Ruşen Çakır yorumladı: CHP Erdoğan’a nasıl ve niçin güvensin?

Ankara’da yeni çözüm süreci trafiği hızlanıyor. Yeni çözüm sürecine ilişkin Meclis’te kurulacak komisyon için hazırlıklar sürüyor. “CHP Erdoğan’a nasıl ve niçin güvensin?” sorusunu Ruşen Çakır yanıtlıyor.

Çözüm süreci kapsamında Meclis’te kurulacak komisyon için Numan Kurtulmuş partilere isim listesi için mektup gönderdi. Fakat Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) nasıl bir tutum göstereceği konusunda hâlâ belirsizlik var.

Ruşen Çakır, CHP’nin işinin hiç de kolay olmadığını ifade etti, “Çünkü ortada çok ciddi bir sorun var. Erdoğan güven vermiyor. Erdoğan kendi tabanına ne ölçüde veriyor bilmiyorum ama kendi tabanın dışındakilere de güven vermiyor. Hatta anladığım kadarıyla iktidar ortaklarına da müttefiklerine de tam güven verdiği söylenemez. Cumhuriyet Halk Partisi zaten bu konuda çok açık ve bariz bir şekilde Erdoğan’a güvenmiyor” dedi.

“Erdoğan CHP’ye savaş açmış durumda”

“CHP Erdoğan’a nasıl ve niçin güvensin?” diye soran Ruşen Çakır, 19 Mart operasyonunu hatırlattı, “17 belediye başkanı içeride. Yargılamalar, hasta yargılamalar bir türlü başlamadı. İddianameler hazırlanmadı. Her türlü baskı uygulanıyor. Tam bir CHP’ye savaş açmış durumda Erdoğan. Özellikle de tabii ki rakibi Ekrem İmamoğlu’na” diye konuştu.

Ruşen Çakır şöyle devam etti:

“Halbuki ne olmuştu? Yerel seçimlerinin ardından normalleşme, yumuşama diye bir süreç başlamıştı. Özgür Özel, birinci parti çıkan CHP olarak iktidarla normal ilişkiler kurmak istediği bakanlar ziyaret edildi. Gölge Bakanlar, Cumhur İttifakı’nın bakanlarını ziyaret ettiler. Erdoğan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezi’ne geldi ve bütün bu süre içerisinde Özgür Özel çok sert eleştirildi kendi tabanı tarafından. Sonra bir baktık, çözüm süreci oldu. Ona da insanlar önce inanmadılar. Bu işin ciddiyeti anlaşıldığında derken 19 Mart operasyonu patladı. Erdoğan daha ilk günden yaptığının elinde patladığını gördü ama bunu kabullenmek istemedi ve operasyonu sonuna kadar sürdürmeye çalıştı. Şimdi gelinen noktada Cumhuriyet Halk Partisi’nden bu sürece dair olması isteniyor.”

“Erdoğan kendi bekası nedeniyle süreci heba edebilir”

CHP’nin başından itibaren çözüm sürecine destek verdiğini hatırlatan Ruşen Çakır, “Ama Erdoğan CHP’yi bulaştırmak istemiyor. CHP’yi dışarıda tutmak istiyor. Adını vererek Cumhuriyet Halk Partisi’ne saldırıyor. Sürece davet ettiği zaman bütün partiler diyor, muhalefet partileri de diyor. Ama Cumhuriyet Halk Partisi’ne yönelik bir doğrudan bir çağrısını ben şahsen görmedim. Gerçekten bu kadar tarihi bir olayın Erdoğan’ın kendi iktidarının bekasını öncelemesi nedeniyle heder etme riskiyle karşı karşıyayız. Burada CHP güvenmemekte sonuna kadar haklı” dedi.


Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. Günlerdir bir konuyu konuşuyoruz ya da ben konuşuyorum konuklarımla, kendi başıma. O da, çözüm sürecindeki komisyon ve özellikle Cumhuriyet Halk Partisi’nin ne yapacağı, nasıl yapacağı. Çok ciddi bir sorun var ortada. Biliyorsunuz, ben bu süreç ilk başladığı andan itibaren buna inandım, pozitif olarak yaklaştım ve hep bardağın dolu tarafını görmeye çalıştım. Elimden geldiği kadarıyla da buna hem analitik anlamda hem de bir vatandaş olarak katkıda bulunmaya çalıştım. Ama geldiğimiz noktada Cumhuriyet Halk Partisi’nin işinin hiç de kolay olmadığını söylemem gerekiyor, gerçekten. Çünkü ortada çok ciddi bir sorun var: Erdoğan güven vermiyor. Erdoğan, kendi tabanına ne ölçüde veriyor bilmiyorum ama kendi tabanının dışındakilere de güven vermiyor. Hatta anladığım kadarıyla iktidar ortaklarına da müttefiklerine de tam güven verdiği söylenemez. Cumhuriyet Halk Partisi zaten bu konuda çok açık ve bariz bir şekilde Erdoğan’a güvenmiyor. Sonuna kadar da haklılar. Çünkü 19 Mart’ta yapılan operasyon ortada. 17 belediye başkanı içeride. Yargılamalar bir türlü başlamadı. İddianameler hazırlanmadı. Her türlü baskı uygulanıyor. Özellikle etkin pişmanlıktan yararlanmak diyeceğim ama etkin pişman olmaları için insanlara yapılan dayatmalar, ailelerine yapılan dayatmalar vesaire, CHP’ye tam bir savaş açmış durumda Erdoğan, özellikle de tabii ki rakibi Ekrem İmamoğlu’na.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Halbuki ne olmuştu? Yerel seçimlerin ardından ‘‘normalleşme, yumuşama’’ diye bir süreç başlamıştı. Özgür Özel, birinci parti çıkan CHP olarak iktidarla normal ilişkiler kurmak istedi. Bakanlar ziyaret edildi. Gölge bakanlar Cumhur İttifakı’nın bakanlarını ziyaret ettiler. Özgür Özel, Erdoğan’ı ziyaret etti. Erdoğan, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezi’ne geldi ve bütün bu süreç içerisinde Özgür Özel çok sert eleştirildi kendi tabanı tarafından. Sonra bir baktık çözüm süreci oldu. Çözüm süreci oldu dediğim; Devlet Bahçeli bir şeyler söyledi, bir şeyler yaptı. Ona da insanlar inanmadılar. Ama sonra bir baktık ki Abdullah Öcalan 27 Şubat’ta çok açık bir şekilde PKK’nın kendini feshetmesini ve silahları bırakmasını istedi, daha doğrusu talimat verdi. Ve ‘‘galiba bu iş ciddi’’ derken 19 Mart operasyonu patladı, Erdoğan tarafından yapıldı ve Erdoğan daha ilk günden bu yaptığının, bu silahın elinde patladığını gördü ama bunu kabullenmek istemedi ve operasyonu sonuna kadar sürdürmeye çalıştı. Dalga dalga operasyonlar, her türlü dezenformasyon, şu bu.

Şimdi gelinen noktada Cumhuriyet Halk Partisi’nden bu sürece dahil olması isteniyor. Normalde olması gereken de bu. Çünkü bu süreç çok önemli bir süreç. Türkiye için çok karanlık bir dönemin kapatılması anlamına gelecek. PKK’nın silah bırakması, kendini lağvetmesi ve ardından yaşanabilecek düzenlemeler, ki bunların hepsinin zemini terörden, silahlı çatışmadan arındırıldığı için, arındırılacağı için, barış tesis edileceği için yörüngenin de ileriye doğru olacağı… Ve bu anlamda Cumhuriyet Halk Partisi de başından itibaren temkinli bir şekilde de olsa sürece destek verdi. Ama çarpıcı olan husus şu ki Erdoğan uzun bir süre sürece tam olarak entegre olmadı. Devlet Bahçeli çıtayı çok yukarılara çıkarttı. Erdoğan pek konuya girmedi, topa girmedi. En son silah yakma olayının bir gün sonrasında Kızılcahamam toplantısında ilk defa Erdoğan’ın bu olayın siyasi sorumluluğunu üstlendiğini gördük.

