Transatlantik: Katar’a İsrail saldırısı | Suriye’de neler oluyor?

İsrail, Katar’ın başkenti Doha’da Hamas liderlerini hedef alan bir hava saldırısı düzenledi. Ruşen Çakır, Gönül Tol ve Ömer Taşpınar Transatlantik’in Katar’a İsrail saldırısı | Suriye’de neler oluyor? başlıklı videosunda yorumladı.

Doha’nın merkezinde gerçekleşen saldırı, İsrail ile Hamas arasındaki müzakerelere ev sahipliği yapan Katar’ın güvenliğini doğrudan hedef aldı. Saldırıda altı kişinin öldüğü, üst düzey Hamas yöneticilerinin ise saldırıdan kurtulduğu bildirildi. İsrail’in “bağımsız bir operasyon” olarak tanımladığı saldırı, ABD’nin bölgedeki en büyük üssünün bulunduğu Katar’da uluslararası kriz yarattı.

Saldırı nasıl gerçekleşti?

Öğle saatlerinde Doha’da art arda patlamalar duyuldu, Katara bölgesinde dumanlar yükseldi. Görüntülerde Woqod benzin istasyonu yakınındaki bir kompleksin ağır hasar aldığı görüldü.

İsrail ordusu, “Hamas’ın üst düzey liderlerini” hedef aldığını açıkladı. İsrail basınına göre saldırı 15 savaş uçağıyla gerçekleştirildi ve tek bir hedefe 10 mühimmat atıldı.

Kimler hayatını kaybetti?

Hamas, Doha’daki müzakere heyetinin saldırıda hedef alındığını ancak kurtulduğunu açıkladı.

Saldırıda altı kişi hayatını kaybetti. Hayatını kaybedenler arasında Hamas müzakerecisi Halil el-Hayya’nın oğlu Humam el-Hayya ve yardımcısı Cihad Labad bulunuyor. Ayrıca Katar güvenlik güçlerinden Badr Saad Mohammed el-Humaidi’nin de yaşamını yitirdiği bildirildi.

Hamas, saldırının “Netanyahu’nun barış anlaşması istemediğini” kanıtladığını savundu.

ABD saldırıdan haberdar mıydı?

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun ofisi saldırının “tamamen bağımsız bir operasyon” olduğunu duyurdu.

Beyaz Saray ise operasyonun hemen öncesinde bilgilendirildiğini açıkladı. ABD Başkanı Donald Trump, sosyal medya hesabından, “Bu karar Netanyahu’ya ait, bana değil” dedi.

Daha sonra yaptığı açıklamada “Hiç de mutlu değilim” ifadesini kullanan Trump, Doha’ya uyarı gönderdiklerini ancak bunun saldırıyı durdurmak için “çok geç” olduğunu söyledi.

Hamas-İsrail müzakerelerine etkisi ne olacak?

Katar uzun süredir İsrail ve Hamas arasında arabuluculuk yürütüyor. Geçtiğimiz günlerde Hamas, ABD’nin sunduğu ateşkes önerilerine “bazı olumlu unsurlar” içerdiğini söylemişti. Ancak saldırının ardından Hamas, İsrail’i anlaşma istememekle suçladı.

Gözler şimdi, BM Güvenlik Konseyi’nde yapılacak acil toplantıya çevrildi.

Transatlantik: Katar'a İsrail saldırısı | Suriye'de neler oluyor?
Transatlantik: Katar’a İsrail saldırısı | Suriye’de neler oluyor? – Ruşen Çakır, Gönül Tol ve Ömer Taşpınar değerlendiriyor

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Herkese iyi günler. ‘Transatlantik’le karşınızdayız. Bu hafta tam kadroyuz. Washington’da Gönül Tol ve Ömer Taşpınar’la birlikte dünyayı ve tabii Türkiye’yi de konuşacağız. Arkadaşlar merhaba.  

Ömer Taşpınar-Gönül Tol: Merhaba Ruşen. 

Ruşen Çakır: Gönül sen en son yayınımızda yoktun, önce seninle ve Katar olayıyla başlayalım. İsrail’in Katar’da Hamas liderlerine yönelik saldırısı çok ciddi bir olay. Katar bir yandan İsrail ve Hamas arasında yapılan müzakerelere ev sahipliği yapıyor ve şimdi böyle bir saldırı oldu. Bir diğer husus, ABD’nin bundan haberdar olup olmadığı. ‘’Katar’da Amerikan Ordusu var, niye Katar’a yardım etmedi?’’ gibi bir dizi soru var. Bir diğer soru, artık Katar müzakerelere ev sahipliği yapmayacağa benziyor, durum ne olacak, Hamas liderleri nereye gidecek? Hatta Türkiye’nin adını telaffuz edenler de var. Ne dersin? 

Gönül Tol: Öncelikle Amerika haberdar mıydı değil miydi sorusuyla başlayalım. Amerika’nın haberdar olmamasına imkân yok. Katar’daki El Udeid Hava Üssü Amerika’nın Ortadoğu’daki en büyük üssü.  Katar çok önemli bir Amerikan müttefiki, milyarlarca dolarlık savunma işbirliği söz konusu. Netanyahu Amerika’ya haber vermeden böyle bir şey yapmaya cesaret edemez, Trump’a haber vermeden böyle bir operasyona yelteneceğini düşünmüyorum. 

İkincisi, Katar ve Körfez ülkeleri açısından bu ne anlama geliyor meselesi var. Aslında bölge otokratları, buna Erdoğan da Putin de dâhil, Trump’ın seçilmesinden sonra çok mutlu olmuşlardı. ‘’Artık Trump Amerikan Başkanı ve bizim ajandamıza destek verecek’’ diye düşünmüşlerdi. Her otokrat kendi açısından kendi ülkesiyle ilişkisinde yeni bir sayfa açılacağını ümit etmişti. Körfez ülkeleri Trump’ın ilk seçildiği dönemde de bunu beklemişti. Trump’ın birinci başkanlık döneminde de benzer bir iyimserlik içerisindeydi. Bugün geldiğimiz noktada Trump o kadar çok hayâl kırıklığı yarattı ki. Mesela Körfez ülkeleri açısından Trump’a dair hayâl kırıklığı 2019 yılında oldu. 2019’da ne olmuştu? İran, Suudi Arabistan’ın en büyük petrol tesislerini vurmuştu ve bunun üzerine Suudi Arabistan, Amerikan desteğini talep etmişti. Fakat Trump onları tatmin edecek ölçüde net bir yanıt vermemişti. Bu hayâl kırıklığı aslında bölgede bu Körfez ülkelerinin bölgeye dair stratejilerini değiştirmelerine sebep olmuştu. Trump’ın vermediği yanıttan anladıkları, çıkardıkları ders neydi? ‘’Trump’a güvenemeyiz, Amerika’ya güvenemeyiz. Zaten Obama da ‘Bölgeden çekileceğiz’ diyordu. Şimdi Trump da bölgeden çekileceğini söylüyor. O nedenle başımızın çaresine bakmamız gerekiyor. İran konusunda da yeni bir strateji belirlemek zorundayız.’’ Ne yapıldı?  Bu ülkeler İran’la diplomatik ilişkileri normalleştirdiler. Türkiye’de dahil, bölgede bütün bölge ülkeleriyle normalleşmeye gittiler. 

