Transatlantik: Suriye bölünüyor mu Eurofighter Türkiye yolunda

Ruşen Çakır ve Ömer Taşpınar, Suriye’deki son durumu, Eurofighter Typhoon savaş uçağının Türkiye’ye satışının onaylanmasını Transatlantik’te değerlendirdi. Suriye bölünüyor mu?Eurofighter Türkiye yolunda başlıklı videoda Çakır ve Taşpınar Türkiye’nin ve dünyanın gündemini yorumladı.

Türkiye’nin uzun zamandır istediği ancak Almanya’nın bir türlü sıcak bakmadığı Eurofighter Typhoon savaş uçağının satışıyla ilgili adım nihayet atıldı. Almanya, Türkiye’ye uçağın satışını kabul etti.

Der Spiegel’in haberine göre satış kararı Federal Güvenlik Konseyi’nin onayıyla alındı.

Milli Savunma Bakanlığı (MSB), Türkiye ve Birleşik Krallık Savunma Bakanlarının, Türkiye’ye Eurofighter Typhoon savaş uçağı ihracatı konusunda bugün ortak Mutabakat Zaptı imzaladıklarını duyurdu.

Eurofighter Typhoon

Açıklamada şöyle denildi:

“Savunma Bakanları bugün ortak bir Mutabakat Zaptı imzalamıştır. Bu belge, ülkeler arasındaki ilişkiyi resmîleştirmekte ve Typhoon konusunda tam kapsamlı bir anlaşmaya bir adım daha yaklaştırmaktadır. Her iki Bakan da bu imzayı, Türkiye’nin Typhoon topluluğuna katılımı yönünde olumlu bir adım olarak memnuniyetle karşılamakta ve gerekli düzenlemelerin en kısa sürede sonuçlandırılması yönünde ortak bir hedefi paylaşmaktadır.”

Satışlara siyasi kriz engel olmuştu

Satış süreci, Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un Ekim 2024’te İstanbul’a yaptığı ziyarette başlamıştı. Scholz, Türkiye’nin NATO üyeliği çerçevesinde bu satışın anlamlı olduğunu belirtmişti. Ancak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı (İBB) Ekrem İmamoğlu’nun 23 Mart’ta tutuklanması sonrası bu çabalar sonuçsuz kalmıştı.

Alman hükümeti, İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla “Türk demokrasisine yönelik saldırıya karşı duruş” sebebiyle Türkiye’ye Eurofighter satışına onay vermediğini duyurmuştu.

İmamoğlu ise cezaevinden yaptığı açıklamada “Basından öğrendiğim kadarıyla, Silivri’ye hapsedilmemiz üzerine, Alman Hükümeti hava kuvvetlerimizin büyük ihtiyacı olan ve uzun zamandır beklediğimiz Eurofighter savaş uçağının Türkiye’ye satışını veto etmiş. Hükümetler gelip geçicidir. Türkiye’nin ulusal çıkarları Erdoğan’dan da İmamoğlu’ndan da daha değerlidir” demişti.

Transatlantik: Suriye bölünüyor mu?Eurofighter Türkiye yolunda
Transatlantik: Suriye bölünüyor mu? Eurofighter Türkiye yolunda

Görüşmeler uzun süredir sürüyordu

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, pazartesi günü (21 Temmuz) Kuzey Kıbrıs’ta yaptığı açıklamada, “İngiltere Başbakanı Keir Starmer ve Almanya Başbakanı Friedrich Merz ile yaptığım görüşmelerde, onların da bu konuya olumlu yaklaştığını gördüm. İnşallah jet uçaklarımızı en kısa sürede teslim alacağımıza inanıyorum” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İngiltere hükümeti ve Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis savaş uçağının Türkiye’ye satışı süreciyle ilgili bilgilendirildi. Ayrıca Alman hükümeti de izin süreci kapsamında Miçotakis ile görüş alışverişinde bulundu.


Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba iyi günler, ‘Transatlantik’le karşınızdayız. Geçen hafta Ömer yoktu, bu hafta Gönül yok. Programı Ömer’le yapıyoruz. Ömer, merhaba. 

Ömer Taşpınar: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Seninle Suriye’yi konuşacağız, ama daha önce bir hafta yayın yapamadığımız için seninle konuşamadık. Geçen hafta da sen yoktun. Süleymaniye yakınındaki bir mağaranın önünde yapılan 30 PKK’lının silah yakması görüntüleri, o tören, artık fesih sürecinin başlangıcı olarak ilan edildi. Geçen haftaki yayında Gönül’le bu konuyu konuştuk. Ben kısaca sana da ne düşündüğünü sorayım, sonra Suriye’yi konuşurken yine Öcalan’dan ve bizim çözüm sürecinden de bahsedeceğiz mecburen.

