Ruşen Çakır yorumladı: Fatih Altaylı neden tahliye edilmedi?

Fatih Altaylı

“Cumhurbaşkanı’nı tehdit” suçundan tutuklanan Gazeteci Fatih Altaylı ilk kez hakim karşısına çıktı. Mahkeme heyeti Fatih Altaylı’nın tutukluluğunun devamına karar verdi. Duruşma 26 Kasım’a ertelendi. Ruşen Çakır, Silivri Cezaevi’nde izlediği duruşmadan izlenimlerini anlattı, Fatih Altaylı neden tahliye edilmedi? sorusuna yanıt aradı.

Tutuklu gazeteci Fatih Altaylı, YouTube kanalındaki sözleri nedeniyle “Cumhurbaşkanı’nı tehdit” suçundan ilk kez hakim karşısına çıktı. Altaylı savunmasında, “Sayın Cumhurbaşkanı’nı tehdit ettiğim iddiasıyla yargılanmak üzere karşınızda bulunmak beni hem çok şaşırtıyor hem de çok üzüyor” dedi. Mahkeme heyeti Fatih Altaylı’nın tutukluluğunun devamına karar verdi. Duruşma 26 Kasım’a ertelendi.

Duruşmayı izleyen Ruşen Çakır, “Ortada bulunacak bir delil yok, pekala tutuksuz yargılanabilirdi ama mahkeme bunu yapmadı” diyerek sürecin siyasi arka planına işaret etti.

Altaylı’nın duruşmasına ailesi, Galatasaray Lisesi’nden dönem arkadaşları, çok sayıda avukat, milletvekilleri ve gazeteciler katıldı. Çakır, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan adına bir avukatın müdahil olma talebinin mahkemece kabul edilmesini kritik bir gelişme olarak değerlendirdi ve “Cumhurbaşkanı da Altaylı’nın o videoda kendisini tehdit ettiğine inanıyor ki müdahil oluyor” dedi.

Fatih Altaylı neden tahliye edilmedi?

Çakır, delillerin toplanmış olmasına rağmen tahliye verilmemesini, iktidarın gazetecilere yönelik baskısının bir parçası olarak yorumlayarak, “Normal şartlarda ev hapsi veya adli kontrol kararı verilebilirdi ama verilmedi. Burada ince bir husus var. Altaylı tutuklandığı andan itibaren susmadı, YouTube’daki varlığını sürdürdü. Boyun eğmediği için de tahliye edilmedi” ifadelerini kullandı.

Ana akım bile artık korunmuyor

Çakır’a göre Altaylı’nın hedef alınması, ana akım medyanın da artık güvende olmadığını gösteriyor:

“Altaylı herhangi bir yere konulamayacak kadar popüler ve etkili bir isim. Onu bahane yaratarak tutuklamak, gözdağının çıtasını iyice yükseltmek demek. Ana akım olmak da kurtarmıyor, ya biat edeceksiniz ya da çok sert bir pozisyona zorlanacaksınız.”

Çakır, sürecin önceden bilinen am.gellenmeyen bir tabloya dönüştüğünü söyleyerek Gabriel García Márquez’in Kırmızı Pazartesi romanına gönderme yaptı ve “Herkesin beklediği ama engellenmeyen bir olay gibi, Altaylı’nın tahliye edilmemesi de göstere göstere yaşandı” diye konuştu.

Videonun tam metni:

Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. Dün Silivri’de Fatih Altaylı’nın ilk duruşmasına gittim. Yolda tahliye edileceği duygusu güçlüydü. Ama mahkeme salonuna girdiğimde orada avukatlar olsun, Fatih’in Galatasaray Lisesi’nden dönem arkadaşları olsun, yakın çevresi olsun, gazetecilerle sohbetlerimizde bu beklentinin çok da yaygın olmadığını gördüm. Tabii ki temenni vardı ama yeni yaşanmış Ayşe Barım olayı vardı. Ayşe Barım tahliye edildi. İtiraz üzerine tekrar tutuklama kararı çıktı ve işin ilginç yanı Fatih’i yargılayan mahkeme de Ayşe Barım’a tahliye kararı veren mahkemeymiş. Bu bir yanıyla iyi bir şey çünkü tahliye kararı vermiş; ama bir yanıyla da kötü bir şey çünkü kararı hemen bozulmuş başka bir mahkemede ve insanlar açıkçası temenni ediyorlar ama umamıyorlar. Bu çok acı bir durum ve nitekim tahliye kararı çıkmayınca da herkes üzüldü tabii ama çok da şaşıran olmadı; yakın çevresi de, gazeteciler de, okul arkadaşları da.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Önce bir atmosferi tarif edeyim. Daha önce Silivri’de bir Gezi davasını izlemiştim. Ekrem İmamoğlu’nun iki ayrı davasını izlemiştim. Burada birkaç salon var anlaşılan Silivri’de. Bu, ikinci katta olan, nispeten daha küçük bir salon. İnternetin daha zayıf olduğu bir yer. Ailesi oradaydı tabii. Eşi Hande ve kızı Zeynep oradaydı. Muhalefet partilerinden bazı milletvekilleri vardı. CHP’den, İYİ Parti’den milletvekilleri vardı. Çok sayıda avukat vardı. Çok olağanüstü sayıda olmasa da gazeteciler vardı. Fatih’in 113. dönem Galatasaray Lisesi’nden arkadaşları vardı. İki otobüs kaldırıldı. Ben de lisede 112. dönemim ama kaldım ve 113’te beraber de okudum. Fatih ile hatta bir sene aynı sınıfta da okuduk. Bunlar yaşını başına almış, yani 63 yaşındaki insanlar, iş güç sahibi, hatta bazıları torun torba sahibi ve buraya gelemeyenler de uzaktan takip ettiler. Geldiler. Gazeteci olarak Fatih’le beraber çalışan, onun kurduğu, daha doğrusu destek verdiği ‘‘Onlar’’ ekibi oradaydı. Ama dediğim gibi çok sayıda muhabir arkadaş oradaydı. Köşe yazarı gibi söylenebilecek insan sayısı, gazeteci sayısı azdı. Hilmi Hacaloğlu, İsmail Saymaz ilk aklıma gelenler, onlar vardı.

Faruk Süren, Galatasaray’ın eski başkanı, galiba Fatih’in de yönetimde olduğu sıradaki başkan, o vardı. Celâl Şengör ve Murat Bardakçı, Fatih’in yakın arkadaşları ve birlikte çok program yaptıkları kişiler, onlar da vardı. Böyle bir ortamdı. Mahkeme başkanı bir kadın, yardımcılar bir diğer kadın yargıç, bir erkek yargıç ve gençten bir savcı. Ve de baktık ki milletvekillerinin olduğu yerde bir cübbeli avukat var. Avukatlar karşı tarafta esas. Önce anlamadım ama sonra anlaşıldı ki o kişi, yani savunma avukatlarının yanında olmayan o kişi, müdahil avukat, Cumhurbaşkanı Erdoğan adına müdahil olmak isteyen avukat ve o neden müdahil olmak istediğini anlattı ve orada işin rengi biraz çıktı ortaya. Yani bu olay Cumhurbaşkanına rağmen açılmış bir olay ya da onun bilgisi dışında açılmış bir dava ise, hiç sanmıyorum ama diyelim ki öyle, doğrudan müdahil olmasıyla beraber Cumhurbaşkanı da herhâlde Fatih Altaylı’nın o yaptığı videoda kendisini tehdit ettiğine inanıyor, ki böyle bir müdahil oluyor. Mahkeme zaten onu kabul etti. Bu başlı başına önemli bir gelişmeydi.

Bir diğer husus da açıkçası ortada çok fazla bir şey yok. Bir video var. Fatih diyor ki: ‘‘Bu videonun sosyal medyada bazı yerleri kesilip servis edildi. Hâlbuki bütünü izlendiğinde böyle bir durumun olmadığı anlaşılır’’ diyor. Tarihçilerden mütalaalar alınmış, hukukçulardan alınmış, bütün hepsi dava dosyasına konulmuş. Artık ortada bulunacak bir delil vesaire yok. Karartılacak bir delil yok ve pekâlâ tutuksuz yargılanması en azından rahatlıkla söz konusu olabilir. Açıkçası daha ilk günden, ilk duruşmanın ardından karar bile alabilirdi mahkeme ama mahkeme bunu yapmadı. Tahliyeyi de vermedi ve 26 Kasım’a verdi duruşma gününü. Şimdi büyük bir ihtimalle 26 Kasım’da karar verilmesi bekleniyor ve kararın ne olacağı konusunda değişik spekülasyonlar var tabii ki. Bunların içerisinde bir kere açıkçası bu dava baştan anlamsız bir dava olduğu için beraat olması gerekir ama daha önce yaşanan olaylar ortada olduğu için, daha yeni Ayşe Barım olayı da yaşandığı için insanlar yine başta söylediğim gibi çok da umutlanamıyorlar.