Gelelim bugüne, Trump’ın ikinci başkanlık dönemine. Yine beklentiler çok yüksekti. Trump ilk ziyaretini Körfez’e yaptı. Mümkün olduğu kadar ekonomik yatırımlar, ticari ilişkiler, savunma ilişkileri pekiştirilecek dediğinde, o ilk ziyaretten sonra beklentiler yine tavan yaptı. Fakat bugün geldiğimiz noktada o günden bu yana neler oldu? Bir kere Gazze konusunda Trump’ın Netanyahu’yu frenlemek için hiçbir adım atmaması, her şeyden önce bu ülkeler için sıkıntı yarattı. Bu liderler Filistin mevzusunu çok kafaya taktıkları için değil ama mesela Suudi Arabistan Muhammed bin Salman “Benim için önemli değil Filistin meselesi. Fakat genç bir nüfusum var ve bu nüfus Filistinlileri, orada ölen Gazzelileri önemsiyor. O yüzden ben de bunu önemsemek zorundayım” dedi. Birinci hayâl kırıklığı Netanyahu’nun Gazze’de yaptıklarını frenlememesiydi. 

İkincisi İran saldırısı. İran tam müzakerelere oturmak üzereyken, birkaç gün öncesinde İsrail saldırdı. İlk Trump yönetimi döneminde Körfez ülkeleri İran’a bir saldırıdan mutlu olabilirlerdi. Fakat 2019’dan bu yana, bahsettiğim sebeplerle bambaşka bir İran stratejisi politikası geliştirdiler. O nedenle İran’ı daha angaje eden, mümkün olduğu kadar diplomatik enstrümanları kullanan bir Amerikan politikasını desteklemeye başladılar. Trump’ın İran’la yürüttüğü müzakereleri de destekliyorlardı ve tam bir sonraki müzakereler olmadan birkaç gün evvel, İsrail İran’a saldırdı. Trump yine kaotik bir yanıt vererek “Bizim haberimiz yok, bilmiyorduk” dedi, Netanyahu’ya da kızdı ama “Bir taraftan da iyi oldu” dedi. Bu da bir diğer hayâl kırıklığını yarattı. Trump bir taraftan müzakerelere gideceğini söylüyor. Bu iki şekilde yorumlandı. Ya Trump’ın Netanyahu üzerinde hiçbir etkisi yok, kötü haber ya da Trump bunu biliyordu ve destekliyordu, o daha da kötü haber. Çünkü Trump’ın hiçbir sözüne güvenemezsin. 

Son olarak da bu Katar saldırısı. Dediğim gibi, bunun Amerika’nın bilgisi dahilinde olmamasına imkân yok. Amerika bunu biliyordu ve Trump’ın ilk yaptığı bu açıklamayı herkes “Bak gerçekten Trump’ın haberi yokmuş, Trump’tan habersiz yapılmış ve hatta ne kadar da eleştiriyor, Netanyahu’ya da kızmış” diye gördü. Ben ise bunun tam tersini okudum. İran saldırısının ardından yaptığı açıklamanın tonuna çok benzer bir tonda bir açıklama yaptı. O nedenle bu saldırı, Amerika’nın, Trump’ın yeşil ışık yakmasıyla yapıldı ve Körfez ülkelerinin Amerika’yla kurduğu ilişkiyi, her şeyi kökten sallayan bir etkisi oldu. Artık o 2019’da vardıkları sonuca dair hiçbir şüphe yok. Amerika’ya güvenemezsin. Amerika’nın güvenlik şemsiyesine güvenemezsin, Trump’ın hiçbir sözüne güvenemezsin. O yüzden yeniden 2019 sonrasında o geliştirdikleri vizyona dönmeleri gerekiyor. Neydi o vizyon?  ‘’Amerika’sız bir bölge tahayyül edeceğiz ve bölgesel sorunları kendimiz çözeceğiz.’’  Bence bu vizyon gerekli. Peki bunu yapabilir mi Körfez ülkeleri?  Hiç zannetmiyorum. Çünkü bugün bölgenin içinde bulunduğu durumdan, en az Trump kadar bu Körfez ülkeleri de sorumlu. Filistin meselesini bütünüyle bir kenara ittiler ve İbrahim Anlaşmaları’nı sadece Amerika ve İsrail ile daha yakın savunma ilişkileri kurabilmek için imzaladılar. Mesela Trump Birleşik Arap Emirlikleri’ne F-35 sözü verdi. Verilmedi o ayrı ama İsrail ile diplomatik normalleşmeyi hayata geçirmesinin sebeplerinden bir tanesi oydu. Kendi çok dar çıkarları çerçevesinde attıkları adımlar bugün bölgeyi bu noktaya getirdi. Nasıl bir yanıt verecek Körfez ülkeleri?  Şimdi kınamalar havada uçuşuyor, bütün Körfez ülkeleri, Suudiler, Birleşik Arap Emirlikleri “Çok kınıyoruz, lanetliyoruz” diyor. Ne yapabilirler? Katar İsrail’e askerî bir yanıt verebilir mi? Bana hiç mümkün gelmiyor bu.  Bölge ülkeleri bir araya gelip anlamlı bir şey yapabilir mi?  Bu da bana çok mümkün gelmiyor. Amerika’nın o askerî şemsiyesinin altından çıkıp kendi başlarına bir mekanizma oluşturabilirler mi? O da bana gerçekçi gelmiyor.  