Ama orada da giderayak söylediği, sonra düzeltildi ama, ‘‘Biz bu işi AK Parti, MHP ve DEM Parti olarak yapıyoruz’’ sözü tam olarak bize şunu gösterdi: Erdoğan CHP’yi bulaştırmak istemiyor. CHP’yi dışarıda tutmak istiyor. Önce DEM Parti’den itiraz geldi. Sonra AK Parti çevreleri de bunun böyle olmadığını falan söylediler, düzeltme yoluna gittiler. Fakat şu ana kadar Erdoğan’ın bu konuda Cumhuriyet Halk Partisi’ni buraya çağıracak bir çıkışını görmedik. Adını vererek Cumhuriyet Halk Partisi’ne saldırıyor; ama sürece davet ettiği zaman “bütün partiler” diyor, “muhalefet partileri de” diyor ama Cumhuriyet Halk Partisi’ne yönelik doğrudan bir çağrısını ben şahsen görmedim. İleride yapar mı bilmiyorum ama yapmazsa, bu şekilde ‘‘Cumhuriyet Halk Partisi olsa da olur olmasa da olur’’ tutumunu sürdürürse, ‘‘Komisyonda salt çoğunluk olur, o da Cumhur İttifakı olur’’ çizgisini dayatırsa, ‘‘Cumhuriyet Halk Partisi bu komisyonda ve bu süreçte niye yer alsın?’’ sorusu ortaya çıkıyor.

Gerçekten burada bu kadar tarihi bir olayı Erdoğan’ın kendi iktidarının bekasını öncelemesi nedeniyle heder etme riskiyle karşı karşıyayız. Burada mesela şimdi ilk komisyon olayı gündeme geldiğinde 15 Temmuz sonrası yapılan mitinge — Yenikapı’ydı yanılmıyorsam — gönderme yapanlar oldu. Oraya Kılıçdaroğlu gitmişti, bir fotoğraf çekildi birlikte, hep beraber gittiler. Ki o tarihte HDP çağrılmamıştı, hatırlanacaktır. Ve o olaydan 4 ya da 5 gün sonra ya da bir hafta sonra Erdoğan tekrar CHP’yi FETÖ’cülükle şununla bununla suçladı ve kaldığı yerden bildiği gibi devam etti. Ama ilk anda o mitinge ihtiyacı vardı, o mitingde CHP’ye ihtiyacı vardı. Şimdi de böyle olduğunu söyleyenler var. Ama bu sefer 15 Temmuz sonrası CHP’yi çağıran, bizzat çağıran Erdoğan da yok. CHP’ye “Herkes gelsin, CHP de gelirse gelsin” muamelesi yapıyor. Ama kendisi de çok iyi biliyor ki CHP bu olayın içerisinde olmazsa, aktif bir şekilde olmazsa, bu olayın şekillenmesinde rol almazsa bu süreç çözümle falan sonuçlanmaz. Neden sonuçlanmaz? Bu tür çatışmalarda kamuoyu desteği çok önemli. Zaten insanlar kuşkuyla yaklaşırken birçok nedenle; kimisi PKK ile yaşanan geçmiş nedeniyle, kimisi Abdullah Öcalan nefretiyle, kimisi Erdoğan’a güvenmeme, şu bu birçok neden var. Bütün bunların yaşandığı bir yerde siz Türkiye’nin şu anda en önde olan partisini… Rakam olarak kamuoyu araştırmalarında kim kimden bir puan önde falan, bunların hiçbir anlamı yok. Bugün Türkiye’de AK Parti diye bir parti toplumda yok; ama Cumhuriyet Halk Partisi var. Haftada en az iki miting yapan ve sürekli bir yerden bir yere koşturan, cezaevlerinde, hastanelerde, şurada burada, polis merkezlerinde koşturan ve kalabalıkları toplayabilen bir CHP var. Ve bu CHP Türkiye’nin batısını, belediyelerinin neredeyse tümünü kontrol ediyor. Ve ülkenin batısı, ülkenin en önemli ekonomik, turizm, şu bu merkezi. Siz bu kesimi dışarı attığınız zaman neyi nasıl çözeceksiniz?

