Heybeliada Ruhban Okulu neden gündeme geldi? Ruhban okulu yeniden açılır mı? Açılırsa ne olur? Ruşen Çakır sordu, eski Adalar Vakfı Başkanı Halim Bulutoğlu yanıtladı.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump’ın Beyaz Saray’daki görüşmesine Heybeliada Ruhban Okulu damgasını vurdu. Erdoğan, “Heybeliada’daki Ruhban Okulu ile ilgili üzerlerine ne düşerse yapmaya hazır olduklarını” söylerken, Trump ise “Yardıma ihtiyaçları vardı ve ben de bunu gündeme getireceğimi söyledim” dedi.
Ruhban Okulu yeniden açılır mı?
Halim Bulutoğlu, “Ruhban Okulu yeniden açılacak mı?” sorusuna, Her seferinde umutlandıklarını ama hep yarım kaldığını söyleyerek, “Bugün kesin açılacak diyemem ama mesele Trump istedi diye açılıyormuş gibi sunuluyor, bu hoş değil. Bu bir pazarlık konusu değil. Eğitim hakkı bir insan hakkıdır. Türkiye’deki vatandaşlarımızın sorunu başka ülkelerle pazarlık konusu olamaz. Ruhban Okulu açılırsa Türkiye kaybetmez, en çok kazanan bu ülkenin Rum vatandaşları olur” dedi.
Okul açılırsa neler olabilir?
Halim Bulutoğlu, okulun yeniden açılmasının önünde zorluklar olduğunu fakat bunların aşılabileceğini belirterek, “Bugün okul açılırsa öğrenci bulmak zor ama zaten yıllardır Türkiye, din insanı ihtiyacını yurtdışından ithal etmek zorunda kalıyor. Burada yetişenlerin İstanbul’un havasını soluması, bu topraklarla bağ kurması çok daha değerli. Zorluklar var ama çözülemez değil. Umarım bu siyasi sorun çözülür” dedi.
“Siyasi nedenlerden kapandı”
Ruşen Çakır’ın “Heybeliada Ruhban Okulu neden kapatıldı?” sorusuna Halim Bulutoğlu, bunun aslında siyasi değil teknik bir karar olduğunu hatırlatarak, şöyle yanıt verdi:
“Heybeliada Ruhban Okulu Osmanlı modernleşmesinin bir kurumu. 1844’te kuruluyor, 1894 depreminden sonra bugünkü halini alıyor. Birinci Dünya Savaşı, Cumhuriyet’in kuruluşu derken 1971’e kadar kesintisiz eğitim veriyor. Kapanmasının sebebi Ruhban Okulu’yla ilgili değildi. O dönemde özel yüksek okulların tamamı kapatıldı, onun yüksek kısmı da bu kapsamda kapandı. Yani aslında teknik bir gerekçe vardı. Ama sonrası tamamen siyasi oldu. 1974 Kıbrıs olaylarıyla birlikte mesele daha da tırmandı, Rumların büyük bölümü Türkiye’yi terk etti. Bugün hâlâ açılamamasının nedeni teknik ya da hukuki değil, tamamen siyasi. Okul açılırsa ayrı devlet kurulur gibi iddialar yıllardır tekrarlanan bir safsata.”
Röportajın tam metni:
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Amerikan Başkanı Donald Trump’la görüşmesinin bir maddesi de Heybeliada’daki ruhban okulunun yeniden açılması meselesiydi. Yıllardan beri gündemde olan bir konu. 1971’de kapatılmış olan ruhban okulunun açılması talebi Rum cemaati tarafından sürekli gündeme getiriliyor, özellikle Patrikane tarafından; ama değişik iktidarlar, hükümetler buna hiçbir şekilde razı olmadılar. Ama hep bir ara olur gibi oldu ve sonra olmadı. Bu sefer olacağa benziyor. Peki bu olay ne? Olursa ne olur? Bunları Adalar Vakfı eski Başkanı Halim Bulutoğlu ile konuşacağız. Halim Bey, merhaba, hoş geldiniz.