Ruşen Çakır: Ömer, sen Katar’ı çok iyi biliyorsun. Hatta bir kere Katar’da bir toplantıya beraber mi gitmiştik?  Senin eski üniversitenin, John Hopkins’in Katar’da bir projesi vardı değil mi? 

Ömer Taşpınar: Brookings Enstitüsü’nün bir think tank projesi vardı. 

Ruşen Çakır: Evet, doğru, yani epey gidip gelmişliğin var. Katar’ı, Körfez’i, tabii ki İsrail’i de çok iyi biliyorsun. Bu garip bir olay. Orada Hamas liderleri o saldırıdan saldırıdan kurtuldu. İsrail o saldırıyı onların ölmeyeceğini bilerek mi yaptı yoksa onlar bir şekilde tedbir alıp ölümden mi kurtuldular? Bunlar da ayrı bir husus. Çok esrarengiz bir olay aslında. Hem orada kendisi de müzakere ederek katılıyor hem de orayı bombalıyor, ilginç bir şey. Tabii bir de Hamas’ın yeni adresi ne olabilir?  

Ömer Taşpınar: Evet, bir yandan sürpriz ve ilginç bir yandan da aslında pek de değil Ruşen. Çünkü Hamas’ın siyasi lideri İsmail Haniye, Tahran’da yaklaşık bir yıl önce MOSSAD tarafından bir operasyonla öldürülmüştü. Görüşmeleri devam eden Hamas ekibi, politbüro, yani Hamas’ın askerî ekibi değil, siyasi ekibinin başındaki İsmail Haniye zaten görüşmeler devam ederken, tam da buna benzer bir konjonktürde, belirli bir diplomatik çözüm beklenirken, İsrail tarafından öldürülmüştü. İsrail’in politikasının Hamas liderlerinin hepsini yok etmek olduğu da stratejik doktrin olarak ortada. Dolayısıyla bunların hedef olduğu biliniyordu. Tahran’da İsmail Haniye’yi öldürebilen MOSSAD, aslında çok daha hâkim olabileceği bir ortamda, Hamas’ın 6 kişilik yüksek politbüro liderlerini nasıl oldu da öldüremedi? Bunların arasında İsmail Haniye var, Tahran’a çok yakın el-Haddad var.  Washington Post‘ta benim çok sevdiğim David Ignatius isimli bir yazar var.  “Operasyonel olarak genelde İsrail başarılı oluyordu. Stratejik olarak başarısız. Operasyonel ve taktik olarak başarılı olan İsrail, ilk defa taktik ve operasyonel olarak da başarılı olamadı” diyor. Bu doğru, burada bir operasyonel taktik başarısızlık var. Çünkü öldürmek istediği bu altı lideri, öldüremedi. Niye öldüremedi? Acaba İran içindeki MOSSAD daha güçlü, Filistin kuvvetleri veya Hamas içine sızmış, varsa, Filistin içine sızmış bir MOSSAD o kadar güçlü değil mi? Tam bilgiyi alamadılar mı? Yoksa Gönül’ün dediği gibi Amerika bunu daha önceden öğrendi, Katar’la paylaştı ve Katar bir şekilde bu politbüro üyelerinin oraya gitmemesini mi sağladı?  Ama ortada ölüler var, El-Hayya’nın oğlu öldürülmüş durumda. Katarlı bir güvenlik görevlisi öldürüldü. Vurulan yer de Katar’da büyükelçiliklerin olduğu bir villa, şu anki Hamas başkanı El-Haddad’ın villası. Dolayısıyla ortada bir operasyonel başarısızlık var deniyor. David Ignatius’un söylediği de bu. 

Amerika bundan haberdar mıydı değil miydi, konusuna gelelim. Benim burada dün konuştuğum Amerikan askerî arkadaşlar, üniversitede ders verdiğim kişiler Gönül’ün söylediğine benzer şekilde “Bizim haberimiz olmamasına imkân yok, ancak Katar hava sahasına girmeden yaparlarsa bize haber vermezler” diyor. F-35’ler, uzun menzilli çok da nokta hedefi yapabilecek şekilde, bir de radarlara yakalanmadan girebiliyorlar. Tahran’ı vurduğunda da bazen İran hava sahasına girmeden vurduğu olabiliyor. Katar hava sahasına girmemiş olabilir. Ama bunun genelde Amerika’yla koordinasyonsuz yapılmış olmasına, Amerika’ya söylenmemiş olmasına pek imkân yok gerçekten. Fakat detay önemli. Israil ne kadar önceden haber verdi? Bir saat önceden haber vermekle, bir hafta önceden haber vermek arasında büyük fark var. Bence biraz İsrail’in içinde olduğu konjonktüre de bakmak lazım. İsrail nasıl bir konjonktürde şu anda?  Netanyahu, İsrail muhalefeti ve tabii ki kendi sağında da daha faşizan taraflar tarafından Amerika’nın kuklası olmakla, Amerika’nın her dediğini yapmakla suçlanıyor. ‘’Amerika senin elini tutuyor, sen normalde hani Gazze’yi dağıtacağını söylüyordun, Gazze’nin içine girecektin, Gazze şehrini ve Batı Şeria’yı alacaktın, bunların hiçbirini yapmıyorsun. Amerika elini tutuyor’’ eleştirisi var. Buna karşılık Netanyahu, “Bunu Amerika’ya danışmadan tamamen kendi başımıza yaptık” dedi. Yani o tarafa karşı da bir zemin almaya çalışıyor. Ne kadar doğru ne kadar değil belli olmaz. Netanyahu bu, yalan söylüyor da olabilir.  