Ömer Taşpınar: Tabii ki. Her şeyden önce şunu söyleyeyim: Benim görebildiğim kadarıyla bu süreçle ilgili herkeste bir kafa karışıklığı var. Bende de var. Dinamikler nereye gider, bu ne kadar gerçek, şartlar böyle bir sürece ne kadar uygun, tam olarak anlamaya çalışıyorum. Fakat hem Ankara’nın hem de PKK ve DEM Partinin temkinli yanaştığını görüyoruz. Çünkü bu silah bırakma meselesi sembolik öneme sahip olmasına rağmen, nihayetinde göstermelik bir şey; olay semboller üzerinden gidiyor. Semboller önemlidir diyebiliriz, ama Türkiye açısından işin temelinde silah bırakması gereken bir yer varsa, o da, zafer kazanamadığı, PKK’yı yenemediği bölge olan Rojava. Benim için bu süreçte en önemli en önemli şey, ki en başından beri böyle düşündüm, bu sürecin bir Türkiye ayağı var, bir de bölgesel ayağı var. Bölgesel ayağı bütünüyle Suriye’ye bağlı. çünkü Türkiye PKK’yı hem kendi toprakları içinde hem de Kandil’de, Irak’ta büyük oranda yenilgiye uğrattı. Ama PKK’nın uzantısı olan YPG/PYD’yi yenilgiye uğratamadığı yer tabii ki Suriye’ydi, Rojava’ydı. Orada Amerika’nın destek veriyor olması ve Türkiye’nin yeni bir askeri operasyona girişerek zafer kazanmış gözüktüğü Suriye’de tabloyu fazla sulandırmak istememesi, binlerce askerle bir operasyona girişmemesi ve oradaki vekil güçler üzerinden baskı kurması etkili olmadı. Sonuçta Suriye Demokratik Güçleri dediğimiz SDG silah bırakmadı. Bir entegrasyon sürecinden bahsediliyor, o da iyi işlemiyor. 

Bana göre Türkiye’nin amacı, Suriye’de başaramadığı, Türkiye ve Irak üzerinde “PKK silah bıraktı, terörsüz bir Türkiye’deyiz, terörsüz bir dönemdeyiz, biz bu savaşı kazandık” demekti. Ama nihayetinde Türkiye, istediğini Suriye’de, Rojava’da elde edemiyor, ki en önemli mesele de o. Çünkü Türkiye asıl orada PKK’yı yenilgiye uğratamadı ve PKK’nın bir sürü de gerilla gücü zaten Suriye’ye geçti, bunu iyi anlamak lazım. Eğer sen Türkiye’de genç bir Kürt milliyetçisiysen ve silahlı mücadeleye inanıyorsan, Türkiye sınırları içinde veya Irak’ta bile mücadeleyle elde edebileceğin şey çok az. Ama silahlı mücadeleye karışmak isteyen bir Kürt genci olarak Suriye’ye geçersen, Kürtlerin orada bir devlet projesi vardı ve o devlet projesi Kürtleri çok daha heyecanlandırıyordu. O nedenle asıl Türkiye’yi endişelendiren Rojava’daki Kürt devletinin kurulma süreciydi, ki Amerika buna destek veriyor gibi gözüküyordu. O yüzden Erdoğan akıllıca bir hamleyle ‘’ben bu PKK meselesini hallediyorum, silah bıraktırtıyorum ve başarı kazanıyorum” demek istedi. Bunu yüzeysel olarak başardı ve şu anda terörsüz Türkiye adına böyle bir başarı tablosu çiziyor. Ama aslında Suriye’de istediğini Kürtlere karşı elde edemedi. 

Bu işin bir de Türkiye ayağı var, onu hep konuşuyoruz. Türkiye’de DEM Parti ile bir pazarlık içine giriyor, DEM Parti’yi bir bakıma CHP’den uzaklaştırıyor, CHP ile DEM arasında bir sorun yaratıyor, muhalefeti bölüyor, kendi iktidarını perçinliyor. Bütün bunlar işin Türkiye ayağı. Bölgesel ayağı bence daha önemli. Bölgesel ayağında bir de Türkiye’ye anlatılan bir ‘’İsrail’e karşı güçlü olmalıyız’’ hikâyesi var, o da çok inandırıcı değil. Ben Yunanistan’da bir konferanstan geliyorum, oradaki Yunan yetkililer, ayrıca Ortadoğu’dan katılan bazı analistler bana hep Türkiye ile İsrail arasında bir gerginlikten bahsedildiğini sordular. Ama hepsi biliyor ki aslında Türkiye ile İsrail, bir gerginlik yaşıyor olmasına rağmen savaşacak ülkeler değiller. Bu savaş senaryoları ciddiye alınmıyor. Türkiye’nin de İsrail üzerinden ‘’bölgede sınırlar değişiyor’’ gibi bir anlatıya sahip olması, bir bakıma iç kamuoyuna pazarlanan bir mesele.

