Ruşen Çakır, “CHP’nin çok zor kararı” başlıklı yayında, CHP’nin komisyona katılıp katılmama kararı etrafında yürüyen tartışmaları değerlendirdi ve CHP’nin sürece dahil olmaması halinde doğacak siyasi sonuçlara dikkat çekti.
Ruşen Çakır, CHP’nin TBMM’deki komisyona katılıp katılmama kararını değerlendirdiği yayında, partinin karşı karşıya olduğu siyasi açmazları yorumladı. CHP’nin süreci tartışıyor olmasının olumlu bir dinamizm barındırdığını belirten Çakır, diğer partilerin tartışmasız tutum aldığını hatırlattı. Bu durumun CHP’ye hem bir sorumluluk hem de risk yüklediğini vurguladı.
Komisyonun nitelikli çoğunlukla çalışması gerektiğini, aksi halde Cumhur İttifakı’nın salt çoğunlukla tüm kararları dayatabileceğini söyleyen Çakır, CHP’nin öneriyi sahiplenen taraf olarak komisyonda bulunmasının siyasi açıdan tutarlı olacağını savundu. Ancak partinin “Erdoğan’ın oyununa gelmek” ile “oyun dışında kalmak” arasında sıkıştığını ifade etti.
Öcalan: “CHP devleti savunuyorsa bu işin içinde olmalı”
Yayında Abdullah Öcalan’ın İmralı heyetine söylediği iddia edilen “Ben iktidarla değil devletle görüşüyorum, CHP bu işin içinde olmalı” sözlerine de yer verildi. Çakır’a göre, CHP içindeki kafa karışıklığı da tam bu noktada başlıyor: Devlet ile iktidar arasında ayrım yapılıp yapılmadığı sorusu, parti içinde farklı değerlendirmelere yol açıyor.
Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu’nun zaman zaman Devlet Bahçeli’yle ilgili olumlu sinyaller verdiğini hatırlatan Çakır, bu tutumun bazı kesimlerde tepkiyle karşılandığını da belirtti. Buna karşın, CHP’nin komisyonda yer almaması halinde, Kürt seçmen nezdinde bir kırılma yaşanabileceği uyarısında bulundu.
“Kürt hareketi figüran değil, aktördür”
CHP’nin sürece dahil olmamasını savunan çevrelerin Kürt hareketini ve seçmenini yeterince tanımadığını savunan Çakır, “Kürtlerle eşit bir tartışma zemini kurulmadığı sürece öneriler eksik kalır” dedi. CHP’nin, büyükşehirlerdeki başarısında Kürt seçmenin rolüne dikkat çeken Çakır, sosyal demokrat bir partinin bu ilişkiyi önemsemesi gerektiğini vurguladı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. Günlerdir CHP ve komisyon konuşuyoruz. Bugün ya da yarın en geç saat 17.00’ye kadar CHP kararını açıklayacak, komisyona girip girmeyeceğine dair. Beklentisi burada öncelikle nitelikli çoğunluk aranacak olması, yani salt çoğunluk olmamasını talep ediyor CHP. Ayrıca bunun demokrasiyi de bir şekilde içermesi gerektiğini, başlığında, komisyonun adında mesela demokrasinin de geçmesini istiyor. Ama esas kritik nokta nitelikli çoğunluk meselesi. Aksi takdirde salt çoğunluk olursa zaten dağıtılan komisyon üyelikleriyle Cumhur İttifakı her istediği şeyi kolaylıkla oradan geçirebilecek. CHP komisyona önerisinin sahibi olarak kendini görüyor ve yer almak istiyor.
Kendisi olmadan komisyonun anlamı olmayacağını da kabul ediyor ama oyuna da gelmek istemiyor. Dün bunu izleyicilerle de konuştuk. Ortada çok yoğun bir tartışma var CHP üzerinden. Bu aslında iyi bir şey. Tabii ki zor bir şey ama iyi bir şey. Çünkü bu konuyu tartışan tek parti şu anda CHP. Yani birileri açık bir şekilde ‘‘yokuz’’, birileri açık bir şekilde ‘‘varız’’ dedi hiçbir tartışma yapmadan. Mesela MHP, AK Parti böyle. Zafer Partisi, İYİ Parti karşısında yer alıyor. CHP tartışıyor. Bu aslında bir dinamizm, iyi bir şey. Ama tabii ki bu tartışma sağlıklı bir şekilde gelişmezse CHP’nin zararına olur. Olayın bir yönü bu.