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Fakat şurası kesin: Bu neden taktik bir başarısızlık değil? Bence taktik olarak da operasyon olarak da stratejik olarak da Netanyahu kararını vermiş durumda, Netanyahu Hamas’la masada oturmak ve Hamas’la konuşmak istemiyor. Gayet net bir şekilde plan Hamas’ı yok etmek, Hamas’ı muhatap olarak almak değil. Hamas’ı yok etmek derken elde hala yarısı ölü, yarısı canlı 48 rehine var. Bu rehineler ne olacak? Netanyahu’ya sorulan soru bu.  ‘’Tamam Hamas’ı yok edeceğiz de adamların elinde bizim rehineler var.’’ Netanyahu elini zorlayan da o.  Masadaki teklif, Hamas’ın, rehinelerin hepsini serbest bırakmasıydı. Hamas’ın da böyle bir niyeti yok. Hamas da gayet net bir şekilde rehinelerin hepsini bırakmaya gelmiyor, ‘’yarısını bırakalım. Siz de sizin hapishanelerinizde olan yüzlerce, hatta binlerce Filistinli militanları çıkarın’’ diyor. Hamas’ın elindeki rehinelerin hepsini vermek gibi bir niyeti yok, çünkü onları verdiği anda elinde hiçbir pazarlık fırsatı kalmaz. Dolayısıyla şu anda Netanyahu’nun yaptığı şey, bütünüyle köprüleri atmak ve içeride Hamas’ın yok edilmesi, Gazze’nin bütününün işgali, hatta Batı Şeria’nın da işgali üzerine bir plan oturtmak. Biliyorsun, daha 48 saat önce, Kudüs’te, eline Filistin yapımı çakma Kalaşnikof alan iki üç Filistinli genç, bir otobüs durağında yedi sekiz Yahudi’yi öldürdü. Bu terörizmin artık son yüzü. Tek başına hareket eden Filistinli gençler bunlar. Ne kadar Hamas’a bağlılar ne kadar Hamas’ın dışındalar bilemiyoruz. Ama Hamas olayı hemen sahiplendi ve 7-8 Yahudi’nin öldürüldüğü otobüs durağındaki bu terör saldırısını tebrik etti. Bunların bir kısmı Haredi, Yani sofu Ortodoks. Netanyahu hemen “Bunun öcünü, rövanşını alacağız” açıklamasını yaptı. Böyle bir ortamda oluyor bunlar. Netanyahu açısından “Bunu Amerika’ya danışmadan yaptık” demek bence kendi işine geliyor. 

Peki, Trump niye mesafe koydu arasına? Trump ilk kez “Ben bunu desteklemiyorum. Bu, bizimle yapılmış bir şey değildir. Tek başına hareket ediyor. Hamas meşru hedeftir. Ama yapılan yer yanlış” dedi. Katar Başbakanı’nı aradı, “Bir daha sizin toprağınızda böyle bir şey olmayacak sözü veriyorum” dedi. Ne kadar inanılır sözüne belli olmaz. Trump bunları neden yapıyor? Gönül demin bahsetti, İran konusunda da en başında ikili oynadı. O saldırıyı başarılı olduğunda sahiplendi. Baktı ki İsrail’in İran saldırısı operasyonel olarak gerçekten çok başarılı, sahiplendi ve “Biz arkasındayız” dedi.  Burada da, eğer o politbüro öldürülmüş olsaydı, bunu sahiplenebilirdi. Çünkü Trump’ın sevdiği bir şey var, hep kazanan olmak istiyor. Burada “Bak bunu başaramadı bunu öldürememişlerdi, ben bunun arkasında durmam” dedi. Tabii bir bedeli var bunun. Körfez’le, yani Birleşik Arap Emirlikleri’yle, Suudi Arabistan’la, Katar’la ilişkilerden trilyonlarca dolar bekliyor. Bunları çöpe atar mı? Atmaz. Bu ülkelerin bunları çöpe atma ihtimali var mı?  O da yok. Yani danışıklı dövüş gibi bir durum var ortada. 

Birleşik Arap Emirlikleri yüksek perdeden “Bakın Batı Şeria’yı işgal ederseniz, sizin Arap dünyasında entegrasyonunuz, bizimle ticari ilişkileriniz tehlikeye girer” diyor. Peki Abu Dhabi “Ben İbrahim Anlaşmaları’ndan kalkıyorum, sizi de diplomatik olarak tanımıyorum. Biz sizinle artık ikili ilişki kurmayacağız” diyebiliyor mu?  Diyemiyor. Onu dediği anda hem Amerika ile ilişkileri bozulur hem de İsrail ile kurmuş olduğu o al-ver ilişkisi bozulur.  Yani Birleşik Arap Emirlikleri’nin, Suudi Arabistan’ın da fazla bir inandırıcılığı yok burada.

Katar’a bakalım, Katar şu anda bağırıyor, çağırıyor. Katar herkesin vurduğu bir yer haline geldi. Daha geçenlerde, İran, El Udeid üssünü vurdu ama birkaç saat öncesinden Amerika’ya haber verdi, “Biz birkaç tane balistik füze atacağız” dedi.  Amerikalılar barınaklara girdiler. Sonra da Trump bu kadar hafif bir misillemede bulunduğu için teşekkür etti. Burada Katar İran’a karşı bağırıp çağıramadı. Şimdi bağırıp çağırıyor, “Bu devlet terörizmidir” diyor.  Ama sonuçta elinde yapabileceği fazla da bir koz yok. ‘’Devlet terörizmi’’ diyor çünkü burada vurulan sivil bir yer, büyükelçiliklerin olduğu bir yer. Ama muhtemelen Amerika Katar’a haber verdi, muhtemelen İsrail’le koordinasyon oldu. Bunu da ‘’Hamas’ı bu kadar sahiplenir ve arabuluculuğa girişirsek, olabilecek şeylerden bir tanesi de bu. Biz masadan kalkalım artık’’ demeye getirecek. Zaten Katar’ın masadan kalkması da Netanyahu’nun istediği şey. Netanyahu diplomatik çözüm istemiyor. Netanyahu’nun istediği şey, stratejik olarak da taktiksel olarak da operasyonel olarak da bu işi diplomasiyle halletmek değil. Netanyahu’nun izleyeceği bir tek politika var, o da savaş politikası. O savaş politikası sayesinde zaten iktidarda kalabiliyor, koalisyonu bir arada tutabiliyor, Trump’a, Amerika’ya karşı “Aman bu delidir, bizim bir şekilde ilişkileri iyi tutmamız gerekiyor. Amerika’da hem İsrail lobisi çok güçlü hem de bunlarla biz köprüleri atarsak, adamlar savaş halinde biz olmadan da bir sürü şeyler yapabilirler” gibi bir algı var. Tabii bu algı Biden’dan Trump’a değişmedi. Herkes, ‘’Biden olsaydı iktidarda ne değişirdi?’’ diye soruyor. Biden olsaydı da hiçbir şey değişmeyecekti. Biden varken de askerî yardım devam etti, Trump varken de devam ediyor. Değişen bir tek stil. Trump’ın stili biraz farklı, ama Amerika’nın İsrail’e desteği konusunda radikal bir değişim beklemek hayâl şu anda. 

