Şimdi soracak çok soru var ama senin vaktin kısıtlı biliyorum.
Ayşegül Doğan: Evet, biraz öyle.
Ruşen Çakır: İki tane soruyu hızlıca sorayım. Bir, en son ben Diyarbakır’a gittiğimde orada belediye eş başkanları ve diğer kanaat önderleriyle konuştuğumda birkaç ay önce, hissiyatlarını ‘‘temkinli iyimserlik’’ olarak tanımlamışlardı. Şimdi DEM Parti tabanına baktığınız zaman ve kadrolarına baktığınız zaman aynı durumda mı, yoksa temkinlilik azaldı ve “Bu iş oluyor” duygusu daha mı öne çıkıyor?
Ayşegül Doğan: “Bu iş oluyor” duygusunun öne çıkması için gerçekten sağlam bir hukuki zemine oturtulmuş bir süreçten bahsetmemiz gerekiyor. Çok açık bu bizim için. Ve henüz böyle bir hukuki zeminden bahsedemiyoruz. Evet, komisyon kurulacak. Bütün siyasi partilerin katılımı ve çoğulculuk ilkesinin hayata geçmesi bizim olmazsa olmazlarımızdan. Her konuda mutabakata, konsensüs arayışına açığız. Diyalog ve istişareye açığız. Bunu söylüyoruz. Ancak bu tür süreçlerin olmazsa olmazları var. Hukuk, en başta hukuk. Demokrasi, en başta. Yani biz şimdi şöyle dediğimiz gün ‘‘Evet, bu iş artık sağlam temeller üzerine oturdu. Türkiye barışını inşa yoluna girdi’’ diyebiliriz hep beraber: ‘‘Merhaba barış, merhaba demokrasi, merhaba özgürlük.’’ Şu anda dönseniz, herhangi birine sorsanız bunlardan ne kadar çok uzaklaştığımızı bize ifade eder. Yakınlaştığımızı hissettirmemiz gerekiyor. Yakınlaşma yoluna girdiğimizi, kucaklaşacağımız şeyin özgürlükler, barış, demokrasi ve adalet olacağını ifade edip bunun için hukuka ihtiyacımız var. Ruşen Çakır, sen gazeteci olarak özgürce PKK’lilerin demokratik siyaset hakkı talebini konuşamıyorsan, ben dokunulmazlığa rağmen bir siyasetçi olarak bunu açıkça konuşamıyorsam… Biz artık temkinli iyimserliği elden bırakalım. Burada sağlam adımlarla ilerliyoruz diyebileceğimiz resmi tarif edememiş oluruz henüz. O yüzden tekrar ediyorum: Somut, bunu bir şart, koşul siyaseti olarak ifade etmiyorum; olması gereken, gerekliliklerden bahsediyoruz. Taraflar için karşılıklı bir ritim var belli ki, tempo var, değil mi? Tam işte bu temponun muhtevasını da düşünerek olması gerekenlerden bahsediyoruz. Sürecin gereklilikleri var. Bu da hukuk. Şimdi silahlar yakıldı, imha edildi ve o gün orada bunu imha eden PKK’liler dönüp ‘‘Barış ve Demokratik Toplum Grubu’’ olarak bitirdiler okudukları metni. Ve ne dediler: “Yasaya ihtiyacımız var” dediler. O gün bize eşlik eden ve o gün o ana tanıklık edenlerden bazıları “Niye beraber dönemedik? Keşke beraber dönebilseydik. Onlar Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşları, bu ülkenin evlatları” dediler. Ama dönebilecekleri bir zemin yok. Bu gerçeği söylemeyelim mi? Bu gerçeği konuşmayalım mı? Bu gerçek için hukuki hazırlıklar yapmayalım mı? Yasal düzenlemeler yapmayalım mı? “Ülkeyi seviyorum, o yüzden bunların karşısında duruyorum” diyenler bu ülke sevgisine ilişkin oturup düşünsünler. Türkiye’yi sevmek, bir savaş hâlinin son bulması için yapılması gereken yasal düzenlemelere itiraz etmek değildir. Aksine bunu desteklemek, bunu güçlendirmek ve burada bu tarihi anda yer almaktır. Bugün burada yerini almayanlar yarın ne kadar büyük kaybettiklerini görecekler. Ancak bizim “keşke” diyecek vaktimiz yok. O yüzden hıza ihtiyacımız var.