Ruşen Çakır: Ben bu sabah, ‘’Türkiye ve İsrail Suriye’de karşı karşıya gelir mi?’’ başlığıyla yaptığım yayında tam da bunu değerlendirdim. Bir gün önce CHP’nin Dış Politika Koordinatörü İlhan Uzgel’le yaptığım yayında kendisine bunu sorduğumda, İsrail için ‘’İran’dan sonra sırada Türkiye var’’ tezinin saçma olduğunu, ama bunun iki ülkenin karşı karşıya gelmeyeceği anlamına gelmediğini söyledi. Çünkü dün Erdoğan’ın Kıbrıs dönüşü yaptığı açıklamalar ve Hakan Fidan’ın yaptığı açıklamalarda, doğrudan İsrail’i Suriye’yi bölmekle, bölmeye çalışmakla suçlayıp, ardından da Türkiye’nin Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak için eş-Şara yönetimine her türlü desteği vereceği söylendi. Hakan Fidan, aynı şekilde isim vermeden, tabii Kürtleri kastederek “Bu kargaşada durumdan istifade etmek isteyenler olursa müdahil oluruz. Bu bizim milli güvenliğimize aykırı” dedi. Görmüşsündür, bugün IŞİD başta olmak üzere terör gruplarıyla mücadele için, Suriye yönetiminden Türkiye’ye resmen askeri yardım başvurusu yapıldı. Erdoğan Dürziler konusunda ‘’Üç Dürzi liderden biri olan El Hicri, İsrailci. İsrail onu kullanarak Suriye’yi bölmek istiyor. Biz buna izin vermeyeceğiz’’ diye açık açık söylüyor. Bütün bunlar da ortada.  Yani askeri olarak karşı karşıya olmasalar bile, şu haliyle Suriye üzerinde iki uç, yerde duruyor. Suriye’de Şam yönetimi, Eş-Şara ekseninde bir istikrar isterken, diğeri de Şam yönetimini tercih etmiyor, istikrar da istemiyor. 

Ömer Taşpınar: Evet, haklısın Ruşen, bu anlattıklarının hepsi doğru. Türkiye ve İsrail arasında Suriye merkezli ciddi bir gerginlik ve tansiyon var. ‘’Buradan savaş çıkar mı?’’ sorusuna gelmek başka bir mesele. Yani bu, idare edilebilir, benim çok sevdiğim terimle compartmentalize edilebilir bir mesele mi? İsrail ve Türkiye birbiriyle konuşarak herhangi bir şekilde bir kazayı önleyebilirler mi? İki ülkenin birbiriyle savaşma iradesi var mı? Şöyle bir örnek vereyim: Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunlar malum, Adalarla ilgili sorunlar var, Kıbrıs var, kıtası sahanlığı var, Batı Trakya var, azınlık meselesi var. Türkiye ve Yunanistan’ın karşılıklı sorunlar yaşadığı ve gerginliklerin olduğu, hava güçleri arasında bazen dogfight (it dalaşı) dediğimiz şeyler olduğu ortada. Peki Türkiye ve Yunanistan arasında bir savaş ne kadar gerçekçiyse, Türkiye ve İsrail arasında bir savaş da bence o kadar gerçekçi. Bu iki ülke, bu iki hükümet birbirinden hoşlanmıyor ve Suriye’de tam zıttı politikalar izliyorlar. Türkiye güçlü bir Suriye ve Şam merkezi istiyor, İsrail ise bölünmüş bir Suriye istiyor. Benim gittiğim toplantıda İsrailli katılımcılar vardı, ben “Türkiye güçlü bir Suriye istiyor” dediğimde, “O zaman Türkiye’de Suriye’nin topraklarından çıksın” dediler. Onların gözünde de Türkiye, onların deyimiyle “işgalci güç”, ben demiyorum, onlar diyor. Türkiye “İsrail işgalci güç” diyor. 

Yani iki ülkenin Suriye politikaları şu anda birbiriyle ters pozisyonlarda. Bölgede anlaşamadığımız malum ama biz Rusya’yla da anlaşamıyoruz. Rusya ile Suriye konusunda anlaşamadık, Rusya ile Ukrayna konusunda anlaşamıyoruz, Rusya ile Azerbaycan ve Ermenistan konusunda anlaşamıyoruz, Doğu Akdeniz konusunda anlaşamıyoruz. Bu tansiyondan, bu gerginlikten bir savaş korkusu çıkarmak ve Türkiye’nin en önemli meselesi olan Kürt meselesinde, ‘’sınırlar değişiyor, aman ha İsrail gelecek bölgeyi işgal edecek ve bütün sınırlar değişecek’’ demek, bunu Türk kamuoyuna sanki Türkiye’nin PKK konusundaki açılımı İsrail nedeniyle oluyormuş gibi anlatmak, Bahçeli’nin ve Erdoğan’ın sevdiği bir şey. Çünkü sonuçta İsrail bir tehdit ve bu tehdit ulusal bir birlik gerektiriyor. PKK’nın silah bıraktırma meselesi, Türkiye’nin, PKK’ya karşı Türkiye’de ve Irak’ta kazandığı bir zafer vardı, ama Suriye’de kazanılmamış bir zafer var. Suriye’de olanları biraz unutturup Türk kamuoyuna hazmettirme adına… Çünkü sonuçta Suriye’de silah bırakmayan bir PKK var. O PKK şu anda halen silah bırakmamak için direniyor, entegrasyona direniyor, içeri girmeye direniyor. Suriye’de ne olacağını anlamaya çalışıyorlar. Suriye çok zayıf bir devlet, şiddet tekelini eline alamamış bir devlet. Türkiye normal şartlarda bu tür bir şeye izin vermezdi. Orada Kürt bir PKKvari bir hareketin hâlâ elinde 100 bin asker bulundurması, o 100 bin askerin Suriye Ordusu’na entegre olmaması, orada kendi gücünü koruyan bir Mazlum Abdi, Mazlum Kobani ve bir PYD olması Türkiye’nin kolay kolay sindirebileceği bir şey değildi. Bunu ancak “Biz içeride PKK’yı hallettik, bizim PKK diye, terör diye bir sorunumuz yok” diyerek Erdoğan kamuoyuna satabilir.