Gönül Tol: Ruşen birkaç şey eklemek istiyorum.

Ruşen Çakır: Bir dakika, şu anda İsrail Yemen’in başkentini bombalıyormuş, onu da bir not olarak düşüneyim. İlk defa yapmıyor, İsrail sürekli bir yerleri bombalıyor. Gönül sözü sana bırakayım.

Gönül Tol: Ömer’in söylediği şeyler çok önemli. Birkaç şey eklemek istiyorum. Birleşik Arap Emirlikleri, Körfez ülkeleri, Batı Şeria ve Gazze’den bahsediyorlar. Filistin meselesi konusunda durdukları yer bana o kadar iki yüzlüce geliyor ki. İbrahim Anlaşmaları’nın temel motivasyonu ne mesela? Birleşik Arap Emirlikleri neden İbrahim Anlaşmaları’nı imzaladı? Tamam İran korkusu vardı. Amerika ve İsrail’e birlikte İran’a karşı bir blok oluşturmak istiyorlardı. Ama en temel motivasyonlardan bir tanesi, o zaman Amerika ve İsrail’le o güvenlik ilişkisini derinleştirmekti. O dönem, Batı Şeria’nın İsrail tarafından yeniden işgali söz konusuydu. Birleşik Arap Emirlikleri “İbrahim Anlaşması’nı imzaladık, bunun karşısında Netanyahu’ya, ‘Batı Şeria’ya girmeyecek, işgal etmeyeceksin’ dedik. Biz aslında Filistinlileri kurtardık, biz Filistin meselesi yüzünden bunu imzaladık” dedi. Tabii bunun hiçbir anlamı yok. Bugün de aynı şeyi söylüyorlar.  

İkinci söylemek istediğim şey, Ömer, Washington Post’tan David Ignatius’un yazısından bahsetti. Ben okumadım yazıyı ama, çok katılıyorum söylediğine. İsrail’in bundan önce yaptığı şeylerde bir askerî başarı söz konusuydu, şimdi bir askeri başarı da söz konusu değil. Hamas liderlerinin üst düzey isimlerine bir şey olmadı. Daha da önemlisi, oradaki siyasi liderliği, müzakere ekibini vurarak, nasıl Hamas’ın Gazze’deki askerî operasyonlarını engelleyeceksiniz? Netanyahu’nun söylediği şey bu: Katar’a bu operasyonu yaptık çünkü Hamas’ın Gazze’deki varlığını sona erdireceğiz.”  Zaten Hamas’ın siyasi ve askeri kanadı arasında yıllardır süren ciddi bir ayrışma söz konusu. Zaten Gazze’deki Hamas askeri varlığı siyasi büronun söylediklerini dinlemiyor ki. O yüzden de Netanyahu’nun söylediği şeyin hiçbir anlamı yok. Netanyahu’nun yapmaya çalıştığı şey müzakereleri torpidolamak. Katarlı yetkililer “O gün Hamas yetkilileri niye o binadaydı? Hamas’ın Amerika’nın sunduğu ateşkes önerisini değerlendirmek ve kabul etmek üzere olduğu söyleniyor” diyorlar. Dolayısıyla, Netanyahu bütünüyle müzakereleri torpidolamak istiyor. Bu bir hafta içerisinde Lübnan’a saldırdı, Suriye’de kaç tane hedefi vurdu, Yemen’i, Katar’ı vuruyor, İsrail’in içinde olduğu bu askerî operasyon inanılmaz bir şey. Bir de Katar’ın kimin hava sahasını kullandığından bahsettik ya, Körfez medyasında şöyle bir şey gördüm: El Udeid hava üssünden kalkan İngiliz uçakları, İsrail’in uçaklarına yakıt ikmali için yardım etmiş. Muhtemelen hemen saldırıdan önce haber verdiler ama Katarlı yetkililerin de bundan haberi vardı. Hamas’ın elinde nihayetinde 20 tane hayatta olan rehine var. Artık onların sağ salim evlerine, ailelerine kavuşmaları imkânsız görünüyor.

Türkiye Hamas’a ev sahipliği yapar mı? Bu bana çok riskli geliyor. Mesela neden Hamas’ın siyasi bürosu Katar’da bulunuyor? Çünkü bunu Obama yönetimi istedi. 2012’ye kadar Suriye’deydi. Suriye’de ayaklanmalar başladıktan bir yıl sonra, Obama, Katar’dan rica etti ve Hamas’ın Suriye’de bulunan yetkilileri, siyasi ekibi, Katar’a yerleşti. Amerika Katar’dan neden bunu talep etti? Çünkü Hamas’la bir kanalı olmasını istedi. Dolayısıyla aslında Amerika’nın talebi doğrultusunda bunu yapmıştı Katar. İsrail içerisindeki tartışmaları takip ediyorum, Katar’a uzun zamandır, Hamas’ın siyasi politbürosunu topraklarında misafir ettiği için çok ciddi eleştiri var. Netanyahu’nun Katar’a ikinci eleştirisi de, Gazze’deki Hamas’a inanılmaz finansal yardım yapması. Birincisini Katar Amerika istedi diye kabul etti, ikincisini de Netanyahu istedi diye kabul etti. Katar, Netanyahu’nun onayı ile Gazze’deki Hamas’a finansal destek verdi. Böyle bir durumda Türkiye kimin sözüne güvenip Hamas’ı misafir edecek? Erdoğan ideolojik sebeplerle buna “Tamam” diyebilir, ama ‘’tamam’’ derse de bunu Türkiye açısından riskli bulurum.

Ruşen Çakır: Ömer, Suriye meselesine geçmeden önce, kısaca Polonya’da ne olduğunu kısaca anlatır mısın? Orada Ukrayna Savaşı’nın bir devamı gibi bir şeyler yaşandı. Kaza mı oldu yoksa bir gözdağı mı var?  Rusya ne yapmak istiyor?  