Halim Bulutoğlu: Merhaba, hoş bulduk.
Ruşen Çakır: Siz bu konuya çok vakıfsınız Ada’da yaşayan birisi olarak ama aynı zamanda da insan hakları, sivil toplum gibi konuları dert edinen birisi olarak. Önce şunu bir sormak istiyorum: Söz konusu olan olay ne, nedir ruhban okulu dediğimiz zaman? Çünkü Türkiye’de çok az sayıda Rum yaşıyor. Bir ara daha fazlaymış. Şimdi iyice azaldı. İnsanların çok fazla bilmediği bir konu aslında bu. Yani gündemde hep var da… Ne yapıyordu o okul?
Halim Bulutoğlu: Şöyle, aslında Osmanlı modernleşmesinin bir kurumu ruhban okulu; yabancımız değil. Burada yaşayan insanlar, Osmanlı milletinin bir parçası olan Rumların bir eğitim kurumu. 1844 yılında kuruluyor. Heybeliada’nın iki tepesinden birisi olan tepede, Aya Triada Manastırı’nda, eski bir manastırdır orası, orada kurulan bir okul, 1844 yılında. Amacı ruhban yetiştirmek, din insanı yetiştirebilmek, eğitimli insan yetiştirebilmek. Ki o dönem biliyorsunuz, Osmanlı’nın eğitim kurumları da yavaş yavaş serpilmeye başlamış. Heybeliada aslında o açıdan da önemli bir yer. Çünkü hemen yanı başında bir başka manastırın içerisinde de Rum Ticaret Mektebi vardı mesela. Aynı dönemde de onlardan biraz daha önce Bahriye Mektebi açılmıştı Heybeliada’da. Yani bu üçü de aslında çok önemli eğitim kurumları o dönemde açılmış olan. Ruhban okulunun da amacı buydu. 1844 yılında açıldı. 1894 depreminden etkilendi. Sonra yeniden yapıldı. Bugünkü hâlini o zaman aldı, yani 1894 depreminden sonra. O günden bugüne dek, bugüne demeyelim tabii, 1971 yılına kadar, yani kapatıldığı döneme kadar da kesintisiz olarak bu eğitim devam etti. Yani yaşanmış olan bir sürü hadise var o dönemde. I. Dünya Savaşı yaşanıyor. İstanbul işgal altında oluyor. Arkasından Kurtuluş Savaşı, arkasından Cumhuriyetin kuruluşu. Bütün bu süreç içerisinde ruhban okulu kısa dönemli, belki I. Dünya Savaşı içerisindeki kapanmalar dışında, ki o da işte oradaki insanların başka tarafa tahliyesi, orayı askeri açıdan değerlendirmek anlamında kesintiler dışında kesintisiz bir şekilde 1971’e kadar da açık kalıyor ve eğitimini sürdürüyor. Herhangi bir şekilde de tartışma konusu olmuyor. 1971 yılında kapanmasının nedeni ise, ruhban okuluyla ilgisi yok. Yani ona ilişkin özel olarak alınmış bir karar yok. O dönemde bildiğiniz gibi özel yüksekokullar var. Özel yüksekokulların tamamı kapatılıyor. Yeni bir forma kavuşturuluyor daha sonraki dönemde. İşte o süreçte de ruhban okulu kapatılıyor. Ruhban okulunun da o dönemde bir yüksek kısmı var, yani din insanı yetiştiren kısmı var, bir de lise kısmı var. Lise kısmı mesela kapatılmıyor. Çünkü öyle bir sorun yok yani. Ama lisenin kapatılması daha sonra bildiğiniz gibi 1964, sonra 1974 olaylarından sonra İstanbul’da Rum nüfusunun iyice azalmasıyla birlikte artık öğrenci kalmıyor neredeyse ve o yüzden de lise kendiliğinden kapanıyor. Ama ruhban okulu böyle değil. Ruhban okulu 1971 yılında
kapatılıyor ve ondan sonra da bir türlü açılamıyor.Ruşen Çakır: Peki burada şimdi, kapanmadan önceki hâliyle baktığımız zaman birtakım rakamlara sahip miyiz? Mesela 70 yılında kaç kişi okuyormuş? Bunların hepsi Türk vatandaşı mıymış? Yoksa yurt dışından insanlar da gelebiliyor muymuş?