Ruşen Çakır: Burada bir başka husus da Öcalan faktörü. Şimdi Öcalan’ın en son geliştirdiği tezleri ne kadar takip edebildiğini bilmiyorum ama ‘’demokratik entegrasyon’’ diye bir önermeyi artık yapıyor. Özerklik gibi şeylerden vazgeçti, onun yerine tüm Kürtlerin bulundukları ülkelerdeki ulus devletlere demokratik bir şekilde entegre olmasını öneriyor. Ama aynı zamanda da bütün bölgedeki Kürtler arasında bir tür ilişki öneriyor.

Burada şöyle bir sorun var: Erdoğan’ın Kıbrıs dönüşü uçakta söylediği bir husus var. İmralı bu konuda yardımcı oluyormuş.  Öcalan demiyor biliyorsun, İmralı diyor. PYD’yi, YPG’yi inşa eden Öcalan’ın bizzat kendisi, Suriye’de ilk yaşadığı dönemlerde temelleri atılmış bir yapı. Türkiye’de devlete entegre olmak, ki burada bile rejim otoriter olduğu için bir sorun var.  Suriye’deki YPG-PYD’ye “Devlete entegre olun” diyor ama ortada devlet yok. Sorun orada.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Ömer Taşpınar: Evet, hatırlıyorsan bir iki ay önce konuştuğumuzda, YPG ile Şam arasındaki anlaşmaya çok önemli bir dönüm noktası diye bakıyorduk. Ama bir yandan da ben “Temkinli olalım, bu sadece bir ön mutabakat ve Suriye’de henüz bir devlet yok, ne konusunda anlaştıklarının pek bir anlamı yok. O, kâğıtta kalabilir” diyordum ve şu anda dinamikler öyle gösteriyor ki Suriye’deki merkezi hükümet zayıf. İsrail’in tutup Genelkurmay Başkanlığı Sarayı’nı bu kadar rahat vurması ve Suriye’deki devletin hiçbir şekilde karşılık verememesi, askeri gücü olmadığı için. YPG dediğimiz güç, şu anda eş-Şara’nın elindeki askeri güçten daha büyük bir güç. Aralarında bir savaş çıksa, YPG 100 bin askeriyle Şam’a yürüyebilir belki de. Yani öyle bir güçsüzlük, dağılmışlık var. Kurumların işlemediği, ordunun olmadığı, şiddet tekelinin olmadığı bir Suriye ile karşı karşıyayız.

Ruşen Çakır: Böyle bir durumdan nasıl çıkacak? Hem büyükelçi hem Suriye temsilcisi Tom Barrack şu anda Türkiye’de çok meşhur biliyorsun, sürekli bir şeyler söylüyor. Bir kere “Tek devlet” dedi, ama sonra Dürzilerle yaşanan son olaydan sonra ne diyeceğini şaşırdı. Çünkü İsrail’in buna yanaşmadığını biliyor. Bir diğer taraftan da her ne kadar eş-Şara’ya ABD yatırım yapmış olsa bile, onun bunun altından kalkamayacağını da görüyor anladığım kadarıyla.  

Ömer Taşpınar: Amerika ile İsrail arasında burada bir makas var. Amerika, Beyaz Saray, Şam’ın otorite kurmasını, Şam’ın ticarete açılmasını, Şam’ın İsrail ile barışmasını, daha doğrusu aralarında bir İbrahim Anlaşması gibi bir anlaşma yapılmasını ve bunu bir başarı hamlesi olarak dünyaya sunmak istiyor. ‘’Bakın, Suriye, Ortadoğu’da ılımlı Arap ülkelerine entegre oldu. Tıpkı Birleşik Arap Emirlikleri, tıpkı Bahreyn gibi, Suriye de İsrail’le bir anlaşma yaptı ve bu Amerika’nın Suriye politikasında büyük bir başarıdır. Çünkü biz Suriye’yi ticarete açıyoruz, Suriye’yi normal bir devlet haline getiriyoruz.’’ Amerika’nın politikası bu. Bu, devletleşmiş bir Suriye gerektiriyor. Ama İsrail’in Suriye politikası bu değil. İsrail’in Suriye politikası, askeri olmayan, zayıf federatif sistemde yönetilen, Dürzilerin, Alevilerin Kürtlerin ayrı bölgelerde oldukları, ayrı siyasi güçlerinin olduğu ademi merkeziyetçi bir Suriye ve Golan’ın neredeyse Şam’a giden tarafını işgal altında tuttuğu bir yer. Burada Suriye konusunda Amerika ve İsrail arasında ciddi bir makas var. Tom Barrack’ın söylediklerinin sonuçta çok büyük bir ağırlığı yok. Çünkü sahada dinamikleri belirleyen güç Amerika değil. Sahada Suriye’deki dinamikleri İsrail belirliyor. Suriye, İsrail için arka kapısı ve orayı kontrol etmek istiyor. Bence, eş-Şara tipi, geçmişinde cihatçılık, IŞİD, El-Kaide olan bir liderin olmasını istemiyor. Aslında İsrail için, Şam’da Esad’ın bulunması çok daha tercih edilirdi, çünkü Esad, bildikleri şeytandı. Onunla, bildikleri bir denklem içinde gidiyorlardı. Şimdi başka bir Suriye var. Tamam, Suriye İran’dan kopuk, İran’ı atmış olması önemli. Ama İran’ı attıktan sonra, eğer bu böyle Türkiye yörüngesine girmiş, hâlâ ciddi Müslüman Kardeşler, İslamcı kimliği olan ve Suriye’deki Hristiyan, Alevi, Dürzi, Kürt azınlık üzerinde hegemonik bir yapı kurmak isteyecek bir hükümetse, İsrail, ‘’ ben yokum’’ diyor ve bombalıyor. Ortada askeri gücü var. 