Ömer Taşpınar: Alaska’da, Putin’le Trump arasındaki o zirveden sonra, sanki ‘’Putin frene basar ve bir şekilde acaba bir diplomatik çözüm, bir ateşkes ilan edilebilir mi?’’ beklentisi oluşmuştu. NATO ile birlikte, Avrupa ülkelerinden bir sürü temsilci, Washington’a gelip güvenlik garantilerini konuşmuşlardı. Ama o zirve sonrasında Putin, frene basmak yerine gaza bastı. Çok daha yoğun bir şekilde bir drone saldırısı rüzgârı yarattı. Yaklaşık 10 gün içinde, Ukrayna, oldukça ciddi, yüksek tempoda, bazı günler binlerce dronun saldırısı altında kaldı. Polonya ile yaşananlar için bu droneların nasıl kullanıldığını teknik olarak gözden bir geçirmek lazım. Çünkü herkes, Putin’in şu anda NATO’yu test ettiğini söylüyor. Polonya da aynı şeyi söylüyor. Bu, böyle siyasi olarak algılanabilir, ama öte yandan, teknik olarak baktığında, yüzlerce, bazen binlerce drone’la yapılan saldırılara karşı Ukrayna’da bir güvenlik sistemi ve drone’lara karşı da işleyen bir kalkan var. Bunların önemli bir kısmı havadayken vurulabiliyor. Fakat bu son teknoloji kullanılan drone’ların, o yörüngeden kaçmak için bazen 50-60 kilometre uzaklaşabildiği biliniyor. Haritaya baktığında, Rus drone’ları Polonya ile bitişik olan Doğu Ukrayna’da, özellikle Donbas gibi bölgelere kaçabiliyor. Drone’lar Polonya sınırlarına girdiğinde, Polonya “Bizim hava sahamızı ihlal ediyor” dedi. Gerçekten de Polonya hava sahasını ihlal ediyor. Ama bu, Polonya’yı provoke etmek, NATO’yu test etmek için mi, bunu sormak lazım. Polonya’ya veya Baltıklar’a bir cephe açmak Putin’in stratejik hedeflerinin lehine mi? Rusya’nın, uzun dönemde Ukrayna’da istediklerini elde ettiğinde, sırada Estonya, Baltıklar ve Doğu Avrupa’daki başka NATO ülkeleri olduğunu söyleyen istihbarat kuruluşları var. Tamam, ama şu anda Ukrayna’da henüz istediğini elde edememiş ve

Ukrayna’nın NATO’ya girmesini kırmızı çizgi olarak belirlemiş bir Putin, acaba Polonya’ya bir cephe açar mı? Polonya’ya bilinçli olarak böyle saldırır mı? Veya ‘’Ben NATO’nun siyasi iradesinden yeterince emin değilim, bir test edeyim’’ diyerek, NATO’da siyasi iradesini fazlasıyla ortaya koymuş, asgari bütçesini dört misli arttırmış, şu anda NATO’nun belki de en savaşmaya hazır ordusunu mu test edecek? Dolayısıyla, Polonya’nın ‘’bizi test ediyorlar’’ savı bana mantıklı gelmiyor. Savaş anında, savaşın getirdiği o sis, bilinmezlik, hatalar yapıldığı dönemlerde, Rus drone’larının Polonya hava sahasına girmiş olması gayet mümkün. Ne zaman ki Polonya’da bazı hedefler bu drone’lar tarafından ateşlenir, ne zaman ki Polonya zayiat verir, o zaman başka bir yere gelebiliriz.  

Polonya meselesinden yola çıkarak, ‘’III. Dünya Savaşı’’ diyenler var, ‘’NATO artık Rusya ile savaşa girecek’’ diyenler var. Zaten şu anda NATO siyasi iradesini fazlasıyla ortaya koymuş durumda. Fransa ve İngiltere, Almanya’yı da arkalarına alarak askerî garantiler verme konusunda zaten yeterince üst perdeden konuşuyorlar. Mesele Trump’ta dönüyor. Trump şu anda bakıp bunlara ne diyecek?  ‘’Evet, bir an evvel adını koyalım, NATO ile Rusya arasında bir savaş var mı?’’ diyecek? Bunu mu istiyor Putin? Putin Trump’ı pasifize etmek, oyalamak mı istiyor? Yoksa provoke etmek mi istiyor. Bence provoke etmek değil, oyalamak ve pasifize etmek istiyor. Bu Polonya’da yaşananlar bugün gündemde çok önemli yer tutuyor. Herkes ‘’NATO’nun dördüncü maddesine, beşinci maddesine doğru mu gidiyoruz?’’ diye konuşuyor. Polonya da ortalığı ayağa kaldırıyor haklı olarak. Çünkü Rusya’nın yaptığı konusunda çok büyük bir panik içinde. O nedenle ben buradan bu kadar büyük bir alarm çıkacağını, büyük yeni bir paradigma, yeni bir savaş dönemine girdiğimizi düşünmüyorum. Rusya’nın yaptığı şey tempoyu, ritmi arttırmak. Putin, yazın büyük bir ofansifle büyük topraklar alacağına inanıyordu, bunu başaramadı. Şu anda binlerce drone’la Ukrayna’nın altyapısını, sivil yapılarını, askerî yapılarını hedef alarak Ukrayna’ya gözdağı vermeye ve bu savaşı kazanamayacağını, zamanın lehine olmadığını anlatmaya çalışıyor Putin. Ama Trump’ı provoke edip bir anda savaşı NATO açısından böyle operasyonel bir yere getirmek istediğini de düşünmüyorum.  

Ruşen Çakır: Son olarak Suriye’yi konuşalım. Gönül, Foreign Policy‘de “Türkiye’nin Yeni Suriye Baş Ağrısı” başlığıyla yeni bir yazın çıktı. Normal şartlarda Esad rejimi devrildikten sonra bundan en kârlı çıkan ülkelerin başında Türkiye geliyordu. Ama sen şimdi bir baş ağrısından bahsediyorsun. Bu baş ağrısı sadece Rojava, yani Kürtlerle ilgili bir sorun mu, yoksa daha genel bir sorun mu?  