İkinci yönü de birkaç gündür özellikle sosyal medya üzerinden CHP’ye komisyona katılmama yolunda baskı yapılıyor. Çağrıda bulunuluyor diyelim. Bunların bir kısmı tabii ki Zafer Partisi, İYİ Parti çizgisindeki kişiler. Bir kısmı da CHP’ye angaje oldukları belli olan ama burada bir Erdoğan oyunu olduğunu gören kişiler ve baştan itibaren CHP’nin buna mesafeli olmasını, buna alternatif birtakım politikalar geliştirmesini söylüyorlar.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Fakat ortada Abdullah Öcalan’ın merkez alındığı bir süreç varken ve bunu devletin ilgili birimleri, başta Millî İstihbarat Teşkilatı olmak üzere, yürütürken CHP nasıl başka bir alternatif bir şey geliştirebilir? Çünkü çok somut bir şey konuşuluyor: PKK’nın silahı bırakması ve kendini feshetmesi. Bunun Suriye ayağı da var, bir şekilde İran ayağı da var, Irak ayağı da var. Ama esas olarak silah bırakma ve bir defterin kapanması meselesi var. Ve burada esas olarak tabii ki örgütün ve örgütün lideri olan Öcalan’ın muhatabı devlet. İşte dananın kuyruğu orada kopuyor. Öcalan kendisiyle görüşmeye gelen İmralı Heyeti’yle yaptığı görüşmelerin — onların bazılarının tutanakları sızdı biliyorsunuz — hepsinde ısrarla şunu söylüyor: ‘‘Ben iktidarla görüşmüyorum, devletle görüşüyorum. Benim işim iktidarla değil devletle. Ve dolayısıyla bu bir devlet politikası. Henüz tam anlaşmış değiliz’’ diyor ama bir de diyor ki, ‘‘CHP muhakkak olmalı. Çünkü CHP devleti savunuyor. Devleti savunuyorsa bunun içerisinde olmalı’’ diye bir vurgusu var. Ama CHP içerisinde devletle iktidar arasında bir ayrım olup olmadığı konusunda kafalar karışık. Birçok kişi Erdoğan’ın her şeyi kontrol ettiğini, bu süreci de baştan sona kontrol ettiğini ve bu süreci de aslında kendi siyasi ikbalı için, Ekrem İmamoğlu’nun söylemiş olduğu, bana röportajda söylemiş olduğu otoriterliği ebedileştirmek için kullanacağını düşünüyorlar.
Onların gözünde bir devlet ve iktidar ayrımı yok. Ama gerek Ekrem İmamoğlu’nun gerek Özgür Özel’in değişik zamanlarda yaptığı birtakım açıklamalarda onların, devlet iktidar mı o ayrı bir şey ama, mesela bir Devlet Bahçeli ile Tayyip Erdoğan arasında farklılıklar olduğu önermesini ciddiye aldıklarını görüyoruz ve değişik vesilelerle Bahçeli’ye bir tür çiçek uzattıklarını görüyoruz. Yine İmamoğlu’nun kendisiyle yaptığım röportajda Bahçeli sorusuna verdiği cevapta bunların izlerini görmek mümkün. Hatta birileri bu yüzden Ekrem İmamoğlu’na da kızdı. “Ne farkı var Bahçeli ile Erdoğan’ın?” dedi. Her neyse.
Şimdi böyle bir aşamada CHP. Gerçekten Erdoğan’ın oyununa gelebilir; ama Erdoğan’ın oyununa gelmeyeceğim diye oyun dışı da kalabilir. Şunu düşünüyorum: Bence CHP komisyona girmeli. Ağırlığını koymalı. Orada diğer partilerle bir tür uyum yakalamaya çalışmalı, başta DEM ve kısmen MHP ve diğer küçük partilerle. Bir şekilde ağırlığını koymalı. Bu tartışmalara olabildiğince damga vurmaya çalışmalı. Ama bu arada tabii ki komisyon bir aldatmaca olabilir. Erdoğan komisyonu öyle görmek istiyor olabilir. Komisyon ne tartışırsa tartışsın daha önceden hazırlanmış birtakım kararların empoze edilmesini istiyor olabilir.
Bunlar tabii ki var. Bunlara karşı da tetikte olup bunları, böyle girişimleri de kamuoyuna bir şekilde deşifre etmek gibi bir pozisyon üstlenebilir. Bir diğer seçenek de biliyorsunuz, belli bir aşamada eğer komisyonun zaten artık hiçbir şekilde işe yaramayacağı ortaya çıkarsa CHP kalkabileceğini söylüyor. “Nasıl girdiysek öyle çıkmasını biliriz” dedi Özgür Özel. O da ileride söz konusu olabilecek bir ihtimal. Fakat baştan girmediği takdirde CHP, baştan “yok” dediği takdirde kendisini Zafer Partisi, İYİ Parti gibi partilerin yanında ve hatta onların gerisinde konumlandırır. Ve şu da çok önemli: CHP’nin Kürt seçmenle bir ilişkisi var, oy alıyor. Yani bir İYİ Parti’nin, Zafer Partisi’nin böyle bir derdi yok. Ama baştan komisyona şu ya da bu gerekçeyle karşı çıktığı zaman CHP, Kürt seçmende bir kırıklık yaratacaktır. Şimdi bunu diyenler “Kürt seçmene anlatılır” falan diyor ama bu işler öyle kolay işler değil. Nasıl anlatacaksınız? Ne diyeceksiniz? Tamam, diyelim ki, ‘‘Evet, biz şu şu nedenlerle koptuk, girmedik komisyona’’ dediler. ‘‘Peki, ne yapıyorsunuz? Peki PKK’nın silah bırakması konusunda ne yapıyorsunuz?’’ dendiğinde, ‘‘İzliyoruz,’’ o kadar.
