En Kısa Konuşma, En Uzun Yankı: “Seni Başkan Yaptırmayacağız”
17 Mart 2015’te, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) o dönemki eş başkanı Selahattin Demirtaş, Türk siyasal hayatına etkisini hâlâ hissettiren önemli bir müdahalede bulundu. Meclis’te, partisinin grup toplantısında, parlamento tarihinin en kısa grup konuşmasında yaptığı konuşma sadece tek bir cümleden ibaretti ve o cümleyi üç kez tekrar etti: “Seni başkan yaptırmayacağız.”
Bu sözler, bilindiği gibi, dönemin başbakanı ve Haziran 2015 Seçimi’nde “güzellikle” 400 milletvekili hedefleyen Recep Tayyip Erdoğan’a yönelikti. Ancak bu tavır, yalnızca bir siyasi karşı duruş olarak anlamlandırılamazdı. Burada söz konusu olan bir yemindi.
Bu kısa konuşma, bilindik siyasi söylemin ve alışıldık meclis dilinin dışındaydı; doğrudan, kesin ve keskin bir taahhüttü. Sadece stratejik bir açıklamadan bahsetmek mümkün değil; Demirtaş’ın cümlesi en belirgin hatlarıyla bir yemindi. Söylendikçe anlamı derinleşiyor, bir direniş haline geliyordu. Ona tanıklık edenleri, duyanları taraf almaya zorluyordu. Bu türden yeminler yalnızca muhalefet etmekle kalmaz; siyasetin doğasına da müdahale eder, onu olağan akışının dışına çağırır, kurumsal siyasetin öngörülebilir ritmini bozar.
Siyasetin belirsizliği ile yeminin açıklığı
Yemin etmek, hele ki kamusal alanda, sadece bir durumu tarif etmek değil; konuşmanın sorumluluğunu ve yükünü doğrudan ve tüm sonuçlarıyla birlikte omuzlamaktır. Bu yönüyle bir savaş ilanına benzer: Nasıl ki savaş ilanı sadece mevcut durumu bildirmez, fiilen bir savaşı başlatır; yemin de yalnızca ifade etmez, gerçekliğe müdahale eder, onu yeniden belirler. Ancak yemin, aynı anda hem söyleyeni hem de duyanı doğrudan ilişkilendirir, taraf almaya iter.
Yani yemin, siyasal süreci dönüştürme kapasitesine sahiptir. Çünkü konuşan kişi artık yalnızca konuşmamış olur; kendisini söylediği şeye bağlamış olur. Bu, siyasetin alışıldık işleyişinde bir kırılma yaratır. Müzakere ve hesap kitap üzerine kurulu politik oyunun dışına çıkar.
Oysa bugün siyaset, “belki siyaseti” diyebileceğimiz bir zeminde işliyor gibi görünüyor. Bu tarz, bize beklememiz gerektiğini söyler. İhtiyatlı olunmalı, pazarlık yapılmalı, zaman zaman stratejik suskunluk tercih edilmelidir. Eğer dikkatli olursak, oyunu kuralına göre oynarsak, bir gün masaya çağrılacağımız ve bazı şeyleri değiştirebileceğimiz vaat edilir.
Hayatın olağan akışı müzakere etmeyi gerektirir elbette. Strateji hayat kurtarıcı olabilir. Ancak bütün politik varoluş bu zemine sıkıştığında, rotayı kaybetme riskiyle karşılaşırız. “Belki”ye fazlaca yaslanıldığında, ne uğruna mücadele edildiği masanın gölgesinde kalır. Hedef, ne söylediğimiz değil; yalnızca nerede durduğumuz, masada nerede oturduğumuz haline gelir.
Bitmeyen bir vaat: Gezi
Demirtaş’ın 2015’te dile getirdiği yemin, boşlukta söylenmedi. Bu yemin, büyük ölçüde 2013’teki Gezi Parkı direnişinin yankısıydı. Gezi, sadece bir parkı savunmanın ötesinde, birlikte yaşayabilmenin ve birlikte nefes almanın imkânı üzerine bir kavgaydı. Otoriterliğe karşı geniş bir kesimin kendiliğinden bir araya geldiği, farklılıkları içinde taşıyan kolektif bir direnişti: Türkler, Kürtler, Aleviler, çevreciler, emekçiler…
Gezi’yi anlamaya imkân veren birçok ikonik görüntü var elbette. Bunlardan biri özellikle dikkat çekici: Atatürk portresi taşıyan bir Türk bayrağı ile o dönemki Kürt siyasi hareketinin (BDP) bayrağını taşıyan iki protestocu, polis tazyikli suyundan birlikte kaçıyor. Aynı kimliğe sahip olmasalar da ortak bir dirençte birleşen insanların fotoğrafı bu.