Ruşen Çakır: Zaten iktidara gelir gelmez bombalayarak başlamıştı biliyorsun. Sanki şöyle bir formül olabilir, ama olmayacak tabii: Eş-Şara yönetimi, olabildiğince çoğulcu bir şekilde Kürtlerle, Dürzilerle, Alevilerle, kendi içinde yer alacağı ama onlarla paylaşacağı bir yönetim olması halinde belki bir şeyler düzene girer. Ama şu haliyle Kürtlere ya da Dürzilere eş-Şara’yı dayatmak, ki Türkiye bunu yapmak istiyor anladığım kadarıyla, çok gerçekleşebilecek bir olay gibi değil. Sonuçta ben başlık olarak ‘’Suriye bölünüyor mu?’’ sorusunu sordum. Bu çok meşru bir soru. Şu anda böyle bir ihtimal var gibi görünüyor.

Ömer Taşpınar: Bu bölünme süreci, ikinci bir Suriye iç savaşı ile beraber gelir. Bu bölünme süreci ‘’Suriye bölünüyor ve federasyonlara ayrılalım, İsviçre’deki gibi bir kantonlar sistemi olsun’’ gibi olmaz. Tarih böyle yazılmıyor.  Tarih maalesef savaşlarla yazılıyor. Böyle bir Suriye’nin ortaya çıkışı kolay olmaz. Lübnan’daki iç savaşa benzer bu, Lübnan’daki gibi bir iç savaşla bölünebilir.  Ortadoğu’da Lübnan gibi devletlerin ortaya çıkması çok zor bir şey. Lübnan bu tür bir bölünmüşlük, sekteryen bir yapı içinde götürüyor. Komik bir şekilde Bahçeli’nin geçen gün söylediği Kürt ve Alevi yardımcılar olsun, Lübnan tanımı bu. Lübnan’ın ne kadar zayıf olduğu ortada ve bu zayıflık içinde idare ediyor. Ben Lübnanlılara “Niye Lübnan üçe bölünmüyor?” diye sorduğumda, “Bölünmek için çok küçüğüz, biz bölünsek yaşayamayız bu bölgede” diyorlar. Bir de her şeye rağmen bir Lübnanlılık tanımı yapmaya çalışıyor, Şii’si de Sünni’si de Maruni’si de “Bizim temelimizde bir Lübnanlılık var” diyorlar. 

Federatif yapılar, ancak güçlü ülkelerde başarılı oluyor. Almanya’da federasyon var. Amerika’da federasyon var. İspanya’da federatifvari bir yapı var, iki tane otonom bölge var, Bask bölgesi ve Katalan bölgesi. Zayıf ülkeler, zayıf merkezler, federasyona kolay kolay gidemez, bölünürler. Türkiye’nin tartışması gereken şeylerden bir tanesi şu: Biz bu Kürt meselesini federasyona gitmeden halletmeye çalışıyoruz, değil mi? Federasyon istemiyoruz, Cumhuriyet prensipleri altında herkese eşit vatandaşlık istiyoruz. Tamam. Ama böyle bir ortamda Bahçeli çıkıyor, “Kürt ve Alevi başkan yardımcısı olsun” diyor. Tam da aslında Türkiye’nin ulaşmak istediği sistemin tersine, kimliği ön plana koyan bir şey söylüyor. Türkiye’de çok ciddi bir kafa karışıklığı var. Bu PKK’yı bitirme süreci nedir? Bunun karşılığında Kürtler ne alacak, demokratik haklar mı, kültürel haklar mı alacaklar? Kültürel haklardan bile konuşmayan bir Abdullah Öcalan var. Bırak ademi merkeziyetçiliği, anadilinde eğitimden, kültürel haklardan vazgeçti. Karşılığında ne alacaklar? Bu arada Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en derinleşmiş otoriter dönemini yaşıyor. Muhalefetin hapse atıldığı, bütün belediyelerinin kayyumla yönetilmeye çalışıldığı, ‘’acaba seçimler yapılır mı yapılmaz mı?’’ diye ciddi ciddi sorgulanan bir dönemden geçiyoruz. Böyle bir dönemde Türkiye, aynı zamanda Kürt meselesinde ‘’silah bıraktırma’’ adı altında, sözde bir hukuk devleti ve demokratikleşme içine girecek. Tabii hükümet bunu böyle söylemiyor, “Böyle bir şey yok, bir tek silah bırakacaklar” diyor. Ama silah bırakma karşılığında da “Biz ne alacağız?” diye soran bir Kürt hareketi var. Onlar da karşılığında bir af mı alacaklar demokratik haklar mı olacak? Senin üzerinde durduğun gibi Selahattin Demirtaş’ın bile hapisten çıkmadığı bir Türkiye’den bahsediyoruz. Herkes sanki varmış gibi yapıyor. Kürtler bir barış süreci varmış gibi, Ankara’da hükümet sanki bu süreç yürüyormuş gibi yapıyor ve kimse inanmıyor buna, temkinli gidiyorlar. Herkes ‘’bu işin altından ne çıkacak?’’ diye düşünüyor. 

