Millî Görüş davasından geriye ne kaldı? Sağduyu programına konuk olan Eski TBMM Başkanı Bülent Arınç Türkiye siyasetinin son 40 yılını, Millî Görüş hareketini ve kendi siyasi yolculuğunu anlattı. Arınç, hukukun üstünlüğü, toplumsal kapsayıcılık ve demokratik değerlerin önemine vurgu yaparken, Türkiye’nin siyasi tarihindeki kırılma noktalarını da yorumladı.
Eski TBMM Başkanı Bülent Arınç, Millî Görüş hareketini “Yalnızca bir siyasal duruş değil, aynı zamanda bir ahlak ve vicdan meselesiydi” diye tanımladı. “Bizim kuşağımız dava şuuruyla yetişti” diyen Arınç, 1960’ların ideolojik çatışmalarını ve dönemin milliyetçi-muhafazakâr öğrenci hareketlerini anlattı. Tarık Çelenk’in “25 yaşındaki Bülent Arınç bugünün Türkiye’sine gelse ne hissederdi?” sorusuna Arınç şöyle yanıt verdi:
“Yanlış yere geldim derdim herhalde. 60’lı 70’li yıllardaki idealizmin yerini başka şeyler aldı bugün. Bizim kuşağımız dava şuuruyla yetişti. Kavga etmeden inandığını savunurdu. Mukaddesatçıydık ama kimseyi dışlamazdık. Hakkari’yle de Tunceli’yle de kendimizi özdeşleştirirdik. Ne mezhep ne etnik köken üzerinden ayrım yapmazdık.”
Arınç, 68 Millî Görüş kuşağının en önemli özelliğinin, dini değerlerle demokratik hassasiyetleri birleştirme çabası olduğunu vurguladı. Ancak bu çizginin zamanla iktidar sendromuna dönüştüğünü, özellikle son on yılda “gücü elde tutmanın” idealin önüne geçtiğini söyledi:
“Biz dinci değildik, dindardık. O yüzden laik kesimle kavga etmek istemedik. Ama bize hep dinci dendi. Avrupa Birliği hedefi bizi cazibe merkezi yaptı; hukuk, ifade özgürlüğü, farklılıkların birlikte yaşaması gibi konularda çok ilerledik. 2002-2013 arasında Türkiye’nin altın dönemini yaşadık.”
“Altın dönem Avrupa kriterleriyle geldi, uzaklaşınca her şey bozuldu”
Arınç, AKP’nin ilk yıllarındaki reform iradesinin temelinde Avrupa Birliği’ne (AB) uyum sürecinin olduğunu, o dönemde atılan demokratikleşme ve hukuk reformlarının hem ekonomiyi hem toplumsal uzlaşmayı güçlendirdiğini vurgulayarak,
“2002’den 2013’e kadar olan dönem bir başarı hikayesiydi. O yıllarda Kopenhag kriterleri, Maastricht kriterleri, hukuk devleti, insan hakları konuşuluyordu. AB süreciyle birlikte yatırım geldi, özgüven geldi. 2014’ten sonra ise Gezi olayları, Suriye savaşı ve 15 Temmuz travması ülkeyi yordu” dedi.
Arınç’a göre, Türkiye’nin otoriterleşme süreci bir anda değil, bu travmaların birikimiyle şekillendiğini söyleyerek şöyle değerlendirdi:
“Olağanüstü hâl elbette ilan edilmeliydi ama bu üç yıl sürmemeliydi. 130 bin kişi KHK’yla atıldı, sadece 9 bini iade edildi. İrtibat, iltisak gibi hukuk dışı kavramlarla insanların hayatı karartıldı. Hukukun dışına çıkıldığını biliyorum. Bu işler üç dört yıl içinde çözülebilirdi.”
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
“Erdoğan’ın otoriterliği Gezi ve 15 Temmuz travmalarından beslendi”
Arınç, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın otoriter tutumunu kişisel hırsla değil, travmatik siyasal süreçlerle açıklamak gerektiğini savundu. Arınç’a göre Gezi protestoları ve 15 Temmuz darbe girişimi iktidarda kalıcı bir paranoya yarattı:
“Bu travmalar ülkeyi ve liderleri yordu. Erdoğan’ın bugün geldiği noktayı sadece otoriterlik diye açıklamak kolaycılık olur. 15 Temmuz gecesi yaşananlar, herkeste büyük bir korku bıraktı. Ama o korku bugün siyaseti yönlendiriyor; hukuk ise arka plana atıldı.”
Arınç hem siyasal çevrelere hem de kendi kuşağındaki eski yol arkadaşlarına eleştirerek Eskiden hakikat için mücadele edenlerin bugün sessiz kalmasını üzüntüyle karşıladığını belirtti:
“Bizim kuşaktan kimse bugün yüksek sesle konuşamıyor. Herkes korkuyor, ya da sessiz kalmayı tercih ediyor. Ben köyün delisi olmaktan çekinmem. Çünkü iman sadece susmakla korunmaz.”
“Millî Görüş’ten geriye ahlak ve vicdan kalmalı”
Arınç, Millî Görüş geleneğinin özünün siyasetten ziyade ahlaka ve adalete dayandığını hatırlattı. Bugün o geleneğin ideallerinden geriye çok az şey kaldığını, ancak doğru bir özeleştiriyle yeniden ayağa kalkılabileceğini söyledi:
“Üç Y ilkesine dönmeliyiz: Yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar. Biz bunları unuttuğumuz için geriledik. Millî Görüş bir parti değil, bir ahlak hareketiydi. Bunu unuttuk. Yeniden toparlanmak istiyorsak önce kendi vicdanımıza, sonra hukuka dönmeliyiz.”