Burada hep çözüm süreçlerinde, bu çatışma çözümlerinde ‘‘güven arttırıcı önlemler’’ denir çatışan taraflar arasında. Mesela burada devletle örgüt arasında bu konuda birtakım adımlar atıldığı görülüyor. Öcalan merkezli birtakım tartışmaların yapıldığını görüyoruz. Ama burada Erdoğan CHP ile çatışmayı da işin içerisine dahil edince; hep vardı ama 19 Mart’tan sonra daha da belirgin bir şekilde dahil edince o çatışmayla bu çatışmanın çözümünü yapamazsınız. Hep söylediğim gibi; CHP ile savaşarak PKK ile barışamazsınız ve PKK’ya, Öcalan’a yönelik güven arttırıcı önlemler alırken CHP ile güven azaltıcı hamlelere devam edemezsiniz. Burada CHP güvenmemekte sonuna kadar haklı. Kendi stratejisidir bu, haklı haksız diyemeyiz, Erdoğan’ın böyle bir derdi yok gözüküyor. Ama böyle bir derdi olmamaya devam ederse bu iş yokuşa gider ve bunun sorumlusunun kim olduğunun — bence kim olduğu ortada ama — bir yerden sonra hiçbir anlamı kalmaz. Çünkü ülke çok kötü bir yere doğru gider. Öcalan diyor ya, “Devlet aklı. Devletle ben görüşüyorum” diyor. Devletteki kişiler, kimse onlar bilmiyorum, onlar Erdoğan’a ülkenin bekasının kendi iktidarının bekasından daha önemli olduğunu bir şekilde kabul ettirirlerse belki bir şeyler değişebilir. Ama bu gidişatta Erdoğan’ın bu CHP’yi yok sayan, hatta karşısına almaya devam eden tutumuyla bu işin başarı şansı her geçen gün maalesef azalıyor.

Peki kime ithaf ediyoruz? Genellikle hayatını kaybetmiş kişilere anılarını yâd etmek için ithaf ediyorum ama bugün yaşayan birisine, ama yaşlı, 81 yaşında bir oyuncu, Robert De Niro’ya ithaf ediyorum. Yani sevmeyen var mıdır bilmiyorum, ama tabii ki bizim kuşaklar için çok daha değerli bir isim. Şu anda ‘‘Avcı’’da görüyoruz. ‘‘Taksi Şoförü’’ göreceğiz. Evet, ‘‘Taksi Şoförü’’ çok acayip bir filmdi. ‘‘We Are the People’’, ‘‘Biz halkız’’ rozeti taşıyor. ‘‘Kızgın Boğa’’ filmi… Komedi filmleri de var. Ama ben en çok tabii ki Robert De Niro’nun siyasi yönü güçlü olan ya da daha gerilim filmi gibi olan filmlerini daha çok seviyorum ama kendisini çok seviyorum. Gerçekten çok büyük birisi. Kendisine saygılarımı dile getiriyorum ve daha uzun ömürler, daha yeni filmler ve son dönemde yaptığı gibi siyasi duruşunu muhafaza etmesini ve nasıl söyleyeyim, meydan okumayı bırakmamasını temenni ediyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.