Bu arada benim gördüğüm kadarıyla, ciddi bir CHP tabanı da bu meseleye çok soğuk bakıyor. Çünkü DEM Parti’nin Erdoğan’la bir iş birliği içine girdiğini görüyorlar. CHP, Erdoğan’ın en otoriterleşmiş döneminde Kürtleri ve Kürt hareketini yanına alarak bir şekilde iktidarını perçinlediğini görüyor ve o da pozisyon alamıyor. Normalde CHP de anayasal haklar, demokratizasyon, hukuk devleti gibi konularda ön alması gerekirken, nasıl bir pozisyon alabileceği konusunda şu anda tereddüt içinde. Herhalde bütün bunlar Erdoğan’a yarıyor. Sonuçta Erdoğan bir yandan CHP’yi bastırıyor, bir yandan, varmış gibi Kürt meselesinde bir başarı ortaya çıkarıyor, bir yandan ‘’bir gece aniden gelebiliriz’’ diye Suriye’de parmak sallıyor; sanki öyle bir alternatifi varmış ve yaparmış gibi. Türkiye şu aşamadan sonra, böyle bir şey yapamaz. Eskiden yapabildiği gibi, Suriye’ye girip orada YPG/ PYD’yi dağıtmaya çalışırsa, Türkiye’de bir barış süreci kalmaz ve o süreç aksar, bütünüyle biter. Üstelik, demin bahsettiğimiz Amerika ile ilişkiler konusunda sorun yaşar. Çünkü Amerika hâlâ orada ve Kürtlerle sembolik olarak ayrılmış durumda değil. Tabii bu İsrail’in işine gelir çünkü İsrail “Bak Türkiye benim yaptığımı yapıyor sonuçta. Ben orada Dürzileri koruyorum. Türkiye de orada kendi çıkarlarını koruyor. Suriye zayıf bir ülke. Suriye hem Türkiye tarafından işgal edilen hem bizim de burada kurduğumuz bir yer” der. Bu İsrail’in ekmeğine yağ sürer. 

Bu arada Dürzi meselesini de anlamak lazım. Ortadoğu’da 1 milyon Dürzi var. Bu 1 milyon Dürzi’nin önemli bir kısmı İsrail vatandaşı ve İsrail Ordusu’nda çok ciddi bir Dürzi nüfus var. O Dürziler İsrail için ciddi bir stratejik ortak. İsrail Dürzileri kullanarak gerçekten orada önemli işler yapabiliyor. Türkiye, İsrail Dürzileri kullandığı gibi Kürtleri de kullanır zannediyor. Öyle bir dünya yok. İsrail Kürtler üzerinde çok sert şeyler söylüyor, “Bizim ortağımız” diyor, ama Kürtlere Dürzilere verdiği gibi bir askeri destek yok ortada. Onu sadece Türkiye’yi rahatsız etmek için söylüyor. Türkiye de, İsrail’in bu Kürt söyleminden çok rahatsız oluyor.

Ruşen Çakır: En son mayıs ayı sonunda yapılan bir İmralı görüşmesinde, Öcalan’a “Çok kişi bizim kapımızı çalıyor” diyorlar, Öcalan da “İsrail mi?” diyor, “Evet” diyorlar. 