Burada ne yapılmak isteniyor, neden böyle bir şey yapılıyor? Şimdi Türkiye’de gazetecilere yönelik ilk tutuklama değil, ilk dava değil. Değişik dönemlerde hep gazeteciler hedef oldu. Kimi zaman soldan, kimi zaman Kürt hareketine yakın gazeteciler, Cumhurbaşkanına hakaretten de çok kişi hedef alındı. Ama Fatih Altaylı’nın çok belirgin birtakım özellikleri var. Bir kere çok biliniyor, çok takipçisi var, hep ana akım medyada bulunmuş, yöneticilik de yapmış, çok popüler bir isim ve ortada bir isim. Yani onun herhangi bir yere, siyasi bir yere konulması çok mümkün değil, yani şucu bucu denemeyecek bir isim. Seveni var, sevmeyeni var, kızanı var, hayran olanı var ama sonuçta bir fenomen. Nitekim Habertürk’ten ayrıldıktan sonra YouTube’ta… Şu anda gördüğünüz, daha YouTube’u kurmamıştı, Habertürk’ten ayrılmıştı ve biz onunla burada, Medyascope’ta bir yayın yapmıştık. Bunlar oradaki görüntüleri. Ondan kısa bir süre sonra yaptı ve hızlı bir şekilde Türkiye’nin ve galiba Avrupa’nın da en çok izlenen YouTube’daki gazetecisi oldu. Bu kadar etkili birisi. Videoları çok izleniyor ve dolayısıyla Fatih Altaylı’ya yönelik, ki Erdoğan’ın yakından tanıdığı birisi, Erdoğan’la birkaç kere herhâlde, ama en çarpıcısı Gezi döneminde Habertürk yayını yapmış birisi. Fatih Altaylı’yı böyle bir bahane yaratarak tutuklamak, yargılamak gözdağı olayının çıtasının iyice yukarı çıkarılması anlamına geliyor. Yani şöyle bir şey oluyor: ‘‘Fatih Altaylı gibi birisine bu yapılıyorsa diğerlerine/bana neler yapılmaz?’’ Bu duygu bir kere veriliyor. Her halükârda hiç kimse şu ya da bu şekilde göndermelerle, mecazlarla, tarihe referanslarla Cumhurbaşkanına yönelik bir şey söyleyemez. Bu aslında çok açık bir şekilde ifade özgürlüğünün ihlali, ama burada bir köpürtülüyor. Hukukçular zaten mütalaalarında bunu çok net bir şekilde belirttiler; iş hakaretten tehdide kadar gidiyor ve cezanın limiti yukarı çıkarılıyor. Şimdi bu davanın açılması böyle.

Peki niye tahliye edilmiyor? Normalde tahliye edilmesi lazım. Yine aynı şekilde, şimdi mahkemeden bir gün önce ya da pardon 3’ünde mahkeme, 1’inde Meclis’te CHP dışındaki herkesle kucaklaşan bir Cumhurbaşkanı vardı ve bunu da Türkiye’de büyük bir demokrasinin yansıması olarak gösterdi. Aynı Cumhurbaşkanı Türkiye’nin en popüler gazetecilerinden birisinin sudan sebeplerle içeride olmasına hiçbir itiraz etmiyor, tam tersine avukatını yollayarak onun mahkûm edilmesini istiyor. Bu iyice alanı daraltmaktır ve tahliye edilmeyerek de normal şartlarda tahliye edilip ev hapsi olabilir, yok işte adli kontrol şartı olabilir, şu olabilir, bu olabilir; ama yok. Burada çok ince bir husus var. Fatih Altaylı tutuklandığı andan itibaren YouTube’daki varlığını sürdürdü, sürdürüyor. Hem kendisinin yazdığı metinleri oradaki yardımcısı YouTube kanalında seslendiriyor, bir de konuk alıyorlar. O konuk da — ben de bir kere gittim — kendisine sorulan soruları ve tabii ki Fatih Altaylı olayını konuşuyor. Ve Fatih Altaylı’nın özellikle yolladığı metinlerden yapılan birtakım yayınlara soruşturma da açıldı. Yani buradaki temel husus bence çok önemli; Fatih Altaylı boyun eğmedi, öyle diyelim. Yani sessiz kalmadı, kaldığı yerden devam etti. Boş koltukla ‘‘Fatih Altaylı yorumlayamıyor’’ diyerek bir meydan okuyuşunu sürdürdü. Ben bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Kendisini cezaevinde ziyaret ettiğimde bu konu hakkında da konuştuk. Burada gerçekten çok ince bir şey var. Eğer sesini kıssaydı ya da eften püften meselelerle ilgili muhabbetlerle yetinseydi işin rengi farklı olabilirdi belki. Ama bu bir anlamda gerçekten kritik bir karar. Bence doğru olanı yaptı ama doğru olanın Türkiye’nin bu koşullarında da bir bedeli var, o da en azından beklenen o tahliyenin gerçekleşmemesi. Fatih’in dün yaptığı savunmanın özellikle ilk bölümü bir tür siyasi savunmaydı. Şimdi buna birileri, ‘‘amma abartıyorsun’’ diyebilir. Sonunda kendisine yönelik suçlamalara cevap verdiği bölüme kadar kendini anlattı. Anlattığı siyasi savunma aslında bir ana akım medya savunması. Şunu söylüyor: “Ben Türkiye’nin iyi bir ülke olmasını istiyorum, çocukların benim kızım gibi yaşamasını istiyorum. Onlara elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorum, herhangi bir ideolojiye şuna buna bağımlı olmadan Türkiye sevgisiyle.”