Halim Bulutoğlu: O konuda tabii çok kesin rakamlarım yok ama din insanı yetiştiren bir kurumdan söz ediyoruz. Öyle yüzlerce, binlerce insan yok orada eğitim alan. İşte lise kısmında bildiğim kadarıyla 200, 250 kişi var. Yüksek kısımda ise 50 ile 100 arasında değişen bir sayıda bir eğitim veriliyor. Bunların büyük bölümü de Türkiye’de yaşayan insanlar, daha doğrusu Türkiye pasaportu taşıyan insanlar. Dışarıdan gelen çok fazla insan yok o dönemde. Ve belki varsa da çok nadirdir. Çünkü burada ciddi bir nüfus vardı ve buradaki din insanlarının ihtiyacını da, ki bunlar kiliselerde, manastırlarda görev yapan sadece Türkiye’de değil de üstelik dünyada görev yapan insanlardı, burada yetişiyorlardı ve buradan gidiyorlardı. Kapandığı zaman maalesef bu ihtiyaç giderilemez oldu. O günden bugüne 55 yıl geçmiş üzerinden.
Ruşen Çakır: Peki, o günden bugüne bina ne oluyor? Yani Rum cemaati tarafından korunan ama hiçbir şeye yaramayan bir bina olarak mı duruyor?
Halim Bulutoğlu: Dediğim gibi bir süre lise devam ediyor sonra kapanıyor. O günden bugüne de açık duruyor aslında. Yani bina fiziki olarak çok iyi durumda. Sınıfların tamamı sanki dün terk edilmiş gibi. Kütüphanesi zaten olağanüstü bir kütüphane, bu hep konuşulur edilir. Yaşayan bir yer orası. Yani belki eğitim bitti, belki lise eğitimi de bitti ama o günden bugüne de yaşayan bir yer. Hiçbir zaman kapanmadı. Zaten bünyesinde bir Aya Triada Kilisesi var. Orası da zaten bir dini alan, dini bir mekân. Eskiden de öyleydi. Yani okuldan önce de zaten o kilise vardı. O manastır zaten vardı. Sonrasında da manastır ve kilise hayatına devam etti. Sadece okul oradan çıkmış oldu ya da ruhban okulu oradan çıkmış oldu.
Ruşen Çakır: Peki, şimdi 71’den sonra belli bir tarihten itibaren buranın tekrar açılması talebini Patrikhane ve Rum cemaati dile getiriyor ve hep de bu talep reddediliyor. Şimdi talebin reddedilmesinin birtakım teknik nedenleri var. İşte özel okullar yasası, Milli Eğitim Bakanlığı’nın denetiminde olmayan yerler, ‘‘Patrikhane’nin denetiminde okul olamaz’’ gibi argümanlar falan var. Laiklik ilkesi var. Ama bir de siyasi boyutu var. Sizce bugüne kadar açılamamasında esas önemli faktör hangisi?
Halim Bulutoğlu: Siyasi nedenler. Bunu zaten yazımda da dile getirdim. Tamamen siyasi nedenler. Kapatıldığı zamanki olay tabii siyasi bir olay değil dediğim gibi, yani o zaman bir teknik konu vardı. Ama sonra tamamen siyasete döndü. 1971’den sonra zaten biliyorsunuz 74 Kıbrıs olayları var. Kıbrıs olayları da aslında bu konuyu tırmandırdı bildiğiniz gibi. İstanbullu Rumların da büyük bölümünün artık Türkiye’yi terk ettikleri dönemin başlangıcı olur 1974. 1980 gibi de artık tamamlanmıştır neredeyse. Sayıları işte 2.000’lere kadar inmiştir. İşte o siyasi süreç, bugüne kadar okulun açılamamasının da nedeni.