Gönül Tol: Ankara açısından söyleyeyim: Kürtlerle ilgili sorun hep oradaydı aslında. Ama Erdoğan, Esad devrilmeden önce bir askeri operasyon yapıyordu ve hava sahasını kontrol eden Rusya’yla el sıkışıyordu. Putin’e “Ben operasyon yapacağım sen buna tepki gösterme” diyordu. Rusya Esad’a baskı yapıyordu, Esad da birkaç beylik kınama dışında hiç sesini çıkarmıyordu. Böylece Türkiye Suriye’ye girip çıkıyordu. Türkiye bu şekilde sorunlarını “çözüyordu” diyelim. Dolayısıyla, değişen şey Rojava problemi değil. Rojava problemi, Ankara açısından problem hep oradaydı zaten. Değişen şey ne? Burada bir İsrail faktörü var artık. Esad sonrasında değişen en dramatik ve Türkiye açısından en kritik tehdit oluşturan değişken, İsrail’in, Esad sonrası Suriye’de çok ciddi bir askeri varlığının olması. Eğer Türkiye-İsrail ilişkileri bu kadar kötü bir safhada olmasaydı, tek başına İsrail’in Suriye’deki askeri varlığı Türkiye için tehdit olmayabilirdi. O yüzden yazı aslında ikinci konuya daha çok odaklanıyor. Yani bugün neden Türkiye-İsrail ilişkileri bu kadar kötü durumda ve neden Ankara İsrail’e dair çok büyük endişeleri var, yazımda bunu söylüyorum. Hem meşru bir endişesi var hem de eli kolu bağlı. Bu birkaç noktayı yazıda şu şekilde açıyorum; bugün Türkiye İsrail’in yapabileceklerine dair endişe duyuyor çünkü Türkiye’nin eli İsrail’e karşı hiç bu kadar güçsüz olmamıştı ve bu durum aslında ikili ilişkilerde yaşanan yapısal değişiklikten kaynaklanıyor. 

İkili ilişkilerin altın çağına, 90’lı yıllara baktığımızda, Türkiye ve İsrail ilişkilerinin ateşleyicisi İsrail olmuş. Tabii bu, Türkiye’de de asker destekliyordu ve Türkiye İsrail ile ilişkiden kendi çapında faydalandı demek değil. Ama yine de hep bu ilişkiyi ileri iten taraf ve ilişkiye daha fazla muhtaç olan taraf İsrail’di 90’lı yıllarda. Neden İsrail’di? Çünkü askeri olarak bir NATO ülkesi, Transatlantik’in bir parçası olan bir ülkeyle ilişki, askerî anlamda İsrail’e Batı’da kapı açıyordu, bir sürü ortak tatbikat yapılıyordu vs. Türkiye ile ilişki, diplomatik olarak da kapıları açıyordu. Çok ciddi bir askeri iş birliği söz konusuydu. Her iki taraf da, Türkiye de, İsrail de bu askeri iş birliğinden faydalanıyordu. Fakat İsrail açısından Türkiye’yi stratejik olarak çok önemli kılan en önemli nokta, düşman bir bölgede, Türkiye gibi büyük ve önemli bir Müslüman ülkeyle bu kadar yakın ve stratejik bir işbirliği kurmak, aslında İsrail’in meşruiyetine katkı sağlıyordu. Türkiye ile işbirliği yapmak en çok da bu nedenle önemliydi. Buna daha sonra 2010’da enerji dinamiği eklendi. İsrail Doğu Akdeniz’de o gaz rezervlerini bulunca, Türkiye ile o enerji işbirliği de o ikili ilişkilerin yapışkanı haline geldi. Hatta en son ikili ilişkilerin diplomatik olarak onarılmasında hem Türkiye’nin, Erdoğan’ın hem Netanyahu’nun, özellikle Ukrayna’nın işgaliyle “Enerjiyi kullanalım, biz buradaki enerjiyi Avrupa’ya, Avrupa’ya götürelim” demesi, enerjide bir yapıştırıcı rolü oynadı. Fakat birkaç yıldır İsrail’in attığı önemli adımlar var ve bu adımlar Türkiye’yi İsrail açısından stratejik olarak önemsiz hale getiriyor. Nedir bu adımlar? Birincisi İbrahim Anlaşmaları. Eskiden, İsrail’e o bölgesel, Müslüman dünyasındaki meşruiyeti sunan sadece Türkiye varken, bugün Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn gibi beş altı tane Arap ülkesiyle, bu İbrahim Anlaşmaları kapsamında bir diplomatik normalleşme gerçekleştirdi. Bu, Türkiye’yi çok daha az önemli kılıyor.  

İkincisi, İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan gibi ülkelerle özellikle savunma alanında çok yakın bir ilişki işbirliği geliştirdi. Dolayısıyla, önceden AB’yle ilişkisi bir anlamda Türkiye üzerindeyken, şimdi, Güney Kıbrıs ve Kıbrıs’ta geliştirdiği ilişki, Türkiye ile kurduğu ilişkinin yerini almış oldu. Enerji konusunda ise Amerika, artık Doğu Akdeniz’deki o enerjinin Türkiye üzerinden deniz altından borularla geçirilmesinden desteğini çekti; hayata geçirilmesi artık çok daha zor. Bunun üstüne İsrail, Mısır gibi diğer bölge ülkeleriyle enerji ilişkileri geliştirdi. Bütün bu faktörler artık bugün itibarıyla İsrail’in Türkiye’ye muhtaç olmadığı gibi bir resmi ortaya çıkarıyor. Türkiye bu nedenlerle İsrail’in yapabileceklerinden endişe ediyor. Çünkü İsrail üzerinde sahip olduğu çok büyük önemli kozları yok. Bu da İsrail’in Suriye içerisinde yaptıklarını, Türkiye açısından daha tehlikeli hâle getiriyor. İsrail’in Suriye’de yaptıklarının, Türkiye’yi, her şeyden önce Erdoğan’ı tehdit eden bir tarafı var. Neden? Öcalan’la başlatılan süreci baltalama potansiyeli en yüksek aktör İsrail. Çünkü ‘’güneyde azınlıkları koruyorum’’ diyerek Dürziler’e yardımcı oluyor. Kuzeyde Kürtlerin kendine güvenini besleyerek, Şam ve Suriyeli Kürtler arasındaki müzakerelerin tıkanmasına da sebep oluyor. Dolayısıyla, bugün Türkiye’nin karşısında artık zayıf bir Esad rejimi ya da Türkiye’yle el sıkışmaya hazır bir Putin yok. Bugün karşısında askeri olarak hegemonyasını ilan etmeye çalışan ve Türkiye karşısında çok daha güçlü bir İsrail var. Yazımın özü bu.  

Ruşen Çakır: Ömer, tehlikeli bir konu olduğunun farkındayım ama şöyle bir varsayımsal soru sormak istiyorum: Türkiye Suriye’ye daha önce askerî anlamda müdahalede bulundu, şu anda da zaten askeri varlığı var. Son dönemde özellikle Kürt SDG’ye yönelik tansiyonu yükselten peş peşe açıklamalar var biliyorsun. Türkiye’den yeniden bir silahlı, askerî müdahale   olabilir mi yoksa bu defter kapandı mı, ne dersin?  