Ömer Taşpınar: “İsrail bizim arkamızda” demek, Kürtlerin de işine gelir. İsrail’in de işine gelir “Kürtlerle iş çeviriyoruz” demek. Ama sahaya bakalım, İsrail’in Suriye’de YPG’ye verdiği bir askeri destek yok. Amerika’nın verdiği bir askeri destek var mı? Tabii ki var. Asıl Amerika Kürtlerin arkasında. Biz ‘’İsrail bir Kürt devleti yaratacak’’ diye tutturduk. Ama sonuçta Amerika’nın YPG’nin arkasında olduğu ortada. Amerika hâlâ YPG’yi tam olarak bırakmıyor. Amerika için YPG, IŞİD’e karşı kullandığı güç. Ama Amerika’nın İŞİD’e karşı Dürzileri kullanmak gibi bir durumu yok. Amerika’nın Dürzilerle bir işi de yok. Ama İsrail açısından Dürziler, kendi nüfusunun organik bir parçası ve kendi ordusunda ciddi bir Dürzi nüfus var. İsrail Ordusu’nda yükselebilen Dürziler var ve Dürzi meselesi İsrail için çok rahat kullanabileceği bir şey. Kürt meselesi ise daha çok irite etmek, ortalığı karıştırmak için kullandığı bir şey ve İsrail bunu çok başarılı yapıyor. Ne zaman sözlü olarak Türkiye’ye saldırmak istese “Biz Kürtlerin bölgede sert determinasyon hakkını destekliyoruz” diyor. Biz de ‘’Eyvah bölgede sınırlar değişiyor’’ diyoruz. 

Ruşen Çakır: Son olarak F-16 ve F-35 konusunu konuşalım. Sanki Erdoğan Trump’la anlaşıyor gibiydi ama birdenbire Eurofighter olayı netleşti. Almanya onay verdi, 40 jetin geleceği söyleniyor. Nedir bu işin aslı? F-16 ve F-35 meselesinde anlaşma mı olmadı, yoksa Türkiye tercih mi değiştirdi?  

Ömer Taşpınar: Ruşen ben bu konuyu konuşalım istedim, çünkü ortada sözde Türk-Amerikan ilişkilerinde bir altın dönem var, değil mi? Çok iyi bir dönemden geçiyoruz, Trump ve Erdoğan birlikte Ortadoğu’ya şekil veriyorlar, Trump Erdoğan’ı çok seviyor, Türkiye Suriye’de istediklerini Trump sayesinde elde ediyor, tamam. Ama bizim ulusal güvenlik açısından en önemli meselemiz, şu anda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hava kuvvetleri. Türk Hava Kuvvetleri’nde, yaşlanmış, artık neredeyse kullanılmayacak hale gelmiş F-16’lar var ve Türk Hava Kuvvetleri zayıf durumda. Bir yandan bir Kaan projemiz var biliyorsun. Güya Türkiye 2030’a kadar kendi F-35’lerini yapacak. Ama o Kaan projesinde de seri üretime geçip geçemeyeceğimiz ve motor konusunda nerede olduğumuz konusunda ciddi soru işaretleri var. Dolayısıyla Türkiye bir yandan sanki SİHA’larla ve yerli askeri savunma sektörüyle, askeri olarak çok güçlü bir dönemden geçiyormuş gibi. Ama öte yandan da hava kuvvetleri gibi çok önemli bir konuda Yunanistan bizden daha iyi durumda şu anda, çünkü F-35’leri aldılar. Türkiye F-35’leri S-400’ler nedeniyle alamadı. Sonra F-16’ları, hem de F-16’ların en modernini alacağız dedik. Trump gelince bu kesinleşir diye düşündük, o da olmadı. Şu anda Türkiye ne F-16 alabiliyor ne F-35 alabiliyor, hâlâ CAATSA yaptırımlarına maruz. Kongre’den CAATSA konusunda yeni bir karar çıkamıyor çünkü S-400’ler halen Türkiye’nin topraklarında. S-400’ler de zaten trajikomik bir skandal. Yani milyarlarca dolar verilip kullanılamayan bir sistem. Bu durumda Türkiye gidiyor, 6 milyar euro vererek 40 tane Eurofighter almaya çalışıyor. Eurofighterlar da yılda 20 tane falan üretiliyor, Yani Türkiye ancak bir buçuk, iki yıla kadar alabilir, çünkü sırada bekleyen ülkeler var. İspanya, İngiltere ve Almanya beraber üretiyor bunu. Almanya vetosunu kaldırdı ve Türkiye bunu almaya çalışıyor. Bu bana şunu gösteriyor: Türk- Amerikan ilişkilerindeki altın döneme rağmen, biz en önemli konu olan F-35’ler konusunda, hadi onu bıraktım F-16’lar konusunda istediğimizi Amerika’dan alamıyoruz. 

Ruşen Çakır: Peki neden böyle? Bir ara sanki oldu oluyor haberleri çok dolaşımdaydı.