Ruşen Çakır: Şimdi önümde bir tane kupür var, Saygı Öztürk’ün Sözcü Gazetesi’nde: “Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılma projesinin arkasında bu hedef var: İstanbul’da ayrı devleti dört aşamada kuracaklar.”
Halim Bulutoğlu: Bana bütünüyle komik geliyor, açıkça söyleyeyim, tamamen komik geliyor. Yani bu argüman aslında yeni bir argüman değil. Bildiğiniz gibi bu argüman yıllardır tekrarlanır. Yani okulun açılması ne zaman gündeme gelse, herhangi bir siyasi iktidar bu konuda herhangi bir inisiyatif almaya kalksa, kim olursa olsun, bu ister soldan ister sağdan, hemen karşısına bu argümanlar çıkıveriyor. Ama bu argümanları düne kadar esas olarak aşırı sağ ya da sağ dillendirirdi. Şimdi işin rengi de kalmadı, yani sağı solu da kalmadı. Aynı sözlerle, aynı cümlelerle, aynı ifadelerle bu konu gündeme geliyor. Bence tamamen safsata. Diyebileceğim başka bir şey yok.
Ruşen Çakır: Burada temel tartışma meselesi, en kritik husus ekümeniklik meselesi. Patrik Bartholomeos’un ekümenik olma iddiası. Önce bir ekümenikliği bilmeyenler için bir anlatırsanız, benden daha iyi anlatacağınıza eminim. Bir de böyle bir iddianın Türkiye’yi neden rahatsız ettiği meselesi var.
Halim Bulutoğlu: Şimdi tabii ekümeniklik tartışmasına girersek oradan çıkamayız gibi
geliyor bana.Ruşen Çakır: Özetle tabii…
Halim Bulutoğlu: Ekümeniklik esas olarak, yani bu cemaatin aslında Osmanlı’da kazanmış olduğu kimliğin ya da yönetim tarzının Cumhuriyet döneminde de kabul edilmiş aslında yönetim tarzının devamı. Yani kendi eğitim sistemine, daha doğrusu müfredatına, kendi yönetim millet… millet demeyeyim artık ona. Çünkü bir azınlık, yani Lozan’da hakları tanımlanmış olan bir azınlık şu anda Rumlar. Onların dini vasıflarına ya da yönelimlerine ya da yönetimlerine esas olarak karar veren ama sadece Türkiye ile sınırlı olmayan, çünkü Ortodoks dünyasının geniş bir coğrafyada bir bağlantısı var ya da yönetim tarzı var, onların tamamına sahip olan ya da yöneten bir liderlik konumunda şu anda. Ama bunun Vatikan’la bir ilişkisi yok ki. Vatikan ayrı bir devlet. Onların ayrı bir devlet talebi de yok. Sadece kendi alanlarında özerk davranmak istiyorlar, ki bu son derece hakları, bugüne kadar da gelmiş oldukları süreç içerisinde sahip oldukları hakları. Yani bu hakkın geri alınması ne Lozan’la ilgili, ne bugünkü durumla ilgili ne de geçmişle ilgili. Dolayısıyla bunun üzerinden bir tartışma yapmanın bir anlamı yok.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Ruşen Çakır: Burada ama şöyle bir husus var biliyorsunuz: Ortodoks âleminde Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümenikliğini sorgulayan başka Ortodokslar var.
Halim Bulutoğlu: Bu kendi tartışmaları ama. Yani biz niye bu tartışmaya giriyoruz?
Ruşen Çakır: Çünkü o Ortodokslara daha yakın olan birtakım siyasi şeyler var herhalde.
Halim Bulutoğlu: Kimler mesela olabilir?