Bu işte tam ana akım çizgisi ve pozisyonunu savundu. Bu önemli. Şundan önemli: Türkiye’de artık ana akım olmak bile imkânsız kılınmak isteniyor. Yani şunu diyebilirsiniz: “İşte bir tarafta iktidar yanlıları var, bir tarafta muhalifler var. Ben bunlara dâhil olmadan doğru bildiğim yolda gideceğim.” Buna bir kere izin verilmiyor. Tabii burada şöyle bir husus var: Fatih’in özellikle son dönemde muhalefetin ve CHP’nin yanında birtakım yorumları çok olduğu muhakkak, iktidara yönelik eleştiriler olduğu muhakkak ama o kendini hâlâ ana akım olarak görüyor, ki bence de öyle ve bu bize gösteriyor ki ana akım olmak da kurtarmıyor. Ya biat edeceksiniz ya da alenen çok sert bir şekilde sizin gazeteci mi aktivist mi olduğunuzu insanların karıştıracağı bir pozisyon alacaksınız. Sonuçta Fatih bir şekilde, hızlı bir şekilde siyasallaştı diyelim. Tabii siyasi konulara hep giriyordu ama bu tür bir siyasallaşmanın içerisine, iktidarla bir, nasıl söyleyeyim, tartışma ya da meydan okumaya girdiği andan itibaren tehlikeli görüldü ve bir şekilde ona bunun bedeli ödetilmek isteniyor ve tabii ki buradan hareketle de başkalarına da ayaklarını denk alması söyleniyor. Maalesef Türkiye bu durumda. Umarım bir an önce özgürlüğüne kavuşur.

Bugünkü ithafımız… Dün Virginia Woolf’tu. Bugün bir erkek edebiyatçıya ithaf edelim: Gabriel Garcia Marquez. Büyülü gerçekçilik. Evet, yani ‘‘Yüzyıllık Yalnızlık’’ galiba şu günlerde, galiba değil biliyorum, dizisi de var. Daha önce de yapılmış olabilir ama müthiş bir kitap. 1967’de yazdığı kitap. ‘‘Kırmızı Pazartesi’’ 1981. ‘‘Kırmızı Pazartesi’’ biliyorsunuz Türkiye’de çok konuşuluyor çünkü nedir Kırmızı Pazartesi’nin özelliği? Önceden ilan edilmiş bir ölüm var ve herkes biliyor ki birisi birisini öldürecek ve bütün bir kasaba o ölümü bekliyor ve olay cereyan ediyor. Türkiye’de de biliyorsunuz birçok olay için ‘‘Kırmızı Pazartesi’’ göndermesi yapılır; göstere göstere, beklene beklene olan olaylar anlamında. ‘‘Kolera Günlerinde Aşk’’, ‘‘Başkan Babamızın Sonbaharı’’, ‘‘Bir Kayıp Denizci’’ o kadar çok şey var ki. Benim en çok sevdiğim yönü de Gabriel Garcia Marquez’in aynı zamanda gazeteci olmasıdır. Yani bizim meslekten böyle iyi insanlar da çıkıyormuş diye arada sırada gururlandığım da olmuyor değil. Marquez siyasi konulara da çok ilgili, solda yer alan birisi, Küba’ya sempatisi bilinen birisi ve bu yüzden de zaten bazılarının kara listesinde olan birisi. 2014’te hayatını kaybetmiş ama eserleri hâlâ yaşıyor ve çokça taklit edilmeye çalışılıyor. Marquez’i taklit etmek bence pek mümkün değil ama deneyenler çok. Onun büyücü gerçekçiliğinin ve kitaplarının… Yani ‘‘Yüzyıllık Yalnızlık’’ı yazmış olsa bile tek başına yeterdi ama o bizi başka kitaplarla da ödüllendirmeye devam etti. Kendisini saygıyla anıyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.