Bu resim göstermektedir ki Gezi’nin vaadi hâlâ tamamlanmadı. Ama o an, başka bir siyasetin mümkün olduğuna dair güçlü bir işaretti: Yukarıdan değil, aşağıdan kurulacak bir siyasetin; kurumların değil, sokakta yan yana gelen insanların tahayyül ettiği bir geleceğin habercisiydi.
Medeni Yıldırım ve Gezi’nin birlikte yaşam vaadi
Gezi’nin vaadi, hikâyede sıklıkla unutulan isimleri de kapsar. Bunlardan biri, Diyarbakır’ın Lice ilçesinde askerî karakol yapımına karşı protesto sırasında öldürülen 18 yaşındaki Kürt genç Medeni Yıldırım’dır. Medeni’nin ismi, o dönemki direnişin basınında zaman zaman yer bulamadıysa da, Gezi’de hayatını kaybedenleri anlatan çizimlerde en sağ köşede yer alarak yine de belli belirsiz bir umudu gülümsemesiyle kayda alır.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Medeni’nin hikâyesi, Gezi’nin sadece İstanbul’dan ibaret olmadığını; sadece seküler öfkenin değil, devlet şiddetinin her türüne ve otoriterliğe karşı ortak bir mücadelenin de var olduğunu gösterir. Bu nedenle onun varlığı sadece sembolik değil, aynı zamanda birlikte yaşam olanağına dair politik bir işarettir.
Gezi’nin yankısı: Demirtaş’ın yemini
Selahattin Demirtaş, Gezi’nin ruhuyla parlamenter siyasetin kesişim noktasında duruyordu. HDP’nin seçim barajını aşarak Meclis’e girmesini sağlayan, Meclis’teki dili dönüştüren bir figürdü. Ama ondan da önemlisi, başka bir siyasetin mümkün olduğuna, birlikte bir gelecek inşa etmeye olan inancı temsil ediyordu.
Bugün hâlâ cezaevinde oluşu, onun temsil ettiği tehdidin yalnızca siyasi rakip olmaktan değil; yeminin yankısı nedeniyle oyunu/masayı bozabilecek biri olmaktan kaynaklandığını gösteriyor. Bu siyasal tahayyülü hatırlatması, bu vaadi gündeme getirmesi, iktidar için tüm kesimler adına hâlâ tehlikeli.
“Belki”nin bir adım ötesi
Bugün Türkiye’de muhalefet büyük ölçüde “belki siyasetine” sıkıştırılmaya çalışılıyor. Masanın neresinde, kimlerle oturulacağı, hangi adımların ne zaman ve ne tür bir sükunetle atılacağı her şeyin önüne geçiyor.
Ama Gezi ve Demirtaş’ın yemini bize hatırlatır ki, değişimin imkânı sadece dikkatli adımlarda değil; sözün dönüştürme gücündedir. Bazen yalnızca masaya oturmak değil, masanın nasıl kurulduğunu, neden kurulduğunu hatırlamak gerekir. Masanın varlığını mümkün kılan, bazen duyulması güç olsa da o yemine yeniden dönmek gerekir.
Yemini hatırlamak
Bu bir “müzakereye karşı çıkış” değil. Ama bir hatırlatma: Gezi’nin vaadi ve Demirtaş’ın ettiği yemin, hâlâ olduğu yerde duruyor. O yemin, birlikte yaşama, otoriterliğe karşı direnme ve aşağıdan bir gelecek kurma yeminiydi. Ve bugün, tekrar hatırlanmalı; siyasetin merkezine taşınmalıdır.
Tekrarlamak pahasına söyleyelim: Bugün ihtiyaç duyulan şey, müzakereyi tümden terk etmek değil; yemini hatırlamaktır. Strateji diliyle konuşurken bile, o yemini odada, masada tutmak gerekir. Siyasetin yalnızca hayatta kalmak değil, aynı zamanda dönüştürmek olduğunu yeniden savunmak gerekir.
Çünkü gerçek dönüşüm, ancak bu yemini hatırladığımızda mümkündür. O yemin hâlâ burada; görünmez şeytanlar aramaya gerek yok. Bitmemiş, kırılgan ama hâlâ ulaşılabilir.
*Bu yazıdaki fikirler, “Yerel Hükümet: Gültepe Özerklik Deneyimi” kitabının yazarı Turgay Gülpınar’la yapılan düşünsel bir alışverişin ürünüdür. Kendisine teşekkürü bir borç bilirim.