Ruşen Çakır: Mesela Rus Ortodoksları, yani Rusya’yı…
Halim Bulutoğlu: Yani Rusya mı istemiyor bizim…
Ruşen Çakır: Mesela bazıları…
Halim Bulutoğlu: Vallahi o Rusya’nın sorunu. Ama Türkiye aslında bunu kendi lehine değerlendirebilecekken, hani var ya öyle iddialar, coğrafyada bölgesel ülke olabilmek, lider olabilmek diye iddialar var ya hani zaman zaman gündeme gelen, o açıdan da kullanılabilecek olan bir şey iken, bunu niye biz bu uluslararası tartışmanın bir parçası hâline getiriyoruz? Bırakalım, onlar kendi aralarında tartışsınlar. Ayrılırlar, ayrılmazlar. Yani Rusya’yla ya da Yunanistan’la Türkiye’deki Patrikhane arasındaki sorunlar bizi ilgilendirmiyor. Bizi ilgilendiren burada yaşayan insanlar. Bu insanlar bizim bir parçamız. Evet, sayıları azaldı ama hakları belli olan, azınlık hakları belli olan insanlar bunlar. Niye onların bu sorununu biz bir siyasi tartışma hâline getiriyoruz? Ben bunu anlamıyorum. Ve Türkiye’nin de bunda bir faydası yok yani.
Ruşen Çakır: Peki, şu anda gördüğüm kadarıyla bu seferki olay daha ciddi. Daha önce de birtakım “açılıyor galiba” beklentileri olmuştu ama hep yarım kaldı, sizin de bahsettiğiniz gibi. Ama son Trump görüşmesinin sonrasında sanki bu sefer daha olma ihtimali yüksek gibi. Ne diyorsunuz, bu sefer olur mu?
Halim Bulutoğlu: Vallahi “olur” diyemiyorum. Çünkü “olur” dediğimiz her noktada bu gene atıl duruma kaldı. Yani ben Adalı Dergisi’nde bu konuda en az 5-6 tane yazı yazdığımı biliyorum. ‘‘Ha açıldı ha açılacak’’, ‘‘Ha bu kez açıldı’’ dediğim yazılar olduğunu biliyorum. Şimdi de aynı şeyi söylemek isterim, söylüyorum da ama burası Türkiye. Yani siyasetin nereye evrilebileceğini, yarın ne olabileceğini kestiremediğimiz bir ülkede yaşıyoruz. Umarım ki olur. Umarım ki bu tartışma gündemden düşer. Bu tartışma gündemden düşerse Türkiye kazanır. Türkiye herhangi bir şey kaybetmez. Ama en önemlisi burada yaşayan insanlar kazanır. Yani o insanlar ki bugüne kadar buna benzer bir sürü tartışmanın konusu edildiler, rahatsız edildiler. Zaten vatanlarından koparıldılar. Yani birçoğu, büyük bir bölümü şu anda Yunanistan’da yaşıyor. Bu insanların duygularını biliyorum. Çünkü Adalar Müzesi’nin kuruluşu sürecinde ve Adalı yayınlarının yayınlanması sürecinde buna ilişkin çok sayıda yayın yaptık. Müzenin bir parçası şu anda mesela, çünkü Adaların bir parçası bu konu. Ve onların duygularını biliyorum. Yani bunun bir tartışma, bir pazarlık konusu olması, hele bir mütekabiliyetin bir konusu olması, yani Yunanistan’la mütekabiliyetin bir konusu olması – ki bu da tartışmalardan bir tanesi biliyorsunuz – yani Batı Trakya’daki azınlık, Müslüman azınlıkla Türkiye’deki Rum azınlığın sorunları sanki böyle karşılıklı bir pazarlık konusu hâline geliyor. Yani orada yapılmayan Yunanistan’ın ayıbı ama burada yapılmayan da Türkiye’nin ayıbı. Yani biz onların ayıbına karşı bir ayıp işlemek durumunda değiliz ya da o ayıbı devam ettirmek durumunda değiliz. “Türkiye güçlü bir ülke” deniyor ya. Türkiye yani 2.000 vatandaşından mı korkuyor? Ya da bu konunun bir bağımsız devlete dönüşebileceğini nasıl hayal edebiliyor? Yani buradan bir bağımsız devlet çıkarabilmeyi nasıl hayal edebiliyor ülke? 2.000 insanın yaşadığı bir yerden söz ediyoruz.
