Ruşen Çakır yorumladı: Devletin diyaneti ➜ erkeklerin diyaneti ➜ erkeklerin devleti

Erdoğan Diyanet

Ruşen Çakır, “Devletin diyaneti ➜ erkeklerin diyaneti ➜ erkeklerin devleti” başlıklı yayınında Diyanet’in son hutbelerinde kadınlara yönelik ifadeleri yorumladı, “Kadınların kazanımlarına çok cüretkar ve acımasız bir saldırı söz konusu” dedi.

Son haftalarda Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanan cuma hutbeleri, kadınların toplumsal ve hukuki kazanımlarını hedef alan ifadeler nedeniyle geniş tartışmalara yol açtı. Ruşen Çakır, mirasta eşit paylaşımı “kul hakkı yemek” olarak tanımlayan çıkışın Cumhuriyet’in 100 yılı aşkın süredir sağladığı bir kazanımı tehdit ettiğini vurguladı. Çakır, “Cumhuriyet’le birlikte kadınlar erkeklerle eşit miras hakkına kavuştu. Diyanet ise bunu kul hakkı olarak niteliyor. Bu, kadınların kazanımlarını ellerinden alma çabasıdır” dedi

“Diyanet erkeklerin diyanetine dönüştü”

Çakır, Diyanet’in kuruluş amacına rağmen günümüzde siyasi iktidarın söylemlerini aktaran bir yapıya dönüştüğünü belirtti. Özellikle mevcut başkan Ali Erbaş döneminde hutbelerin, kadın-erkek eşitliğini dinamitleyen bir dile kaydığını ifade eden Çakır, “Cuma hutbeleri erkeklere hitap ediyor, erkeklerin hoşuna giden şeyler söyleniyor. Böylece diyanet erkeklerin diyanetine, devlet de erkeklerin devletine dönüşüyor” diye konuştu.

Çakır, iktidarın geçmişte kadınların desteğiyle güç kazandığını hatırlatarak, “Belediyeleri kadınların desteğiyle kazandılar, referandumlarda kadınların desteğini aldılar. Ama bugün kadınların beklentilerine cevap vermemekle kalmıyorlar, haklarını geri almaya çalışıyorlar. Bu, alçakça bir saldırıdır” dedi

Genç kuşak kadınların tepkisi

Dindar ailelerin genç kadınlarının bu tabloya daha bilinçli yaklaştığını belirten Çakır, “Yeni kuşak kadınlar, dini kuralları dayatma girişimlerine daha eleştirel bakıyor. Erdoğan ve AK Parti, aslında kendi dayandıkları dalı kesiyorlar” ifadelerini kullandı. Çakır, kadınların kazanımlarına yönelik saldırıların sadece kadınların değil tüm toplumun karşı durması gereken bir mesele olduğunun altını çizdi

Ruşen Çakır, yayını ünlü oyuncu Gena Rowlands’a ithaf etti. Çakır, Rowlands’ın Türkiye’de çok bilinen bir isim olmadığını belirterek, sinema tarihine damga vurmuş filmlerine dikkat çekti.

Çakır, “Gloria diye bir filmi vardı, orada da çok etkilenmiştim. ‘Aşk Irmakları’ eşi John Cassavetes’in çektiği bir filmdi. Zaten dikkat çeken filmlerinin bunlar olduğunu düşünüyorum. Kocasıyla beraber yaptığı filmler gerçekten çok çarpıcıydı” dedi.


Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. Diyanet İşleri Başkanlığı, biliyorsunuz, Türkiye çapında cuma hutbelerini merkezden yapıyor ve bunlar okunuyor. 1 Ağustos günü okunan hutbede kadınların giyimine yönelik sözler vardı ve hatta Medyascope yazarı, İslami feminist diyelim, Berrin Sönmez, orada kadınların kamusal alanda başörtüsüne zorlanma ihtimalini gördüğü için – ki haklı bir kaygıydı – başını açma kararı vermişti ve bayağı da bu tartışıldı. İki hafta sonra, yani geçen cuma günü yapılan hutbede yine kadınlar hedef alındı. Bakalım neydi olay? Kul hakkından bahsediyor. Kul hakkından bahsederken yaşam hakkından ve Gazze’den bahsediyor. Bunlar güzel ama sonra ne alâkası varsa, “Karşılıklı rıza olmadan Yüce Rabbimizin koyduğu miras ölçüsünü değiştirmek ilâhi adalete aykırıdır. Dolayısıyla kişinin kız çocuklarını mirastan mahrum bırakması, kız çocuklarının da Allah’ın takdir ettiği hakka razı olmaması kul hakkıdır” diyor. Buradaki husus nedir? Normalde erkek çocuk daha fazla alır, ‘‘İslam’da böyle deniyor’’ diyorlar ve Türkiye Cumhuriyeti’nde medeni kanunla beraber, cumhuriyetle beraber kız ve erkek çocukların eşit haktan istifade ediyor olmasını kul hakkı yemek olarak tanımlıyor Diyanet İşleri Başkanlığı.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Cumhuriyetin 100. yılını bile geride bıraktık. Böyle büyük bir kazanımı, kadınların kazanımı ama aslında tüm Türkiye’nin kazanımını böyle ucuz bir şekilde bir de kul hakkı yemek gibi bir şeyle… Kimin hakkını yiyormuş kız çocuğu? Erkek kardeşinin mi hakkını yiyormuş? Nasıl yiyormuş? Ve düşünün, bu ülkede kul hakkı denince akla gelebilecek onlarca, yüzlerce şey varken kimsenin aklına gelmeyecek bir hususu Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tüm Türkiye camilerinde okunacak şekilde Türkiye’nin gündemine soktuğunu, sokmak istediğini görüyoruz. Şimdi, ‘‘der’’ deyip geçemeyiz. Türkiye’de yakın bir zamanda İstanbul Sözleşmesi’ni de iptal etti iktidar ve şimdi de yine kadınlara yönelik, kadınların kazanımlarını ellerinden almaya yönelik birçok şey yaşandı. Bazıları gerçekleşti ve şimdi de yeni tezgâh, öyle diyelim, çocukların, kız çocuklarının mirasta eşit hakka sahip olması, “Siz kul hakkı yiyorsunuz, erkek kardeşlerinizin hakkını yiyorsunuz” gibi uyduruk bir gerekçeyle ellerinden alınmak istenecek.

Buradan bir şey çıkmaz, demeyin çünkü Diyanet devletin bir kurumu. Diyanet Türkiye’de ilk başta laikliğin gereği diye kurulmuş ve dinî hayatın, özellikle camilerde yaşanan dinî hayatın devlet eliyle kontrol edilmesini hedefleyen bir kurum. Yıllarca tartışılmış, edilmiş. Diyanet’in devletten bağımsız olduğunu savunanlar var, Diyanet’in kapatılması gerektiğini savunanlar var. Diyanet’in sadece Sünnî ve Sünnîliğin de Hanefî kolunun inancını temel aldığını ve diğerlerini dışladığını, onların da temsil edilmesi gerektiğini savunanlar var. Bir dizi tartışma var. Zamanında arkadaşlarımla beraber TESEV’de Diyanet İşleri ile ilgili bir çalışma yapmıştık 2004 yılında, ‘‘Şeffaf, sivil bir Diyanet mümkün mü?’’ diye. Olamayacağı sonucu ortaya çıktı. O çalışmayı yaptığımız zaman da gördük ki Türkiye’de Diyanet’in özerk olması ya da kapatılması toplumun büyük kısmı tarafından istenen bir şey değil. Toplum da bunu içselleştirmiş durumda. Yani devlet Diyanet eliyle toplumu kontrol ediyor, dinî hayatını kontrol ediyor ve oradan birtakım şeyleri, ideolojik şeyleri, siyasî şeyleri Diyanet eliyle, en azından hutbeler eliyle insanlara aktarıyor.

AK Parti iktidarının ilk Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu ve ardından gelen Mehmet Görmez bu konularda çok daha temkinliydiler. Ama Ali Erbaş’la beraber bambaşka bir yere doğru evrildik. Ali Erbaş, açık söylemek gerekirse, Ali Bardakoğlu’nun, Mehmet Görmez’in bu konulara vâkıflıklarını biliyoruz, onların çok uzağında birisi. Daha kendi hâlinde diyelim. O da profesör titrine sahip ama kendi hâlinde biri. Ama onların yapmadığı, dokunmak istemediği hassas konulara çok rahat bir şekilde giriyor. Buna da girmesinin nedeni tabii ki devletten aldığı destek ve belki de devletin yönlendirmesi. Yani kimin kimi yönlendirdiğini, ne kadarını başkanın kendisi yapıyor, ne kadarı siyasî iktidar tarafından kendisine dayatılıyor; bunları bilmenin imkânı yok, çok da önemi yok çünkü böyle bir şeyi Erdoğan’a rağmen yapabilmesi mümkün olamaz. Onu özellikle vurgulamak lazım.