Ömer Taşpınar: Sen programın başında ‘’Türkiye Hamas’a ev sahipliği yapar mı?’’ diye sordun, o ihtimal ne kadar güçlüyse askeri operasyon ihtimali de o kadar güçlü diye düşünüyorum. Kısaca cevap: Pek güçlü değil. Türkiye’nin şu anda Amerika’yla, İsrail’le köprüleri atabileceği adımlar atması imkânsız gibi geliyor bana. Başta sorduğun ‘’Türkiye Hamas liderliğini alır mı? soruna da yanıt vereyim. Türkiye, Hamas liderlerine ev açtığı anda Amerika ile ilişkilerinde çok daha sorunlu bir döneme girer. Beyaz Saray’dan davet bekleyen, Trump’la iyi geçinmek isteyen bir Erdoğan bunu yapmaz.  Askerî olarak Suriye’ye, Amerikalıların halen orada destek verdikleri YPG’ye, PYD’ye, geçmişte yaptığı gibi, bu sefer girer mi?  Aynı şekilde Amerika ile ilişkileri çok gerer. Ayrıca, içerideki süreçten geriye ne kaldıysa artık, onu da bitirir. Türkiye açısından ortada bir hayal kırıklığı var, Gönül’ün bahsettiği yazı da o. Gönül İsrail üzerinde durdu. Bence Türkiye’nin asıl büyük hayâl kırıklığı, Suriye’de eş-Şara’nın gelmesiyle, yeni dönemde, Kürt meselesini halledebileceğini zannediyordu. Fakat halletmek bir yana, şu anda içinden çıkılmaz bir yere geldi. Amerika Suriye’den çıkmıyor. SDG’ye askeri desteği devam ediyor. Ortada federasyona gidecek bir Suriye formülü dolaşıyor. Amerika’nın desteklemeye başladığı bir formül bu federasyon. Bu Tom Barrack’ı aşan bir mesele. Federasyon dışında Suriye’yi bir arada iç savaşsız tutmak imkânsız hâle gidiyor. Bu Türkiye’nin istediği bir Suriye değildi, Türkiye Suriye’de üniter bir devlet ve SDG’nin, YPG’nin silahsızlandırılacağı bir fantezi içindeydi. Bunların olmayacağını içerideki süreçle de gördü. Şu anda onun getirdiği hayâl kırıklığı var. Gönül’ün yazısında bahsettiği, senin sorduğun o büyük “biz kazandık” beklentilerinin gerçekleşmediği bir Suriye ile karşı karşıya. 

Türkiye’nin korkulu rüyâsı, kamuoyuna o hep anlattığı masal. Nedir o masal? ‘’İsrail bölgede sınırları değiştiriyor, o yüzden bizim Kürt meselesinde bir sürece ihtiyacımız var.’’ Bu söylem bir masal, çünkü Türkiye’deki bu sürecin, iç dinamikleri, neye hitap ettiği, neyi amaçladığı, Erdoğan’ın hegemonyasını daha da güçlendirecek bir mesele olduğu ortada. Bunun dış politika boyutu yok mu? Bunun dış politika boyutu Suriye’ydi, Suriye’de Abdullah Öcalan üzerinden YPG’yi ve SDG’yi silahsızlandırmaktı. Şu anda Türkiye, silahsızlanma olmayacağının, üniter devletin de olmasının ihtimalinin kalmamasının hayâl kırıklığını yaşıyor. HTŞ bile Kürtlerle daha yumuşak bir şekilde masaya oturup belirli federasyon formülleri üzerine gitmek isterken, Türkiye buna ‘’hayır’’ diyor. Dolayısıyla, Türkiye burada sorun yaratıyor. Orada eş-Şara ile yaşadığı bir hayal kırıklığı da var bence.  Eş-Şara’nın ne kadar zayıf olduğunu da görüyor. Ülkesine hâkim olamayan, eğer Kürtlerle savaşırsa savaşı kaybetme ihtimali olan bir HTŞ, bir eş-Şara olduğunun da farkında. Bütün bunlar hayal kırdıkları.  

Eğer bu gidişat devam ederse, Kürtler, YPG, SDG silahsızlanmaz, Türkiye de silahlı, ‘’bir gece ansızın gelebilirim’’ tehditlerine devam ederse, o anlattığı İsrail’in Kürtlere destek vermesi korkulu rüyası gerçekleşir. Şu anda Kürtlerin İsrail’den aldığı bir askeri destek yok. Daha çok, diplomatik destek, söylem üzerinden, lobi olarak destek var. Ama öyle Dürzilere verilmiş bir lojistik ve askerî destek gibi, SDG’nin, YPG’nin arkasında bir İsrail gücü yok. SDG’nin ihtiyacı da yok zaten, çünkü arkasında Amerika var, İsrail’e ihtiyacı yok. Eğer Türkiye askeri olarak SDG’yi yok etmek üzerine bir strateji oluşturup oraya girerse, o en başında korktuğumuz, İsrail ile Türkiye’nin çok daha ciddi bir çatışma içine girebilme ihtimali ve Kürtleri bütünüyle İsrail’e kaptırma, yani SDG’yi, YPG’yi bütünüyle İsrail’e doğru itme senaryosu, senin dün Cengiz Çandar’la yaptığın yayında, Cengiz Çandar’ın da uyardığı senaryo olur ve asıl korktuğumuz başımıza gelir. Daha henüz böyle bir şey yok. Ama işler bu yöne doğru gider. Eğer Türkiye Suriye’ye askerî müdahalede bulunursa hem Amerika’yla hem içeride DEM Parti’yle hem İsrail’le, hatta bölgede Körfez’de, Suudi Arabistan’la, Mısır’la oluşturmak istediği yeni uzlaşmacı imajı suya düşer. O nedenle ben, Türkiye’nin, Hamas’ın liderliğine “Ankara’ya gelin, burada sizi misafir edelim” deme ihtimali ne kadar yüksekse, askeri olarak Suriye’ye girme ihtimalinin de o kadar yüksek olduğunu düşünüyorum.  

Ruşen Çakır: Arkadaşlar, çok sağ olun. Epey yoğun bir yayın yaptık, çok teşekkürler. Ömer Taşpınar’a ve Gönül Tol’a çok teşekkürler, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.