Ruşen Çakır: Peki, okul tekrar açılırsa nasıl bir şey bekliyor? Şu anda sizin de söylediğiniz gibi zamanında lise uygulaması öğrenci sayısı yetmediği için kapatılmak durumunda kalmış. Şimdi nasıl bir proje var kafalarında, biliyor musunuz?
Halim Bulutoğlu: Vallahi onların da işi zor, biliyorum. Zor yani. Niye zor? Çünkü açıldığı zaman öğrenci nereden gelecek? Ama bir de şöyle düşünün, bu tabii bu yaşanan, bugüne kadar gelen şeyden sonra ortaya çıkmış olan bir durum: Şu anda Türkiye’de görevlendirilmiş olan Ortodoks din insanlarının bir bölümü yurt dışından ithal edildi. Yani burada eğitim yapılamadığı, eğitim verilemediği için din insanı ithal edilmek durumunda kalındı, burada görevlendirebilmek için. Hatta biliyorsunuz Patrikhanenin bir meclisi var, Sinod Meclisi var. Orada görev yapan insanların da bir bölümü dışarıdan getirildi ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı verilmek zorunda kalındı buradaki süreç devam edebilsin diye ya da buradaki işler aksamasın diye ve bu böyle devam ediyor. Hâlbuki burada yetişiyor olsa, zaten şu anda eğitime başladığı zaman dedim ya, öğrenci bulmakta zorlanacaklar. Gene dışarıdan gelecek belki öğrenciler ama burada eğitim alacaklar. İstanbul’un havasını soluyacaklar. Buranın kültürüyle tanışmış olacaklar. Yani burada toprağa ayakları basacak görev yaptıkları ya da yapacakları yer açısından bakıldığında. Dolayısıyla eğitimin bir parçası olacak burayla uyum. Hâlbuki şu anda dışarıdan geliyor, Türkiye’yi hiç tanımıyor ve burada bir yerde göreve başlıyor. Yani bu mu istenen? Bu mu arzu edilen? Evet, zorlukları var. O zorlukların onlar da farkındalar. Ama bu çözülemez bir şey değil. Umarız ki bu siyasi sorunlar çözülür. Tabii işin bir de teknik tarafları da var. Yani nasıl bir müfredatla ve YÖK’le nasıl bir ilişki içerisinde bu bağlantı devam edecek? Onun bir parçası olacak mı, olmayacak mı, ki buna benzer tartışmalar da var bildiğiniz gibi. Bunlar bence teknik konular. Bunlar çözülebilir olan konular. Ki nitekim şu anda da bunun görüşmelerinin yapıldığını düşünüyorum ben. Sadece bugün de başlamadı üstelik bu. 1 yıl önce ya da 1,5 yıl önce Cumhurbaşkanı Erdoğan Yusuf Tekin’i görevlendirdi. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin geldi. Hem Heybeliada Ruhban Okulu’nu ziyaret etti hem de Patrik’le görüştü ya da oradaki yetkililerle görüştü. Yani bu konu zaten bir süredir gündemde, çözüm için gündemde ama tamamen çözümün iradesi siyasette. Meselenin Trump’la ilişkilendirilmesi de hakikaten bana da anlamsız geliyor. Yani “Trump istedi de Türkiye yapmak zorunda kaldı” demek hoşumuza mı gidiyor bizim?
Ruşen Çakır: Ama sonuçta iş oraya doğru gidiyor yani. Çünkü şimdi eğer bu süreç hızlanır ve diyelim ki seneye öğrenci almaya başlarsa bu hep öyle diyecek: “Trump’la yaptığı — işte Eylül kaçtı, unuttum şimdi tarihini — Beyaz Saray görüşmesinde ruhban okulu meselesi bağlandı” denecek. O kaçınılmaz bir şart.