Şimdi, devletin bir Diyaneti var ve Diyanet Türkiye’de toplumun hepsine sahip çıkan bir perspektife sahip değil. Hele son dönemde Ali Erbaş’la birlikte olay tamamen ‘‘erkeklerin diyaneti’’ne döndü. Cuma namazlarına, biliyorsunuz, kadınlar pek katılmazlar, katılamazlar. Böyle bir gelenek var ve erkek erkeğe kılınan bir namazdır Türkiye’de cuma namazları büyük ölçüde. Siz şimdi cuma hutbesini kime hazırlıyorsunuz? Erkeklere hazırlıyorsunuz, erkeklerin hoşuna giden şeyler söylüyorsunuz. Kadınlara karşı Türkiye’de cumhuriyetin esası olan, olması gereken kadın erkek eşitliğini Diyanet sürekli olarak dinamitlemekle meşgul ve bunu yaparken de tabii ki esas olarak erkeklere hitap ettiğini bildiği için yapıyor. Ve sonuçta Diyanet devletin olunca ve Diyanet erkeklerin olunca, bu devlet de aslında erkeklerin devleti oluyor. Bunu kabul edelim. Aksi takdirde ses çıkardı, aksi takdirde ayar verilirdi. Ama istediği şekilde Diyanet böyle erkeklerin hoşuna gidecek, kadınları rahatsız edecek ama ‘‘Nasıl olsa kadınlar seslerini çıkaramaz, etkili olamaz çünkü Türkiye’de hayatı, siyaseti erkekler belirliyor’’ perspektifiyle bunu yapıyor.

Ama bu işin öyküsünü eğer birazcık biliyorsanız, Millî Görüş Hareketi’ni, Refah Partisi’ni, Adalet ve Kalkınma Partisi’ni birazcık biliyorsanız, bu hareketlerin aslında kadınlar sayesinde, onların da katkısı değil, sayesinde gerçekten buralara geldiğini, iktidara gelebildiğini görmeniz lazım. Belediyeleri kadınların sayesinde kazandılar, Meclis seçimlerini kadınların sayesinde kazandılar. Girdikleri referandumlarda kadınların desteğiyle kazandılar. Ama bunu yaparak, kadınların elinden iktidara gelerek, kadınlar sayesinde iktidara gelerek ilk fırsatta yaptıkları, kadınların beklentilerine cevap vermemek hatta tam tersine ellerindekini almak oldu. Böyle bir sirkülasyon içerisindeyiz ve bu sirkülasyona içeriden tepki vermelerini beklemek birazcık naiflik oluyor. Fakat şunu özellikle söylemek lazım; dindar ailelerin çocukları, yeni kuşaklar, özellikle genç kadınlar bu konuda çok daha farklılar, çok daha bilinçliler. Ve siyasî iktidar, Erdoğan, AK Parti böyle dinin birtakım artık çoktan aşılması gereken sözüm ona ilkelerini, kurallarını, vesairelerini kadınlara dayatmaya kalkarak aslında kendi bindikleri dalı kesiyorlar. Fakat şu anlamda baktığımız zaman gerçekten kadınların kazanımlarına yönelik çok cüretkâr ve çok acımasız ve çok açık söylemek gerekirse alçakça bir saldırı söz konusu. Buna öncelikle kadınların ama tüm toplumun, herkesin karşı durması gerekiyor.

Bugün yayını bir kadına ithaf etmek istiyorum, bir oyuncu, Gena Rowlands’a ithaf etmek istiyorum. Gena Rowlands’ın aslında Türkiye’de çok bilindiğine emin değilim. İllaki birtakım filmlerini izlemişsinizdir, gözünüze çarpmıştır. Bu, çok yaşlı hâli. Geçen sene 94 yaşında hayatını kaybetmiş. Tam bir yıl önce diyebiliriz, 14 Ağustos’ta hayatını kaybetmiş. ‘‘Gloria’’ diye bir filmi vardı, orada da çok etkilenmiştim. ‘‘Aşk Irmakları’’ eşi John Cassavetes’in çektiği bir filmdi. Zaten dikkat çeken filmlerinin bunlar olduğunu düşünüyorum. Yani kocasıyla beraber yaptığı filmler gerçekten çok çarpıcıydı. Kocası kendisinden çok daha erken öldü. Gena Rowlands daha sonra yine film çekmeye devam etti ve sonunda hayatını tabii ki o da herkes gibi kaybetti. Çok değerli bir sanatçıydı, siyasî olarak da bir duruşu vardı. Sonuçta geride bıraktığı çok güzel filmlerle, hatıralarla ve benim yıllar sonra kendisine burada kısa da olsa bir yayını atfetmemle, ithaf etmemle yaşamını aslında sürdürüyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.