Ömer Taşpınar: Şimdi zannediliyor ki Trump ve Erdoğan iki lider, iki başkan, bir araya gelecekler, el sıkışacaklar ve ‘’tamam halloldu, F-35’lere geri geldik’’ denecek. İşte böyle yürümüyor, hâlâ yapısal sorunlar var. Amerika’da bir otoriterleşmeden bahsediliyor. Ama bütün bu otoriterleşme rağmen Kongre önemli, güçler ayrılığı var. CAATSA yaptırımları hâlâ Kongrede duruyor. Hakan Fidan CAATSA yaptırımlarını kaldırmak için geldi, Marco Rubio ile konuştu. Bu işin 4-5 aşaması var, öyle kolay kolay kaldırılabilecek bir yaptırım değil. Amerika’da bir yaptırım kararı alındığında, hele böyle ciddi S-400’lere bağlanmış bir konuda, kolay kolay kaldırılmıyor. Kongrede F-35 konusundaki ana mesele, S-400’lerin Türkiye toprağında olması. Türkiye bunları ne yapacağına bir türlü karar veremedi. Bir ara Suriye’ye yollanacağı dedikoduları çıktı. Herhalde Suriye’ye yollandığı gün başlarına ne geleceği malum; İsrail tarafından vurulur. Ve eğer sen bunu Suriye’ye yollarsan Putin’in ne yapacağı da soru işareti. Azerbaycan’a mı verecekler, onu bilmiyorum. Ben Yunanistan’da bir konferansta Hintli bir uzmanla podcast yaptım. Bu arada Hintliler, Türkiye’nin Pakistan’la olan ilişkisi nedeniyle bayağı bir alarma geçmiş durumdalar, Türkiye-Pakistan ilişkilerini mercek altına almışlar. Hintli uzman bana ciddi ciddi “Türkiye S-400’leri Pakistan’a verir mi?” diye sordu. Yani herkes ‘’Türkiye S-400’leri ne yapacak?’’ diye merakta. Sanki biz bunu aldık da hediye edeceğiz birilerine.  Böyle de bir rezalet var ortada. Türkiye hâlâ bunları elinde tutuyor. İngilizce’de hot potato derler, sıcak patates gibi nereye atacağını bilemiyor bunu. Açamadı da ve dünya kadar da para verdi, F-35’lerden oldu. F-35’ler nedeniyle Türkiye’nin şu anda içine girdiği mali zarar, 20 milyar dolar civarında. Çünkü onların bakım merkezi Türkiye olacaktı, hem yapımında hem bakımında kullanılacaktı. Bu hükümetin F-35’ler ve S-400’ler konusunda Türkiye’ye verdiği zarar inanılmaz.  

Ruşen Çakır: Peki Eurofighter F-35’lere mi denk geliyor?  

Ömer Taşpınar: F-35’ler kadar başarılı bir stealth technology, yani radara yakalanmama teknolojisi olduğunu söylüyorlar. Beşinci jenerasyon. Bir de F-35’ler kadar güçlü bir bilgisayar beyni yok. Eurofighter hem savaş hem de bölgeyi tarama açısından F-35’lerin gerisinde kalan bir teknoloji. Ama Türkiye’nin artık bir lüksü yok, F-16’lara alternatif bir şey almak zorunda. Bunlardan acele 40 tane istiyor. Bugün programda konuşuruz diye ben dün biraz detaylı okudum. Bir buçuk yıldan önce bunların çıkmasına imkân yok. Eurofighter, sorunlu, yavaş giden bir proje. Ancak yılda 20 tane yapabiliyorlar. Avrupa’da, ‘’NATO’dan daha bağımsız bir Avrupa oluşabilmeli’’ diye konuşuluyor hep. İşte Eurofighter biraz ona cevaptı. İngilizler, Fransızlar, Almanlar ve İspanyollar, ‘’kendi uçağımızı yapalım’’ diye bir araya gelmişler, bir şey yapmaya çalışıyorlar. Öyle görünüyor ki bu uçaklar kolay kolay ölçek kazanamıyor. 

Türkiye yarın bir gün Kaan’da da aynı sorunu yaşayacak. Bu Kaan uçaklarından eğer 100, 200, 300 tane yapmak mümkün olursa, bir de motorunu halledebilirse, birim fiyatı düşecek. Ama şu anda birim fiyatı çok yüksek, motor konusunda sorunlar var. Eurofighter’ın birim fiyatı düşmüş durumda çünkü çok ülke almak istiyor.  Ama sırada çok ülke var ve seri üretime yeterince geçemiyorlar. Yılda 20 tane çok komik bir rakam. Normalde bundan yılda 100 tane yapabilmeleri lazım. Türkiye bundan 40 tane istiyor, iki yıl o fabrikalar Türkiye için çalışmak zorunda kalacak. Türkiye bunu ne zaman alacak? Türkiye’nin aldığı Eurofighter, Yunanistan’daki F-35’lerin gerisinde. Yunanistan Hava Kuvvetleri, F-35’ler sayesinde şu anda daha sağlam durumda. O nedenle bu S-400’ler meselesi Türkiye açısından bir stratejik handikap oldu.

Ruşen Çakır: F-35 İsrail’de de var değil mi?  

Ömer Taşpınar: Tabii. Üstelik İsrail F-35’leri geliştirdi. İsrail’de çok ciddi bir araştırma geliştirme projesi var, askeri bir yapı var. F-35’lerin füzelerinin menzilini arttırdı. F-35’ler daha İran hava sahasına girmeden, çok daha uzun menzilli füze atabiliyor. Bu sayede İran’a fazla yanaşmadan, uzaktan menzilli bir şekilde F-35’leri geliştirerek kullandı İsrail. Çünkü İsrail ile İran arasında çok büyük bir mesafe var. İsrail tabii ki F-35’leri aldı, şu anda projenin içinde. Türkiye çok geride kaldı bu konularda maalesef.

Ruşen Çakır: Evet Ömer, burada noktayı koyalım. Gönül’e de selam yollayalım. İzleyicilerimize de teşekkür edelim. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.