Halim Bulutoğlu: Desinler. Başka konularda da deniyor zaten. Ayrıca da işi bu noktaya getirip de bundan sonra çözmek de bence tabii bugünkü yönetimin bir sorunu. Bırakalım tartışmayı siyaseten yürütsünler. Aklıma gelmişken şeyi de söylemeden geçemeyeceğim. Özgür Özel bahsini de açayım. Özgür Özel benim çok takdir ettiğim bir insan. Siyaseten de öyle bir insan. Yaklaşımları da öyle. Mesela bu barış süreciyle ilgili, çözüm süreciyle ilgili olan tutumu da son derece önemli. Ama çıktı dedi ki, işte Trump’la Erdoğan arasındaki görüşmeyi değerlendirirken; meseleyi işte F-16, F-35’lerin arasına bir de ruhban okulunu koydu. Yani F-16 ile F-35’le ruhban okulunun ne ilgisi var? Yani bu bir taviz midir ya da ne bileyim bir pazarlık konusu mudur? Türkiye’deki insanların, kendi vatandaşımız olarak bildiğimiz insanların sorunlarını biz bir pazarlık konusu olarak mı görüyoruz? Bence biraz konuya belki hızlı tepki vermekten gelen bir şeyle bu yanıtı verdi ama demesini beklerdim ki, ‘‘Onlar bizim vatandaşlarımız, onlar bizim sorunumuz. Elbette biz onu çözeceğiz.’’ Nasıl çözüm sürecine yaklaşıyorsa, ‘‘O bizim meselemiz, onu biz parlamentoda ele alırız’’ diyorsa, buna da benzer yaklaşımda bulunmasını isterdim ama sanıyorum ki böyle bir kaydı orada.
Ruşen Çakır: Onu da bir şey gibi, taviz gibi…
Halim Bulutoğlu: Evet. Yani ne ilgisi var? Bu bir insan hakları konusu. Yani ben de yazımda bunun özellikle altını çiziyorum. Eğitim hakkı bir insan hakları sorunudur, konusudur. Bu bir eğitim konusudur. Bu bir insan hakları konusudur. Ve insan hakları meselesini bizim bir pazarlık konusu hâline getirmemizin de hiçbir anlamı yoktur diye düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Evet. Çok sağ olun. Nasıl bitirelim? ‘‘Her sefer umutlandık ama sonra hayal kırıklığına uğradık’’ diyorsunuz. Bu sefer daha umutlusunuz ama sanki.
Halim Bulutoğlu: Adalı olarak daha umutluyum. Özellikle yazımda da bunu söylemiştim. Çünkü biz ruhban okulunu ve bahçesini, binayı çok seviyoruz. Orada bizim 2014 yılında çok güzel bir konserimiz oldu. “Dinler Buluşması” diye yaptığımız bir konserdi bu. Yani her dinin kendi müziğini orada bahçede dile getirdiği, seslendirdiği, yüzlerce, binlerce insanın katıldığı bir etkinlikti mesela. O zaman bize Ruhban Okulu bahçesini açmıştı. Sonra orada başka konserler yaptık. Orada başka toplantılar yaptık. Orası sabah saat 9.00’dan akşam 17.00’ye kadar zaten açık. Her kim gidiyorsa zaten oraya içeriye girebiliyor. Belki binaya giremiyor ama bahçesinde dolaşabiliyor. Kilise açık. O kilise ziyaret edilebiliyor, ki çok sayıda ziyaretçisi var. Ama bugünlerde tabii bir inşaat var orada. O inşaat da uzun zamandır gündemde olan bir konuydu. Bir restorasyon ihtiyacı vardı. Çünkü eski bir bina sonuçta burası. O restorasyon çalışmaları da şu anda bitmek üzere. Umarım ki önümüzdeki yıl açılır bahçesiyle, okuluyla ve Ruhban Okulu da o zamana kadar bu sorunları gidermiş olur ve de kapılarını açmış olur. Bu tartışma da Türkiye’nin gündeminden çıkar. Ben başka bir şey diyemiyorum.
Ruşen Çakır: Çok sağ olun Halim Bey. Evet, 1971’den beri tartışma konusu olmaya devam eden Heybeliada Ruhban Okulu meselesini Halim Bulutoğlu ile konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.