Ruşen Çakır: O zaman son sorum da tam bu söylediklerinle bağlantılı. Selahattin Demirtaş yine tahliye edilmedi. Tam da bir somut adım olarak olabilecek bir şeydi, olmadı. Bunu nasıl okudunuz? İktidarın buna hazır olmadığını mı düşünüyorsunuz?
Ayşegül Doğan: Hiçbir şeyi tabii hukukla ifade edemiyoruz şu anda. Hukukla ifade edebilsek, yani mevzuat uygulansa zaten…
Ruşen Çakır: Siyaseten, siyaseten…
Ayşegül Doğan: Mevzuat uygulansa Yüksekdağ da Demirtaş da bugün dışarıda olurdu ve Can Atalay da, Osman Kavala da, Çiğdem Mater de, Mine Özerden de, Ekrem İmamoğlu da. Hangisini sayayım? Hep eksik bırakıyoruz, birini sayınca diğerini eksik… Bekir Kaya da bugün bu adaletsizlikleri yaşamıyor olurdu. Şimdi biraz önce bu temkinli iyimserliği sordun ve onu tamamlamak istiyorum. Mesela bunu görüyoruz. İkinci mesajdan sonra, video mesajdan sonra özellikle gördük. Barış ve demokratik toplum buluşmaları yapıyoruz biz. Mesela Öcalan konuştukça, sesi doğrudan duyuldukça o temkinli iyimserlik yerini iyimserliğe bırakıyor Ruşen Çakır. Bu çok önemli bir nokta. O yüzden ısrar ettim. Demirtaş, Yüksekdağ, yani Kobani davası tabii ki bir siyasi dava. 9 yıldır insanlar gerçekten bir siyasi kumpas davası nedeniyle, bir rövanş davası nedeniyle içeride tutuluyorlar. Bunları konuşmamalıyız. Ancak şunu unutmayalım: Tüm bunlar yaşanmasın diye bugün barış ve demokratik toplum süreci güçlenmeli, buradaki destek artmalı. Şu yerleşik kalıplardan, geleneksel reflekslerden çıkarmalıyız: ‘‘Acaba bir al-ver süreci mi yaşanıyor?’’ Alınacak da verilecek de belli. Toplumun ihtiyacı olan şey de belli. Yani şimdi alınacak, verilecek; bu dil, bu yerleşik kalıplar, bu güvenlikçi refleksler, bu bakış açısı bu kadar çok kaybettirmişken… Düşünün, bugün yalnızca biz DEM Parti olarak bu konuda bu kadar ciddi bir sorumluluk hissediyorsak ve buradaki kalabalık çoğalmıyorsa burada bir sorun var demektir. Ve bu sorunu hep iktidarın söylemine, eylemine göre pozisyonlandırarak ya da pozisyon alarak ya da bazen onunla gerekçelendirerek devam ettirmek gerçekçi değil. Güçlü bir muhalefet geleneği var Türkiye’nin. Çok güçlü bir muhalefet geleneği var. Her şeye rağmen çok güçlü bir muhalefet geleneği var. Ve bu belleği yeniden hatırlayıp birlikte bu yolda hem siyasi zemini hem hukuki zemini hem de toplumsal desteği oluşturabileceğimize inanıyoruz. Biz kararlıyız.
Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Ayşegül Doğan yayınımıza katıldığın için.
Ayşegül Doğan: Ben teşekkür ederim Ruşen Çakır.
Ruşen Çakır: Çok sağ ol.