Hâlbuki burada CHP’nin bu seçmenle ilişkisini iyi tutması lazım ve zaten sosyal demokrat iddialı bir parti ise bu konuda diğer partilere göre daha hassas olması gerekiyor. Özellikle büyükşehirlerde kazanılan belediye başkanlıklarında Kürt seçmenin — bazı yerlerde kent uzlaşısı yapıldı, bazı yerlerde yapılmadı, hiç fark etmiyor — çok ciddi bir şekilde oyunu aldığını biliyoruz CHP’nin. AK Parti adayı kazanmasın diye kent uzlaşısı olmasa da CHP’ye oy veren çok sayıda Kürt seçmen var, DEM Parti seçmeni var. Bir de şu var: Özellikle eski kuşak, batıda yaşayan Kürtlerin içerisinde zaten bir CHP geleneği de var; ama onlar da süreç içerisinde Kürt kimliğini çok daha içselleştirdikleri için daha dikkatli davranıyorlar ve daha eleştirel davranıyorlar. Sonuç olarak burada… Biliyorum şimdi yine birileri diyecek ki, “manipüle ediyor insanları.” Benim söylememle kimsenin karar alacağı falan yok.
Herkes burada görüşünü söylüyor. Ama şunu söyleyeyim: Yıllardır Kürt hareketini takip etmeye çalışan bir gazeteci olarak özellikle CHP’ye sürece mesafeli olmasını önerenlerin yaptıklarının Türkiye’deki Kürt realitesi ve Kürt hareketi realitesiyle hiçbir alakası olmadığını özellikle vurgulamak istiyorum. Özellikle vurgulamak istiyorum. Kürt hareketini, Öcalan’ı, Kandil’i, şu anki adıyla DEM Parti’yi ve bu hareketin tabanını, bu harekete mesafeli olmakla birlikte Kürt sorununun çözümüne kendini angaje eden Kürtleri tanımadıklarını ve, kusura bakmasınlar ama, onlara fazla yukarıdan baktıklarını, ne deniyor; üstenci bir şekilde baktıklarını söylüyorum. Eşit olmaya çalışsınlar. Kürtlerle aynı düzeyde olduklarını, en azından aynı düzeyde olduklarını kabul edip onlarla eşit bir diyalog ve eşit bir tartışma içerisine girmeyi denesinler. Aksi takdirde yapılan bütün önermeler, geliştirilen bütün tezlerde bir Kürt hareketini, Kürt realitesini ve Kürtleri ikinci plana alma, onları, daha önce söylemiştim, aktör değil figüran olarak görme yanlışı var. Neyse, bakalım ne olacak? CHP ne karar verecek? Her hâlükârda kritik bir karar olacak. Artıları ve eksileriyle bütün seçenekler masada. Ama tekrar söylüyorum, benim düşüncem CHP’nin masaya oturması, komisyonda olması, etkili bir şekilde varlık göstermesi ve hep dile getirdiği o şeffaflık konusunda kamuoyunun taleplerini yerine getirmesi.
Bugünkü yayınımı kime ithaf ediyorum? İşte demin dedim ya, Kürt hareketine, Kürt siyasetine, Kürtlere böyle yukarıdan bakma, onlara yukarıdan bakma diye… Bu yayını, Kürt hareketi içerisinde tanıdığım en saygın isimlerden birisi olan Doktor Tarık Ziya Ekinci’ye ithaf etmek istiyorum. Kendisiyle tanışma imkanım oldu, sohbet etme imkanım oldu. Geçen yıl Ağustos ayında 99 yaşında hayatını kaybetti Tarık Ziya Ekinci. Kendisi doktor, dahiliye mütehassısı. İstanbul Tıp Fakültesi, ardından Fransa’da yüksek lisans, daha doğrusu ihtisas yapmış ve 60’lı yıllarda Türkiye İşçi Partisi’nden milletvekili seçilmiş Liceli bir Kürt ve hep Kürt kimliğine sahip çıkmış bir isim. Aynı zamanda sosyalist bir isim. Çok mücadele verdi, çok sıkıntılar yaşadı, aynı zamanda mesleğini de sürdürmeye çalıştı. Ama esas olarak biz onu siyasetçi ve aydın kimliğiyle biliyoruz. Dediğim gibi geçen sene 99 yaşında hayatını kaybetti. Kendisini saygıyla anıyorum ve bugünleri görmeyi çok isteyeceğini de biliyorum. Çünkü Tarık Ziya Bey başından beri silah konusunda hep eleştirel, mesafeli olmuş bir Kürt aydınıydı ve bugün silahların bırakılacak olma ihtimalinden herhâlde çok mutlu olurdu. Tekrar kendisini saygıyla anıyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.